İki Ülke Bir Bavul

4 dk

Ekrem Dağ bir mülteciydi. Mardin-Avusturya hattında yaşadıkları, onu hayata hazırladı. Ardından futbol geldi.

Mülteci sorunu, son dönemde çok konuşuluyor. Sizin hayatınızı da benzer bir hikâye şekillendirdi. Dokuz yaşında Güneydoğu’dan ailenizle birlikte Almanya yoluna düşmüştünüz, o yolculuktan neler kaldı aklınızda?

1989 yılıydı, her şeyi satıp kaçak olarak gitmiştik. Amcam Almanya’daydı ve onun yanına ulaşmak istiyorduk. Diğer ülkeleri geçip Avusturya’ya girdik, oradan Almanya’ya gidecektik. Sadece biz değil 30-40 kişi daha vardı, iki-üç otobüse bölünmüştük. Çocuktum, tam hatırlayamıyorum ama Avusturya-Almanya sınırından yaya olarak kaçak geçecektik. Annem hamile olduğu için yavaş yürüyordu, iki kardeşim öndeki grupla devam etti, birbirimizi kaybettik ve bir hafta onları göremedik. Daha sonra Avusturya’daki mülteci kampında kavuştuk birbirimize. Almanya’ya geçmekti amacımız, geçici olarak orada kalmıştık. İkinci kez deneyecektik ama o zaman da annem doğum yapmıştı. Ona pasaport yerine geçmeyen, doğum belgesi gibi bir çocuk pasaportu verdiler. Bir ay sonra bir daha Almanya’ya geçmeyi denedik ama yine olmadı. Kıştı o dönem; polisler, köpekler bizi yakaladı. Babamı hapse attılar bir haftalığına. Sonra bizi geri Avusturya’ya gönderdiler, bebek var diye acıdılar bize. Kaldık şans eseri.

Almanya’da akrabalarınız vardı, peki Avusturya’da bir tanıdığınız var mıydı?

Yoktu. Tıpkı burada Suriyelilere yaptıkları gibi bizi de bir mülteci kampına yerleştirdiler. Birkaç ay orada kaldık. Baktık olacak gibi değil; babam iş buldu, çalıştı, sonra ev tuttuk.

Futbola orada mı başladınız?

Okula başladığımda çok zorluk çektim, dil yok. Yine de koydular bizi bir sınıfa, Allah razı olsun. Şimdi düşünüyorum, kamplardaki Suriyeli çocukların çoğu okula gidemiyor. Biz o konuda şanslıydık. İletişim sorununu da çocuk olduğumuz için çabuk aştık, çabuk algıladık her şeyi, dili de öğrendik. Oyunla daha kolay oluyor, biz de futbol oynuyorduk. Yetenek de olunca kendine güvenin artıyor. Güven biriktirebileceğin başka bir yer de yok zaten, sporda kendini gösterebiliyorsun. Orada kendimi bulunca dersler de iyiye gitmeye başladı. Sonra takımlar görüp çağırmaya başladı, bu yola girdim. Sınıfta Türkiye'den gelen tek öğrenci bendim, okulun en iyi futbolcusu da bendim. Turnuvalar oluyordu, bütün golleri atıyordum. Sonra herkes beni konuşmaya başladı. Sporun milliyeti olmaz diyoruz ya; gol kralı oluyordum, okul gazetesi beni yazıyordu falan, böyle böyle büyüdük işte. Aslında Türkiye’ye transfer olunca da zorluk çektim başta, benden ne bekliyorlar bilmiyordum. Dili de bilmiyordum yine; ana dilim Arapça, Mardinliyim ya. Hep Arapça konuşulduğu için hiç kullanmadık Türkçe. Yabancı futbolcu gibi geldim resmen Türkiye’ye ama kulağım aşina olduğu için kolay öğrendim.

Halihazırda Şanlıurfaspor’da oynayan biri olarak bölgenin ve şehrin bugünkü durumunu nasıl görüyorsunuz?

Ya isyan ediyorlar tabii. O kadar insanın ölmesi herkesi üzüyor. Tanımadığımız bir insanla oturup konuştuğumuz ilk konu “Nasıl olacak bu durumlar?” oluyor. Son birkaç ayda özellikle arttı. Umarım seçimden sonra yatışır, bir çizgiye oturur her şey. Çünkü yazık oluyor, bunca insan ölüyor. Sadece burada değil, dünya genelinde de birçok insan ölüyor. Ne için yani? Para ise o para hepimizin sonuçta. Güç meselesi işte. Herkes kendine çekidüzen verebilse, “İyi ki nefes alıyoruz bu dünyada” dese daha kolay olacak her şey.

The Fisher King filminde Jeff Bridges, evsiz bir dilenciyi oynayan Tom Waits’e yaklaşıp “Para atanlar yüzüne bile bakmıyorlar” der, Waits de dönüp “Zaten yüzüme bakmak zorunda kalmamak için para atıyorlar” diye cevap verir. Buradan yola çıkarsak, göçmenlere karşı samimiyetsiz tavrı yıkıp onlara gerçekten yardım etmenin yolları neler olabilir?

Bence buradakiler bizim çektiklerimizden daha az çekerler. Bizim insanımız daha yardımsever. Ama şu da gerçek; kültürümüzde tembellik var. Çok çalışkan insanlar değiliz, açık söyleyeyim. Öyle olmadığımız için de neresi rahatsa orada yaşamaya çalışıyoruz. Yeter ki ölmeyeyim, böyle devam etsin şeklinde... Onlar da biraz kıpırdansalar, iş bulabilseler, hem Türkiye ekonomisi hem de gelecekleri için faydalı olacak. Çünkü dedik ya; insan insandır, onlardan büyük şahsiyetler çıkacak. Biz nasıl Avusturya Milli Takımı’nda oynadık, gururla taşıdık o formayı, buradakiler de bir gün lehimize dönecektir.

Büyük şehirlerde biraz önyargıyla bakılıyor gibi mültecilere, orada da mesafe var mı?

Buraya gelenlerin bazıları iş bulmuş, restoran açmışlar Urfa’da. Ben kendi kardeşlerim gibi görüyorum onları, hiçbir fark yok. Yok o Arapmış, savaştan kaçmış, buraya gelmiş falan... Gelsin baba ya! İmkânımız oldukça yardım edelim. Kim savaş olmasa kendi evini bırakıp gelir? Biz de kaçtık zamanında, yardım ettiler. Karşılığı vardır bu işin, teşekkür etmek lazım. Buradakiler de yıllar geçince teşekkür edecek, “Bize kucak açtınız” diyecekler. Ekonomide olur, sporda olur, geri dönüşü olacak bu işin yani.

Düzgün bir sistem kurup, onların da katkı vereceği şekilde birlikte yaşamayı öğrenmek lazım diyorsunuz…

İnsanın insana ihtiyacı vardır. Şu an değil ama 40-50 sene sonra görülecek bunların sonuçları. Bir insanın şu dünyada kaç senesi var ki? O yüzden, kimseye hayatı zorlaştırmayalım. 100 sene sonra, bugün yaşayan insanların hiçbiri hayatta olmayacak. E neyin peşindeyiz o zaman? Birbirimizi kurtaralım işte…

Socrates Dergi