İnşa Süreci

17 dk

İngiliz gazeteci ve spor yazarı Jonathan Wilson, Premier Lig'in nabzını en yakından tutan isimlerden biri. Haliyle Premier Lig'deki menajer savaşlarını da en doğru şekilde tahlil edecek isimlerin başında geliyor...

Premier Lig'de 2017-18 sezonu Manchester City'nin hegemonyasıyla geçiyor. Josep Guardiola'nın damga vurduğu sezonda Jose Mourinho tatminkârlıktan uzak futbolu, Jürgen Klopp ise heyecanı ve vaatkâr geleceğiyle masada.

Bu üçlüyü; bir devrimin eşiğindeki Mauricio Pochettino, Chelsea ile ikinci sezonunda siyahla beyazı yaşayan Antonio Conte ve giderek soluklaşan Arsene Wenger takip ediyor. Peki tüm bunlar ne anlam ifade ediyor? Bir bilene danışmak istedik ve Jonathan Wilson'ı aradık...

Josep Guardiola, Premier Lig’de Manchester City ile diğer takımlar arasında nasıl böyle bir fark yarattı? Tek kriter para mı, yoksa başka sebepler de var mı?

Guardiola yaklaşık 20 ayda 450 milyon pound civarında bir para harcadı ve harika bir kadro kurdu. Para konusu elbette önemli, yok sayamazsınız ama o aynı zamanda bir dâhi. Bunu da asla unutmamak lazım. Her şeyi kendi yoluyla yapması biraz zaman aldı tabii. Önce onun kendi fikirlerini aktarması sonra da futbolcuların ve gittiği kulübün onun anlayışına adapte olması zaman alıyor.

Hep geniş imkânlı takımlarda çalışmış olsa da biraz zorluk sevdiğini söyleyebilir miyiz? Bayern tercihi mesela; kulüp tarihinin en başarılı sezonunun ardından gitmişti oraya...

Barcelona’da sihirli işler yaptı ama orada onun için en mükemmel ortam vardı ve başarılı olması için nispeten en kolay kulüptü. Zira kendisi de o kültürden geliyordu ve o kültürün içinde yetişen futbolcularla çalıştı. Sonra Bayern’e gitti. Orada işi daha zordu. Bayern sonuç isteyen, Guardiola ise sürece önem vererek sonuca ilerleyen bir teknik adam en nihayetinde. O tercihi devre arasında yapmıştı, sezon sonunda Jupp Heynckes ile üç kupa kazanılacağını bilemezdi. Bence Bayern’i seçti çünkü ona istediğini yapabilme garantisi verdiler. O dönem Chelsea’den de bir teklif vardı. Ancak Guardiola sistemini oturtmak için zamana ihtiyaç duyuyordu ve Chelsea’de üst yönetimin ona bazı sorular soracağını düşündü. Kadro olarak da Bayern çok daha uygundu, zira kendi oyun tarzına yatkın Thiago Alcantara, Javi Martinez, Xabi Alonso gibi isimler oradaydı. Elbette bazı değişiklikler yaptı ama Chelsea’ye oranla çok daha pürüzsüz bir geçişti.

Bayern’den sonra da kafasındaki farklı planları devreye sokmak ve geliştirmek için Premier Lig sınavını kabul etti. Ancak bu noktada, City’deki her şeyi parayla açıklamaya çalışmak da doğru değil. Baktığınızda Manchester United’dan o kadar da fazla para harcamadıklarını görüyorsunuz. United’ın Lukaku’ya, Pogba’ya verdiği paralara bakın... Ancak ne Lukaku ne de Pogba o kadar iyi performanslar sunmuyor. Lindelöf’e bakıyorsunuz; 30 milyon Euro civarı bir para verildi, neredeyse tek bir maça dahi çıkmadı. Evet, Guardiola para harcadı ama bunu gayet iyi şekilde dağıttı. Nolito bir hayal kırıklığıydı ancak ona devasa paralar vermediler.

Bek oyuncusuna 60 milyon verdiği konuşuldu ama o bek, City’yi çok daha iyi yaptı. En son 52 milyon pound karşılığında bir başka savunmacı Aymeric Laporte’u transfer etti. Ama onu hangi pozisyonda, hangi planda, ne için kullanacağını biliyordu. Tıpkı kaleci seçimlerinde olduğu gibi... Pas oyununu ve tempoyu geriden başlatıp kontrol edebilecek bir savunma derinliğine kavuşmak istiyordu. Para elbette önemli ama Guardiola, futbolu diğer herkesten daha farklı görüyor ve bu bence heyecan verici.

Guardiola futbolunun soy ağacı için neler söylersiniz? Onu etkileyen isimler Rinus Michels ve Johan Cruyff gibi total futbol öncüleri midir?

Rinus Michels tabii ki en önemlilerinden. Guardiola ile temel futbol anlayışları örtüşüyor zira Johan Cruyff ve Michels o soy ağacının köklerini oluşturuyorlar. Cruyff ile Barcelona’da çalıştığı dönem, Guardiola’nın kariyerini en fazla şekillendiren dönem. Cruyff onun futbol yaşamındaki en önemli figür.

Louis van Gaal’den etkilendiği yönler de var. Kendisi de buna değinmişti daha önce. İşin felsefe tarafında değil belki ama takımı idare etme kısmında ondan çok şey öğrendi. Elbette Meksika’da beraber çalışma imkânı bulduğu Juanma Lillo’dan da ilham aldığı aşikâr.

Bunların dışında, Brescia’da oynadığı kısa dönemde Carlo Mazzone’den etkilendiği ve onun fikirlerine ayrıca saygı duyduğu biliniyor. Ricardo La Volpe, Marcelo Bielsa, Cesar Luis Menotti gibi isimlerle konuştuğu ve fikir alışverişinde bulunduğunu da söyleyebilirim. Bilhassa Bielsa ile 2006’da yaptıkları sohbet çok meşhurdur; Güney Amerika’ya yaptığı bir keşif seyahatinde Arjantin’de Rosario’ya gidip Bielsa ile 11 saat futbol konuşuyor...

Arrigo Sacchi peki?

Sacchi’nin de bir etkisi var ama o kadar büyük değil. Sacchi’nin futbol anlayışı oldukça İtalyan. Sacchi konusu da biraz gariptir; İtalya için gerçek bir devrimcidir fakat yaptıkları, dünya futbolunda 10-15 yıldır zaten yerleşmiş şeylerdi. Öyle ki onun da Michels ve Cruyff’tan ilham aldığını söyleyebilirim.

Klopp ve Liverpool’un bu sezonki performansı ile ilgili neler söylersiniz? Sonuçlara baktığımızda iyi gidiyorlar. Taktik ve oyun felsefesi açısından ne gibi farklılıklar görüyorsunuz?

Bir kere izlemesi inanılmaz keyifli bir takım oldular. Liverpool hem iyi oynuyor hem de izleyen herkesi heyecanlandırıyor. Özellikle ilk 20-30 dakikada golü ararken dokunulmaz oluyorlar. Yıkıcı bir güç hâline geliyorlar. Manchester City karşısında 8-9 dakika içinde sergiledikleri futbol ve attıkları üç gol akıl almazdı. Hem güçlüler hem de gelişmeye açıklar. Klopp’un bunu sağladığını söyleyebiliriz. Oyunculara etkisi de çok açık. Geçen seneden en önemli farkı, bu yıl transfer ettiği futbolcuların direkt katkı vermesi ve bu sayede rotasyonu genişletebilmesi... En başta Mo Salah’ın muhteşem bir sezon geçirdiğini görüyoruz. Sezon ortası gelen Virgil van Dijk defansif açıdan bazı eksikleri kapatacak gibi gözüküyor.

Geçen sezon bilhassa Şubat ayından itibaren Liverpool oyuncuları sene başından beri oynadıkları yüksek tempolu ve yoğun oyun sisteminden bitkin düşmüşlerdi. Klopp akıllı ve bilinçli bir teknik adam. Bunu gözlemleyip ders aldı ve bu sene oyuncu dakikalarını daha iyi ayarlıyor. Fakat hâlâ bazı şüphelerim var. Başta da savunma yapısında... Oyunu önde kurup, yüksek tempo ve yoğun topa sahip olma unsurlarıyla oynadığınızda doğru taktik uygulayan takımlara karşı savunmada kırılganlık ve gelgitler kaçınılmaz. Bu sorun, City’ye nazaran Liverpool’da daha belirgin ve keskin. Bu elbette City’nin topu pas oyunuyla daha iyi tutup Liverpool’un da tempoyu daha az kontrollü yapmasıyla alakalı.

Liverpool gol yemeye daha yatkın bir takım. Bu sezon beş maçta üç veya daha fazla gol yediler. Bu iyi bir takım için alışılmadık bir durum. Mesela deplasmandaki Sevilla maçında ilk yarım saate 3-0 öne geçip 3-3’e razı oldular. Ya da City maçında skor 4-1’den 4-3’e geldi bir anda. Maçı kontrol altına alıp öldürmede sıkıntı yaşıyorlar. İki ayrı ucu çok kısa sürede görebiliyorlar. Fakat şu da var; Liverpool, oyun temposu ve yoğunluğu ile City karşısında gösterdiği gibi her takımı perişan edebilecek bir kuvvete sahip.

Kirli Yüzlü Melekler kitabınızdan sonra Mauricio Pochettino ve Marcelo Bielsa’nın futboluna farklı bir gözle bakılabilir.. Tottenham’ın bu yılki bu futbolu ve Bielsa hakkında neler söylersiniz?

Pochettino açıkça Bielsa’yla kuvvetli bir bağa sahip. Ona bir vefa borcu da var. Pochettino hâlâ oyuncuyken Bielsa onu transfer etmişti. O günlerden kalan bir etkinin var olduğunu görmek güç değil. Ama Pochettino çok zeki bir adam. Bielsa’ya oranla çok daha esnek, çok daha dikkatli biri. Pochettino’nun basın toplantılarından, diğer menajerlerinkilere oranla çok çok daha büyük keyif alıyorum; çekici, zeki, esprili, açık ve dürüst biri. Oyuncuların da bunu sevdiğini görebiliyorsunuz. Rochdale kupa maçından sonra (Küçük bir kulüp olan Rochdale'le berabere kaldılar) tünelde rakip takımı tebrik edişi ve onlara gösterdiği saygı oyuncularını da etkiliyor.

O gerçekten de harika bir menajer ve kupa kazanamamış olması farklı düşünmemize yol açmamalı. İçinde bulunduğu her takımı çok çok çok daha iyi hâle getirdi. Tottenham’ı Barcelona/Real Madrid seviyesine çıkaramasa da gerçek bir dâhi olduğu gerçeği değişmeyecek. Guardiola, Mourinho ve Klopp da harika çalıştırıcılar ama bana göre Pochettino, aralarındaki en çekici isim. Belki Guardiola kadar değil ama çok çok iyi.

Tottenham’ın genel görüntüsünün bu sezon nasıl tamamen değiştiğine bakın... Geçen sezon, bazı noktalarda umutsuzdular. Bu sezon ise futbol tarzlarını değiştirdiler ve çok daha korkutucu bir takım oldular. Hiçbir takım bunca farklı sistemi Tottenham kadar iyi oynayamaz. Arkayı üçleyerek, 4-2-3-1, 4-4-2, 4-3-3, aklınıza ne gelirse... Pochettino çok zeki bir teknik direktör.

Mourinho hakkında ne düşünüyorsunuz? Kendini yenileyemediği konuşuluyor...

Bu savın doğru olması mümkün. Onun futbolu biraz demode. Onu eleştirmekte bir beis görmüyorum ama bazı şeyleri de kabul etmemiz gerek. Manchester United, yönetmesi çok ama çok zor bir kulüp. Tarihlerinde yalnızca üç menajer United’ı şampiyon yapabilmiş. Sadece üç! Alex Ferguson, Matt Busby ve Mangnall. Birçok büyük çalıştırıcı, Manchester United’a gelip başarısız oldu. Zira Premier Lig, La Liga’dan daha zor bir lig çünkü birçok kulüp üst taraftaki yarışın içerisinde. United da bunların en büyük ve idare edilmesi en zor olanlarından biri, belki de birincisi... Baskı daima en üst seviyede.

İkinci konu ise taktiksel değil, psikolojik... Bence Mourinho, Real Madrid’de olanların ardından aynı kişi değil. Porto’daki oyuncularına sorarsanız ya da ilk Chelsea macerasındakilere mikrofon uzatırsanız Mourinho’ya tam anlamıyla hayranlık duyduklarını görürsünüz. Asla onu eleştirmezler. O takımlardan birçok oyuncuyla konuştum ve asla Mou’ya tek laf ettiklerini görmedim. Harika bir lider algısı yaratmıştı. Ama Real Madrid’de bu terse döndü. Orada, bir alfa olması gerektiğini gördü. Manchester United ya da Real Madrid’deyseniz 'favori gösterilmeme' şansınız yoktur. Madrid’deyken, antrenman sahasında ya da ofisinde kafasını futbola yoran bir adam havasından çok şey kaybetti. Tabii bu yaşlanmakla alakalı da olabilir.

Sonuçta 40’larınızdayken 25 yaş civarı gençlere hocalık yapmak, bunu ileri yaşlarda yapmaktan daha kolaydır. Daha fazla ortak nokta mevcuttur. Geçmişte oyuncularıyla kurduğu ilişki artık orada değil. Bence bunu ikinci Chelsea döneminde gördü. İlk iki sezon değil belki ama üçüncü sezonda. Bunu daha fazla eleştiri aldığı için söylemiyorum, sadece sahip olduğu o eski karizma yoktu. Eskisi kadar güçlü görünmüyordu. Tabii ihtimal olarak buna eşdeğer seviyede taktiksel bir problem de olabilir. Sofistike modern pres futboluna Guardiola veya Klopp kadar adapte olmuş gözükmüyor. Hatta Guardiola ve Klopp’a, Pochettino ve Conte’yi de ekleyelim...

Kevin De Bruyne, Mohamed Salah ve diğer birçok isimdeki potansiyeli göremediğine dair eleştiriler var. O konuda fikriniz nedir?

Bu biraz zor bir konu. Chesea’de Lukaku’yu sevmemişti, De Bruyne’yi sevmemişti, Salah’ı sevmemişti... Hepsi de büyük miktarlara transfer yapan oyunculara dönüştüler. Salah, De Bruyne ve Lukaku, hepsi süper performanslar gösteriyorlar. Şunu göz önüne almalıyız ki Chelsea’nin o dönemde, bir menajer tarafından kolay kontrol altına alınamayacak bir transfer politikası vardı. 20 milyona bir oyuncu alıp iki yıl sonra 40 milyona satabiliyorlardı ve bu onlar için bir problem değildi. Bu yaklaşım, saydığımız isimlerden daha düşük profilli oyuncularda da kendini gösterdi. Mesela Andre Schürrle, ondan kar ettiler. Juan Cuadrado bir başka örnek. Marko Marin’i bile satıp para kazandılar. Bu inanılmaz gerçekten. Chelsea oyuncusu olarak bilinmek ve hatırlanmak da oyuncuların değerlerini yükseltiyordu. Dolayısıyla biz şundan tam emin değiliz: Acaba bu oyunculardan Mou mu kurtulmak istedi? Zira bu isimler o sırada sadece forma şansı bulamıyorlardı. Başka bir problem gözükmüyordu. Örneğin De Bruyne; oynamak istiyordu. Belki onlar da gitmek istedi.

Şöyle de bir nokta var ki bazı menajerler ve bazı oyuncular birlikte çalışamaz. Mourinho futbolu, fiziksel sertliğe ve yüksek disipline ihtiyaç duyan bir stil. Salah buna belki uyardı ama Kevin De Bruyne pek uygun değil gibi. Mesela Mkhitaryan için de bunu söyleyebiliriz. O da asla bir Mourinho oyuncusu gibi gözükmedi. Bahsettiğimiz bazı isimler bir Mourinho oyuncusu karakteristiğine sahip değildi. Ama evet, bu kadar çok iyi oyuncunun gitmesine izin vermesi de pek iyi görünmüyor, buna katılıyorum.

Belki beş yıl içinde Inverting The Pyramid kitabınızı güncelleyeceksiniz. Guardiola, Klopp, Mourinho; hangilerini o sayfalarda okuyacağız?

Aslında bu yılın sonunda güncel bir versiyon çıkartmayı düşünüyorum ve yeni edisyonda Guardiola’dan, Klopp’tan ve Mourinho’nun problemlerinden bahsedebilirim.

Geleceklerini nasıl görüyorsunuz peki? Guardiola şu an zirvede, Mourinho biraz aşağı doğru gidiyor ve Klopp, Pochettino, Wenger... Ne dersiniz?

Bence Wenger bitti, Wenger’in futbol adına fikirleri de bitti. Bu son beş, belki on senedir böyle. Belki önümüzdeki sezon, belki eğer dayanabilirse birkaç sezon daha ama Wenger yavaş yavaş çıkış kapısına doğru ilerliyor. Belki bir iş bulur hatta ben Fransa Milli Takımı’nın başına geçişini de bir ihtimal olarak görüyorum. Ama kesinlikle bir araya, kafasını toparlamaya ihtiyacı var. Ona çok büyük saygım var fakat son iki-üç yılı gerçekten acı vericiydi. İngiliz futboluna çok fazla şey katmış bir menajerden bahsediyoruz, maç kaybetmeden şampiyon olma başarısı göstermişti ki 2003-04 sezonundaki şey muhtemelen bir daha tekrarlanamayacak. Bir zamanlar ne kadar iyi olduğunu unutmamalı ama artık o adam değil.

Guardiola için asıl test Şampiyonlar Ligi olacak ve defansif zaaflar bu yolda tek problemi olabilir. Geçen sezon Monaco, bu yıl da Liverpool karşısında yaşadıklarına benzer bir durumdan bahsediyorum. Bayern’deyken de Şampiyonlar Ligi’nde benzer sorunlarla yüz yüze kalmıştı; Barcelona’ya ve 2014 yarı finalinde Real Madrid’e karşı... Guardiola, çok yoğun ve yorucu bir çalışma anlayışına sahip.

Bu nedenle kariyerini daha kısa tutabilir. City’de Barcelona’da çalıştığına benzer bir atmosfere tam sahip mi, ondan da emin değilim. Tamam belki Begiristain ve Soriano geldi, antrenman sahaları dahi onun isteğine göre revize edildi ama işte, ortam farklı. Eğer Guardiola bu sezon Şampiyonlar Ligi’ni kazanırsa seneye çalışmayıp kendisine biraz zaman ayıracağını düşünüyorum. City yılları ne kadar sürecek, emin değilim.

Mourinho’nun bu yaz ayrılma ihtimali bence mevcut. Yüzde 50-50 diyebilirim. Eğer uzun bir United kariyeri olursa şaşırırım. Ama sırada neresi var? Chelsea’ye geri dönemez, Real Madrid’e geri dönemez, Barcelona’ya gidemeyecektir. Onu idame edebilecek tek takım bence PSG. Eğer PSG yaptığı muazzam harcamalara, Mbappe ve Neymar’a harcadığı paralar rağmen Şampiyonlar Ligi’ni kazanamazsa oturup düşünürler. Belki bu keyif veren atak futbollarının yerine başka bir şeye ihtiyaç vardır ve bu durumda Mourinho’nun kapısını çalabilirler. Evet, son çare olur bu ama “Hücum oynayarak kazanmazsak, belki Mourinho yöntemleriyle kazanabiliriz” düşüncesi kafalarına girer. Dürüstçe şunu söyleyebilirim ki PSG’nin, Fransa’nın Barcelona’sı olmaya çalıştığını düşünüyorum. Teknik ve göze hoş gelen bir futbol oynuyorlar. Mourinho bu anlamda bir son çare olur.

İngiltere Milli Takımı da yine ilgileneceği bir iş gibi duruyor keza Portekiz de aynı şekilde… Ben bunun en az ilgi çeken opsiyon olduğunu düşünüyorum zira Portekiz bir büyük kupa kazandı. Bu yapılmamış olsa Mourinho o kupayı kazanan ilk hoca olmak için Portekiz işiyle ilgilenebilirdi. Bence Mourinho’nun en büyük sorunu etrafta çok fazla -onun kalibresinde- boş pozisyon olmayışı. Tabii Çin’e veya büyük paraların ödendiği başka bir yere gidebilir ama bence en üst seviyenin içinde kalmak istiyor.

Klopp ve Pochettino’nun durumları da birbirinden çok farklı. İkisinin de nispeten daha küçük kulüplerde olduğunu söyleyebiliriz. Gerçi Liverpool son dönemde transfere oldukça iyi para harcadı ve Chelsea tarzı bir yaklaşım içine girdiler. İki takım da popüler ve son derece iyi taraftar desteğine sahip. Bence şu an iki hoca da durumdan keyif alıyor ve kendini evinde hissediyor. Tabii ne olursa olsun diğer büyükler kadar paraları da yok.

Klopp-Liverpool eşleşmesine baktığımız zaman, kulüp, hoca ve hatta şehir karakterleri arasında ciddi bir benzerlik var. Liverpool’un taraftarlarına, onların yaşam tarzlarına ve görmek istedikleri futbolu düşününce Klopp’un uzunca bir süre orada kalabileceğini tahmin ediyorum. Üzerinde hızlıca bir şeyler kazanma konusunda ciddi bir baskı da yok. Heyecanlı futbol oynattıkça ve Şampiyonlar Ligi’ne gittikçe bence koltuğu güvende.

Pochettino bence olaya biraz daha pragmatik bakıyordur. Şu anda çalıştığı kulüp onu şekillendirdi. Şansını deneyecektir. Zamanında Dortmund’un Şampiyonlar Ligi finaline gitmesi gibi başarılar da ona güven veriyor olabilir. Ancak henüz menajer olarak bir kupa kazanmış durumda değil. Bundan 18 ay önce Manchester United olabilirdi belki, hatta görüşmüşlerdi sanırım. Real Madrid de bir ihtimal yine ki ona kupalar kazanma şansını en iyi verebilecek takım ayrıca.

Conte’ye dönersek, bu yaz Chelsea’den ayrılacak gibi gözüküyor. Hatta duruma göre, bu daha önce bile gerçekleşebilir. Ligi zaten kazanamayacak. Eğer Şampiyonlar Ligi’nde yukarı gidemezler ve ligde de Şampiyonlar Ligi biletini kaçırırlarsa Conte için, kalmak zaten imkânsızlaşacak. Mourinho ve Ancelotti de benzer süreçlerden geçti Chelsea’de, tuhaf bir durum. Teknik direktörlerden çabuk vazgeçiyorlar. Bence en büyük sebep, son yıllarda değişen yönetim tarzı ve transfer politikası. Mesela Conte ve yönetimin politikaları bu sezon başında çatıştı. Geçen yıl da aslında rakiplerine göre daha dar bir kadroları vardı ama Şampiyonlar Ligi oynamamışlardı. Bu yüzden, Conte yaz dönemi boyunca sürekli transferden bahsetti.

Açıkça görünüyor ki bahsettiğimiz teknik adamlar Premier Lig’i etkiledi. Peki sizce İngiliz teknik adamları de etkileyebildiler mi? Mesela, Sam Allardyce’ı?

Bunun olduğundan şüpheliyim. Hatta böyle bir şey varsa bile çok çok azdır. Artık üzerine uzun uzun konuşulacak Britanyalı teknik adam kaldı mı, ondan da emin değilim zaten. Ada futbolunda oyun felsefesi anlamında bir etkilenme gözlemleyebilmek için çok daha eskilere gitmeniz gerekiyor. Alex Ferguson son örnek belki de... Sam Allardyce, David Moyes, lan Pardew gibi teknik adamlar ise dış etkilere kapalılar; çok uzun, belki de 30-40 yıllık mazisi olan demode oyun fikirlerine sadıklar.

Yeni yıl zamanı Crystal Palace ile Manchester City arasında bir maç oynandı, hatırlatmak Ada futbolunda menajerlerin oyun felsefesi çok kolay etkilenmiyor. Pep Guardiola'nın Sam Allardy- ce'a ilham verdiğini sanmıyorum. isterim. Jason Puncheon, Kevin de Bruyne’e çok sert bir faul yapmıştı. Maçın sonuna doğru da Palace bir penaltı kazanıp atamamıştı. Çok gergin bir maç sonu olmuştu. Normalde iki Britanyalı teknik adam karşılaşsa bir öfke seli çıkabilirdi buradan ama Guardiola, Roy Hodgson’ın yanına gidip onunla sohbet etmeyi tercih etti. Bu tip pozisyonların olabileceğinden ve de birbirlerine ne kadar saygı duyduklarından bahsettiler.

Şu günlerde belki sadece Eddie Howe ve Brendan Rodgers’tan bahsedebilirim; topa sahip olup, pasla oyunu ve tempoyu yönetmeye çalışan Britanyalı teknik adamlar olarak... İkisi, Guardiola’nın Barcelona’da yaptıklarından etkilenmiş görünüyor ama başka bir örnek yok.

Ancak şunu da unutmamak lazım; Premier Lig’de kısıtlı bütçelerle iş yapmak zorunda kalan teknik adamların savunma öncelikli futboldan gayrı bir çareleri kalmayabiliyor. Bahsettiğimiz taktisyen teknik adamların çoğu büyük güce sahip hücum takımlarını çalıştırıyor. Daha mütevazı kadrolarla onların karşısına çıkacak Britanyalı teknik adamların onların oyununu benimseyip başarı kazanmaları çok çok zor. Bu yüzden, belki de genç teknik adamların Hollanda, Almanya, Portekiz gibi ülkeleri gidip mantalitelerini geliştirmeleri ve çeşitlendirmeleri gerekiyor. Kendilerini gösterme şansını ancak böyle bulabilirler...

Socrates Dergi