Honza

16 dk

‘Yeni Andrei Kirilenko’ etiketiyle adım attığı Avrupa basketboluna Zeljko Obradovic’le geri dönen Jan Vesely, artık kıtanın gözde pivotlarından biri. Fenerbahçe Doğuş’un yıldızıyla dünü bugünü ve yarını konuştuk.

Milan Kundera, bira festivalleri ve Skoda'nın yanı sıra tek heceli isimlere yaptığı kısaltmalarla bilinen Çekler, Jan adını kullananlara 'Honza' diye hitap ediyor. Soğuk bir Ataşehir akşamında Honza'yla buluştuk..

Ostrava'dan bir arkadaşım, "Annesi aslında küçük yaşlarda Jan'ı voleybola vermek istiyordu ama okulun ya da evin yakınlarında kulüp bulmak mümkün değildi. O sebeple basketbola yöneldi" diyor. Haklı mı? Sizin aklınızda neler kaldı o günlere dair?

Doğduğum günden beri spor salonlarındayım. Babam uzun yıllar profesyonel basketbol oynadı, altyapıda koçluk yaptı. Annem de Çekoslovakya'nın önde gelen voleybolcularından biriydi. Antrenman, maç, deplasman derken ben de hep onların peşinden gittim. Sporla bu kadar iç içeyken de "Jan hangi branşı seçecek" tartışmaları oluyordu hâliyle.

Voleybol oynamak için her gün 45 dakika yol gitmem gerekliydi. Evimiz Pribor'da (Sigmund Freud'un memleketi), yani Ostrava'nın güneybatısında. Babam işi devralınca eve 10 dakika mesafede basketbol oynamaya başladım. Altıncı sınıftaydım.

16 yaşında aileden uzaklaşıp Çek Cumhuriyeti'nin dışına çıkma kararını nasıl aldınız? Ljubljana, Jiri Welsh'in (eski Çek basketbolcu) tavsiyesi miydi?

Öncelikle... Erken boy attım. Annem 1.90, babam ise iki metrenin üzerinde. Vesely DNA'sı etkisini gösterince yaş grubumda biraz ayrıştım sanırım. Çek Cumhuriyeti'nin 16 yaş altı milli takımındayken Slovenya U16'yla Ljubljana'da bir maç yapmıştık. Orada keşfedildim. Ailem de gitmemi teşvik etti.

Ljubljana olmasının özel bir nedeni yok. Yugoslavya basketbol okuluna erken yaşta giriş yapma şansım vardı, bunu kullandım. Çek Ligi'nde genellikle yabancıların borusu öterdi ve gelişim kaydetmek zordu. Slovan'a giderek 17 yaşında Adriyatik Ligi seviyesinde kendimi test etme şansı buldum. (2007-08 sezonunda kadrosunda Zoran Dragic ve Jaka Klobucar gibi isimleri de bulunduran Slovan Ljubljana, 14 takımlı ABA Ligi'ni son sırada tamamladı. 17 yaşındaki Jan Vesely, maç başına ortalama 11 dakika süre almıştı.)

Ardından tüm kariyerimi değiştirecek kişi karşıma çıktı. Dönemin Partizan koçu Dusko Vujosevic, Belgrad deplasmanındaki iki maçta da beni yakından izlemiş ve beğenmiş. Slovan-Partizan maçlarını bilmiyorum ama özellikle Kızılyıldız'a karşı çok iyi bir maç oynamıştım. Slovan'daki koçum Mirsad Alilovic de benim doğru seçimleri yapmamı sağladı. Menajer Alex Raskovic'le tanıştım, Dusko Vujosevic'in benimle ilgilendiğini öğrendim ve ertesi gün Partizan'daydım.

Dusko Vujosevic'le çalışma rutininiz nasıldı? 18 yaşında tanıştığınız için Çek yazarlarla dolu uzun bir kitap listesi aldığınızı tahmin ediyorum...

Dule deliydi. Herhâlde en kestirme yoldan böyle anlatabilirim. Harika bir koç, çok ama çok ilgi çekici bir insan. Hani tipine bakıp "Ya bu adam basketbolu ne kadar iyi bilebilir ki? Zaten basketbol bile oynamamış" diyeceğiniz biri. Fakat bir fani, basketbolu ancak Dule Vujosevic kadar iyi bilebilir. Rotasyonlar, setler, oyun şemaları, fundamental... Kusursuz. Metotları tartışılabilir ama günün sonunda bana söylediği her şeyin doğru olduğunu görürdüm.

Ben öyle oturup da saatlerce kitap okuyan biri olamadım. Dediğin gibi, Dule bana bir liste vermişti. Kökenim Çekoslavakya; bırakın Milan Kundera'yı, benim hiç adını duymadığım bazı Çek yazarlar vardı Dule'nin verdiği ödevde. Tabii ki listedeki kitapları bitiremeyecektim...

— Jan, listeni hazırladım. Alabilirsin.

— Teşekkürler koç.

— Bunları okuduktan sonra üzerine konuşabiliriz.

— Tabii koç, haber vereceğim.

— Ayrıca 12'de yatmayı unutma.

Sadece bana karşı değil, tüm takımla iletişimi böyleydi. Saat 12 olduğunda ışıklar kapanırdı. Pazarlık yapamazdınız. Yaz aylarında günde 1000 şut atıp atmadığımı kontrol ederdi. Her sabah 7'de uyanır, 8'de Dule'nin yanına idmana inerdim. Antrenmanın ne zaman biteceği konusunda karar bana aitti. Dule, 7/24 beni ya da bir başkasını izleyip onların oyununu değiştirmeye çalışabilirdi. Elbette bu idmanlar sırasında hiçbir zaman yumuşadığını, biraz bile olsa gevşediğini görmedim. Dediğim gibi, metotları nedeniyle Dule'nin tarzını çok tutmayanlar vardır ama bende yeri çok ayrı. 18 yaşında Euroleague'de ilk beş çıkıyordum. Bu şansı başka kim tanırdı?

Peki sizi 3 numarada oynatacağından bahseder miydi? Ya da şöyle sorayım; bu kadar bireysel idmandan sonra öyle bir beklentiye girmiş miydiniz?

Ben açıkçası ilk yıl kesinlikle oynamayı beklemiyordum. Hatta babam ve anneme de "İkinci yıl da kayda değer süre almasam olur, sonuçta burası Partizan. Dule Vujosevic'le çalışıyorum" demiştim. Antrenmanları hiç aksatmadım, ne dediyse yaptım. 2008 yılının sonlarına doğru, galiba Kasım ayının son haftasıydı, Belgrad'da CSKA'yla oynayacaktık.

Adriyatik Ligi'nde iyi bir maç çıkarmıştım. Ama Novica Velickovic 4 numara pozisyonundaydı ve pota altında da Slavko Vranes-Stephane Lasme ikilisi vardı. Bütün hafta idmanlarda Dule benim karşıma kısa oyuncular verdi. Kısalar karşısında nasıl kalabildiğime bakıyordu ki bunu yaz döneminde de çalışmıştık. Neyse, maç günü geldi. Dule'den çıt yok. Euroleague'de sezonun beşinci haftası falan, daha doğru düzgün hiç maça çıkmamışım...

CSKA son şampiyon. Ramunas Siskauskas da Final Four MVP'si. Koç Vujosevic, maça 45 dakika kala soyunma odasında yanıma gelip "Jan, bugün ilk beş başlıyorsun. 3 numarada oynayıp Siskauskas'ı savunacaksın. Basket atarsa seni kenara alırım" dedi. Buz kestim.

Maçı son bölümde kaybettik. 30 dakikaya yakın süre almıştım. Siskauskas epey yüzdesiz oynadı, ortalamasının altında kalmıştı. Hatta sadece bir üçlük isabeti vardı, onda da çok salakça bir yardıma gitmiştim. Boş kalmıştı.

Vujosevic kenara almadı yani?

Hayır, hayır...

Bir sonraki yıl Paris'te Final Four'a kalarak belki de Euroleague'de modern dönemin en büyük sürprizine imza attınız....

Öte yandan, orada hiçbir şey kazanamadık. Bu da başka bir perspektif. Her iki maçımız da uzatmaya gitti, hem Olimpiakos'a hem de CSKA'ya kaybettik. Özellikle Olimpiakos maçında Milos Teodosic'in airball'u sonrası Josh Childress'ın topu alıp pozisyonu smaçla bitirdiği anın şokunu çok uzun süre atlatamadım. Orada alan savunmasına dönmüştük ve ben Linas Kleiza'yı savunuyordum. Childress, Kecman'ın da olduğu taraftan sıyrılıp maçı uzatmaya taşımıştı. "Tek pozisyon, tek ribaund, 40 dakika konsantrasyon" gibi kavramların önemini, yıllar sonra bir kez daha hatırlayacaktım...

Zeljko Obradovic'in o Final Four'dan sonra sizi Panathinaikos'a transfer etmek istediği doğru mu?

Doğru. Yıldan emin değilim; bir ihtimal, draft sonrası tekrar konuşulmuş olabilir. 2010-11 sezonunu Atina'da geçirmem üzerine görüşüldü diye hatırlıyorum. Çünkü Vujosevic'in CSKA'ya gitme kararı beni çok şaşırtmıştı. Hatta Dule'yle bir yıl daha birlikte olacağımı düşünerek 2010 yazında ismimi draft listesinden çekmiştim. Ona kesinlikle dargın değilim; sonuçta gittiği yer CSKA, ailesini, kendi kariyerini düşünmek zorunda... Benim için Partizan'dan ayrılma ihtimali onun gidişiyle belirmişti, o kadar. Kaldı ki var olan kontratım da Zeljko'nun yanına gitmeme izin vermeyecekti...

NBA'de işler neden yolunda gitmedi? Washington'da sorunlar Ernie Grunfeld & Flip Saunders kaynaklı mıydı, yoksa başka problemler mi yaşadınız?

Ben hâlâ bazı tercihlerine mantıklı açıklamalar getiremiyorum.

Ne gibi?

Yani şöyle; GM Grunfeld bir gün yanıma gelip "Jan, şimdi beni dinle. Senden maç başına 10 ribaund almanı bekliyoruz. Ondan sonra işler yoluna girecek" diyordu. Ben gidip 10 ribaund alıyordum ve ertesi gün hiçbir değişiklik olmuyordu. Grunfeld-Saunders arasında bir kopukluk vardı diye tahmin ediyorum çünkü orada bulunduğum süre içinde hep karışık sinyaller aldım.

Flip Saunders'ın öngörüsü neydi peki? Ya da ikinci sezonla birlikte Randy Wittman'ın gelişiyle perspektif hiç mi değişmedi?

Organizasyon kendi yolunu bulmaya çalışıyordu. Franchise oyuncusu Gilbert Arenas'ın poker masasında takım arkadaşı Javaris Crittenton'a silah çekişi, kulüp imajına çok zarar vermişti ve ben oradayken etkileri yeni yeni geçiyordu. Lokavt sonrasıydı, yıllardır süregelen bir başarısızlık vardı, vesaire, vesaire...

Hiç unutmuyorum; basına tanıtıldığım toplantıdan sonra koç Flip Saunders benimle birebir çalışmak istemişti, çok mutlu olmuştum, hatta belki Dule'ye benzer şekilde bana tavsiye verir, oyuna bakışımı geliştirir diye düşünmüştüm. Malum, NBA'e adapte olmam gerekiyordu ve Saunders gibi tecrübeli bir koç işimi çok kolaylaştırabilirdi. Basın toplantısını yaptık, giyindim, salona indim.

Flip, eşofmanıyla beni serbest atış çizgisinde bekliyordu. "Jan, bak serbest atış böyle atılır. Topu şöyle tutacaksın. Elinden şu şekilde çıkaracaksın..." Moralim çok bozulmuştu. Kafamda yer etti. Baskıyla ve karmaşayla başa çıkamadım.

Neyi daha farklı yapardınız? 'Keşke'niz var mı?

Daha geç gidebilirdim. Avrupa'da bir-iki yıl sonra, yerimi ve pozisyonumu daha da sağlamlaştırıp NBA'in yolunu tutabilirdim. Oradaki insanlara kendimi kanıtlamaya çalışmak yorucuydu. Canım çok sıkılmıştı.

Ve ardından Las Vegas'a, keten gömleği ve makosen ayakkabılarıyla Zeljko Obradovic çıkageldi...

Evet! 2013 yazında görüştük. "Mutlu musun?" diye sordu, ben de "Hayır, buradan nefret ediyorum" dedim ve sonrasında o devam etti: "Jan, biliyorsun. Ben artık Fenerbahçe'deyim. Alex'le (Raskovic) de konuş, ne zaman istersen, dönme gibi bir planın olursa kapım sana hep açık.” Bu sözleri tabii ki aklımın bir köşesine yazdım ve NBA'deki üçüncü yılımda da beklediğim şansı bulamayınca Zeljko'ya "Ben hazırım" dedim. Hikâye böyle başladı.

Burada ne bekliyordunuz, ne buldunuz?

Zeljko'yla çalışmayı çok istiyordum. Fenerbahçe'ye "Ne isterse yaparım" diyerek geldim. "Seni pivot oynatacağım" dedi. Kafamı salladım. Ekpe Udoh kadroya katıldı. "Birlikte oynayacaksınız" dedi. Kafamı salladım. Washington ve Denver tecrübelerinden artık o kadar yılmış ve oynamayı o kadar özlemiştim ki benim için düşündüğü pozisyonun önemi yoktu.

Ekpe Udoh demişken... Yokluğuna alışma süreci nasıldı? Siz takım savunmasında kısaların karşısında kalırken çember altında artık Udoh'un olmayışı nasıl hissettiriyor?

Ekpe'nin gidişinin çok büyük bir boşluk yarattığını düşünmüyorum. "O yokken bir şeyler eksik" diyemem. Çünkü sezon öncesi hazırlık kampı bu yüzden var; takım arkadaşlarınızla bu sayede kenetleniyor ve planları uygulamaya koyuyorsunuz... Nicolo Melli, Jason Thompson ve her geçen gün daha da iyi olan Ahmet Düverioğlu gibi oyunculara sahibiz. Nikola Kalinic, Gigi Datome ve Marko Guduric gibi birden fazla pozisyonda takım savunmasına katkı verebilecek arkadaşlarımız var. Ekpe geçen yıl tabii ki çok blok yapmış ve bu açıdan ön plana çıkmıştı. Ama biz takım olarak iyi savunma yaparsak bunun bir önemi kalmaz ve böylece tıpkı geçen yılki gibi şampiyonluğa ulaşabiliriz.

Moskova'daki son galibiyetle birlikte, CSKA'ya karşı artık iyice belirginleşen psikolojik üstünlüğü nasıl yorumlamak gerek? Berlin'de alınamayan ribaund sonrası oynanan dört maçı da Fenerbahçe kazandı...

Ben mesela o ribaundun tekrarını hiç izlemedim. Fakat Zeljko, defalarca aynı örneği vererek Khryapa'nın basketinin aklımızdan hiç çıkmamasını sağladı. Gaziantep'le mi oynuyoruz? Ribaundlarda geride miyiz? Savunmada gereken agresifliği gösteremedik mi? Zeljko'nun örneği hazır:

"Hâlâ akıllanmadınız mı? Bir ribaundla Euroleague şampiyonluğunu kaybettiniz. Uyanın artık!"

Yani o ribaundu unutmak isteseniz bile unutmanız mümkün değil. CSKA eşleşmesi zaten her açıdan özel bir maç. Adı büyük, Zeljko-Itoudis karşılaşmasının ayrı hikâyesi var... CSKA'ya karşı ayrıca koç için de kazanmak istiyoruz. Ama zaten bu yıl herkes bize karşı daha farklı oynuyor çünkü unvan bizde. Şampiyon biziz.

Bogdan Bogdanovic'le geçen yılki Final Four'un ardından buluştuğumda, Zeljko Obradovic'le birlikte geçirdiği dönemde ikili oyunlara karşı algısının tamamen değiştiğinden ve savunmaları daha farklı okumaya başladığından bahsetmişti. Koç Obradovic'in teknik anlamda sana en büyük katkısı ne oldu?

Tabii, bir kere Zeljko'yla iletişimde 'Bogdan ve diğerleri' diye bir sınıflandırma yapmak gerek. Çünkü koç, Bogdan'ın üzerine hep daha çok gelirdi. Hatta özellikle ilk yıl onu çileden çıkartmıştı. Devamlı üzerine gidiyor, provoke ediyordu. Bogdan'ın 22 yaşına kadar düzenli oynayamadığını da düşünürsek, bu baskıyı omuzlaması kolay değildi . Defalarca kavga ettiler. Fakat en sonunda Bogdan'ı mükemmelleştirip NBA'e yollayan da o oldu.

Biz de çok tartıştık. Bana bağırır, ben ona bağırırım... Yani, evet, ben de bağırıyorum. Antrenmanda şakalaşırız; malum, kendisi acayip komik bir adam. 'Doğal komik' diyebileceğiniz biri. Mesela bu yaz düğünümde yeniden gündeme getirdiğimiz olayı anlatayım...

Geçen sezon yeni yıl öncesinde Olimpiakos'a kaybetmiştik. Obradovic, 31 Aralık'a idman koydu. En iyi antrenman performanslarımızdan değildi ve bir anda cezalar gelmeye başladı. 100, 200, 300... Zeljko bir yandan bağırıp diğer yandan da ceza koşularımızı takip ediyordu. 300'er sprinti tamamladık. Ben o günü bir kenara yazmıştım. Düğünde uygun ortamı yakalayınca yanına gittim ve, "Zeljko, seni manyak, hafif temposuz bir antrenman için bize neden 300'er sprint ceza vermiştin?" diye sordum. Kahkaha attı. Sarılarak, "Sezon devam ederken benden nefret etmezseniz, yıl sonunu getiremeyiz. Böyle olunca daha çok maç kazanıyoruz. Bana kızıp hırs yapıyorsunuz..." dedi.

Stil ve pozisyon gereği ben Bogdan kadar topla haşır neşir olmadığım için teknik açıdan sadece belirli konuların üzerine gidebildim. Savunma rotasyonu, spacing ya da iki uzunla oynarken short corner'ı nasıl daha efektif kullanabileceğimi görmek gibi... Buralarda katkısı çok oldu.

Bu sezon serbest atış yüzdenizi 70'in üzerine çıkardınız. Bu keskin değişimi nasıl açıklayabiliriz? Düğünle ilgili olabilir mi?

Bu yazı sürekli gülümseyerek geçirmişim. Yakın çevremden herkes bunu söylüyor. Eşimle de bunu konuşuyoruz; yazın milli takıma gitmedim, evliliği planladık, düğün yaptık, balayına çıktık... Kafamı boşaltma şansım oldu. "Jan, 1000 şut at. Olmadı mı? O zaman 2000 tane daha at" gibi klasikleşmiş bir Dule metoduyla pek bağdaşmasa da bazen bunlara ihtiyacınız olabiliyor. "Jan, serbest atışlarda çok kötüsün, bunu düzeltmen lazım" diyerek kendinize baskı yapmaktan vazgeçiyorsunuz. Yazın sadece, balayından döndükten sonra Belgrad'da salona gidip her zamanki çalışmamı yaptım. Kafama takmadım... İşe yaradı.

NBA.com'da David Aldridge'e verdiğiniz röportajda Mason Plumlee & Denver Nuggets örneğinden bahsetmeniz ilginçti. Zira Dallas ve Denver, belki de yaz döneminde yedek pivot kontratını en geç veren iki takım. 15 Temmuz'da opsiyonunuz dolmadan önce bir görüşmeniz oldu mu?

Bana gelen teklifler ilgi çekici değildi. Tek tek isim vermek istemiyorum ama Fenerbahçe'yi bırakıp NBA'e gitmeye değmeyecek tekliflerdi. Burada süre alıyorum, kupalar kazanıyorum ve mutluyum. NBA teklifi konusunda seçici olma lüksüm var. Kapıyı kapatmıyorum ama önceliğim orası değil.

Peki önceliğiniz ne?

Fenerbahçe'nin, formasını emekli ettiği iki efsane var, değil mi?

6 | Mirsad Türkcan

7 | Ömer Onan

24 | Jan Vesely

Böyle nasıl oldu?

Socrates Dergi