
İftihar
18 dk
Şehmus Hazer'in Batman'dan başlayan hikâyesine aşina olmayan herhalde azınlıktadır. Varsın olsun; bu ilham verici yolculuk daha çok konuşulmayı, detaylandırılmayı hak ediyor. Fenerbahçe Beko'nun genç yıldızıyla buluştuk, bir rol modeli olmayı tartıştık…
Türkiye, takım sporlarında potansiyelini ne zaman ortaya çıkaracak? Ülke genelindeki kusursuza yakın taraması, farklı sponsorların desteği ve bitmek tükenmeyen projeleriyle kadın voleybolun diğerlerine öğreteceği çok şey var. Bu uzmanlığa ve çalışkanlığa belki 25 yıl önce sahip olan basketbol maalesef çok geriye gitti. Bugünlerde basketbolumuzun iki genç yıldızı, Alperen Şengün ve Şehmus Hazer, sırasıyla Giresun ile Batman'dan çıkıp Bandırma'da yoğun bir basketbol eğitiminden geçerek A Milli seviyesine yükseldiler. Ne kadar planlıydı, tartışılır... Fakat an itibarıyla her ikisi de kendi coğrafyaları için birer umut ve iftihar kaynağı. 16 yaşına kadar kaldığı Batman'da birçok imkânsızlığa rağmen, ailesinin isteğine karşı gelerek basketbolcu olan Şehmus, bugün Doğu'daki onlarca belki yüzlerce çocuğa "Ben neden yapamayayım?" sorusunu sordurabiliyor. Peki bundan sonraki sefer, her şey tesadüflere dayalı olmak zorunda mı?
Şehmus öncelikle tebrik ederiz. Fenerbahçe Beko'nun talihsizliklerle dolu sezonunda, EuroLeague'deki ilk yılın olmasına rağmen kilit bir rol üstlendin, hiç geri adım atmadın. Hatta bugün belki de bu mücadelenin simge ânı, tepe noktası olan Zalgiris maçındaki smacının hemen ertesinde bir araya geliyoruz…
Valla abi çok teşekkür ederim ama inanılmaz yorgunum. En başta onu söyleyeyim. Zaten Zalgiris maçının ilk yarısını izleyenler fark etmiştir, biraz durgundum maç başında. Çok fazla savunma hatası yaptım, hücumda gidemedim, kendimi kötü hissediyordum. Zaten değiştim de... Kenara gelince biraz enerjimi ve kendimi topladım, ikinci yarı başladığında daha hazırdım. Altı günde üç maç oynadık, kadro da malum, eksiğiz… Bu seviyede bazen sarsılıyorsun. O ikinci yarıdaki smaçta da Zalgiris'in dört numarası Niels Giffey'daydı top; baktım biraz tedirgin gidiyor… Hissettim yani biraz. Topa hamle yapıp çaldığımda aklımın ucundan bile geçmiyordu öyle etkileyici bir smaç. Sıçradım, biraz da rakip oyuncu yardım edince zirveye birlikte yükseldik… Şimdilik kısa bir periyottan bahsediyor olsak da şunu söyleyebilirim: Kariyerimin en güzel ânıydı.
Bu tür top kapma pozisyonlarını tarif ederken "Rakip oyuncuyu sinir etmek hoşuma gidiyor" demiştin bir keresinde. Küçüklükten gelen bir alışkanlık mı? Yani belki bu satırları okuyanlar şaşıracak ama Batman'daki antrenörlerin hep hücum yönünden diğer oyunculardan ayrıştığını, Banvit altyapısına girerken de şutunun dikkat çektiğini vurguluyor. Topa baskı yapan, savunmacı oyuncu kimliği nereden geldi?
Bazı şeyleri kabul etmek gerek. Kimse kimseye durduk yere bir alan açmıyor. Özgürlük vermiyor… Önce bunu hak etmeniz lazım. Banvit'e giderken ben şutumla dikkat çekmiştim; ki sonrasında alt yaş turnuvalarında da bu sorumluluğu almadım diyemem. Adapte olmak, elinden geldiğince çabuk öğrenmek önemli. Şimdiye kadar insanların gözünde bir açık saha oyuncusu, takıma enerji katan biri olarak dikkat çekiyor olabilirim. Bu durum bir gün şutumla fark yaratmayacağım anlamına gelmiyor.
Batman'daki antrenörlerin Tahir Gök ve Ahmet Biçimli, büyük bir nezaket gösterip bize epey vakit ayırdılar. Elbette ağırlıklı olarak Doğu'daki basketbol şartlarını, senin başlangıç hikâyeni ve Bandırma'ya geçişini konuştuk ama şu ifadeler çok çarpıcıydı: "Şehmus aslında basketbolcu olamamak için her türlü engelle karşılaşmış, büyük imkânsızlıklar yaşamış bir çocuk. Bizim de ona örnek gösterebilecek bir rol modelimiz yoktu. Tek hayalimiz, bir gün televizyondan maçını canlı izleyebileceğimiz bir çocuğumuzun olmasıydı. Şemo kimsenin yapamadığını yaptı ve belki de bu coğrafyanın kaderini değiştirecek…"
Tahir ve Ahmet Hocalarım beni basketbola yönlendiren kişiler. Bugün buradaysam onların sayesinde. Emekleri çoktur. Her şeyden önce benden hiç vazgeçmediler. Bu çok önemli; çünkü Batman'da benim çevremde sporla uğraşıp o işten para kazanan, kısacası kendini kurtarmış bir örnek hiç yoktu. Tanıdığımın tanıdığının tanıdığı da yoktu. Ailem de doğal olarak endişeliydi, bilhassa babam… "Oku, belki doktor olursun" derdi. Derslerim iyiydi, öyle de devam edebilirdim ama bir tutku işte bu. Kafaya koyunca devam etmek istiyor insan. Öğretmen, doktor olabilirdim belki; hatta bir süreliğine ailemin bu tür yönlendirmeleri sebebiyle genetik mühendisliğini falan hayal etmiştim.

Batman'daki 12 DABO organizasyonu ve Şehmus. (2012)
Nasıl başladın peki? Türkiye'de Doğu ve Güneydoğu'da sporcu yetiştirmek için kapsamlı bir planın varlığından bahsetmek güç. Batman'daki şartlar nasıldı?
Biz oradayken bir tane spor salonu vardı. Orada da doğal olarak sadece basketbol oynanmıyordu. Futsal, voleybol, masa tenisi, tekvando; her şey tek bir yerdeydi. Basketbol antrenmanı için tek vakit pazar sabah saatleriydi. Haftada bir gün yani… Ben de herkes gibi futbolla başladım, çocukluğum hep futbol oynayarak geçti ama ilkokuldaki beden derslerinde öğretmenler her hafta bir sporu işler ya… Benim basketbolla tanışmam da orada oldu. İlkokul öğretmenimiz hepimize turnike atmayı gösterirken, "Hadi Şehmus, bir-iki adım, sonra bırakıyorsun. Sen de yap" deyince ilk denememi orada yapmıştım. Sonra arkadaşlar arasında oynamaya başladık, o şekilde ilerledi.
Futbolda herhalde seni kanat oyuncusu olarak kullanıyorlardır…
Valla sağ kenardaydım. Bek, ön taraf çok fark etmiyordu, topu atıp sağdan koşuyordum. Seçmelerine de çok gittim ama basketbola aidiyet daha farklı oldu tabii ki. Bir de biliyorsunuz 2010'da Dünya Basketbol Şampiyonası, Türkiye'deydi. Ben de 11 yaşındayım. Steps, faul, kısaca tüm basketbol terimlerini o turnuvayla birlikte öğrenmeye başladım diyebilirim. Bizim takım ilerledikçe daha da bağlanıyorsun çocuk olarak. Her yerden atan Kevin Durant vardı; benim de boy pek uzun değil ama kollar çok uzundu, bize karşı oynuyor olmasına rağmen çok etkilemişti beni. Böyle kendime benzetmeye çalışıyordum falan…
Çok mu geç uzadı boyun?
Bandırma'ya giderken boyum 180 cm bile değildi. 60 kilo belki vardım. Basketbola 11-12 yaşında başladım ama fiziğim de 16 yaşından sonra gelişti. Banvit beni seçtiğinde şakayla karışık şöyle düşünmüştüm: "Ne gördüler acaba?"
Tahir Gök (Batman Gençlik Spor antrenörü): 2010'da GSGM tarafından atandım ve Batman'da antrenörlüğe öyle başladım. Şehmus'u da 2011'de bizim yaz spor okullarına gelince keşfettik. Algısı müthiş açık bir çocuktur. Ne göstersek direkt yapardı. Gençlik Spor'da iki yıl kaldı, sonra hep birlikte Petrolspor'a geçtik. Tabii, özellikle ilk zamanlar imkânlar malum; üç-dört tane patlak topumuz vardı, kukalar, metaller hak getire… Şartlara uygun olmayan da bir salonumuz vardı. Yıllar boyunca kademeli olarak bazı şeyleri hep birlikte değiştirebildik. Rica minnet 15 tane top aldık. Türkiye Petrolleri'nin takıma sponsor olduğu bir dönemimiz var; petrol fiyatları değişkenlik gösterince desteklerini çekmek durumunda kaldılar… Kısa sürse de umut vadeden bir dönemdi. Bu bölgede uzun vadeli yatırım alamıyorsunuz çünkü iş adamlarımız spora boş bir işmiş gibi bakıyor. Biraz kaderine terk edilmiş bir coğrafya. Bugün bölgede antrenörlük teklifi alıyorsun, "Gel Tahir, sana ayda 1500 TL veriyoruz, çalış" diyorlar. Yahu bu işin karşılığı bu mudur? Yollarda kaç kere ölüm tehlikesi geçiriyorsun. Çile çekiyorsun... Mesela 2012'den önce Diyarbakır bu bölgedeki bütün sporcuları toplardı. Bizim telefonlarımız hiç açılmazdı. Darüşşafaka'yla görüşmüştüm Şehmus için, "Tamam" demiş olmalarına rağmen antrenörleri defalarca telefonlarımıza çıkmadı. Bu coğrafyada zaten "Benim oğlum gardiyan olsun ama sporcu olmasın" diye bakılıyor. Hakikaten, Şehmus'un başardığı çok büyük olay. Tarihte örneği yok. Umarım devamı da onun sayesinde gelecek. Şimdi okuyorum, programları izliyorum herkes diyor ki "Şehmus'un şutu yok…" Bakın vallahi Şehmus'un oraya gitmesinin sebebi şutudur. Banvit idmanlarında da bir şut makinesi vardır, file çok yüksektir; oradan isabetli atman için topu çok yukarı dikmen lazım, orada mekaniği biraz değişmiş olabilir. Maç temposundan biraz uzaklaşıp bireysel idmanlara geçtiğinde her şey tekrar oturacak. Batman'da 29/30 atardı.
O süreci biraz anlatır mısın? Yanılıyorsam lütfen düzelt; 2014-15 sezonu, Batman Petrolspor o dönem TB3L'de mücadele ediyor, sen de 15 yaşında bir çocuk olarak takımla birlikte deplasmanlara gidiyorsun…
Statüye göre TB3L'de oynarsanız yıldız takımda oynayamıyordunuz, o yüzden benim lisansımı çıkarmamışlardı. Petrolspor'la birlikte seyahat ediyordum, idman yapıyordum ama maça çıkmıyordum. 15 yaşındaki bir 13'üncü oyuncuydum kısacası... Petrolspor o yıl Banvit Kırmızı'yla aynı gruba denk gelmişti; beni de takımla götürdüler, tribünde maçı izledim. Yine kenarda oturan Banvit'in altyapı sorumlusu Ahmet Gürgen, maçın bitimiyle birlikte beni sahaya davet etti. Bandırma'daki sahayı bilirsiniz; sürekli doludur, sağdan soldan vızır vızır çocuklar geçer… Artık tabii çok geç saat olmuş, ben kafileyle birlikte geri döneceğim. Bir saat civarı süremiz var. Çok tempolu bir idman yaptım; Banvit'teki çocukların seviyesine olabildiğince yaklaşmaya çalıştım ve bu da Ahmet Abi'nin ilgisini çekti. Antrenörlerimin yanına gidip "Biz bu çocuğu beğendik" dediğini duydum. Bana da, "Kal burada. Batman'a geri dönme hiç. Valizini, belgeni falan onlar göndersinler. Ayrıntılarla hiç uğraşmayalım" diye seslendi. Tabii ben şok oldum, "Eve gitmem lazım, sınavlarım var" diyorum. Nitekim döndüm, ailemle konuştum…
Okumanı istedikleri için bir direnç koydular tabii, değil mi?
Biraz öyle oldu. Lise sınavına hazırlanırken basketbola ara vermişliğim vardı mesela. Okuldan çıkıp dersaneye gidiyordum, denk getirebilirsem dersane sonrası gidip basketbol oynuyordum ama o kadar. Ailemin ve arkadaşlarımın gözünde okula giden, çalışkan çocuktum ben. Derslerimin her şeyden önce gelmesi onların gözünde normaldi. Ama benim geri adım atmayacağımı görünce ikna oldular. Öyle koparabildik izni…
Bandırma'da nasıl bir ortamla karşılaştın? Maçların oynandığı salon içindeki yatakhaneler, neredeyse her an basketbol oynayabilme imkânı…
İstanbul'a indiğimde beni Muharrem (Candesteci) ve Alp (Yıldırım) Hocalar karşılamıştı. Bandırma'ya vardığımızda gece saatiydi, 11 falandı. İlk gece ve ilk sabah çok zordu; herkes birlikte, kahvaltı ediyor, her yerden çocuk çıkıyor… "Doğru mu yaptım?" diye düşünüyorsun ister istemez. Bir süre sonra kaynaşıyorsun elbette ama sevdiklerinden epey uzak kaldığını ve kalacağını hissettiğin an da o duygu vuruyor sana. Ama bugün, bunun Banvit'teki programın bir parçası olduğunu düşünüyorum. Herkes küçük yaşlarda ailesinden ayrıldığı için bir nevi hayat mücadelesine girmiş oluyorsun küçük yaşlarda… Zor günleri, herkes birbiriyle konuşarak, anlaşarak geçirmeye çalışıyor. Dikkat ederseniz, Bandırma'dan çıkan oyuncular da hep biraz daha fazla savaşçı oluyor.

"Ailemin ve arkadaşlarımın gözünde; okula giden, çalışkan çocuktum ben. Derslerim hep iyiydi."
Peki sosyal, kültürel hatta psikolojik açıdan ekstra bir destek ihtiyacı hissetmediniz mi? Banvit'in oyuncu yetiştirmekte ne kadar mahir bir yapı olduğu ortada. Ama oyuncuların bilhassa kültürel açıdan da desteklenmesi gerekmez mi? İspanya, Fransa, Almanya gibi ülkelere karşı üst yapıda ya da oyuncunun kariyerine dair karar alması gerektiği anlarda, ülkece bunun eksikliğini hissetmiyor muyuz?
A Takım'a çıkınca ilk tokat geliyor zaten. Gerçek hayat orada başlıyor. Önüne geçmen gereken beş-altı oyuncu oluyor bir anda; altyapıdaki o konfor alanı yok. Mental açıdan hazır olamayabiliyorsun. Kaldı ki Bandırma gibi küçük yerlerde belki o an ihtiyaç duyduğun sosyal yaşama uzak kalmak seni etkiliyor. Belki yalnızlaşmaman gerekirken daha da yalnızlaşıyorsun… Bu konuda tek bir doğru yok. Karaktere, kişiye göre değişen bir ihtiyaç meselesi. Mesela ben antrenörlerimle çok yakındım ve ek bir psikolojik desteğe ihtiyaç duymadım. Başkası için daha farklı olabilir, bunu bilemem. Ama sosyal açıdan biraz olsun kendini geliştiremiyorsan, Bandırma'dan büyük yere gittiğinde çok sıkıntı çekiyorsun. Çünkü dediğin gibi, saha dışında da karar vermen gereken pek çok parametre var.
Beşiktaş'a geldiğinde sen bir sıkıntı yaşadın mı?
Valla abi biliyorsun pandemi vardı. Antrenmandan eve, evden antrenmana… Pek dağılmadık. Kaptan Mehmet Yağmur demişti zaten: "Biz başarılı olduysak en büyük sebebi bu yasakların olması" diye. Başarımızın sırrı olabilir gerçekten.
Beşiktaş'la birlikte oyununun çok farklı yönlerini görmeye başladık. İkili oyunları yöneten, sahada inisiyatif alan bir kısa rolüne bürünmen nasıl oldu?
Bandırma'da oynadım ama oradaki yirmi dakikayla Beşiktaş'taki yirmi dakika arasında çok ciddi fark vardı. Beşiktaş'a gelmeden, kısaların aksiyonlarını tamamlamasını bekleyen, sahaya enerji koymamın talep edildiği bir yapıdaydım. Beşiktaş'ta ise ana role geçtim. Hata yapma lüksüm vardı; herkes bunun farkındaydı ve biz sezona altıda sıfırla girmemize rağmen bu fikirden uzaklaşılmadı. Evet, bir panik durumu oldu; işte taraftarın "Oyuncu gelsin. Kısa alalım, uzun alalım" taleplerini biz de duyduk. Elimizden geldiğince bunlara takılmamaya çalıştık. Ahmet Kandemir, diğer antrenörlerimiz, yönetim de sağ olsunlar bizi hep korumaya gayret ettiler. Bu şekilde güzel bir ortam yakalayıp play-off'ta son dörde kalabildik. Alperen, NBA'e gitti; ben EuroLeague'e…
Ahmet Biçimli (Batman Gençlik Spor antrenörü): Tahir Hoca'yla birbirimize derdik ki "İnşallah bir gün gelir de TV'den izleyebileceğimiz bir çocuğumuz olur, gelişimine katkı sağlarız, gurur duyarız…" Çok şükür Şehmus bize bu gururu bahşetti. Doğu illeri dışında onu izlemeye gelen, beğenen ilk antrenör de Banvit altyapısından Erhan Uzel'dir. Şehmus daha 11-12 yaşlarındaydı; idmanda biz çalıştırırken bir drill göstermeyi rica edip oyuncuları izlemiş, Şehmus'u iki dakikada hemen kenara ayırmıştı "Bu çocuktan olur" diyerek… Sonra tabii Şehmus'un bir okul süreci var, Batman'da devam ettiği dört yıl var. İnanın bana, basketbolcu olmamak için de tüm koşullar müsaitti. Bunu şikâyet amaçlı söylemiyorum. Ben Hatay'da, Siirt'te de çalıştım, Batman'da ilk senemizde bölgede şampiyon olduk, kulüp başkanı aynı zamanda muhasebeciydi… "Niye şampiyon oldunuz!" diye bize kızdı. Türkiye Şampiyonası oynayacağız ya, ek masraf çıkacak… Ben şampiyon olmuşum çocuklarımla, gitmezsem bu Batman'ı da herkesin başına yıkarım. Burada Tahir Hoca'ya hakkını teslim etmem lazım. Beş kuruş para almadan takımda önce sporculuk yaptı, ardından antrenörlükle devam etti. Hep birlikte cahillikle elimizden geldiğince mücadele etmeye çalıştık. İnsanlar bizim niyetimizin de sadece iyilik olduğunu fark edince güvenleri bir başka oldu. Şehmus mesela, biz kendi çocuğumuz gibi gördük; ilk ayakkabısını Tahir almıştır. Kimseyi özel bir koleje verip para kazanmaya çalışmadık. Tek isteğimiz bu özel çocukların hayallerinin peşinden koşabilmesine vesile olmaktı. Tahir'le birlikte 80-90 kişiye idman yaptırıyorduk ama Şehmus'un ışığı, çok farklıydı. Bir gün 12 DABO'ya ABD'liler gelmişti, adam çıkarıp tişörtü belki 100 kişi arasından bir çocuğa verdi, o da Şehmus'tu…
Cevabı çok merak edilen soruyla devam edeyim: Fenerbahçe Beko ve Anadolu Efes'ten teklif aldığın bir yazda kararını neye göre verdin?
Beni tanıyanlar çok iyi bilir, önceliğim hiçbir zaman para olmadı ve olmayacak. Nerede daha iyi bir basketbolcu olabileceğime inanırsam, hep orayı tercih etmek isterim çünkü bence gelişmenin yaşı yok. Biraz zor bir transfer süreci oldu benimki… Hem Fenerbahçe yöneticilerinin hem de taraftarın beni çok istemesi, hiç geri adım atmaması beni gerçekten çok mutlu etti. Gurur duydum, Fenerbahçe'ye gelmek için daha da hırslandım. Efes de iyi bir takım ama ben çok mutluyum böyle bir seçim yaptığım için. Şimdiye kadar her şey güzel gidiyor.
Sasha Djordjevic, sezon başında beIN SPORTS'a verdiği röportajda seni oyun kurucu olarak oynatmayı düşündüğünden bahsetmişti. Bu açıdan gelişimin nasıl ilerliyor?
Koç herhalde beni kendine benzetti. Ha ha… Valla bu ilginç bir konu çünkü Banvit'e geldiğim sezonda da Ahmet Gürgen beni oyun kurucu oynatmak istemişti. Denedi de hatta ama pek olmadı. O zamanlar ben de çok istemiyordum, iki numarada rahattım çünkü hem açık sahayı koşan bir oyuncuyum, topsuz oyundan çok skor bulabiliyorum hem de hazır değildim o sırada. Şimdiye kadar hayatım boyunca oyun kurucu oynayan arkadaşlarıma, "Beyler size Allah kolaylık versin. İşiniz zor. Oyunu kur, doğru seti seç, bir yandan kulağın hep koçta olsun, rakip savunmaya karşı baskıyla git-gel, dört oyuncuyu da aynı anda idare etmeye çalış… Çekilecek çile değil vallahi" diyerek biraz takılıyordum. Olay döndü bize geldi. İşin güzel yanı, ileride bir gün belki oyun kurucu olarak devam etmem gerekmeyecek olsa da bu rutine, alışkanlığa sahibim artık. Yani gelişiyorum. 2 numarada oynasam da bu oyun kuruculuktan kazandığım birçok alışkanlığı orada kullanabilirim. En basitinden ikili oyunlarda çok daha rahat olacağım.
"Efes yerine Fenerbahçe'yi tercih ettim çünkü burada daha iyi bir basketbolcu olacağıma inandım."
İdmanlarda koç bireysel olarak ilgileniyor mu? Efsane oyuncularda bir dürtü vardır ya; "Şöyle yapacaksınız işte!" diyerek sahaya dalarlar...
Hoca basketboldan sıkılmış diyebiliriz. Zamanında o kadar çok oynamış ve kazanmış ki oynamıyor artık. Yönetiyor sadece… İşte geçen gün bana bir örnek verdi, Bologna'daki bir oyuncusunun mekaniğini değiştirmeye çalışmış… "Şutu böyle atarsan daha iyi olur" diye baskı yapmış. Bakmış çocuk formunu değiştirdikten sonra daha kötü atıyor… Eskiye çevirip hatasını kabul etmiş; daha doğrusu hata demeyeyim de, geri adım atmış. Bana da bu hikâyeyi anlatıp "Kendi şut formunu kendin yarat, başkasını dinleme" dedi. Güzel bir yaklaşım bence.
Bu sezonki talihsizlikleri girişte biraz konuşmuştuk ama Jan Vesely ve Nando de Colo gibi sadece Fenerbahçe Beko'nun değil EuroLeague'in en büyük yıldızlarından ikisinin sakatlanmasına soyunma odasındaki reaksiyon ne oldu?
Çok fazla sayıda karakterli oyuncudan kurulu bir takımız. Mesela Pierria Henry; aşırı pozitif, enerjisi bitmeyen bir insan. Takımın moralini hep yukarıda tutmaya çalıştı. En önemli iki oyuncunuz aynı maçta çok şanssız bir şekilde, uzun süreli sakatlanmış… Biz eksikliklerini hissettirmemeye çalışıyoruz ekstra enerji koyarak ama hissediliyor tabii ki. Aksi mümkün olabilir mi? Gerek Jan gerek Nando zaten takım içinde ağırlığı olan, çok sevilen insanlar. Bana mesela sürekli "Hücumda acele ediyorsun. Drive ettikten sonra hemen pası arıyorsun, rakibe de gösteriyorsun bunu. Gerek yok. Boşsan oyna, değilsen geri çık, tepeye getir tekrar topu" diyorlar. İşte Henry'den bahsettim, o bana savunma stance'iyle alakalı hep uyarılarda bulunuyor. Kimliği olan bir takımız. Birbirimiz için oynuyoruz. Bunu da şimdiye kadar gösterdiğimizi düşünüyorum…
Kısa Kısa
Saç bandı: Artık onu da bıraktım dikkat edersiniz. Baktık olmuyor böyle, vazgeçtik. Şimdiye kadar tek ritüelim oydu herhalde. O da artık yok.
Boş zaman: Bizim jenerasyon tabii genellikle PS ve konsol oyunlarında çok iyi. Ben küçüklükten pek alışkın değilim o yüzden iyi olduğumu söyleyemeyeceğim. Spiderman oynuyordum, onu bitirdim. Ekstra bir aktivitem yok zaten, evde dinleniyorum. Vikings'in yeni sezonunu bitirdim. How I Met Your Mother'ı baştan sona izledim. Türk dizilerinden Ezel ve Kuzey Güney favorilerim… İkisinin de tüm bölümlerini izledim.
Gece 02: Banvit'te bütün altyapının programı A Takım'a göre yapılır. Bazen sabah okula gitmeden önce 05.00 gibi çalışırdık; oradan okula giderdik, bazen 00.00 gibi müsait olurdu, 02.00 gibi salonu terk ederdik. Sadece basketbol idmanı da yapmazdık. Güreşe giderdik, koşardık, tırmanırdık, her şey vardı.
Alperen Şengün: Bu keskin çıkışı elbette kimse beklemiyordu. Biz de beklemiyorduk. Onda da Ahmet Gürgen hocamızın çok büyük payı var. Uzunlar için Türkiye'de Ahmet Hoca'dan daha iyi bir antrenör bulamazsınız. Alperen'in bugünkü bütün post hareketleri Ahmet Abi'nin ona zorla yaptırdıklarının sonucu.
Geçmişte bir keresinde "Eğer imkân olursa Zeljko Obradovic'le çalışmayı çok isterim" demiştin. Kariyer hedeflerin neler? Avrupa'da farklı bir ülkede oynamayı düşünüyor musun mesela; yoksa aklında direkt NBA şansını zorlamak mı var…
Şimdi düşünüyorum da saçma bir şey söylemişim. Yani, şöyle; elbette Obradovic'le çalışmakta olumsuz bir durum yok, bunu kastetmiyorum ama koçun kim olduğundan, isminden bağımsız sana ne verdiği önemli. Sana aşıladığı özgüven, açtığı alan… O kişinin illa Obradovic olması da şart değil.
Hedeflerini de konuşalım istersen…
Ah, evet. Biliyorsun çok hızlı gelişen bir NBA Yaz Ligi tecrübem oldu geçen sene. Her şeyi iki günde hallettik; Cleveland'dan davet geldi, vizem yok, pandemiden ötürü epey sıkıntılı bir dönemde konsolosluğa gittim kâğıt işlerini halletmeye… En azından bir hafta süren kâğıt işlerini iki günde hallettik, Cleveland'a inmemle birlikte de farklı bir dünyaya ayak bastığımı anlamam bir oldu. Cavaliers'ın imkânları, tesisler… Yani bir oyuncu gelişmek istemese de gelişir orada, öyle diyeyim.
Sahada 12-13 oyuncu var, kenarda 25 kişi duruyor. "Kim bunlar?" diye sordum, "Antrenörler" dediler. 25 tane antrenör… Bizim Yaz Ligi idmanından önce bir kere tek tek saydım işte bu edit yapanlar, toplantıya hazırlananlar toplam kaç kişi diye; 29 kişi çıktı. Medya sorumlularını, başka görevi olan kişileri saymıyorum bile. Zaten NBA'e gitme hedefim vardı ama kısa da olsa biraz ortamı tecrübe edince bu fikrim sağlamlaştı. Elimden geleni yapacağım orada en azından bir şans bulabilmek, başkalarına örnek olabilmek için. Çünkü benimki inat hikâyesi biraz. Buraya kadar da gelmişken…
Öyle kolay kolay bırakmam.