Hükümdarlık Sanatı

22 dk

Michael Jordan’ı kariyerinin başından sonuna canlı izleyen şanslı neslin özel kalemlerinden biridir Jackie MacMullan. Dolayısıyla anlatacak çok şeyi var. İlk danstan başlayarak...

NBA'in ayaklı tarihi dendiğinde başvurulacak kaynaklar arasında en başta Jackie MacMullan vardır. Boston medyasında yetiştikten sonra Sports Illustrated'a yazmaya başlayan, 2000'lerde ESPN çatısı altında yaptığı işlerle basketbol medyasının efsanelerinden birine dönüşen MacMullan, Michael Jordan çağının da en önemli tanıklarından. Ve şimdi telefon hattımızda…

Seksenlerin sonunda Boston Globe'da genç bir Celtics muhabiri olarak çalışıyordum. Ama 20 Nisan 1986'daki Boston Celtics-Chicago Bulls maçına görev icabı gitmemiştim. Erkek arkadaşımla yani şimdiki eşimle Boston Garden'da buluşup maç izlemekti niyetimiz. Hikâyenin gerisini biliyorsunuz, Jordan o gün 63 sayı attı. NBA'de ikinci sezonuydu ve ayağı kırıldığı için sezonun çoğunu kaçırmıştı. Genel menajer Jerry Krause'un koyduğu dakika sınırlamasıyla normal sezonu bitirmiş, Bulls'u sekizinci sıradan play-off'a taşımıştı. Celtics de tarihin en iyi takımlarından biriydi, o yıl şampiyon olacaklardı. Jordan, serinin ilk maçında 49 sayıyla oynadıktan sonra Dennis Johnson'dan "Bir daha bunu yapmasına izin vermeyeceğiz" cümlesini işitmiştim. Ama kimse onu durduramadı. DJ, savunma ustasıydı ama altı faulle oyun dışında kalmıştı. Danny Ainge, Larry Bird, Robert Parish... Nafileydi çabaları. İki uzatmaya gidildi ve Celtics kazandığı için çok şanslıydı. Maç sonu Bird, o meşhur sözünü sarf etmişti: "Sanırım Tanrı bugün Jordan kılığında aramızdaydı." Jordan çağı bu maçla başlamıştı.

Jordan, Celtics'e karşı oynadığı altı play-off maçını da kaybetti. Bir sohbetimizde, seksenlerde Celtics'e karşı yaşadığı zorlukların gelişimine yaptığı katkılardan bahsetmişti. Bird'ün 63 sayı sonrası hakkında söylediklerinin onu 'Ordinary Joe' olmaktan çıkarıp 'Special Joe' seviyesine yükselttiğini ifade etmişti. Zaten Bird'le birbirlerine karşı hep büyük saygı duydular. 1998 Doğu Finali'nde bu kez Bird, Indiana Pacers koçuyken rakip oldular. Unutulmaz sertlikte geçen yedi maçlık seriyi Bulls kazanmıştı. Bird, o yedinci maçı hiç aklından çıkaramadığını söyler. Kötü bir hatıra onun için. Jordan için de rövanş…

Jordan'ı canlı izlemek, onunla konuşmak ve hatta aynı bina içinde bulunmak farklı bir deneyimdi. Sahada herkes oynarken o basketbol topuyla süzülüyor, herkes sıçrarken o uçuyor gibiydi. Hareketleri pürüzsüz ve akıcıydı. Aynı zamanda herkese her şeyi kontrol ettiğini hissettiren bir özgüven heykeliydi. Lig ve rakipleri üzerinde fiziksel ve psikolojik bir hükümdarlık kurmuştu. Şut kaçırdığında bile hiçbir zaman o havası bozulmazdı. Duygularını müthiş yönetirdi. Tüm gözlerin üzerinde olmasından zevk alırdı. Bir kez bile kendinden şüphe ettiğini göremezdiniz. Diğer herkesten farklı bir uçaktaydı. Göğe en yakın uçakta.

The Shot

1989'da Richfield Coliseum'da canlı izlemiştim. Pozisyonda Jordan'ı savunan ve o görüntüyle hafızalara kazınan Craig Ehlo aslında iyi bir basketbolcuydu. Ehlo'ya sorduğunuzda, o tarihi ânın parçası olmaktan rahatsız olmadığını söyler. Ehlo zaten iyi savunmuştu ama Jordan'ın pozisyonu yaratışı, havada asılı kalışı ve... Zaman durmuştu âdeta. Salonda mutlak sessizlik olmuştu. Jordan bir kentin hayallerini yıkmıştı. Başka birçok kentin yıktığı gibi. Ron Harper, Mark Price, Brad Daugherty gibilerle Cavs çok iyi bir takımdı. Herkes doksanların ekibi olmalarını bekliyordu. Büyük bir kırılma ânıydı NBA tarihinde.

Isiah Thomas, bir keresinde bana "Seksenler Jordan'ın yılları değildi; Dr. J, Moses Malone, Magic, Bird ve Pistons vardı" demişti. Magic-Bird rekabetiyle Jordan çağı arasında şampiyonluklar kazanan Pistons'ın unutulmasına içerliyordu. Celtics ile sıkça karşılaşarak güçlenen Pistons, yıkılması zor bir takımdı. Aynı dönüşümü Pistons da Bulls'a yaşatmıştı. James Edwards, Bill Laimbeer, Dennis Rodman ve diğerleri sürekli temasla Jordan'ı hırpalarlardı. 'Jordan Rules' savunma stratejisi Jordan'ın büyümesini sağlayan etkenlerin başında gelir. Hatta Scottie Pippen ile konuştuğumda ligin o dönemki fiziksel seviyesinin, bilhassa Pistons eşleşmelerinin onu, Jordan'ı ve Horace Grant'i nasıl olgunlaştırdığını anlatmıştı.

Jordan "Pippen olmasaydı bunları başaramazdım" der hep. En başta, harika bir savunma ikilisi olmuşlardı. Pippen atletizmi, uzun kolları, çabuk ayaklarıyla rakip oyun kurucuları da savunurdu. Ama Chicago'da hak ettiğinden hep az değer verildi ona. 1991'de yedi yıl için 18 milyon dolarlık bir kontrat imzalamıştı. 1997-98 sezonunda üç milyon dolardan az kazanıyordu ve en fazla kazanan 100. basketbolcu bile değildi. The Last Dance'te Bulls'un sahibi Jerry Reinsdorf bile o süreçte Pippen'a uzun bir kontratın iyi bir fikir olmadığını söylediğini anlatıyor. Ama Scottie, 12 kardeşli yoksul bir aileden geliyordu ve onlara bakmak zorunda olduğunu bildiğinden sakatlık riskini de hesaba katarak uzun süreli kontrat imzalamayı tercih etmişti. Tüm bunlara rağmen hiç sorun etmeden oynamaya devam etti. Ama son sezonunda Jerry Krause'a tepkiliydi. Pippen'ı takas etmeye yeltenmesi sinirleri asıl bozan hamle olmuştu. Kişisel olarak Scottie'yi çok severim, takımda da herkes aynı duygulara sahipti. Michael'ın katı tavrıyla parçaladığı bazı ruhları Pippen'ın toparladığı bilinir. O kadar çok kardeşle büyümek onu daha paylaşımcı yapmıştı.

"Jordan 'Pippen olmasaydı bunları başaramazdım' der hep."

"Jordan 'Pippen olmasaydı bunları başaramazdım' der hep."

Doug Collins iyi bir koçtu ama yoğun bir iletişim kurardı. Bu oyunculara fazla geliyordu. Phil Jackson ise Zen üstadı yaklaşımıyla huzuru sağlamıştı. Basketbolcuyken Red Holzman, Bill Fitch gibi koçlarla da çalışmıştı. Hatta ilk kez üçgen hücuma kolejde Fitch ile tanık olmuştu. Collins'in asistanıyken de Johnny Bach ve Tex Winter gibi iki deneyimli ismin tedrisatından geçti. Jordan da onun ölçülü, felsefi yaklaşımına ısınmıştı. Jordan ona, Phil de Jordan'a inanmıştı. Phil, Jordan'ın özgürlüğe; Jordan da Phil'in üçgen hücuma ihtiyacı olduğunu biliyordu. Ayrıca Jordan, Phil'e bu saygıyı gösterdiği için diğer oyuncular da koçun meditasyondan bilinçli farkındalık çalışmalarına kadar yaptırdığı her şeyi kabulleniyordu.

MJ herkesten en iyisini beklerdi. Antrenmanda sprint koşuları yapılırken bile tam yapmayan olursa bundan hoşlanmadığını dile getirirdi. Herkese meydan okumayı seviyordu. Kumar alışkanlığının da bununla ilgisi vardı. Belgeselde "Kazanmanın bir bedeli olduğu gibi liderliğin de bir bedeli var. Tüm takım arkadaşlarıma sorabilirsiniz, Jordan yapmadığı bir şeyi sizden istedi mi diye..." demesi bunu anlatıyor. Mesela Bill Cartwright takıma Charles Oakley takasıyla gelmişti. Oakley ve Jordan yakındılar. Cartwright bir antrenmanda Jordan'ın attığı topu tutamaz ve top kafasına çarpar. Jordan da her idmanda Cartwright'ın kafasına alev topu gibi paslar atar. Ta ki Cartwright o topu tutmayı öğrenene kadar. Onun için işler böyle yürüyordu. Arkadaş edinmek için değil, kazanmak için oradaydı. Şöyle diyeyim, eğer üçlük o günlerde bugünkü önemine sahip olsa Jordan çalışıp her yıl yüzde 40'la atardı. Takımdakilerden de aynısını beklerdi.

Lakers'la oynadıkları 1991 final serisi ilk maçında, kaçırdığı en meşhur atışta salondaydım. Maç topunu atamamıştı. Ama bunu hiç kafasına takmamıştı. Zira iyi bir atış yaptığının farkındaydı. Dirseği, şut mekaniği doğruydu ama girmemişti işte. Başkaları için öyle bir şutu kaçırmak sarsıcı olabilirdi. İlk NBA final maçı, gözler üzerinde, beklenti büyük... Ama kalan dört maçı çok iyi oynamıştı. O havada el değiştirdiği unutulmaz atışı da ikinci maçta, üniversiteden takım arkadaşı Sam Perkins'in üzerinden atmıştı. Zaten muazzam bir hafıza defteri vardı. Önceki yıl bana "Eğer şutunla ilgili bir şüphen varsa, baskı hissediyorsan bu yeterince iyi çalışmadığın içindir" demişti. Maçta baskıyı azaltmanın tek yolunun temel hareketleri çalışmaktan geçtiğini anlatmıştı. Maçtaki konfor alanını idmanlarda yaratıyordu. "Her şey kas hafızası" derdi. Kariyerinde birçok ikonik atış yaptı ve bunlardan 28 tanesi maç kazandıran basketti. 27 tanesi maçın son on saniyesinde gelmişti.

Kasım 1990'dan 1998'e (Jordan'ın beyzbol oynadığı dönemi saymazsak) Bulls hiç üst üste üç maç kaybetmedi. Geçmişe dönüp, altı şampiyonluğun kazanıldığı play-off serilerine baktığımda her önemli maçta Jordan'ın en skorer isim olduğunu görebilirim. Sıkça da en çok asist yapan isimdi. Michael ile bir sene önce yaptığımız sohbette, bana soktuğu hiçbir şutun şansa olmadığını söylemişti. Çaylaklardan daha fazla çalışırdı. Sahadaki hiçbir şeyi şansa bırakmak istemezdi. Elbette kaçırdığı atışlar oluyordu, sonuçta o günlerde inanmasak da o da bir insandı.

1994'te beyzbol oynarken Alabama'ya onunla görüşmeye gitmiştim. Birmingham Barons forması giyiyordu. Beni görür görmez, Phil Jackson'ın Pippen yerine Kukoc'a son atışı yaptırmasından bahsetmişti. Basketbol konuşmayı özlemişti ama oyunun bu tarafını sevmiyordu. Kıskançlıktan ve takım içi çekişmelerden hoşlanmazdı. O dönemde babasının ölümünün ardından emeklilik kararı aldığında kumar borçları konuşulmuştu. Bence her şeyden uzaklaşıp çocukluğuna dönmek istemişti. Zira beyzbol sevgisi babadan geliyordu. O dönem babasıyla ilgili bir hatıra arayışına çıkmış gibiydi.

Olay da şuydu: Bulls-Knicks 1994 Doğu yarı final serisi üçüncü maçında, molada Phil Jackson son topu Toni Kukoc'a çizince Pippen oyuna girmeyi reddetmişti. Daha sonrasında Kukoc maçı kazandırmıştı. Scottie ile konuştuğumda "Phil o zaman gücünü üzerimde göstermek istemişti" demişti. Jordan sonrası Pippen liderliğinde Bulls, 55 galibiyete yürümüştü. Bu yüzden de son topu başkasının kullanmasına içerlemişti. Haklıydı da. Ancak Scottie tavrında hatalıydı, hırsına yenik düşmüştü. Maç sonunda, soyunma odasında Phil Jackson hiç konuşmamıştı. Takımı tecrübeli Bill Cartwright'ın kontrolüne bırakmıştı. O da Pippen'dan takımı yüz üstü bırakmasının hesabını sormuştu. Pippen da Cartwright konuşunca hatasını anlamıştı. Bu, Phil'in mental oyunlarından bir başkasıydı.

GOAT

Boston'lı biri için bunu söylemek zor ama Jordan'ın tarihin en iyisi olduğunu düşünüyorum. Altı şampiyonluğu iki farklı fazda ve değişen yan rol oyuncularıyla kazandı. Hükmeden bir skorer ve aynı ölçüde iyi bir savunmacıydı. Kobe ve Bird ikilisini bir kenara koyarsam kimsede Jordan'daki öldürme içgüdüsüne rastlamadım. Kobe ise LeBron'dan daha fazla Jordan'a benzeyen isim oldu. LeBron muhteşem bir basketbolcu, GOAT listemde ikinci. Hatta birçok istatistikte Jordan'ı geçmiş olacak. Ama Michael'ın sahada basketbol oynarken hissettirdiklerini tarif etmem imkânsız.

Steve Kerr'ün kariyerinin Jordan'ın attığı yumrukla hatırlanması ona haksızlık. Çok akıllıydı ve özel bir şutördü. Bulls tarihinin en önemli basketlerinden birini atmıştı. Bir sohbetimizde şöyle dedi: "Michael takım arkadaşlarına karşı kolay bir insan değildi. "Eğer idmanlarda bu tip baskıyı kaldıramıyorsan final serisindeki baskıyla hiç baş edemezsin" teorisi vardı. Yumruk bununla bağlantılıydı. Kişisel değildi." Sonuçta Steve ve Michael farklı insanlardı. Kerr, Jordan'ın kazanma hırsını anlıyordu. Bu hadiseden sonra 1997 final serisinde Michael en kritik yerde Steve'e o pası verdi. Pozisyon öncesinde, molada Steve'e "Bana ikili sıkıştırma yapıyorlar. Sana atacağım" demişti. Zira Kerr'ü savunan Stockton her seferinde Jordan'a ikili sıkıştırmaya gidiyordu. Öyle de oldu... Kerr zeki bir oyuncu olduğu için Jordan bunu ona söylemişti. Kendine güvenerek o şutu atmasını istiyordu. Attı da…

Dennis Rodman son üç şampiyonlukta tüm kirli işleri yaptı. Ribaund, fiziksel oyun, hücum faul yaptırma, rakibin sinirlerini bozma... En önemlisi sayı atmakla hiç ilgilenmemesiydi. Harika bir tamamlayıcıydı. Modern Bulls beşinin kir süpürücüsüydü. İlk üç şampiyonlukta ise uzun rotasyonunda ana rolde Horace Grant vardı. Zarif bir karaktere sahip fantastik bir basketbolcuydu. Ama bu takımda üçüncü yıldız rolüne soyunmak zor bir meseleydi. 1993'te Horace daha büyük rol için takımdan ayrılmıştı. Rodman ise kariyerinin inişe geçtiği düşünülen bir noktasında, 34 yaşında Bulls'a gelmişti. Krause'un iyi hamlelerindendi. Rodman'ın saha dışı karakterini düşündüğünüzde beklenmedik bir karardı. Jordan'ın Rodman ile pek konuşmadığı biliniyordu. Rodman da "Kazanmamız için arkadaş olmaya ihtiyacımız yoktu" derdi. Jordan, Rodman'a Pistons'tan beri ondan hiç hoşlanmadığını söylemişti. Ama parkede beraber oynayıp birlikte kazanabiliyorlardı.

Phil Jackson'ın 1998 sezonu başında oyuncularına dağıttığı kitapçığın kapağında 'The Last Dance' yazıyordu. Zira Krause, Jackson'a ne olursa olsun sezon sonu yollarının ayrılacağını söylemişti. Jordan'ın da emekli olacağı konuşuluyordu. Pippen ameliyat olmuştu, takıma ocak gibi dönmüş ve sakatlığına rağmen 44 maçlık parlak bir sezon geçirmişti. En önemlisi Jordan ve Pippen'ın beraber kalmasıydı. İkili, hanedanlığın kalp atışlarıydı. Michael bitirici katil, Scottie ise kolaylaştırıcı unsurdu. Batman ve Robin gibi. Jordan, 36 milyon dolarlık tek yıllık kontrata sahipti. Herkes bir yıllık kontratla oynuyordu neredeyse. Takımın koçu ve genel menajeri konuşmuyorlardı. Rodman da ayaklı bir 'reality show'a dönüşmüştü. Jordan son üç sezonunda 304 maçın hepsinde oynamıştı ama artık 35 yaşına gelmişti. Takımca tekrar o açlığı, şevki ve yoğunluğu bulabilmeleri kolay değildi. 1998 şampiyonluğu en zoruydu. Saha avantajı da Utah Jazz'deydi. Altıncı maç tarihin en iyi maçlarından biridir. Jordan'ın şampiyonluğu getiren, son dansın son şutu çok şeyi sembolize ediyordu.

İntikam Turu

Jordan en ufak provokasyondan motive olabiliyordu. Kaybetmekten nefret ederdi. Hırslandığında anlayabilirdiniz. 1991 NBA Finali'nde bir önceki yılın MVP'si Magic Johnson'a karşı bilenmişti. Aynı ödülü 1993'te Charles Barkley, 1997'de Karl Malone almışlardı. Jordan, iki final serisine de özel motive olmuştu. Özellikle 1993'te Suns'a karşı 55 sayı attığı dördüncü maç ve 1997'de beşinci maç yani 'Flu Game' buna en iyi örnekler. 1992 Finali öncesi Clyde Drexler ile kıyaslanmasının da seriye özel hazırlanmasına neden olduğu söylenir. 1996'daki final serisinde ise Gary Payton'ın düşük çenesi motivasyon için yetmişti.

Meslektaşım ve akıl hocam Bob Ryan'ın Michael Jordan ve LeBron James üzerine çok katıldığım bir yorumu vardır: "Michael paylaşmayı öğrenene kadar, LeBron da sahadaki en iyi basketbolcu olmanın sorumluluğunu kabullenene kadar şampiyonluk kazanamadılar." Michael'ın John Paxson ve Steve Kerr şutlarını hazırlaması buna iki büyük örnek. LeBron ise artık en büyüklerden. Bu kıyasta Jordan'ın menajeri David Falk bir anekdot aktarmıştı. LeBron, Wade ve Bosh ile oynamaya Miami'ye gittiğinde Falk, Jordan'a "Bird ve Magic ile bir takım oluşturmayı düşünür müydün?" diyor. Jordan da "Dalga mı geçiyorsun? Rakip olarak her gün kafalarını tekmelemek isterim" diyor. Bu ikili iki farklı zamanın iki farklı mega yıldızı. Kıyaslarken de farklı zamanların kendine özgü şartlarını hesaba katmak gerekir.

Jordan, Demokrat Parti'den siyah Harvey Gantt'i North Carolina'da 1990 senato seçiminde desteklemeyi reddetmişti. Büyük bir hataydı. Şöyle demişti: "Cumhuriyetçiler de spor ayakkabı alıyorlar." The Last Dance belgeseli buna da yer veriyor. Hatta Obama da "Gantt'i desteklemiş olmasını dilerdim" diyor. Lakin o dönem daha Fotoğraf deneyimsizdi Jordan. Çok ünlüydü ancak politik görüşü söz konusu olduğunda içine kapanıktı. Hayatının o kısmını bazı ticari imaj anlaşmaları gereği de saklıyordu. Bu onu zaman zaman zorladı, geri almak isteyeceği şeyler de söyledi.

Aslında seksenli yıllarda onunla daha rahat konuşuyordum. O dönemde Jordan sizi tanıyorsa hiçbir filtre koymazdı. Zaten çok içtendir. Son dönemde yine o günlere dönmeye başladığını hissediyorum. Ayrıca hayır işlerini biraz daha farkındalığı artırma niyetiyle daha açıktan yapmaya başladı. İnsanlar zamanla değişip dönüşüyorlar. Hatalarından ders çıkarabiliyorlar. Michael da artık ellili yaşlarına geldi ve bu değişimi daha net dışavuruyor.

Kobe Bryant emekli olduğunda hazırladığım bir yazı için Jordan'la konuşmuştum. Sonuçta Kobe yetişirken Michael'ı örnek alarak hatta onu kopyalayarak oyununu geliştirmişti. O sohbette Kobe hakkında ne kadar şefkatle konuştuğunu fark edip şaşırmıştım. Kobe hep Jordan'la kıyaslandı. Jordan da bu konuda Kobe'ye karşı takınılan tavrı sevmiyordu. Ona saygı duyuyordu. Benzer katil içgüdüye sahip olduğu için onu anlıyordu. Kobe oyunun tüm inceliklerini önceki büyük isimleri inceleyerek öğrenmeyi severdi. Onlarla konuşurdu; Julius Erving, Jerry West, Elgin Baylor, Larry Bird ve Jordan. Kobe'nin öldüğü gün Michael'a mesaj atmıştım. Sonra da konuştuk. Çok üzgündü. Kobe'yi anma gününde gözyaşları içinde ne kadar yakın olduklarını anlattığında şaşırmamıştım. Michael ile neredeyse aynı yaştayız. Onunla büyüdüm gibi. Jordan da artık 57 yaşında gerçekten ne hissettiğini toplum içinde paylaşabiliyor. Onu benim tanıdığım gibi tanımak için bir fırsat olabilir bu.

The Last Dance

Tümünü izledim sayılır. Benim bile bilmediğim bazı detaylara rastladım. O son sezonun çekilmesini sağlayan Andy Thompson ve Adam Silver'a teşekkürler. Onu ikna etmek için görüntülerin kullanım kararını Jordan'a bırakmaları kritik hamle. Jordan kontrolünde olmayan şeylere bulaşmaz. Şimdi Chicago Bulls hanedanlığını yeni nesillere aktarmak ve tanık olanlara da hatırlatmak mümkün olacak. Jordan'ın bizzat filtresiz konuşuyor olması güzel. Özellikle son yıllarda nadir büyük röportaj veriyordu. Halbuki onu dinlemeyi ve bir şeyler anlatmasını çok severim. Zıt duygular, drama, egolar, çatışmalar derken unutulmaz bir son sezonun, aslında devasa bir hanedanlığın parçalanışı olduğunu da anlatıyor belgesel. Bu, hüzünlü de…

Socrates Dergi