
Hızlı ve Farklı
12 dk
Lewis Hamilton şimdiden tarih kitaplarında Schumacher ve Senna ile yan yana anılmaya başlandı. Peki İngiliz sürücü, gerçekten de tarihin neresinde?
Hız denince, belki de akla ilk gelen spor disiplini motor sporlarıdır. Yarış dünyasında hız, hayatın anlamıyla eşdeğerdir adeta. Hızlı olmak, daha hızlı olmak, en hızlı olmak tek hedeftir. Pist yarışlarının neredeyse hepsinde tur zamanları, saniyenin bindelik dilimlerine göre ölçülür. Motor sporlarının en çok takip edileni Formula 1'de ise, hız kavramının algısı çok daha dar bir aralığa sıkışır. Ortalama beş kilometre uzunluğunda bir pistte, yaklaşık bir buçuk dakikalık bir zaman diliminde, iki farklı otomobille yarışan iki farklı sürücüden birisi, diğerini 0.3 saniye geçtiğinde, bu 'büyük bir fark' olarak değerlendirilir. Oysa ki 0.3 saniye, göz kırpma süremize tekabül eder. Yani hızlı olan ile o gün için yavaş kalmakla eleştirilen arasındaki zaman farkı çoğu zaman göz açıp kapama süremizden bile azdır.
İşte bu kadar ufak marjların konuşulduğu Formula 1'de, bir sürücünün 'saf hızının' değerlendirildiği en önemli bölüm sıralama turlarıdır. Sıralama turları, insanın ve makinenin zamana karşı olan mücadelesinde yarış içindeki otomobili kollama, motoru koruma, lastikleri saklama, stratejiye bakma gibi kaygılara takılmaz, tek turda en hızlı sürücü-otomobil kombinasyonunun hangisi olduğunu bulmaya çalışır. Kariyerleri boyunca en fazla pol pozisyonu alan sürücüler sıralamasında 2017'ye kadar ilk iki sırada Michael Schumacher (68 pol) ve Ayrton Senna'nın (65 pol) olması, tarihin en iyileri arasında gösterilen bu iki dev sporcunun saf hızlarının da kanıtıydı. Aslında uzun yıllar boyunca başka bir sürücünün onları yakalaması beklenmiyordu. Ta ki Lewis Hamilton gelip kariyerinde aldığı pol pozisyonu sayısını 81'e çıkarana kadar... Dolayısıyla eğer F1'deki hızın en somut ölçüsü alınan pol pozisyonu sayısı ise, Hamilton'a tarihin en hızlısı diyebiliriz. Babasının hayranı olduğu Amerikalı atlet Carl Lewis'den esinlenerek ismini koyduğu bir adamdan da bu beklenirdi belki de. Hamilton, F1'deki ilk pol pozisyonunu daha altıncı yarışında Kanada'da kazanmıştı. İngiliz sürücü, nispeten yavaş otomobillerle yarıştığı sezonlar dâhil, kariyerinin her yılında en az bir pol pozisyonu ve bir galibiyet almayı başardı şu ana kadar.
Utangaç Çocuk
Lewis Hamilton, Granada'dan İngiltere'ye göçmüş olan işçi sınıfından bir babanın oğlu olarak 1985'te Londra'nın kuzeyindeki bir banliyöde dünyaya geldi. Babası, oğlunun yarış kariyerini finanse etmek için dört farklı işte çalıştı. Anthony Hamilton, oğlunun go-kart aracının mekanikerliğini de bizzat yapıyordu. Hamilton, kartingde yaşıtlarına ve genelde kullandığı zayıf, eski ekipmanlarına göre çok başarılıydı. Bu başarı, belki de bugünkü güveninin temellerini attı. Lewis, Britanya karting şampiyonluğunu kazandıktan sonra, Autosport'un ödül töreninde, McLaren takımının patronu Ron Dennis'e kendini tanıttı ve "Ben Lewis Hamilton, dokuz yaşındayım, Britanya şampiyonluğunu kazandım, ileride sizin otomobillerinizden birinde yarışmak istiyorum" dedi. Ron, belki de onu çok ciddiye almadan "O zaman dokuz sene sonra beni ara" dedi. Hamilton, 13 yaşındayken McLaren'in genç sürücüler programına dâhil edildi; 2006'da GP2 şampiyonu oldu ve Ron Dennis'in yanına gitmesinden 13 sene sonra 2007'de onun F1 otomobillerinden birisine oturdu. Daha ilk sezonunda yeteneklerini gözler önüne seren ve tarihin ilk çaylak şampiyonu olmayı son anda kaçıran Hamilton, 2008'de (o gün için) tarihin en genç dünya şampiyonu oldu.

Baba Anthony Hamilton ve Lewis Hamilton
McLaren'deki ilk yıllarında Ron Dennis'in askeri disiplini ile Hamilton'ın gençliğindeki utangaç karakteri birleşti. Düzen konusunda takıntılı bir adam olan Ron'un takımında sürücülerin sakal tıraşı olmaları bir zorunluluktu, kurumsal imaj her şeyin ötesindeydi ve (varsa bile) sürücülerin dövmelerinin gözükmesi istenmiyordu.
Spor dünyasının pek çok genç yıldızı gibi, gençlikten yetişkinliğe geçişini medyanın ve milyonların iğneleyici gözleri önünde yaşayan Hamilton'ın McLaren'deki 2008 sonrası dönemi sportif açıdan genelde olaylı, zaman zaman başarılı ama istikrarsız şekilde geçti. Bu dönemde ünlü şarkıcı Nicole Scherzinger'le magazin programlarına konu olan inişli çıkışlı bir ilişki yaşadı. 2010'da kariyerini borçlu olduğunu söylediği ve menajerliğini yapan babası Anthony ile profesyonel manada yollarını ayırdı. Hamilton, hayattaki yönünü ve yolunu bulmaya çalışıyordu.
2012'de McLaren'de bir türlü gelmeyen ikinci şampiyonluktan sonra, ani ve beklenmedik bir kararla Mercedes'e geçeceğini açıkladı. O an için bu, kariyer anlamında intihar gibi gözüken bir hamleydi.
Mercedes, efsane Schumacher ile spora geri döndüğü 2010'dan sonraki üç senede sadece bir zafer ile toplam altı podyum yakalayacak ve 2012'yi ancak beşinci sırada bitirebilecekti. Oysa ki bu, Hamilton'ın hayatının en isabetli kararıydı. 2014'te başlayacak olan turbo hibrid motorlar çağı, tek kelimeyle Mercedes'in hegemonyasını başlatmıştı.
Sportif başarılar bir yana, Mercedes'in onu kişisel tercihler, yaşam tarzı anlamında serbest bırakması, Lewis'in kendini ifade etme anlamında rahatlamasını ve başka bir adama dönüşmesini sağladı. O, F1 tarihinin ilk siyahi sporcusu olarak zaten birtakım tabuları yıkmıştı. Ama dünya çapında artan ünü ve servetiyle beraber jet sosyete ile takılan, kendine yaklaşık 100 milyon liralık bir jet uçağı alan, yarışlar arasındaki zamanını defileler ve konserlerde boy göstererek geçiren, profesyonel manada müzikle uğraşan, güzel ve ünlü kadınlarla gönül eğlendiren birine dönüştü. Londra'nın kenar mahallesinden gelen utangaç çocuk âdeta kabuğunu kırmıştı. Fakat buna rağmen geldiği yeri hiç unutmadı ve köklerinden hiç utanmadı.
Dost ve Düşman
Mercedes yıllarında üç sene boyunca karting döneminden çocukluk arkadaşı Nico Rosberg ile takım arkadaşı olan İngiliz sürücü, Alman meslektaşıyla dünya şampiyonluğu için mücadele etti. Tıpkı saç ve ten renkleri gibi, Nico ile Lewis'in çocukluk dönemi ve geçmişleri de ancak bu kadar farklı olabilirdi.
Nico, 1982 Formula 1 dünya şampiyonu Keke Rosberg'in oğluydu; Monako'da, hani derler ya, yatların, katların ve milyon dolarların içine doğmuş, küçük prensliğin sokaklarında büyümüştü. Babasının serveti bir yana, taşıdığı soyadı bile Nico'nun karting ve junior yarış serilerindeki yıllarını hiç zorlanmadan geçirmesini sağlamıştı. Daha doğuştan bir yarışçının genlerine sahip olan Nico'yu babası, oğlunu ileride daha kolay sponsor bulabileceğini düşünerek annesinin ülkesi olan Almanya'nın vatandaşlığına kaydettirmişti. Ana dili olan Almanca dışında İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca'yı mükemmel bir şekilde konuşan Rosberg, adeta ailesi tarafından Formula 1 sürücüsü olmak için dünyaya getirilmişti. Öyle de oldu. Ve kader ağlarını ördü; çocukken yaz tatillerini Keke'nin yatında beraber geçiren aynı yaştaki bu iki arkadaş; aynı takımda, aynı otomobille, eşit şartlarda, motor sporları dünyasının en büyük ödülünü almak için birbirleriyle yarışır hale geldi. Ve bu rekabet, bariz zıtlıkların da altını kalın çizgilerle çizdi. Şampiyon bir babanın Monako'da doğan, beş dil bilen, sarı saçlı ve beyaz tenli oğluna karşı; göçmen ve işçi bir babanın Londra banliyösünde doğan, okul kariyeri pek de parlak olmayan siyahi oğlu.

"Tıpkı saç ve ten renkleri gibi, Nico ile Lewis'in çocukluk dönemi ve geçmişleri de ancak bu kadar farklı olabilirdi."
Hamilton dünya şampiyonluğu için kafa kafaya çekiştikleri ilk sene olan 2014'teki bir röportajında bu farklardan bahsetmişti: "Ben, çok da harika bir yer olmayan Stevenage'dan geliyorum ve babamın evindeki kanepede büyüdüm. O Monako'da jetler, oteller ve yatların içinde yetişti. Dolayısıyla başarıya karşı olan açlığımız farklı." Gerçekten de öyleydi ve ilk büyük kapışmaları olan 2014 şampiyonluğu Hamilton'a gitmişti. Lewis, belki de haklıydı. Diğer sporlarda olduğu gibi yoksul bir çocukluktan gelen sporcular için başarı hem bir kurtuluş amacı hem de bir zorunluluktu. Hamilton-Rosberg dönemi Lewis'in iki, Nico'nun bir şampiyonluk almasıyla noktalandı. Hatta Rosberg, bu üç senedeki psikolojik savaştan ötürü o kadar yoruldu ki şampiyonluğu aldıktan hemen sonra 31 yaşında emekliye ayrıldı.
Gaz Değil Fren
Hamilton, tüm şampiyon sürücüler gibi, yıllar içinde kendine has bir sürüş stilini geliştirmiş vaziyette ve bu stil onu bugüne kadar başarıdan başarıya koşturdu. Öncelikle yıldız sporcu, frenleri hassas şekilde kullanma ve rakiplerinden daha geç fren yaparak zaman kazanma konusunda usta. Karting günlerinde babası ona hep rakiplerinden daha geç fren yapmasını tavsiye edermiş ve o da bu alışkanlığı zaman içinde elde etmiş. Elbette burada fren pedalı ve sisteminin onun istediği hassasiyette ayarlanması büyük önem taşıyor.
Otomobilin ön ve arka frenleri arasındaki dengeye bakıldığında, Hamilton dengenin biraz daha arka frenlerde olmasını seviyor. Geç fren yapmaktan bahsetmişken, makul uzunlukta bir düzlüğün sonunda, ortalama 325 km/sa süratten frenlemeye geçildiğinde, otomobilin saniyede 90 metre kat ettiğini ve olması gerekenden sadece 0.1 saniye daha geç fren yapan sürücünün ekstradan kat edeceği dokuz metre nedeniyle muhtemelen pist dışına çıkacağını hatırlatalım. Yani çok ama çok ufak farklardan bahsediyoruz. Bazı pilotların nefret ettiği oynak arka taraf, Hamilton için problem değil. Normalde rakiplerinden daha geç fren yapan İngiliz sürücü, bu nedenle viraj giriş noktalarına daha fazla hız taşıyor. Hatta özellikle yavaş veya orta hızlı virajlarda frenlemenin bir kısmını viraj girişine bırakıyor.
İşte tam bu noktada Hamilton'ın arka frenleri daha büyük bir ağırlıkla kullanıyor olması aslında büyük bir dezavantaj. Çünkü bu durumda otomobilin arka tarafı, frenleme anlamında ön tarafa daha meyilli bir ayara göre, çok daha fazla kayıyor. Tahmin edeceğiniz gibi her kayma, zaman kaybı demek. Normalde pek çok sürücünün 'dengesiz' arka taraf nedeniyle otomobili 'sürülemez' olarak niteleyeceği bu ayar noktası, Hamilton'ın üstesinden çok kolay geldiği ve büyük avantaj sağladığı bir faktöre dönüşüyor. Zaten dengesiz olan arka tarafı istediği agresiflikte döndürebilmek için Hamilton'ın ön akstan ve ön lastiklerden beklentisi büyük oluyor. Yani otomobilin ön tarafından daha fazla şey talep ederken bir şekilde arka tarafın üstesinden gelebiliyor.
Hamilton'ın büyük bir kuvvetle başlattığı frenlemeyi virajın dönüş noktasına kadar taşıyıp otomobili agresif bir hamle ile döndürmesi normalde lastiklerin kilitlenmesi ve yol üstünde sürüklenen lastiğin hasar görmesi riskini arttırıyor. İlk dönemlerinde bu sorunla daha sık karşılaşan Lewis, son yıllarda sıradışı tekniğinde iyice ustalaştı.
Risklere Karşı
Formula 1'de yağmur bir yandan pek çok riski ve bilinmeyeni beraberinde getirirken bir yandan da düşen süratler neticesinde otomobillerin arasındaki farkların kapanmasıyla pistteki güç oyununu dengeler. Yağmurda görüş sıfıra yaklaşmışken 300 km/sa ile ilerleyen sürücünün kalbi tehlikenin farkına vararak yavaşlamasını söylerken, beyni ihtiyacı olan tur zamanını düşünerek daha fazla gaza basmasını söyler. Kısacası yağmurda otomobillerinin performansının ötesine geçebilen büyük pilotlar fark yaratır. Tüm zamanların en iyi sürücüleri arasında gösterilen Schumacher ve Senna'nın yağmurda çok ama çok iyi olmaları da insanların onlara karşı olan hayranlığını arttıran bir etkendir.
Islak zeminde yolun ne tarafında ne kadar yol tutuş yakalayabileceğini bilmek, bir viraja nasıl bir risk alarak, ne kadar süratle girebileceğini keşfetmek başlı başına bir yetenektir. Sürücüler bazen sadece içgüdülerine güvenerek bu tercihleri yaparlar. Hamilton'ı başarıya ulaştıran etkenlerden birisi de yağmur altında veya ıslak zeminlerde elde ettiği performans. Daha ilk yılından beri ıslak zeminde dikkat çeken İngiliz sürücü, turbo hibrid çağının başladığı 2014'ten bu yana yağmurun etkilediği son yarışın dokuzunu kazandı. O günden beri alamadığı tek yağmurlu Grand Prix'de ise sondan başlayıp üçüncü olmuştu.

McLaren'le ilk döneminde Hamilton genelde istikrarsız, zaman zaman takımı ile anlaşmazlığa düşen, gelmeyen başarıların kabahatini takıma yıkmayı tercih eden bir görüntü çiziyordu. Ama takım yönetme konusunda bir dâhi olan Ross Brawn'ın başında bulunduğu Mercedes'e geçtikten ve yaşı 30'lara yaklaşıktan sonra olgunlaştı. Ve bir noktada takımın desteğini almadan başarının gelmeyeceğini anladı. Elde ettiği her pol ve yarış zaferinin ardından takımın çalışanlarına canlı yayında teşekkür ediyor. Böylesine harika otomobilleri sürdüğü için minnettar olduğunu dile getiriyor. Belki tüm bunlar kulağa klişe gibi geliyor ama hiçbir futbolcunun attığı golden sonra kameraların önünde kramponlarını hazırlayan malzemeciye teşekkür ettiğini görmezsiniz.
İngiliz sürücünün dini inançları da kuvvetli. Elde ettiği başarılar ve Allah'ın kendisine bahşettiklerinden dolayı her fırsatta kutsanmış olduğunu dile getirmekten kaçınmıyor. Son yıllarda, arka arkaya gelen şampiyonluklar, belki de onun iç huzur anlamında daha da yüksek bir noktaya ulaşmasını sağladı. Bir yandan da James Bond filmlerini aratmayan hayat tarzı, sevenlerini olduğu kadar, kendisinden nefret edenlerin sayısını da arttırdı.
Tarihin En İyisi mi?
Formula 1 kariyerindeki 12. sezonu geçiren Lewis, elde etmeye yaklaştığı beşinci dünya şampiyonluğu ile tarihin en başarılı üç isminden biri olacak. Schumacher'in yedi dünya şampiyonluğunun ardından beş dünya şampiyonluğuna ulaşan tek bir isim var: 1950'lerin süper yıldızı 'El Maestro' Juan Manuel Fangio. Hamilton, katıldığı 225 Grand Prix sonunda pek çok önemli istatistikte ilk üç içinde yer alıyor. 'Hamilton'ın Rekorları' tablolarından da görebileceğiniz gibi, İngiliz sürücü pek çok rekoru kırmış vaziyette ya da kırma şansına sahip. 1985 doğumlu Hamilton'ın önünde, rekabetçi şekilde yarışabileceği dört-beş sezon daha var. Dolayısıyla, en önemli iki rekor denebilecek Schumacher'in yedi dünya şampiyonluğu ve 91 Grand Prix rekorlarını egale etme veya kırma şansını sürdürüyor. Pol pozisyonu rekorunu nereye taşıyacağını ise beraber göreceğiz.
Tabii ki her sporda olduğu gibi farklı jenerasyonların en iyi sporcularını karşılaştırmak ve kimin tüm zamanların en iyisi olduğunu tartışmak sporseverler için keyifli bir uğraştır. Konu genelde sübjektif değerlendirmelerden dolayı bir yerde tıkanır, genelde de mutabakata varılamaz. Başardıkları ve başarabileceklerine bakılırsa Hamilton'ın tüm zamanların en büyük beş Formula 1 sürücüsünden biri olduğu tartışılmaz vaziyette. "Tüm zamanların en iyi beş şampiyonu kimlerdir?" sorusu, birkaç hafta önce Fernando Alonso'ya sorulduğunda da İspanyol sürücü en iyi beşini "Schumacher, Fangio, Senna, Prost, Hamilton" şeklinde sıraladı. Kısacası Hamilton, ezeli rakiplerinin listesinde bile ilk beşte.
Kendi neslinin en yetenekli sporcusu olarak gözüken Hamilton, istatistik olarak Michael Schumacher'i de geçebilir. Ancak Schumi'nin F1 ile olan ilişkisi, sporu kitlelere sevdirme ve hatta ötesine geçebilme gibi açılardan Michael Jordan-NBA ilişkisine benziyor. Dolayısıyla Lewis Hamilton'ın emeklilik yıllarında 'en büyük' veya 'en iyi' diye anılması zor. Yine de F1 tarihinin en büyük isimlerinden birini izlediğimiz bu dönemin ve onun bir başka büyük isim Sebastien Vettel ile kapışmasının tadını çıkarmak lazım.