
İmkânsız Görev
18 dk
Grand Slam kazanmak yeterince zorken bunu tenisin süper kahramanlar çağında yapmak âdeta imkânsızdı. Marin Cilic, imkânsızı başaranlardan...
Bosna Hersek-Hırvatistan sınırındaki Medjugorje'de hayata gözlerini açan Marin Cilic, çocuk denecek yaşlardan itibaren hem yeteneği hem de fiziğiyle dikkatleri üzerine çekiyordu. İlk antrenörleri tarafından günün birinde dünyanın en iyilerinden olacağı öngörülen bu uzun boylu ve zayıf çocuğun beklentileri karşılayıp zirveye tırmanması ise hiç kolay olmayacaktı. Goran Ivanisevic'in yıllar boyu önderlik ettiği ve 2001'de Wimbledon zaferiyle taçlandırdığı Hırvat tenisinin sonraki büyük şampiyonu, Socrates'e konuştu...
Yugoslavya'dan ayrıldıktan sonra bilhassa takım sporlarında öne çıkan Hırvatistan'ın Goran Ivanisevic gibi bir tenis yıldızına sahip oluşu dönemin gençlerini nasıl etkilemişti?
Goran'ın etkisinden bahsetmeye çalışırken aklıma sadece 'devasa' kelimesi geliyor. Hırvatistan'ın 1991'deki bağımsızlığı sonrası Goran ülkedeki en popüler insanlardan biriydi. Hırvatistan renklerini taşıyan bandanasını, yüksek özgüvenini ve bir tenisçi olmasına rağmen ülkeyi temsil etme konusundaki tutkusunu asla unutmam. Bizler için tenis yılda birkaç kez televizyonda görüp hatırladığımız bir spordan fazlası değildi. Senin de söylediğin gibi futbol ve basketbol gibi takım sporları ilginin odağındaydı. Bunu zaman zaman Novak da (Djokovic) der; Goran sadece Hırvatistan'da değil tüm Balkanlar'da aynı etkiyi bıraktı. Üstelik bunu neredeyse tek başına yaptı.
Sizin yolunuz onunla ilk olarak ne zaman kesişti?
Goran'la ilk olarak Medjugorje'deki evime çok yakın bir hastaneye yardım için gösteri maçı oynarken tanıştım. Sene 1996'ydı, ben de o sıralar sekiz yaşındaydım. 2002'de Zagreb'de onunla aynı kortu paylaşma şansı buldum. Omuz ameliyatı geçirmiş, henüz rehabilitasyon sürecindeydi. Ülkenin umut vadeden genç oyuncularıyla antrenman yapıyordu. Ben de o oyunculardan biri olarak kendimi karşısında buldum. Dediğim gibi Goran ülke çapında büyük bir efsaneydi, karşısında heyecandan biraz titremiş olabilirim.

"Goran sadece Hırvatistan'da değil tüm Balkanlar'da aynı etkiyi bıraktı. Üstelik bunu neredeyse tek başına yaptı."
Ivanisevic aracılığıyla tanışıp dokuz sene birlikte çalıştığınız, kısa süre önce hayatını kaybeden Bob Brett'e dair anılarınız neler?
Bob müthiş bir karakter, fazla sayıda üst düzey oyuncuyla tecrübe yaşamış harika bir antrenördü. Üstelik epey ilham verici bir hikâyesi vardır. 1970'lerin ilk yarısında Melbourne'den tek yön biletle ABD'ye gelip sıfırdan tenis dünyasına girmiş; Andres Gomez, Boris Becker, Goran Ivanisevic, Andrey Medvedev, Nicolas Kiefer, Mario Ancic ve şimdi aklıma gelmeyen birçok yüksek profilli isimle çalışma şansı bulmuş. Ben kendisiyle Goran sayesinde tanıştım ve seneler boyunca bir şeyler öğrenmeyi sürdürdüm. San Remo'daki akademisinde çalıştığımız günlerde çok hızlı şekilde gelişmemi, profesyonel hayata adapte olmamı sağlamıştı. Ona çok şey borçluyum.
Tam da bahsettiğiniz dönemde Hırvatistan tenisinin kuvvetli isimlerle yükseliş trendi içinde olduğunu söyleyebiliriz. Ivan Ljubicic, Mario Ancic ve Ivo Karlovic'li takımın 2005 Davis Kupası'nda kazandığı zaferin yankıları nasıldı?
O meşhur Davis Kupası takımının Hırvatistan tenisine yaptığı katkı dışarıdan görünenden büyüktür aslında. En başta federasyonun maddi yatırımını artırması bunların başında gelir. Ayrıca o takımın üyeleriyle birlikte Ulusal Tenis Merkezi'nde vakit geçiren benim gibi genç oyuncular için de büyük motivasyon olmuştur. Ben 2005'teki Fransa Açık gençler şampiyonluğundan sonra bir sene içinde; Ljubicic, Ancic ve Karlovic ile beraber takımın bir parçasına dönüştüm. Benim için bir onur ve bir yandan da müthiş bir öğrenme evresiydi. 17 yaşında, dünyanın en iyi Davis Kupası takımında mücadele etmek rüya gibiydi.
Az önce zikrettiğiniz isimler gibi uzun boylu ve büyük servis atan tenisçiler çıkaran bir ekolün parçası olarak geleneği sürdürdünüz. Konuyu bir parça dağıtacağım ama… Sizce geçmişte 1.95 üstü elit oyuncular gayet sayılıyken şimdilerde sayının artışını neye bağlamalıyız?
Burada biraz sporun gelişiminden bahsetmeliyiz sanırım. Zira birçok farklı branşta fiziksel olarak iri sporcular eskisinden çok daha iyi hareket edebilir hale geldiler. Teniste de durum farklı değil. Artık benim boyumda bazı tenisçiler; 1.80, 1.85'likler kadar iyi ayak çalışmasına sahip olmaya başladılar. Bu korkutucu bir şey çünkü servisleri hâlâ çok güçlü, topa hâlâ müthiş sert vuruyorlar ve üstüne bir de kısa oyuncular gibi kortta gezinebiliyorlar. Sascha Zverev'i, Daniil Medvedev'i bu ölçekte değerlendirebiliriz. Neredeyse Rafa ve Novak gibi, hatta Diego Schwartzman gibi kort hareketlilikleri var.
Sizin bu hususta bir sırrınız ya da özel çalışmalarınız var mıydı?
Kariyerimin ilk günlerinde üzerinde epey durduğum şeylerden birisi fiziksellikti. Zaten yıllar içinde fitness çalışmaları tenisteki en önemli unsurlardan bir tanesi oldu. Bunu hakkıyla yapmayan bir tenis oyuncusunun en üst seviyeye gelmesine ihtimal vermiyorum. Kendi durumumu açıklayacak olursam, bence bir bölümü muhakkak ki doğal yetenekten geliyor. Bu kadar uzun boylu olup hâlâ hızlı olmayı bir yere kadar öğrenebilir ya da geliştirebilirsiniz. Ancak sıkı çalışmak sanıyorum daha büyük bir parçası. Gençliğimde bana neyin doğru olduğunu, neler yapmam gerektiğini söyleyen iyi mentorlarım oldu. Tenis yaşamım boyunca atletizmden gelen fitness antrenörleriyle çalışmanın kort hareketliliği açısından faydası oldu diye düşünüyorum. Sahip oldukları bilgi hem branşlarından hem de aldıkları üniversite düzeyindeki kinesiyoloji eğitiminden geliyordu. Beni de bilinçlendirdiler.
Antrenörlerden söz açılınca lafın tekrar Ivanisevic'e gelmesi kaçınılmaz. 2013- 2016 yılları arasında, kariyerinizin en iyi dönemlerinden birini geçirirken onunla çalışmak nasıl bir deneyimdi?
Yine tek kelimeyle açıklasam herhalde 'ilginç' derdim. Goran'ı herkes tenis kortunda geçirdiği günlerden biliyor. Müthiş bir doğal karizması vardı, duygularını göstermekten asla geri durmazdı... Hem pozitif hem de negatif olarak o an neler hissettiğini anlayabilirdiniz. Koçluk hayatında da tıpkı kariyerinde olduğu gibi sert ve talepkâr. Bilhassa da kendisinden fazlaca talepkâr. Mesela antrenmanlarımızda onunla ralli yaparken, 15-20 dakika oynadıktan sonra "Tamam, su içmeliyim" derdim. Tabii Goran hâlâ devam ederdi ve ben de antrenöründen önce su içen oyuncu olmamak için topa vurmaya devam ederdim. Düşünsenize gidip o suyu içsem bu bir felaket olurdu. Şaka bir yana, hep iyi bir atmosferde çalıştık. Kolektif çalışma bilinci ve neşeli karakteri onu harika bir antrenör yaptı. Az önce bahsettiğim sertliği, tenis bilgisi ve deneyimi de beni bir oyuncu olarak dönüştüren şeylerin başındaydı. Özellikle servisimi dönüştürme konusunda ondan büyük destek aldım.
Bahsettiğiniz dönüşümün en büyük tezahürlerinden 2014 Amerika Açık'ı sormak isterim. Basitçe tekrar özetlemek gerekirse: Kei Nishikori, ilk yarı final maçında Novak Djokovic'i yenip inanılmaz bir sürprize imza atıyor; siz de ardından iki senedir Grand Slam kazanmamış ve eline devasa fırsat geçirmiş Roger Federer'e karşı korta çıkıyorsunuz... Gerisini sizden dinleyebilir miyiz?
Bu gerçekten inanılmaz... Öyle bir tenis sahnesinde olmak, Arthur Ashe Stadyumu'nun 23 bin kişilik tribünleri önünde oynamak müthişti. Sanırım tribünlerin yüzde 98'i Roger'a destek veriyordu. Maçın başı fena değildim, ilk seti kazandım ve seyircinin "Tamam, Roger geri dönecek" diye düşündüğünü hissettim. Sonra ikinci seti de almamla beraber atmosfer değişti. Üçüncü setin başında Roger oyununu yükseltince tansiyon tekrar arttı. Gergindim demeyeyim ama seyircinin maçtaki varlığını hissediyordum. Ancak nasıl olduysa epey sakin kaldım. O anki şartları düşününce gerçekten inanılmaz derecede sakindim ve bir tenisçi olarak bu anları deneyimlemek muhteşemdi. Aklımda bunca şey varken, iki yıldır slam kazanmamış Roger tartışmasız favoriyken, yer dünyanın en büyük tenis stadyumu iken o maçı 3-0 kazanmamız... Geriye dönüp baktığımda, şüphesiz kariyerimde oynadığım en iyi maçı görüyorum.

"Roger tartışmasız favoriyken, yer dünyanın en büyük tenis stadyumu iken o maçı 3-0 kazanmamız... Geriye dönüp baktığımda, şüphesiz kariyerimde oynadığım en iyi maçı görüyorum."
Esas final olarak nitelenebilecek Federer maçını geride bırakmıştınız ama hâlâ tamamlanması gerek bir görev varken ruh haliniz nasıldı?
2014 Amerika Açık'ta bulduğum dengenin harika olduğunu düşünürüm hep. Tenisim yüksek derecede agresifti, motivasyonum ve kazanma isteğim yüksekti ama bir yandan içten içten çok sakindim. En fazla maçların ilk on dakikasında gergin hissediyordum ama sonrasında rahatlıyordum. Bu ruh halini çeyrek final, yarı final ve finale taşımam ise son derece ilginçti. Âdeta antrenman rahatlığıyla oynuyordum ve başarımda o iki hafta boyunca bulduğum dingin mizacın büyük payı olduğunu düşünürüm.
İlk Grand Slam'ini kazanan tenisçilerin o an aklından ne geçer hep çok merak etmişimdir...
Kelimelerle kolay açıklanacak bir duygu değil bu. Mecburen klişelere başvurmak durumundayım ama kendimi Everest'e tırmanmış, dünyanın zirvesine çıkmış gibi hissettim. Tenis oynamaya başladığınızda nerelere kadar gideceğinizi kestirmek zordur. Her zaman en başta profesyonel olmayı, ilk 100'e girmeyi, belki bir gün Grand Slam oynamayı hayal edersiniz. Ancak bir Grand Slam şampiyonluğu ânına ulaşmak hayallerin ötesindedir. Tabii ki 2010 Avustralya Açık'ta ilk slam yarı finalimi oynadıktan sonra bunun ihtimal dahilinde olabileceğini düşündüm. Sonra birkaç çeyrek final oynadım, üst düzey rakipleri yendim ancak kazanmak bambaşka bir şey. Ayrıca son üç maçta set kaybetmeden bunu yapmak dünya dışı bir deneyimdi. Kendimi kısa süre için de olsa yenilmez hissettim.
Juan Martin Del Potro, Stan Wawrinka ve siz… Yıllar içinde makasın açılmasıyla 'Büyük Üçlü'ye evrilse de o dönem Andy Murray'nin istikrarlı katılımıyla dört oyuncu tarafından hâkimiyet altına alınan tenis atmosferinde Grand Slam kazanan az sayıda başka isim var. Bu çağda oynamak ne kadar zordu?
Anlatılmaz yaşanır... Ben bir oyuncu olarak hep sıkı çalıştığımı biliyordum ve kendimi kazanmak için limitlere kadar zorladım. Ama iş Grand Slam'lere geldiğinde; Federer, Nadal, Djokovic ve Murray inanılmaz seviyelere çıkıyordu. Ve bunu sadece birkaç turnuvada yapmıyorlar, her sezon aralıksız bir şekilde aynı seviyeyi korumayı başarıyorlardı. Ben ve benim seviyemdeki diğer oyuncular, "Acaba bir şansımız olacak mı?" diye çok kez düşünmüşüzdür. Grand Slam kazanmak için en azından onlardan bir ya da ikisini yenmeniz gerekiyordu ve beş setlik maçlarda bunu yapmak epey zordu. Dördü de motivasyon bakımından bambaşka bir seviyedeydi.
Size göre tarihin en iyisi kim?
Eğer sayılara bakacaksak, 1 numarada kalma süresi ve geliştirmeye aday olduğu Grand Slam rekoruyla Novak'ın ciddi bir avantajı var. Ama neler olup biteceğini kimse kestiremez. Ben hepsiyle birçok kez aynı kortu paylaşmış biri olarak insanların şunu anlamasını isterim: Hepsi tenis sporunda eşsiz izler bırakmayı başardı ve içlerinden birine "Daha iyiydi" demek zor. Roger; Rafa ve Novak'tan erken sahneye çıktı ama 2005-2007 arası âdeta dokunulmazdı. Doksan küsur maç kazanıp sadece dört-beş maç kaybettiği inanılmaz bir senesi vardır. Rafa devamında en üst düzeyde ona eşlik etmeyi ve hatta önüne geçmeyi başardı. Son on yılda Novak kendini gösterdi ve bence bu periyodun en iyisiydi. Üçünün de farklı noktalarda inanılmaz şeyler yaptığını gördük. Üçü de ortaya farklı tipte başyapıtlar koymuş gerçek şampiyonlar. Ben bu çağda oynadığım ve başarılarımı onlarla mücadele ederek kazandığım için mutluyum.
İlkinden üç sene sonra yine bir Grand Slam kazanma fırsatı ve filenin karşısında yine Federer… 2017 Wimbledon Finali'nden önce ters giden neydi?
Yarı final maçının sonunda ayağımda bir tuhaflık hissettim ancak Sam Querrey'yi sorunsuz yendim. Soyunma odasında baktığımızda üst bölgenin ciddi miktarda su topladığını gördük. İlk anda panik olmadım, cuma günüydü ve final pazar oynanacaktı. Eğer iyi tedavi edersek finale sorunsuz çıkabileceğimi düşünüyordum. Cumartesi antrenmanda canım yandı ve o bölge antrenman sonrasında morardı. Yine de çok takılmıyordum çünkü doktorun verdiği ağrı kesici işe yaramıştı. Fakat pazar günü aynı ilacı iki kez kullanmama rağmen hiç etki hissetmedim. Isınma sırasında sağdan sola hareketler yapıyordum ve ayağımın acıyıp acımadığına bakıyordum. Yön değiştirme konusunda iyi değildim ve takımıma, "S.çtık, bu bir felaket" dedim. Sonucu kestirsem de korta çıkıp olabildiğince agresif olmayı denemekten başka çarem yoktu. Wimbledon finaline çıkmamak ya da yarıda bırakmak gibi bir ihtimal yoktu. Kaybetsem de sonuna kadar savaştım.
Wimbledon'ın kalbinizde özel bir yeri var değil mi?
Kesinlikle. Hâlâ Wimbledon'a gittiğimde tüylerim diken diken olur. Her detayda oranın ne kadar özel bir yer olduğunu idrak ederim. Kort çimini öyle güzel kesiyorlar ki zeminin kalitesine inanamıyorsunuz. Çevremdekilere sık sık, "Bu kortlarda kötü oynamak mümkün değil" demişimdir. Wimbledon'da ya iyi ya da mükemmel oynayacağımı düşünürüm, kötü oynayacağım aklıma dahi gelmez. Yıllardır hislerim bu yönde ve sahip olduğum oyun gücüyle hâlâ her sene kazanabileceğimi düşünerek Londra'ya geliyorum. Bence her zaman bir şansım olacaktır.
Yine de ikinci Grand Slam şampiyonluğunuzu kazanmaya en yaklaştığınız yer Wimbledon olmadı...
2018 Avustralya Açık... Finalde 2-1 gerideyken dördüncü seti kazandığımda artık Roger'a üstünlük sağladığım düşüncesindeydim. "Avantajım var, kazanabilirim" diyordum kendime. Beşinci setin ilk oyununda iki servis kırma puanı buldum ama bir türlü kıramadım. Devamında Roger servisimi kırdı ve önce 2-0, sonra da 3-0 yaptı. Onunla oynarken break avantajını eline geçirip rahatladıktan sonra setleri ne çabuk kapatabildiğine tanık olmuştum. Bazen on dakikada işinizi bitirirdi. Elimden geleni yapsam da dördüncü sette ve beşinci setin başında büyük mücadele vermiştim, daha fazla zorlayamadım. O maçı düşünürken hep beşinci setin ilk oyunları aklıma düşer. Ancak ne olursa olsun kırılma anlarını iyi oynayan Roger'dı.
Tenis yaşamınızdaki zaferlerden bahsederken 2018 Davis Kupası'nı unutmak olmaz. 2005'te şampiyon olan takımı alkışlayan çocuk, 13 sene sonra takımını kupaya taşırken neler hissetti?
İtiraf etmeliyim ki 2011-2012'ye kadar Hırvatistan'ı temsil etmenin önemini yeterince kavrayamamış olabilirim. Davis Kupası hep özel hissettirirdi ama benim zihnimde uzun maçlarıyla ve zorlayıcılığıyla yer etmişti. Yıllar içinde bunu gurur ve motivasyonla yapmaya başladım. Kendi seyircimin, hatta deplasman seyircisinin önünde oynamak dahi bana büyük tutku hissettirdi. Teniste Davis Kupası'nın ötesinde bir adrenalin yaşamanın imkânsız olduğunu düşünüyorum. Bunun keyfini almaya, değerini bilmeye bir parça geç başladıysam da takımımla o müthiş atmosferlerde çok eğlendim. Kimi zaman uzun tenis sezonu içinde bazı sert eşleşmeleri oynamak kolay olmasa da bunu müthiş bir deneyim olarak görmeyi öğrendim. Ülkem için kazanmak paha biçilmez bir duyguydu.

"Teniste Davis Kupası'nın ötesinde bir adrenalin yaşamanın imkânsız olduğunu düşünüyorum."
Peki 2020 Tokyo'da iki Hırvat takımını karşı karşıya getiren çift erkekler finalini oynarken nasıl bir ikilem içinde kaldınız?
Garipti açıkçası, herkes gergindi. Özellikle kenarda oturan koçlar ve takımlarımız ne şekilde destek vereceklerini şaşırdılar. Normaldeki gibi coşkulu reaksiyonlar veremiyorlardı çünkü orada iki Hırvat takımı oynuyordu. Üç-dört oyun sonrasında onlara "Haydi çocuklar alkışlayın" demek durumunda kaldım çünkü sessizliği birilerinin kırması gerekiyordu. Boş stadyumlarda dahi biraz gürültü olur. Ben ve Ivan (Dodig) en iyimizi verdik ama Mate (Pavic) ve Nikola (Mektic) harika oynadılar. Özellikle de maç tie-break'inde Mate'nin performansı inanılmaz seviyelere çıktı. Hak edilmiş bir altın madalya kazandılar. Turnuva başlarken bir Hırvat finali olabileceğini kimse düşünmezdi muhtemelen fakat bu herkesi mutlu etti.
Kort üstünde momentum kaybettiğiniz ve yüksek standartlarınızın bir parça düştüğü iki yıllık sekans sonrası geleceğe dair planlarınızı merak ediyorum. Marin Cilic'i ne kadar daha kortlarda izleyeceğiz?
Sürekli vücudumu dinliyorum ve o bana şu anda 26-27 yaşında hissettiğini söylüyor. Hâlâ önümde yıllar olduğu kanaatindeyim. Özellikle de en üst düzeyde üç-dört yıl daha geçirebileceğimi hissediyorum. Novak ve Rafa, benden yaşça büyük oyuncular olarak hâlâ harika iş çıkarıyorlar. Eğer kendime iyi bakar ve kariyerim boyunca vücuduma yaptığım yatırımı aynı dikkatle sürdürürsem henüz yolum var. Umarım tenis hayatım bir Grand Slam şampiyonluğu daha kazanabilecek kadar uzun olur.