
İki Yüz
10 dk
Chris Froome bir sanatçı mı, yoksa bir bilim insanı mı? 2017 Fransa Turu öncesi, Britanyalı gazeteci Edward Pickering anlatıyor…
Chris Froome hiçbir zaman bisiklet tarihine meraklı biri olmadı. Ama Fransa Turu’nda elde ettiği üç şampiyonluk onu bu tarihin bir parçası yaptı. Ve şimdi, 2017 Fransa Turu öncesi herkes aynı soruyu yöneltiyor: Froome dördüncü sarı mayosunu kazanabilir mi?
Elbette Team Sky ve Froome mevzubahis olduğunda sorulan tek soru bu değil. Kuruluşundan bu yana bisikletin en tartışılan organizasyonu olan Britanyalı ekip, hep şüphe penceresinden görülüyor. Ve son dönemde Froome’un takım yönetimiyle sorunlar yaşadığı, patron Dave Brailsford’un kellesini istediği şeklinde iddialar var.
Yani, Britanyalı yıldız için bu yıl çok sakin geçmedi ve Fransa Turu öncesi verdiği kötü performans da biraz endişe yarattı. Yine de bu şüpheleri, tartışmaları onun yüzüne bakarak anlayamıyorsunuz zira Froome asla duygularını belli eden bir adam değil. Biz de bu yüzün gerisindeki duyguları, deneyimleri ve niyetleri merak ettik, onunla defalarca röportaj yapan Edward Pickering’e gittik. Bakalım Procycling Magazine’in genel yayın yönetmeni Pickering’in gözünden Chris Froome nasıl görünüyor? Kendisine sorduk.
Üniversitede Fransız Dili ve Edebiyatı okurken Albert Camus’nün L’Etranger (Yabancı) kitabı üzerine çalışmıştım. Bir zamanlar İngilizceye bu kitap 'The Foreigner' olarak çevrilmişti, sonra çevirinin başlığını 'The Outsider' yaptılar. Kelime bazında bakarsanız ilk çeviri doğru, yani 'Yabancı.' Lakin elbette Camus’nün burada vurguladığı anlam çok daha farklı. Bu yüzden Froome ile yaptığım bir röportajın başlığını 'The Outsider' koydum. Elbette Britanyalı bisikletçi ile romanın başkarakteri arasında bir benzerlik kurmuyorum. Sadece, Froome’un arka planını en iyi anlatan kelimenin bu olduğunu düşündüm. Zira o Kenya'da doğdu, Güney Afrika’da büyüdü, ergenlikte Avrupalı meslektaşlarıyla aynı yollardan geçmedi. Bir yabancı, pelotonun dışarısında duran bir adam.
Fransa Turu şampiyonları nevi şahsına münhasır insanlardır. Birkaç sene önce Fransa Turu kazanan 21 karakteri incelediğim bir kitap (The Yellow Jersey Club) yazdım ve şunu anladım: Bu isimleri incelediğinizde aslında haklarında büyük bir teori yaratmanın imkânsız olduğunu anlıyorsunuz. Elbette bazı benzerlikler var. Mesela Bernard Hinault, Bradley Wiggins, Lance Armstrong ve Cadel Evans; anneleri tarafından tek başına yetiştirilen, babalarıyla sorunları, hesaplaşmaları olan çocuklar. Ama ötekilerde bu var mı? Hayır. Bir noktadan sonra tek ortak noktalarının bisiklete çok iyi binmek olduğunu fark ediyorsunuz.
Hepsi gerçekten de enteresan adamlar. Froome da öyle. Kişilik olarak çok kibar, bazen buna bakıp onun şampiyonlarda rastlanan ‘katil içgüdü’ye sahip olmadığını düşünebilirsiniz ve bu yanıltıcı olur. Lakin sorun şu: Onun ne düşündüğünü, nasıl hissettiğini anlamak mümkün değil. Bu açıdan eski şampiyonlardan Miguel Indurain’e benziyor mu? Evet ve hayır. Zira temelde ikisi de başka çağlardan, başka kültürlerden geliyor. Evet, Indurain de sakin gözükürdü ama gazetecilerle, yarışçılarla konuştuğunuzda bu ifadenin gerisinde başka bir şey olduğunu anlatmıyorlar. ‘Neyse o’ olan bir adam. Çok güçlü bir yarışçı, büyük bir stratejisi var; zamana karşı etaplarında fark yaratıp dağlarda bu avantajını korumak. Froome ise daha ilginç bir karakter. Onun ifadelerinin gerisinde daha derin taraflar olduğunu tahmin ediyorsunuz. Sorun, o dış cepheyi geçip içeri girmenize izin vermemesi.
Froome’un Fransa Turu kariyerindeki en büyük silahı dağ etaplarında yaptığı o geleneksel, büyük, vurucu ataklar. Ama unutulmaması gereken şu ki 2016 Fransa Turu’nu bu şekilde kazanmadı. Tam tersine; ona zaferi getiren, zamana karşı performansının yanında Luchon’daki inişte yaptığı atak oldu. Bunun arkasında yatan sebep muhtemelen şuydu: Takımı Team Sky ile birlikte Froome, geçen yılki parkura baktı ve dağlık zamana karşı etabının kritik olduğunu gördü. Ve enerjisini oraya saklamak istedi. Bu yüzden de dağlardaki o büyük atağı yerine bu kez farkı inişte yarattı.

Kendini iniş konusunda bu kadar geliştirmesi de mühim. Zira kariyerinin başında bisiklet hâkimiyetinin kötülüğünden ötürü lakabı 'Crash Froome’muş. Ama o sadece inişini geliştirmekle kalmadı, genel klasman favorileri arasında belki de Vincenzo Nibali’nin ardından en iyi inişçi oldu. Ayrıca yıllar içerisinde Fransa Turu organizatörlerinin büyük dağ finişlerini ve zamana karşı etaplarını azaltabileceğini gördü, gücünü farklı alanlarda uygulaması gerektiğini anladı. Zaten Team Sky’ın en büyük artısı şu: Yarış parkurunu çok iyi inceliyorlar ve sarı mayoyu nerede kazanabileceklerini çok iyi tespit ediyorlar. Örneğin, 2017 Fransa Turu’nda zafere giden yol inişlerden geçebilir, onlar da bunu çok iyi bildiklerinden bu alanda sıkı çalıştılar.
Bana göre Team Sky, hiçbir zaman ellerini çok komplike taktiklerle kirletmek istemiyor. Taktik ve parkur ne kadar basit olursa yarış da o kadar kontrol edilebilir hale geliyor. Bu bakışları da bazen zayıflıklarını ortaya çıkarıyor. Mesela geçen sene İspanya Turu’nu bu yüzden kaybettiler. Ayrıca Froome, ilk Fransa Turu zaferinde de bir etapta çapraz rüzgârla karşılaşmıştı ve orada da kırılgan görünmüştü. Şimdi buralarda kendilerini geliştiriyorlar. Ayrıca sadece fiziksel kuvvetle ve takım genişliğiyle değil, psikolojik ve stratejik anlamda da kazanmayı başarıyorlar artık. Böylece rakiplerini şaşırtabiliyorlar, bu da zaten taktik dediğimiz şeyin temelidir.
Spor bilimcilerinin değindiği bir şey var. Sporcuların kariyerleri çok uzadı. Wiggins, ilk ve tek Fransa Turu’nu kazandığında 31-32 yaşındaydı. Cadel 34 yaşında aynı başarıyı elde etmişti. O yüzden de 30’undan sonra kendini geliştirmek eskiden çok alışıldık bir şey olmasa da artık durum farklı. Froome bisikletle çok geç tanıştı ve profesyonel kariyerine başladığında 20’lerinin ortasına gelmişti. Bu yüzden de hâlâ taze bir yüz.
Team Sky’ın elbette bazı sorunları var. Geçmişleri konusunda yeteri kadar dürüst değiller. İletişim stratejileri çok reaktif, haklarında çıkan bazı haberleri engellemeye çalıştılar, sonra daha fazla haber çıktı, akabinde biraz daha... Elbette hepsinde kendilerince bir açıklamaları vardı. Yanlış bir şeyler yaptıkları yönünde kesin bir kanıt yok ama hiçbir zaman yıllar önce iddia ettikleri kadar şeffaf olmadılar. Bu yüzden de Fransa Turu boyunca ciddi sorulara maruz kalacaklar. Ama Froome’un bunlardan etkileneceğini sanmıyorum. Zira o, dışarıdan sarsılması, yıkılması çok zor bir karakter.

Bisiklet dünyasında Team Sky bir makine olarak görülüyor. Onların modus operandi’si, yani çalışma yöntemi, her şeyi kontrol etmek üzerine kurulu. Sadece yarışları değil, anlatıyı da kontrol etmeye çalışıyorlar. Ama bu çok zor. Zira kuruldukları 2010’dan bu yana dünyada çok şey değişti; şu an insanlar, sosyal medya aracılığıyla daha fazla soru soruyor, kurumları, otoriteyi sorguluyor. Ve bu sorulara yanıt vermek için daha açık, şeffaf olmalısınız. Team Sky bu konuda asla çok başarılı olamadı. Şimdi olabilirler mi, bilmiyorum.
Yarış tarafında ise rakipleri farklı. Froome’un Vincenzo Nibali, Nairo Quintana, Alberto Contador gibi isimlerle çok iyi arkadaş olduğunu söyleyemeyiz ama birbirlerinden nefret ettiklerini iddia etmek de abartı olur. Zira Froome gibi Quintana da poker yüzlü bir adam; onu da okumak çok zor. Ama bir özet çıkartmak gerekirse; Froome, Wiggins ile iyi geçinemedi. Nibali ve Quintana ile de... Belki de onun ihtiyaç duyduğu şey budur. Rakiplerine karşı hissettiği bu uzaklık, belki onlara karşı verdiği mücadelenin sırrıdır. Zira yarışmak fiziksel olduğu kadar psikolojik de bir mesele. Eski takım arkadaşı Richie Porte en iyi arkadaşı ama sanki son Criterium du Dauphine’de onunla da ilişkileri biraz sarsıldı. Bir zamanlar çok iyi geçinirlerdi ve şimdi Porte, Froome’un bir numaralı rakibi. Belki eski rakipleri gibi artık ondan da uzaklaşmaya başladı ve böylece aralarındaki psikolojik mücadeleyi başlattı. Ama ne olursa olsun, Porte’un yarışa favori olarak başlayacağını düşünüyorum. Zira Froome ile dağlarda mücadele edebileceğini geçen sene anladı, zamana karşı etaplarında onunla baş edebileceğini de bu yıl Criterium du Dauphine’de gösterdi. Fransa Turu’nda aralarında neler olacak, merakla bekliyorum.
Chris Froome, tarz ve kişilik anlamında da Britanyalı bisikletçi geleneğinden biraz daha farklı. Bradley Wiggins ve Mark Cavendish’in aksine ‘swagger’ sahibi, agresif bir karakter değil. Kitabımda şöyle bir cümle kurmuştum: “Wiggins pub’a gidip takılmayı tercih edeceğiniz, Froome ise kızınızla evlenmesini isteyebileceğiniz biri.” Zira Wiggins çok renkli, sert şeyler söyleyebiliyor, müzik, moda ve dövmelerden hoşlanıyor. Cavendish de hem onun gibi hem biraz daha farklı. O da Wiggins gibi çok küfür ediyor, sert şeyler söylüyor. Lakin Cav daha çok bir nerd, bir inek. Mesela bir rübik küp, satranç tahtası veya oyun gördüğünde hemen derin bir şekilde merak ediyor, öğrenmeye çalışıyor. En önemlisi, o da Wiggins gibi çok açık sözlü. Ama Froome’un bir filtresi var ve duyduğunuz her şeyin o filtreden çıktığını biliyorsunuz.
Froome’dan bahsederken hâlâ kararsızım. O bir sanatçı mı yoksa bilim insanı mı? Herhalde ikisinin bir karışımı. Bir taraftan takımı ona çok iyi bir bilimsel köken sağlıyor ve o da akıllı ve ölçüp biçilmiş kararlar veriyor; diğer taraftan da bazen meselelere dürtüleriyle yaklaşıyor. Bu denge, onu olağanüstü efektif bir sporcu yapıyor. İki dünyanın da en iyi yanlarını alıyor ve bir bedende topluyor.