İkon

10 dk

Lewis Hamilton, kimileri için dünyanın en hızlı pilotu kimileri içinse sinir bozucu bir Formula 1 şampiyonu. Ama Hamilton, her şeyden önce gerçek bir şov yıldızı.

Lewis Hamilton, günümüz sporunun en büyük isimlerinden biri. Mercedes'in şampiyon pilotu, pist üzerindeki başarısıyla kariyerini taçlandırmaya devam ederken bir yandan da daha önce hiç yapılmamış bir şeyi yapıyor: Şov dünyasının eskilerde kalmış başına buyruk yıldızları ile yeni çağın endüstri ürünü model, aktivist, tasarımcı ve oyuncu yıldızları arasında kendine bir köprü kuruyor.

Sporla ilgiliyseniz yüzmeye özel bir düşkünlüğünüz olmasa bile Michael Phelps ya da Ryan Lochte'yi severek izlersiniz. Atletizm favori dalınız olmayabilir, yine de Usain Bolt'un bir sonraki yarışında 100 metreyi kaç saniyede koşacağını merak edersiniz. Fakat sporla alakanız yoksa, spor yıldızlarının hitap ettiği kitlenin içinde değilsinizdir. Hamilton da tam olarak burada fark yaratıyor. O, daha önce herhangi bir şekilde radarınıza girmiş olmalı. Modayı yakından takip ediyorsanız Paris Moda Haftası'nda dikkatleri üzerine çeken bu adamın haberlerini okumuşsunuzdur. İlgi alanınız müzik ise Kanye West ile takıldığı günlerden birinde onu görmüşsünüzdür. Magazine ve dedikoduya düşkünseniz adı Nicole Scherzinger, Rihanna ve Kylie Jenner gibi isimlerle anılan İngiliz pilotla tanışmışsınızdır.

Artık kendi hâlinde sanatçılar ya da beyaz tişört ve kot pantolonla binlerce kişinin karşısına çıkan rock yıldızları yok. Devir değişti ve Lewis, ‘sosyal yeni dünya'nın motorsporlarındaki tek temsilcisi. Bu yüzden padoğun içinden çıkmış en büyük markalardan biri olma yolunda ilerliyor.

Aslında onun hikâyesi, dehşet verici zorluklarla dolu değil. Formula 1'in süper yıldızı, orta direğin biraz üstü parçalanmış bir ailenin sevimli çocuğu olarak büyüdü. Hayatında trajik ya da dramatik kilometre taşları yoktu. Ancak sıradan bir hayat yaşarken efsane olmak daha zordur. Hele ki üstünüzde, giderek biriken bir baskı varsa...

Lewis Hamilton ile babası Anthony Hamilton

Lewis Hamilton ile babası Anthony Hamilton

“Pist dışında hiçbir zaman kendimi açan biri olmadım. Utangaç ve sessizdim. Ama kaskımı takıp kokpite oturduğumda, babamın benimle gurur duyduğunu biliyordum.”

Formula 1’de üç kez dünya şampiyonluğuna ulaşan Hamilton, Eylül 2015'te ABD’li ünlü televizyoncu Charlie Rose'a verdiği röportajda sıklıkla omuzlarındaki yükten bahsediyor. Rose'un karşısına oturma sırası baba Anthony Hamilton'a geldiğinde ise kendisine değiştireceği tek şey soruluyor. O da "Keşke ona menajerlikten çok babalık yapsaydım" diyor. Bu tek cümle, içinde çok uzun yıllar barındırıyor.

İngiliz pilotun ilk yarış görüntülerini izlemek için BBC yapımı Blue Peter programına kadar gitmeniz gerekiyor. Kendisine uzatılan mikrofona pas vermeyen Lewis, uzaktan kumandalı otomobiline odaklanmış. Kısa cevaplarıyla pek de konuşmak istemediğini belli ediyor. Sunucu John Leslie'nin de katıldığı ufak ölçekli yarışı tabii ki o kazanıyor. Defalarca gördüğümüz kutlamanın ilki bu. Yedi yaşında yarış kazanmanın verdiği mutlulukla yumruğunu havaya kaldırırken, Leslie de o dönemin en büyük Britanyalı pilotu Nigel Mansell'a şakayla karışık sesleniyor ve gençlerin artık ensesinde olduğunu söylüyor.

Grand Prix mirasının en büyük payına sahip Birleşik Krallık, futbola olduğu kadar Formula 1'e de sahip çıkıyor. Yine de İngilizlerin, motor sporlarının zirvesinde pek çok kurak dönemi oldu. 1996'da şampiyonluğu kazandığında Murray Walker'ın boğazını düğümleyen Damon Hill'e rağmen, Britanya uzun yıllar bir sonraki Mansell'ını aradı. Mansell'dan önce ise James Hunt'tan ziyade yeni bir Jackie Stewart arıyorlardı.

İş yetenek keşfetmeye geldiğinde, McLaren patronu Ron Dennis’in spordaki en keskin gözlerden birine sahip olduğunu söyleyebiliriz. 1995 Autosport Ödülleri'nde yanına gelen 10 yaşındaki Lewis, "Ben bu yılın ulusal karting şampiyonuyum ve bir gün sizin takımınızda yarışmak istiyorum" diyerek kendisini Dennis’e tanıtmıştı. Üç yıl sonra McLaren'ın kanatları altına giren genç İngiliz, Formula 1'e ulaşması için gereken tüm adımları dikkatle ve başarıyla attı. O yaşta McLaren gibi bir takımın desteğini almak harikaydı. Öte yandan, beklentiler ve baskı, hâlâ gözlerinde görülen o çekingen tavrın temellerini attı.

Ron Dennis gibi politik dili içselleştirmiş, lafı dolandırarak yaptığı açıklamalara taraftarlarca 'Ronspeak' adı konmuş bir patrona sahip olmak bu yüzden zordu. Hamilton, F3 yıllarından GP2'ye, ardından da McLaren ile Formula 1 yıllarına, kariyerinin her anında her sözünün didik didik edilebileceğini öğrenmişti.

Şov dünyasının en büyük sorunlarından biri de bu zaten; her söylemin titizlikle yönetiliyor olması. Büyük bir marka olmak istiyorsanız her konuya girmemeli, insanların alınmamasını sağlamalı ve çoğu zaman çenenizi kapalı tutmalısınız. Dave Chappelle, yıllar sonra ilk kez sahneye döndüğü The Age of Spin'de "Eğer Martin Luther King'in spor ayakkabı sponsoru olsaydı, hâlâ otobüsün arkasında oturuyorduk" diyor. Chappelle'in pek çok trajik cümlesi gibi bu da kahkahalarla karşılanıyor. Lewis de şov dünyasındaki ağzı bantlı binlerce isimden biri. Bazen Donald Trump ya da siyah hakları gibi konularda yorumlar yapmasına izin veriliyor. Kontrollü politiklik, yine üzerine düşünülüp olumsuz bir yanı olmayacak konulardan seçiliyor. Hollywood'da var olabilmenin bedeli, sesinizden vazgeçmeyi gerektiriyor.

Hamilton, seçtiği yola rağmen özgürlüğünü geç kazanıp onun kıymetini bilen biri. McLaren'ı başarılı bir yatılı okul gibi yöneten Dennis'in liderliği altında ilk Formula 1 sezonunu az kalsın şampiyon tamamlıyordu. Sonraki sezon tarihin en dramatik şampiyonluğunu aldı. İngiliz basını onu çok seviyordu, dünyanın zirvesindeydi. Bir yıl sonra kurallar ve dengeler değişti. Britanya yeni şampiyonu Jenson Button'ın peşinden giderken Hamilton şampiyonluk mücadelesinin içinde yer alamadı. Kariyerinin her sezonunda yarış kazanmış olsa da bir şeyler eksikti. Autosport Ödülleri'nde Ron Dennis'e kendini tanıttığından beri bir McLaren pilotuydu. İdolü Senna'ydı, onu tanımlayan her şey McLaren çatısı altındaydı. Ne var ki 2013 sezonu öncesi kendini yeniden tanımlamaya karar verdi ve Mercedes ile anlaştı. Ron Dennis, McLaren fabrikasındaki veda gecesine gelmedi.

Mercedes, bir yenilenme fırsatıydı. Kariyerinin çoğunda olduğu gibi bu kez de doğru zamanda doğru yerdeydi. Otomotiv endüstrisinin etkisini hiçbir zaman hafifletmediği bu sporda, bir Alman otomotiv devi Hamilton'a istediği özgürlüğü sundu. Karting yıllarından takım arkadaşı Nico Rosberg ile el ele verip Formula 1'e ambargo koyarken bir yandan da Lewis Hamilton markasını yaratmaya başladı. Kıyafetleri, dövmeleri, saç stili, otomobilleri, sevgilileri konuşuldu. McLaren gibi hem sportif hem de psikolojik baskının omuzlarına yüklendiği bir yerden çıkmasına rağmen neye uğradığını şaşırmadı. Daha önce James Hunt, Eddie Irvine gibi pilotların gelecekteki başarılarına, Tommy Byrne gibi kayıp yeteneklerin kariyerlerine mal olan eğlence dünyasını dozunda tüketti. İş disiplini ve sıkı çalışması sayesinde tarihin en üstün otomobillerinin direksiyonunda iki şampiyonluk daha kazandı. O artık, 32 yaşında tecrübeli bir pilot. Ancak ne özel hayatında ne de pistte yavaşlamaya niyeti yok.

11'inci sezonuna başlayan İngiliz pilot, Hollywood merkezli medya şirketlerinin spor yönetimine dâhil olduğu bu dönemde Formula 1'in en değerli ismi. Karışık dövüş sporları şampiyonası UFC'nin yeni sahibi WME nasıl ki bir ikon olarak Conor McGregor'a değer veriyorsa, Bernie Ecclestone sonrası Formula 1'i bambaşka bir çağa taşıyacak Liberty Media da İngiliz pilot gibi pazarlanabilir figürlere ihtiyaç duyuyor. Zira hem iş disiplini yüksek hem de stil sahibi sporcular, yeni nesil spor dünyasının anahtarları gibi görünüyor.

Lewis Hamilton, motor sporları kariyerini noktaladığında tarihin en iyileri arasında gösterilecek. Kimileri onu en tepeye koyacak, kimileri ise kendisine bu denli bir kıymet biçmeyecek. Ancak o, her ne olursa olsun, kendinden önceki tüm efsanelerden farklı bir tür yıldız, bir ikon olarak hatırlanacak.

Socrates Dergi