İkinci Hayat

26 dk

Bursa ve Kaunas... Avrupa'nın önde gelen turizm merkezleri arasında sayılmazlar ama Vasilije Micic'in macerasında yerleri çok ayrı. "Milos Teodosic'in veliahtı" için sırada taç giyme töreni olabilir mi? Kim bilir, belki de...

Euroleague'de sezonun en dikkat çekici oyuncularından biri hiç kuşkusuz Vasilije Micic. Tofaş ve Zalgiris'te yakaladığı çıkışın ardından Ergin Ataman'la iyice parlayan Sırp guard, gösterdiği performansla Anadolu Efes'in ligdeki en iyi takımlar arasında yer almasını sağladı. 1994 doğumlu oyun kurucuyla Merter'de buluştuk; zor zamanlarını, dönüm noktalarını ve gelecek hedeflerini konuştuk...

Kopaonik (Belgrad'ın yaklaşık 300 kilometre güneyinde yer alan, kayak merkeziyle meşhur dağlık bölge) çevresinde büyüyen biri olarak, çocukluğundan neler hatırlıyorsun?

Bol miktarda kar ve yıpranan kayak takımları... Evet, böyle özetleyebilirim sanırım. Babam, bir kayak hocasıydı ama dağ çevresindeki tüm spor organizasyonlarıyla ilgilenirdi. Tenis turnuvası için katılımcı listesi topladığı da olurdu, dağ yakınlarında basketbol potası inşa edilirken rol aldığı da...

Bir de mağazası vardı. Kayak takımları satışı yapıyorduk. Tam bir aile işletmesiydi; annem, ben, ablam... Herkes bir yerinden tutuyordu. Babam, sporu hayatının merkezine koymuş biri olarak, ablam Nina'yı ve beni çok erken yaşlarda kayak pistine yönlendirdi. Ablam Nina, 1991 doğumlu, snowboard'a başladığında beş yaşını doldurmamıştı. Ben de altı yaşından itibaren kayağa yoğunlaştım, slalom ve dev slalomda ülkede yaş grubumun en iyilerinden biriydim. İki kez Balkan, dört kez de Sırbistan ulusal şampiyonuydum.

Sonra ne oldu?

Taşındık. Ailem, Kopaonik'te 32 yıl kaldıktan sonra eşyalarını toplayarak Belgrad'a yerleşme kararı aldı. Birinci sebep, dağ çevresinde iyi bir okulun olmayışı ve benim eğitimimi düşünmeleriydi. Babam, doğumumla birlikte Belgrad'da ev almıştı, geçişi de kolay sağlayabildik. Diğer sebep de kış sporlarının çok masraflı oluşuydu. Benden üç yaş daha büyük ablam Nina, snowboard'da uluslararası turnuvalarda madalyalar kazanmaya başlamış, Avrupa ve dünya şampiyonlukları elde etmişti. Ben de 10 yaşındaydım. Belgrad'a taşınmamızın etkisiyle basketbolu seçmem daha kolay oldu.

Peki 10 yaşına kadar altyapıda, bir kulüpte hiç basketbol oynamadın mı?

YUBAC'ta (Kopaonik'teki meşhur basketbol okulu) bir süre oynadım ama bugün hâlâ söylerim, kayağa olan yeteneğim basketbolun çok önünde. Bu yüzden, Belgrad-Kopaonik arası arabayla üç saatten daha fazla yol almasına karşın, taşındıktan sonra bile gidip gelmeyi denedim. Uzaklaşmamak istedim kayaktan. Biliyordum, gerçekçi bir hedef değildi ama çaba sarf ettim yine de.

Basketbolla alakalı hafızamdaki en eski anı, dağ çevresinde babamın hava pompasını kullandığım günlere ait. Kayak merkezinin yakınlarındaki bir kamptı klasik olarak, babam organizatörlerden biriydi. Basketbol topunu elime aldığım ilk zamanlar; babamla birlikte topları şişirir, kampın hazırlanışına yardım ederdim. Sonra, doğru kayak pistine...

"Basketbol topunu elime aldığım ilk zamanlar; babamla birlikte topları şişirir, kampın hazırlanışına yardım ederdim. Sonra, doğru kayak pistine..."

"Basketbol topunu elime aldığım ilk zamanlar; babamla birlikte topları şişirir, kampın hazırlanışına yardım ederdim. Sonra, doğru kayak pistine..."

Bu arada, Belgrad'a taşınma sebeplerinizi sıraladın ama birkaç yıl öncesinde, 1999'da NATO'nun Kopaonik bombardımanının ailene ya da oradaki yaşamına bir etkisi oldu mu? Sanırım, o bölgeden bahsederken kış sporları haricinde herkesin aklına ilk olarak Novak Djokovic'in eski tenis kortları ve "En sevdiğim tenis duvarı" başlığıyla çektiği viral olan video geliyordur...

Novak'ın en küçük kardeşi Djordje, benim en yakın arkadaşım. 1995 doğumlu, birlikte büyüdük, sonrasında da iletişimimiz hiç kopmadı. Novak'ın ailesiyle de bizimkiler çok iyiler, evler dip dibe. O yüzden, evet, hikâyeleri biliyorum. Bahsi geçen tenis kortu ve antrenman duvarlarının inşasında babam da rol almış, o yüzden çok anlattı bombardıman sonrası delik deşik olan o duvarı...

1999'da NATO'nun hava saldırısı gerçekleşmeden önce biz 100 kilometre kadar kuzeye, annemin memleketi olan Kraljevo'ya gitmiştik. Hafızamda o var. Babam zaten önceden de orduya hizmet etmişti, NATO'nun Kopaonik'i hedeflemesinin sebebi de bildiğiniz gibi askeri üs ve uyduların orada olması... Kötü dönemler tabii ki ama Novak benden yaşça büyük olduğu için onun daha çok etkilenmiş olması, dönemi iyi hatırlaması doğal. Ben beş yaşında, annemin kucağındaydım.

Basketbola geçiş yaptığında uzun süre kış sporlarıyla uğraşmış olmanın faydasını nerelerde gördün?

Kayak tamamen vücut koordinasyonu temelli olduğundan tam tarif edemediğim bir kontrol hissi var bende. Yön değiştirirken otomatikman avantajlı hissediyorum. Bir de bana herkes, "Vasa, senin annen baban çok uzun değil. Basketbolda fark yaratacak bir boya ulaşman pek mümkün gözükmüyor" derdi. Bir yaz 20 santim boy atınca işler değişti. Bugün Avrupa'nın en uzun guardlarından biriyim; çevikliğimi de kesinlikle kayağa borçluyum.

Mega Vizura'yla ilk profesyonel maçına 16 yaşında çıktığın dönemi biraz anlatır mısın? Vlada Vukoicic'in takımından senin haricinde Euroleague seviyesinde kalıcı olabilen başka oyuncu çıkmadı ama takımın başına Dejan Milojevic'in gelişi ve akabinde gelen Adriyatik Ligi'ne katılım hakkıyla birlikte kadro çok değişti. Boban Marjanovic, Nikola Jokic, Nemanja Dangubic ve... Ratko Varda?

Yani, benim için gerçekten çok tuhaf bir dönemdi. Hafta içi yaşıtlarımla okula gidiyor, sonra akşam idmana katılıyor, hafta sonu da maç öncesi kampta 35-36 yaşındaki adamlarla oda arkadaşı oluyordum. 16 yaşında sadece profesyonel maça çıkmakla kalmadım, bir-iki ay içinde de takımın birinci oyun kurucusu oldum. Performans açısından ilk profesyonel sezonum rüya gibiydi. 2011-12'nin hemen başında sağ diz ön çapraz bağlarımı kopardım, sezonu kapatmıştım. 2012 yazında da Dejan Milojevic geldi zaten.

Ratko Varda'dan bahsettin, komik bir şey söyleyeyim, hani onunla ilgili hep anlatılan, "Dış görünüşü canavar ama aslında pamuk gibi bir adam" miti var ya, o durum Nikola Jokic için pek geçerli değildi. Ratko'dan ölümüne korkardı Nikola. Dövmeleri, bakışları, hapishaneden yeni çıkmış tavırları... Jokic, bazen kaçmak için köşe bucak yer arardı. Mesela biz küçükler kendi aramızda 3'e 3 tek pota oynamak için takım kurardık; o dönem de koç Dejan Milojevic'in bize öğrettiği 'kirli' basketbol akımı vardı takım içinde. Her salı, hiçbir kural olmadan, 3'e 3 basketbol oynardık. Hepimize çok faydası oldu, ben kişisel olarak çok hızlı geliştiğimi söyleyebilirim o periyotta. Ama aramızda en iyisi Nikola'ydı ve onun olduğu takımı asla yenemezdiniz. Bizimle dalga geçerdi tek potada. Sadece, bazen, Ratko aramıza katılmak istediğinde rahatsız olurdu...

Jokic'in Mega günlerinden bahsetmişken, o dönem beslenmesi, kilosu, profesyonel basketbolcu olma isteği ne durumdaydı? NBA potansiyeli taşıdığını düşünüyor muydunuz?

NBA mi? Hayır, hayır... Nikola benden sadece bir yaş küçük, yani aynı jenerasyondan sayılırız. 1993 doğumluları da oraya katayım, Sırbistan'da bu periyotta doğan aşağı yukarı her oyuncuyla altyapıda karşılaştım. Milli takımda takım arkadaşları oldum. 50 oyunculuk bir havuz yapalım mesela; hatta hadi 100 olsun. 100 oyuncu. Nikola Jokic'in adı hiçbir yerde yoktu. Duyamazdınız böyle bir oyuncunun var olduğunu. Sadece, gençler seviyesindeki son yılında bir spor dergisi onu haber yapıp, "Novi Sad'lı kilolu çocuk yerel ligde 35 sayı 25 ribaund ortalamalarla oynuyor" gibi bir şey yazmıştı. Biz de milli takımda yer alan, Belgrad merkezli oyuncular olarak kendi aramızda, "Heh, belli ki bu da gücüyle yaşıtlarını domine eden, omuz koyan, alçak postta poposunu yaslayıp sayı atanlardan biri" diyorduk...

Sonra bir gün Misko (Raznatovic) adamlarından birini Novi Sad'a gönderdi. Jokic'i izleyip raporladılar. Misko kısa sürede devreye girdi ve onu Mega'da antrenmana davet etti. 2012 yazı olması lazım, biz de orada tanıştık. Şişko ama kolları çok uzun, yavaş adımlarla yürüyen bir çocuktu. Tanıştığımız anda bile, beklentinin aksi bir durum yoktu yani. Topla birlikte onu izlediğimizde ise büyülendik, zaten kısa süre içinde Mega'nın A Takımı'na girdi. Koç Milojevic'in hepimize çok büyük katkıları olmuştur; Jokic özelinde de onun basketbol arzusunu törpüleyecek, onu sınırlayacak hamlelerden hep kaçındı. Onu özgür bıraktı ve kondisyoner ekibiyle dahi çok yakından çalıştı. Jokic'in litrelerce kola içme problemi vardı, yavaş yavaş çözdüler. Yemek sorunlarını yakından takip ederek ama sıkmayarak hallettiler. Özel bir yetenekti, özel muamele gördü.

Mega sonrası Bayern'e gittiğin yaz aslında Dusan Ivkovic'in seni Efes'e istediği çok konuşulmuştu. Retrospektifte, ciddi bir sakatlık yaşadığın için Münih günlerine ilişkin bir değerlendirme yapmak belki doğru değil ama o zor günlerde kontrol ya Pesic'te değil de Ivkovic'te olsaydı?

Asla bilemeyiz... Panathinaikos maçında topu çalmak için girişimde bulunduğumda, dirseğimdeki bağlar koptu ve ilk etapta çok ciddi bir sakatlık gibi gözükmese de, o sezonluğuna takımdaki yerimi kaybettim. McCalebb geldi, Gavel rotasyonda önümdeydi, bir sezon sonra da Alex Renfroe'yu seçtiler. Rotasyona KC Rivers eklendi. Almanya'daki yabancı kuralı sebebiyle de hep geri plandaydım. 2015 yazında geçirdiğim ayak bileği sakatlığından sonra da Pesic benden tamamen vazgeçti; iyileştiğimde bile düşünülmedim, Kızılyıldız'a kiralandım.

Pesic savunma yönümün gelişmesini sağladı ama çoğu zaman çocuk gibi davranıyordu bana. Mesela bak, Bayern'le imzalamadan önce, normalde 20 dakikalık rutin bir telefon konuşması yapmamız gerekiyordu. Aradı beni, kıyafetimden kız arkadaşıma, günde kaçta uyandığımdan akşamları kaçta yattığıma, her şeyi o telefon görüşmesinde konuştuk. İki buçuk saat sürdü. Ben üç yıldır profesyonel basketbol oynayan, 2013'te Sırbistan Milli Takımı'nın EuroBasket kadrosunda yer almış bir oyuncuydum. Hayatında sanki hiç profesyonel maça çıkmamış biriymişim gibi davrandı bana.

"2015 yazında geçirdiğim ayak bileği sakatlığından sonra da Pesic benden tamamen vazgeçti; iyileştiğimde bile düşünülmedim, Kızılyıldız'a kiralandım."

"2015 yazında geçirdiğim ayak bileği sakatlığından sonra da Pesic benden tamamen vazgeçti; iyileştiğimde bile düşünülmedim, Kızılyıldız'a kiralandım."

Dusko Savanovic'in "Pesic için oynamayı kabul etmek hayatımda aldığım en kötü karardı" dediğini hatırlıyorum. Bayern'de takım arkadaşı olduğunuz dönemde seni çok etkilediği, hatta biraz abi-kardeş gibi olduğunuz doğru mu?

Doğru. Fakat bu konuda söyledikleri onun görüşü, ben böyle bir şey demiyorum. Dusko kendi tecrübesine dair bir çıkarım yapmış. Biz çoğunlukla edebiyat, filmler ve onun tecrübeleriyle alakalı konuşurduk; zira ben Savanovic'le tanışana kadar doğru düzgün kitap okumuş biri değildim. Charles Bukowski'yi öğretti bana, onun sayesinde Sıcak Su Müziği'ni okudum ve hayran kaldım. Savanovic gibi binlerce kitap okumadığım için söyleyeceklerim biraz yüzeysel olabilir ama Hemingway'i de çok severim. Okulda akordeon dersleri aldım, fena değilimdir ama saha dışı ilgi alanları konusunda Dusko'yla yarışamam...

Eurocamp '14

Brandon Ingram, Jaylen Brown, Dennis Smith Jr, Thon Maker… Treviso'daki 2014 EuroCamp, NBA Draft'ında insanların bana karşı bakışını değiştirdi. "Draft'taki en iyi pasör" demeye başlamışlardı benim için; çünkü ikinci günde bizim takımı Lionel Hollins çalıştırırken, bu saydığım oyunculardan kurulu Amerika takımını çok farklı yenmiştik. Dört ya da beş üçlük atıp üzerine 10 asist eklemiştim. O güne kadar NBA radarında olduğumu pek sanmıyorum.

Savanovic'in sözünü sakınmadığı konulardan biri de 2010 Dünya Şampiyonası'nda Kerem Tunçeri'nin çizgiye bastığıydı...

Yani bunun için Dusko Savanovic olmaya gerek yok. Bir çift göze sahip olmanız yeterli. Türkler bunu konuşmayı sevmiyor ama hadi biraz gerçekçi olalım...

Bayern defterini kapatırken; Tofaş ve Zalgiris sezonlarını bir arada konuşalım istiyorum. Orhun Ene ve Sarunas Jasikevicius ikilisi.... Sana ne kattılar?

Tofaş'ta geçirdiğim bir sene hayatımın en iyi dönemiydi. Belki sadece 30 maça çıktım, Euroleague oynamadım, şampiyonluk kazanmadım. Ama orada beni öz oğullarıymış gibi sevdiler. Duygusal açıdan rehabilite oldum. Bayern sonrası bu tam da ihtiyacım olan yaklaşımdı; başta Orhun Ene & Tolga Öngören ikilisi olmak üzere, Tofaş ailesi bana gerekenden de iyi davrandı. Çok naziklerdi. Hayatım boyunca onların emeğini unutmayacağım.

Zalgiris ise benim için bir başka adımdı. Euroleague seviyesinde, lider bir guard'ın yani Kevin Pangos'un yanında, rol oyuncusu olarak kendimi kanıtlamak istedim. Zalgiris, sezon başında insanlara pek öyle gözükmese de, büyük hedefleri olan bir kulüptü. Sarunas Jasikevicius da gerçekten çok talepkâr bir koç. EuroBasket sebebiyle Zalgiris'in yaz kampına çok geç katılabilmiştim ve daha ilk günden benimle özel olarak ilgilendi. Liderliği, yıldız bir oyun kurucu olarak geçmiş tecrübelerini günlerce, saatlerce anlattı. "Oyun kurucu, takım içinde ulaşılabilir olmalı" derdi mesela hep. Yeteneklerimin farkına varmamı sağladı, yaratıcılığımı artırdı. Mesela bir antrenman rutini vardı; takımın birinci, ikinci ve üçüncü oyun kurucuları bir köşeye ayrılırdı, karşılıklı al-ver yaparak takımları belirlerdik. Oyun kuruculara hiçbir direktif vermezdi, setleri belirlemek tamamen bize kalırdı ve o da kenardan 5'e 5'i izleyip notlar alırdı. Bu antrenmanlar esnasında yaratıcı olup Saras'ın setleri arasına bir-iki tane ekleme yapmışımdır; o da malum, oyuncularının inisiyatif almasına bayılırdı. Çok iyiydi ilişkimiz.

"Zalgiris benim için bir başka adımdı. Euroleague seviyesinde, lider bir guard'ın, yani Kevin Pangos'un yanında, rol oyuncusu olarak kendimi kanıtlamak istedim."

"Zalgiris benim için bir başka adımdı. Euroleague seviyesinde, lider bir guard'ın, yani Kevin Pangos'un yanında, rol oyuncusu olarak kendimi kanıtlamak istedim."

Sezon içindeki iki CSKA maçında da kenardan, "VASAAAA! Sergio'nun sağını kapat, soluna gitmesini sağla" diye bağırmıştı sana. Uzaktan çok dahiyane gözükmeyen, basit bir direktif gibi. Ama Rodriguez iki maçta toplam kaç sayı attı? 10? 12?

Aynen. 10 sanırım. Bak mesela, Zalgiris'te video analizinden sorumlu insanlar var. Yardımcı antrenörler, teknik ekip... Hepsinin toplam izlediği maç sayısı Saras'ın tek başına izlediğinden azdır. Tüm gün Synergy'de. 24 saat not alıyor.

CSKA maçından önce de, "Vasa şunu şunu yapmanı istiyorum" dediğinde içimden, "Ama bu adam 17-18 sayı ortalamayla oynuyor, yani sağını kapattığımda, bir çaresini bulamayacak mı?" diyordum. Yanılmışım.

Peki Anadolu Efes'e gelirken ana motivasyonun neydi?

Liderlik. Yazın transfer ihtimalim üzerine konuşurken bunun üzerinde durdum. Koç Ergin Ataman'ın yaklaşımı beni mutlu etmişti. Ataman, Jasikevicius'tan farklı olarak oyuncuların bireysel özelliklerini ön plana çıkarmayı seven, onlara özgürlük veren bir koç. Saras gibi metodik değil. Başlangıçta buradaki işleyişi kavramak benim için zor oldu ama sonrasında bunun ne kadar büyük bir fırsat olduğunu anladım. Kariyerimin bu noktasında, özgürlük ve sorumluluk... Daha fazla ne isteyebilirim ki?

Vasa & Dimitris

Daha önce de bahsetmiştim, beni hep uzun boylu olduğum için Theo Papaloukas'la karşılaştırıyor insanlar. Sorun değil, Theo'yu izlemek de keyif veriyor ama benim idolüm Dimitris Diamantidis. Sahadaki duruşuyla, karakteriyle… Ona ait her şeyi çok seviyorum. Şanslıyım ki Bayern'deyken ona karşı sahada olabildim. Hatta bir de 'shake' yapmıştım, o da Diamantidis'in ne kadar yaşlandığının kanıtıydı. Normalde asla izin vermezdi buna. Hâlâ bazen 2011'deki Maccabi-Panathinaikos finalini tekrar açar, kusursuz performansını tekrar izlerim.

Oyun içinde de daha farklı bir roldesin. Zalgiris dönemine oranla alçak post oyunlarının azlığı nasıl hissettiriyor?

Ben her zaman alçak postta oynamak isterim ama burada arka alan partnerleriniz önemli. Eğer 1-2-3 numaralı pozisyonlarda uzun oyunculara sahipseniz, yarı saha hücumunda bu silahı daha keskinleştirebilirsiniz ama Efes'te tamamen ikili oyunlara dayalı bir planımız var. Savunmada da Zalgiris dönemimden farklı olarak, adam değişmiyoruz. Birebir kalıyoruz. Benim üç numaraları aldığım da oluyor, hücumda da öyle yerleşebiliyorum. Ama temelde, bu sene oynarken çok eğleniyoruz. Özellikle hücum potansiyelimizi olabilecek en üst seviyeye çıkarmaya çalışıyoruz.

Liderlik olgusundan bahsettin. Efes senin transferinden bir ay sonra Shane Larkin'i kadrosuna kattığını açıklayınca ne hissettin?

Tabii ki dünyanın en mutlu insanı olmadım. Ama şoke edici bir gelişme de değildi; çünkü 'önemli bir oyuncunun' kadroya katılacağı söylenmişti. Kısa rotasyonuna hamle bekliyordum. Geldi de.

Ergin Ataman'ın, "Euroleague şampiyonu olmamız imkânsız değil" açıklamasını nasıl değerlendiriyorsun?

Koçun böyle bir karakteri var. İddialı biri. Ayrıca canı ne isterse de onu söyleyebilecek bir konumda; o sebeple söylediklerine ek yapabilecek durumda olan kişi ben değilim. Ataman'ın geçmişten beri bu tip açıklamalar yapmayı sevdiğini biliyorum. Ben daha farklı karakterde biriyim, genellikle hedeflerimi kendime saklarım. Ama bu bir tarz meselesi; doğrusu, yanlışı yok...

"Ataman'ın geçmişten beri bu tip açıklamalar yapmayı sevdiğini biliyorum. Bu bir tarz meselesi; doğrusu, yanlışı yok..."

"Ataman'ın geçmişten beri bu tip açıklamalar yapmayı sevdiğini biliyorum. Bu bir tarz meselesi; doğrusu, yanlışı yok..."

Geçen sene, "Philadelphia'dan hiç telefon almadım. 76ers'ın gelecek planlarında var mıyım, yok muyum bilmiyorum" demiştin. Efes'teki sezon başlangıcın sonrası işler değişti mi?

Evet, bu yıl ilk kez beni aradılar. Draft edilişimden beri ilk defa... "Vasilije, tebrikler. Takip ediyoruz, bu sezon çok iyi gidiyorsun" dediler. Ben de teşekkür ettim. Bu kadar. NBA'i zaten şu aşamada düşünmüyorum, geleceğe dair ihtimallerin konsantrasyonumu etkilemesine izin vermem.

Marko Guduric, Nikola Kalinic, Zeljko Obradovic... İstanbul'da bir süredir Sırp popülasyonu yoğun. Senin onlarla iletişimin nasıl? Hatta sanırım geçen yaz Gigi Datome ve Ahmet Düverioğlu sizin ekibe katılarak Belgrad'a gitti ve karma maça katıldı...

Evet, aramızda çift pota hazırlık maçları yaptık. Benim için de ilkti, böyle rekabetçi hazırlık maçları yapmamıştım daha önce. Nemanja Bjelica'yla Bogdan Bogdanovic iki ayrı takımdalardı; ben Nemanja'yla birlikteydim. Bogdan'ı güzelce yendik. Nemanja Nedovic, Jan Vesely, Gigi Datome, Ahmet Düverioğlu, Marko Guduric... Fenerbahçe tarafından Bata Zimonjic ve Zeljko Obradovic de oradaydı. Çok eğlendik, bu tip maçlarda Bogdan'ı yenmek oldukça keyifli. Deliriyor.

Bunun haricinde İstanbul'da vaktimiz kısıtlı ama özellikle Marko Guduric'le çok yakınım. Kalinic'le de birlikte vakit geçiriyoruz. Zeljko'yla sadece bizim kazandığımız Cumhurbaşkanlığı Kupası finalinden sonra konuştuk. Yanıma gelip, "Vasa, iki yılda çok fazla şey başardın. Seni izlerken çok keyif alıyorum" dedi ve tebrik etti. Mutlu oldum. Sonra hiç konuşmadık; zaten etik de olmazdı ama Zeljko'dan kendimle alakalı bir şeyler duymak benim için önemli. Avrupa basketbolu tarihinde en çok yenilik yapmış; Mike Batiste ve Jan Vesely'nin kariyerlerini baştan aşağı değiştirmiş, toplamda dokuz Euroleague şampiyonluğu kazanmış birinden bahsediyoruz. Konuştuğunda, dinlersiniz.

"Bogdan'la konuştum"

Maç sonlarındaki performansımı geliştirmem gerektiğini biliyorum. Şut yüzdem yukarıya çıkmalı, tercihlerim daha olgunlaşmalı. Bu konuyla alakalı Bogdan Bogdanovic'le de konuşuyorum. Bana hep son şutları atarken ekstra bir şey hissetmediğinden bahsediyor. Benim de duygularımı biraz daha kontrol altına alarak bir standart oturtmam gerekli. Otomatiğe bağlamalıyım.

Son olarak; Tofaş ve Zalgiris bölümlerinde aslında biraz değindik ama geriye dönüp baktığında, kariyerindeki dönüm noktalarını nasıl hatırlıyorsun?

2013 yazından başlayayım. Slovenya'daki EuroBasket'te istediğimiz sonuçları alamamıştık ama ilk kez büyük bir koçla, Duda Ivkovic'le çalışmıştım. Takımın en küçüğüydüm, işte hatta biraz da maskot gibiydim. Milli takım kaptanı Nenad Krstic, Temmuz doğumlu olduğu için kutlamaları hep kamp dönemine denk gelirdi; benim de küçüklükten beri müzikle uğraştığımı bilen diğer takım arkadaşlarımdan, "Vasa, hadi bir şeyler yaz. Bir şarkı bestele" diye baskı görmüştüm. Günün sonunda sözlerim beğenildi, 1500 Euro kazandım, eğlendim... Duda'nın otoriter milli takımında, ülkenin en iyi oyuncuları arasında bana da bir yer olabileceğini ilk defa o kampta tecrübe ettim.

Dedim ya, her antrenörün iletişim stili kendine özgü diye... Mesela sezon başındaki kupa maçından önce, koç Ataman soyunma odasına gelip bir konuşma yaptı. "Kazanmaya hazır olun" dedi. Sonra gitti. Bu kadar. Saras'tan alışmışım detaylı, tutkulu maç öncesi konuşmalarına... Çok şaşırmıştım. Ama ne oldu? Koç Ataman'ın kendine has stili de pozitif etki bıraktı; Fenerbahçe'yi yendik, kupayı kazandık. Neyse, nerede kalmıştım?

Dönüm noktaları... Neler yaşadın, ne dersler çıkarttın?

Zalgiris'te egomu törpülemeyi öğrendim. Kariyerine benim gibi, çok erken yaşta büyük beklentilerle başlayan oyuncuların bu problemi hiç çözemediği oluyor. Ben 23-24 yaşında bu sorunla yüzleştim. Fedakarlık yapmanın önemini kavradım. Bak, söylemesi kolay ama aşması çok zor bir engel bu. "Neden ben?" veya "Neden ben değil?" soruları... Bunları unuttum.

Egomu törpüledim derken, bu esnada kendime yatırım yapmaya da çalıştım. Belgrad Üniversitesi'nde Hukuk Fakültesi'ne girdim, basketbol sonrası diplomam olsun istiyorum. Kendimi motive etmeye çalışıyorum, basketbol dışı bir hayatın varlığını da artık önemsiyorum.

Sırbistan'dayken böyle bir şansım yoktu. Münih'te de çok büyük baskının olduğu bir ortamdaydım. Yıllar boyunca, sert mizaçlı koçlarla çalıştıktan sonra Orhun Ene'yle tanıştım. Aslında başka bir yolun da mümkün olduğunu, böyle de antrenörlük yapılabileceğini gördüm; ve hayatım değişti. Gerçekten...

Eğer bir gün antrenörlük yapmaya karar verirsem, Orhun Ene gibi olmak isterim.

Socrates Dergi