Hilbert'in İstanbulu

6 dk

Her yıl birçok yabancı sporcu İstanbul'u yeni evi yapmak için Türkiye'ye geliyor ama çok azı dönerken bu şehri kalbinde götürüyor. Hilbert onlardan biri.

Roberto, İstanbul’a geldiğinde düşündüğün ilk şey ne oldu?

Aklıma ilk gelen şey, "Aman Tanrım, burası ne kadar büyük bir yer. Bu trafik ne böyle!" idi. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Daha önce Almanya'da büyük bir şehirde yaşasanız da fark etmiyor. İstanbul’da 20 milyon insan var ve hepsini aynı anda dışarıda görüyor gibisiniz, bu inanılmaz bir duygu. Bende ilk günden beri var olan "Vay be!" hissi oldu.

Bu "Vay be!" duygusu ne kadar sürdü?

Aslında son güne kadar sürdü. Bir müddet sonra, şehri tanımaya başladıkça özel yerlerini öğreniyorsun ve sonunda İstanbul’a âşık oluyorsun.

İstanbul’da geçirdiğin sürede seni gerçekten en çok şaşırtan ne oldu?

İnsanlar! ‘Oldukları gibi oldukları’ gerçeğini beklemiyordum.

İnsanlar... Nasıllar ki?

Bugün bana hâlâ "Türkiye düşündüğümüz gibi bir yer mi?" ya da "Türkler sandığımız gibi insanlar mı?" şeklinde sorular geliyor. Ben de onlara "Siz nasıl zannediyorsunuz ki?" diye soruyorum. Gelen cevaplar gösteriyor ki bu soruları soranlarda Türkiye'nin aşırı dindar, dış dünyaya kapalı, sadece içe dönük, tutucu bir toplum olduğuna dair bir önyargı var. Ancak ben tam tersi bir Türkiye tanıdım. Örnek vermem gerekirse; bana hep, Müslümanların Hristiyanları kabul etmediği söylenirdi. Oysa buraya geldikten sonra ne kadar çok kilisenin bulunduğunu gördüm. Bu bile beni şaşırttı.

İstanbul’da yaşarken kendi kültüründen olanlarla buluşma fırsatı buldun mu?

Tabii. Beni ve ailemi birçok misafirimiz ziyaret etti bu süre içinde. Genelde Ayasoyfa’yı, Sultanahmet’i, Kapalıçarşı’yı görmek istediler. Şanslıyım ki Beşiktaş’taki antrenman saatlerimiz buraları gezmek için çok müsaitti. Vapura atlayıp Eminönü’ne gidiyorduk. İstanbul’da kendi kültürümüze birçok yeni güzellik kattık.

Münih’teyken bazen Türkiye’deki kaosu özlüyorum. Sen de ailenle Köln’de yaşıyorsun. Senin durumun nasıl?

Türkiye’de üç yıl yaşadıktan sonra Almanya’ya alışmak sancılı bir süreçti. Her şey organize, düzenli, kurallara göre... Türkiye’de de kurallar var ama birçok noktada daha esnekler. Bana göre, Almanlardan daha iyi yakaladılar ikisinin ortasını.

Düzen konusunda bizi örnek göstermek! Bunu okuyanların gözleri yaşaracak!

Almanya’da yapmak istediğin her şey için resmî bir makamdan izin almak zorundasın. O izni aldığın zaman işin ilerliyor. Türkiye’de izin alsan bile bazen işlerin peşinden koşuyorsun. Bu biraz yorucu.

Türkiye’ye gelen birçok yabancı oyuncu tercümanlarla ömür geçiriyor, dili öğrenmiyor ya da öğrenemiyorlar. Sen ve ailen neden rahatı seçmediniz?

Her şeyden önce bunu bir eğitim olarak görmek gerekiyordu. Öğreneceğin her yeni dil hayatına artılar katıyor. Benim de tercümanım vardı, özellikle bürokratik birçok işlemde çok yardımcı olmuştu. Öte yandan, insanlara onlarla uyum içinde olmak istediğinizi ve kendinizi onlardan biri olarak gördüğünüzü hissettirmeniz gerekiyor. Dil öğrenme konusunda kimi zaman tembellik yapmış olsam da bir yerden bir yere kolaylıkla gidebilecek kadar öğrendim Türkçeyi. Her şeyi anlıyorum ama eşim bana oranla daha iyi konuşuyor. Aslında ikimiz de dilbilgisinde sorun yaşıyoruz ama bir isteğimiz olduğunda Türkçeyi kullanıyorduk.

Takım arkadaşların Hakan Çalhanoğlu ve Ömer Toprak’la pratik yapıyor musun?

İkisi de benden bir şey saklayamaz, konuştukları her şeyi anlıyorum!

Fabian Ernst, Beşiktaş’a geldikten sonra efsaneleşti, oysa Almanya’da işler iyi gitmemişti. Sen de zor bir süreçten sonra Almanya'yı terk edip Türkiye'ye geldin. Genel bir algıya göre Türkiye birçok futbolcu için son durak ama sen Beşiktaş'tan tekrar Almanya'ya döndün, üstelik önemli bir kulübe gittin. Bazı klişeleri yıktığını düşünüyor musun?

Kesinlikle. Birçok kişi Türkiye’ye giden bir futbolcunun piyasadan kaybolduğunu düşünür. Bir yere kadar hak veriyorum ama bu Türkiye’deki ligin kötülüğü nedeniyle oluşmuş bir algı değil. Bu Türk futbolunun uluslararası medya tarafından yeterli ilgi görmemesine bağlı bir sorun. Benim şansım yaver gitti ama benimle beraber, klişelerden oluşmuş bir duvarın da yıkıldığını düşünüyorum.

Peki sen hangi duygularla Beşiktaş'a gitmiştin?

Zorlu bir Stuttgart serüveninden sonra yeni bir tecrübe aramıştım ve bunu Beşiktaş'ta buldum. 'Burası kariyerimin son noktası' duygusu kesinlikle hâkim değildi... Zaten etrafımda çok iyi çalışan bir ekip var ve tekrar Bundesliga’ya dönmem konusunda bizzat yardımcı oldular.

Ricardo Quaresma’nın arkasında, aynı kanatta oynamak nasıldı?

Ricardo inanılmaz iyi bir futbolcu. Meziyetlerini iyi kullansaydı dünyanın en büyük kulüplerinde uzun soluklu oynayabilirdi. Onunla oynamak güzeldi, çünkü top ne zaman ayağına gelse mutlaka bir şey yapacağını biliyordunuz. Fakat Ricardo hücumu defansa tercih eden bir futbolcu ve itiraf etmeliyim ki ses tellerimi bu yüzden tahrip ettiğim doğrudur.

Bir Trabzonspor maçında dakikalarca Ricardo’ya bağırdın, duymadı ya da duymamazlıktan geldi. Buna dayanamayan Guti de Ricardo’ya bağırmaya başladı ve olayı çözen isim oldu. Guti’ye teşekkür ettin mi?

Guti’nin yardımcı olmasını bekliyordum zaten. Ben saha içinde de oyuncularla hep iyi anlaştım. Ricardo büyük kulüplerde oynamış, önemli kupalar kazanmış bir isim. Keza Guti de tam 16 yıl Real Madrid’de top koşturmuş ve neredeyse bir futbolcunun kazanabileceği her şeyi elde etmiş. Bu iki isim de benim futbol anlayışıma her zaman saygı duydular.

Taraftarlar sana ‘Panzer’ ve ‘Alman Treni’ gibi lakapları layık gördü çünkü durmadan koşan bir isimdin. Senin gibi aktif ve mücadeleci futbolcuları sever Beşiktaş taraftarı. Sen de hissettin mi?

Bu konuda güzel örnekler var aklımda. İbrahim Üzülmez bu örneklerden biri. İbo; mantalite, mücadele ve azim konusunda benim için örnek bir futbolcudur. Beşiktaş’ta iyi anılmak ve kabul görmek istiyorsanız öncelikle bunları sahaya yansıtmalısınız.

Beşiktaş taraftarı, kararlılığını ve duruşunu Gezi döneminde de ortaya koydu. Senin Türkiye'den gittiğin döneme denk geldi olaylar ama neler yaşandığını takip edebildin mi?

İstanbul’da çok sayıda arkadaşımız var ve onlar olanlar konusunda bizi ilk ağızdan bilgilendirdiler, tüm gelişmelerden sürekli haberdar ettiler. Söylemem gerekir ki İstanbul United filmini de izledim ve çok beğendim. Yıllarca adeta düşman gibi yaşayan taraftar gruplarının bir araya gelmesi ve omuz omuza verip ortak bir hareketin parçası olması harika bir şey. Bu noktanın önemli olduğunu düşünüyorum. Önceki dönemlerde çeşitli sebeplerle birbiriyle çatışan taraftar gruplarının, ülkelerini ve haklarını savunmak için bir araya geldiği hareketlere büyük saygı duyuyorum.

Çarşı grubu bu konuda önemli bir rol aldı. Seni bu şaşırtmadı sanırım?

Hayır, Çarşı’nın insanların üzerinde nasıl bir etki yarattığını gördüm. Kamuoyu ilk başta sadece dışarıya yansıtılanları görüyor. Çarşı sadece bir taraftar grubu değil, aynı zamanda sosyal açıdan zor durumda olanlara -ki bunlar sakatlardan kimsesiz çocuklara kadar çok çeşitli gruplar- yardımcı olan bir organizasyon. Bunları çok lanse etmedikleri için çok duyulmuyor ama ben bunları gördüm.

Sen Türkiye’deyken de Türk futbolunda sorunlar vardı. Sonra skandallar, kötü olaylar arka arkaya geldi, uluslararası platformda kötü başlıklar atılıyor. Türkiye’den teklif alan bir vatandaşın sana fikir danışsa rahatlıkla "Süper Lig’e git" diyebilir misin?

Çok zor bir soru. Türkiye’de büyük bir kulüpte oynamak ve İstanbul’da yaşamak her zaman önemli bir hayat tecrübesi ve bir bakıma denemeye değer. Öte yandan, yaşanan böyle kritik olaylar var... Kesin bir cevap vermek zor. Özellikle eşi ve çocukları olan bir futbolcuya şu an Süper Lig’e transfer olmasını önerebilir miyim, bilemiyorum. Bunun ülkeyle alakası yok. Dünyada güvenliğin sağlanamadığı herhangi bir yer de olabilir. İnsanlara öyle bir yere gitmeleri yönünde tavsiyede bulunamam.

Roberto, Socrates’in ilk sayısında şöyle bir kapak yazısı var: "Güzellik önce gelir, zafer onu takip eder. Asıl mühim olan ise hazdır." Kendini bu cümle içinde bulabiliyor musun?

Kariyerimi çok iyi anlatan bir söz. Haz, azim, hırs, istek... Bunlar futbol yaşantımı tarif eden unsurlar. Evet, bu söz beni de tanımlıyor.

Socrates Dergi