Hokus Pokus

9 dk

Balkanlardan çok futbolcu çıkar ama futbol tutkunlarını büyüleyeni azdır. Yolu türkiye'den de geçen Letchkov onlardan biri. 'Sihirbaz' ile Bulgaristan'da konuştuk.

Bulgaristan, 1994 Dünya Kupası'nın unutulmaz takımlarından biriydi. Oradaki başarınız bir nevi Avrupa elemelerinde Fransa galibiyetinizle başladı. O maç öncesinde neler yaşandı? Malum, Emil Kostadinov ve Luboslav Penev'in pasaport sorunu vardı...

Biz takımca uçakla Fransa'ya gidecektik. Onlar da bu sorundan dolayı arabayla gelecekler ve İspanya üzerinden Fransa'ya giriş yapacaklardı. Çünkü o dönemde Kostadinov Porto'da, Penev Valencia'da oynuyordu. Nitekim de öyle yaptılar. Tabii ki o maçın son dakikalarında Fransa'yı elediğimiz golü atanın Kostadinov, ona pası verenin de Penev olması ilginç oldu.

Aslında turnuvaya kötü başladınız ama sonrasında toparlandınız. Gruptaki Arjantin maçına çıkmadan önce Maradona'nın doping olayını duydunuz mu? Arjantin Maradona'dan yoksun olmanın sıkıntısını yaşadı mı?

Bizde kimsenin duyduğunu sanmıyorum. Hepimiz sonradan öğrendik. Maradona, futbola başladığımda örnek aldığım insandı. Maradona oynasaydı, Arjantin elbette bizim için daha zorlu bir rakip olurdu ama işin gerçeği şu ki biz o maçta yeterince iyiydik.

İkinci turda penaltılara kalan Meksika maçında takımınızı çeyrek finale çıkaran son penaltıyı siz attınız. O an ne düşündünüz?

Penaltı atmak büyük sorumluluktur. Hele ki o penaltıyı sonlara doğru atıyorsanız. Birinci penaltımızı Balakov attı ama kaçırdı. Fakat ardından, kalecimiz 'Bobi' Mihailov muhteşem kurtarışlar yaptı. Ben de hem onun yarattığı özgüven hem de Stoichkov'un daha penaltı kullanmamış olmasının verdiği rahatlıkla topun başına geçtim. Sonrasını hepimiz biliyoruz zaten.

Almanya maçına çıktığınızda bir rahatlık oldu mu, "En azından artık çeyrek finaldeyiz" dediniz mi?

Büyük turnuvaların bu aşamalarında meydan okumanız gereken bir noktaya gelirsiniz. Galibiyete inanmıyorsan Dünya Kupası finallerinde yerin yoktur. Çeyrek finalde de kendimizi ve gücümüzü biliyorduk. Çünkü takım olarak gitgide daha iyi oynuyorduk.

O maçı uzun süre mağlup götürdünüz. Sonlara doğru üç dakikada iki gol bulmanızda Almanya'nın yaşlı bir takım olmasının etkisi var mıydı?

O turnuvada Almanların yaşlı bir takım olduğunu söyleyemeyiz. Üstelik onlar maça çıkmadan önce favoriydi. Ama biz de gayet iyi futbolculardan kurulu bir takımdık. Onları yeneceğimize de inanıyorduk. Sanırım en çok da ben inanıyordum, çünkü o dönemde Almanya'da futbol oynadığım için onları yakından tanıyordum.

Turnuvadan sonra Balakov Stuttgart'a, Borimirov 1860 Münih'e, Yankov Uerdingen'e, Kostadinov Bayern'e transfer oldu… Bu bir menajerlik başarısı mıydı?

Ben şuna inanırım; bir futbolcu yeterince iyiyse, futboldan anlayan insanlar o futbolcuyu mutlaka görür. Hele ki bir takım sahada iyi bir oyun sergiliyorsa... Nitekim Almanya'dakiler de gördü. Bir menajerlik başarısı değildi yani.

Yarı finaldeki İtalya maçında ters giden neydi?

Orada yenilmemizin en büyük etkeni hakemdi. İki penaltımızı vermedi. Fakat gerçeği söylemek gerekirse, yarı final için yeterince tecrübeli değildik. Büyük bölümünü İtalya'dan daha iyi oynadığımız maçı, Baggio'nun o 10 dakikaya sığdırdığı gollerle kaybettik.

Bulgaristan'ın o dönemki başarısını neye bağlıyorsun?

Ağırlıklı olarak Avrupa'da futbol oynuyor olmamız diyebilirim. Hepimiz oynadığımız takımların, liglerin ileri gelen futbolcularıydık. Stoichkov İspanya'da, Kostadinov ve Balakov Portekiz'de, ben Almanya'da… Kısacası 90'lı yıllarda Bulgaristan'da çok güçlü bir futbolcu grubu oluşmuştu. Biz o zamanlar sporda bir tür rahatlık ve konfor bulmuştuk.

Bir de turnuva öncesinde Luboslav Penev'in yaşadığı trajedi var...

Elemelerde takımın en iyi oyuncularından biriydi ama ABD 94'e sayılı günler kala kendisine kanser teşhisi konulmuştu. Dolayısıyla kadrodan çıkarıldı. Tabii bu durum bizi daha da kenetlendirdi. Çünkü o takımımızın bir parçasıydı.

Elemelerde Fransa'yı, turnuvada Almanya'yı elediniz. Sonrasında iki ülke de yeniden yapılanmaya gitti. Onları eleyerek Avrupa futbolunu değiştirdiğinizi düşünüyor musunuz?

Bulgaristan'da bir söz vardır: "İnsan kaybedince ne kazandığını, kazanınca da ne kaybettiğini bilemez." Ama onlar bize yenildikten sonra içlerinde iyi bir değerlendirme yaptılar. İkisi de köklü geçmişe sahip spor ülkeleri. Ekonomik olarak da iyi şartlara sahipler. O mağlubiyetlerden de ders çıkardılar. Sonuçta Fransa önce dünya, sonra Avrupa şampiyonu oldu. Almanya da yıllar içinde futbolunu doğru yönde geliştirdi. Evet, o maçlarda onları yenerek Avrupa futbolunu değiştirdiğimizi söyleyebiliriz. Fakat şunu da unutmayalım, sadece akıllı insanlar kötü sonuçlardan ders çıkarabilir.

Hamburg'a transferiniz nasıl oldu?

CSKA Sofya ile o yıl (1991-92) UEFA Kupası'nda mücadele ediyorduk. İlk turda Parma'yı elemiş, ikinci turda Hamburg ile karşılaşmıştık. İki maçta da yenildik ama o karşılaşmalarda Almanlar futbolumu beğenmişler. Ardından beni altı ay izlemişler, haberim yok tabii... Transfer teklifi gelince öğrendim.

Devamında Marsilya maceranız oluyor ve sonra da Beşiktaş'a geliyorsunuz. Beşiktaş'a transferiniz nasıl gerçekleşti?

Beşiktaş'a gelişim sürpriz oldu. Bir gün menajerim aradı. O zamanlar Marsilya ile sözleşmem devam ediyordu. Beşiktaş'ın o zamanki başkan yardımcısıyla konuştuk ve anlaştık. Ardından da kulübümle anlaştılar.

Beşiktaş'a Sergen gittikten sonra geldiniz. Kulüp açısından bakınca, sanki onun boşluğunu doldurmak için transfer edilmiştiniz. Bu durum sizde baskı yarattı mı?

Bu konuda değerlendirme yapmam doğru olmaz. Çünkü Sergen'i o dönemde çok iyi tanımıyordum. Ama şunu söyleyebilirim; herkes bir yerlerden istenir, bir yerlere gider... O dönemde o başka takıma gitmişti, ben de Beşiktaş'a gelmiştim. Bu kadar.

Beşiktaş'ta sık sık teknik direktör Toschak ile tartışırdınız, nedeni neydi?

Kısaca söylemek gerekirse, fikirlerimiz uyuşmadı. Ben de bırakıp gitmek zorunda kaldım. Benim için futbol bir hobiydi. Maçın biri bitiyor, diğeri başlıyordu. Ben de sahaya çıkıp elimden geleni yapıyordum. Bunun için para alıyordum. Nitekim Beşiktaş'ta da birçok maça çıktım, iyi performans sergilediğimi düşünüyorum. Orada iyi bir dönem geçirdim. Türkiye'ye, İstanbul'a ve Beşiktaş'a dair güzel anılarım oldu. Mesela, karşılanmamı unutamam. Şunu tüm kalbimle söyleyebilirim ki umarım Beşiktaş hep başarılı olur.

Beşiktaş'tan ayrılıp futbol oynamadığınız yıllarda neler yaşadınız, neler hissettiniz? 1998 Dünya Kupası'nda da yer alamamıştınız hatta...

Bugün ne hissediyorsam o zaman da aynı şeyi hissettim. Açıkça söylemek gerekirse hatıralarla yaşamıyorum. Dün geçmişte kaldı. Zaten o ayrılık da bir savaşa sebep olmadı.

Yankov hakkında neler söylersiniz?

Onun için her zaman iyi şeyler söyleyebilirim. Saha içinde iyi bir futbolcu, saha dışında iyi bir dost... Hâlâ görüşüyoruz. Yankov'un, sadece Bulgar futbolunda değil, Türk futbolunda da derin bir iz bıraktığına inanıyorum.

Beşiktaş'ta Yankov dışında anlaştığınız en iyi oyuncu kimdi?

Bir Belçikalı vardı... Şifo... (Gülüyor) Şifo Mehmet… Çok iyi futbolcuydu. Saha içinde iyi anlaşırdık, Beşiktaş'ın büyük isimlerindendi.

Size ilk 'Sihirbaz' lakabı ne zaman takıldı? Almanya maçı mıydı?

Aslında belirli bir maç yok, zamanla oldu. Gençken oyun stilim, tekniğim diğerlerinden farklıydı. Almanya'da yeteneğime önem veriyorlardı. Sonra da bana bu lakabı taktılar. Ve benim için bundan daha büyük bir iltifat yok!

Sizin oynadığınız dönemde milli takımda sorumluluk alan futbolcu çoktu. Günümüz futbolunda, milli takımlar bazında en büyük problem futbolcuların yeteri kadar sorumluluk almaması mı?

Biz o konuda iyi bir nesildik ama maalesef günümüzde sorumluluk alan yok. Örneğin; Berbatov ve Petrov oynadıkları takımlarda futbollarını çok geliştirdiler ama milli takıma bu gelişimlerini yansıtamadılar. Sanırım aynı problem Türkiye'de de var. Bir dönem Türkiye futbolda çok ilerlemişti, Galatasaray UEFA Kupası'nı kazanmıştı. Şimdi ise durum ortada!

Bir röportajınızda kel olmanızda Çernobil'deki nükleer facianın etkili olduğunu söylediniz. Nükleer enerji hakkında ne düşünüyorsunuz? Bugünlerde Türkiye'de çok tartışılan bir konu çünkü…

Ailemde benim gibi kel insan yok. Babamın saçları bu yaşında hâlâ gür. Bense daha 19 yaşında saçsız kaldım. Tanrı'nın işi işte, o günkü felaketten böyle olmuş. Günümüzde kellik moda ama o zamanlar değildi. Biz birey olarak, ülkeyi yönetenlerin yanında nükleer enerji konusunu düşünmek için çok küçük ve etkisiz kalıyoruz. Ama bu bir şey yapamayacağımız anlamına gelmiyor. Bence herkes sorumlu olarak çevreyi korumalı, nükleer santral yapılacaksa da sağlam bir plana göre yapılmalı.

Şifo Mehmet Letchkov'u Anlatıyor

Beşiktaş'ta en iyi dönemimi onunla birlikte geçirdim diyebilirim. Çok yetenekli, üst düzey, oyunu iyi okuyan, maç içinde gidişatı kolay değiştiren bir oyuncuydu. Saha içinde göz göze geldiğimizde birbirimizin o an ne yapacağını hemen anlardık. Zaten bu birliktelik sayesinde o yıl 16 gol atmıştım. Maalesef Beşiktaş'ta çok kısa kaldı. Ama o süreçte takım için elinden gelenin fazlasını yaptı. Beşiktaş'a gelenler arasında en yetenekli, en kaliteli oyunculardan biriydi.

Socrates Dergi