Altın Avcısı

12 dk

İrem Yaman, ‘Altın Avcısı’ lakabını boşuna almadı. Neredeyse katıldığı her büyük turnuvada zirveye çıkan milli tekvandocunun sıradaki hedefi 2020 Tokyo.

İstanbul’da yaz sıcağını hissettiğimiz ilk günlerden biri... Socrates Bistro’da buluştuğumuz İrem Yaman’ın yüzünde, kısa süre sonra kelimelerine de yansıyacak özgüveni ilk andan hissedebiliyoruz. Geçmiş maçlarını konuşurken âdeta o günlere dönüyor, gelecek hayallerini dile getirirken ise gözleri parlıyor. Kendini ifade becerisine şapka çıkararak, kayıt tuşuna basıyorum...

Çoğu sporcu büyükler kategorisine geçerken alışma sürecine ihtiyaç duyar. Ama siz 2015 Dünya Şampiyonası’nda ilk adımı altınla attınız ve o günden beri de geriye bakmadınız. Ana sahneye ilk geçişte hiç “Acaba?” dediniz mi?

Benim ilk uluslararası maçım 2014 Ümitler Avrupa Şampiyonası’ydı. Oraya giderken atmosferi merak ediyordum. Türkiye’deki gibi değil, her şey daha profesyonel...

Milli takıma çok geç girmiştim ben, uzun yıllar verdiğim bir emeğin karşılığıydı o şampiyonluk. Genel kanı vardır; ilk gidenden üçüncülük beklenir, ikincilik beklenir ama zafer beklenmez. Aynı zamanda antrenörlüğümü de yapan babamla birlikte hep şampiyon olacağız diye bekliyorduk. Sonuç güzeldi, hızlı bir giriş oldu. Hemen arkasından da o akşam “Ben Dünya Şampiyonu olacağım!” dedim. Kendimi hep birincilik kürsüsünde hayal ediyordum.

O şampiyonadan sonra 2016 Rio için kota alabileceğiniz de konuşulmuştu ama olmadı. O aradaki bir yılı, kota mücadelesini nasıl hatırlıyorsunuz?

2014 Avrupa Ümitler Şampiyonası ve 2015 Dünya Şampiyonası beni bir anda olimpiyat kotası yarışına yönlendirdi. Oraya ilk altı gidiyordu; bense beşinci sıradaydım. Benimle beraber yarışan arkadaşım dördüncüydü ve puan farkı çok azdı.

Uluslararası mücadelelere 2014 Avrupa Ümitler Şampiyonası’yla değil de 2013 Dünya Şampiyonası’yla başlasaydım bugün belki bir olimpiyat şampiyonu olacaktım. Şöyle bakıyorum; 2016 Rio’ya gidemedim ama o dönem biraz daha acemiydim. Belki o olimpiyatta altın alamayacaktım. Şu andaysa 2020 Olimpiyat Oyunları’na kendimi çok hazır hissediyorum. Her şeyin daha farkındayım. Bu farkındalıkla 2020’de altın madalyayı alacağımı düşünüyorum. Hazırım.

2015 Dünya Şampiyonası

Bir ay önce Hollanda Açık turnuvasına gitmiştik puan toplayıp rakipleri görmek için. Orada ilk maçımda, 2015 Dünya Şampiyonası ilk turunda da karşılaşacağım İranlı Shokraneh Izadi’yle tatamiye çıktım ve beni 7-4 yendi. Hollanda öncesindeki beş-altı Açık şampiyonasını kazanmıştım. O yüzden Izadi’yi tek rakibim olarak görüyordum. Ona göre çalıştım biraz ve ilk tur kurasında onunla yollarımız kesişti. Kendi kendime “Hollanda’da Izadi’ye yenilmemin bir sebebi vardı; Dünya Şampiyonası’nda onu yenmek” demiştim.

Bunu avantaja çevirdim, her hareketini biliyordum, altın vuruşla kazandım. O maçta finalden daha çok sevinmiştim neredeyse. Çeyrek finaldeyse rakibim Tayvanlı Li Yi-Ching’di. Açık turnuvalarında hep Avrupalılarla oynamaya alışıyorsunuz. Artık büyük sahnede Asyalı rakiplerin de olduğunu anlıyorsunuz. İki ekolün çalışma tarzları farklı. Antrenman sistemleri arasında yine farklar var. Maçı yine son anda koparmıştım, aynı zamanda derece maçımdı. Dereceyi alınca gerginlik de gitti ve kalan turlar çok daha rahat geçti.

Finali farklı bir skorla aldım ki bu da büyük bir mutluluktu. Son anda yapılan bir altın vuruşla değil de daha rahat kazanmak harikaydı. Ben sevinmeye biraz erken başlamıştım hatta orada: Kaskımı çıkardım, sevinirken bir baktım daha maç saatinde 00:01 yazıyor... Hakem kaskı taktırdı, sonra bir kez daha sevindik. O da bizim hikâyemiz olmuş oldu. Oradaki heyecan çok çok başkaydı. İlk kez dünya şampiyonu oluyorsunuz... Ben bu sezonki Grand Slam şampiyonluğuna kadar hep dünya şampiyonluğumu hatırlıyordum. O anki heyecanı, o anki mutluluğu...

Babanız Hasan Yaman uzun yıllar tekvandoyla uğraşsa da ablanız ve sizin spora adım atışınız anneniz vasıtasıyla olmuş. Babanızın şüpheleri mi vardı, yoksa anneniz hızlı mı davrandı?

Annem biz doğmadan önce hayal kurmaya başlamış. Babamın tekvando kıyafetlerini yıkarken “Umarım ileride çocuklarımınkini de yıkar, onları ellerinden tutup salonlara götürürüm” gibi hayalleri varmış. Babama hep “Haydi çocukları spora başlatalım” derdi. Çocuklar bir spora çok erken yaşta başladığında ileride bir bıkkınlık yaratabiliyor. Bu yüzden babam daha temkinli davranıyor ve doğru zamanı bekliyordu. Bir gün yolda yürürken annem “Tekvando dersleri başlamıştır” afişini gördü belediyenin; hemen rotamızı değiştirdi. Gezmeye giderken spor salonuna döndük. Akşam yemekte oturuyoruz, babama “Ben bugün uzun zamandır beklediğim bir ânı gerçekleştirdim” dedi. Babam ne yaptığını sorunca “Kızları spora yazdırdım; kıyafetlerini de aldım, yarın başlıyorlar” diye cevap verdi.

Bizi annem götürüyordu salona, babam da izlemeye geliyordu. O gelince daha çok heyecanlanıyordum çünkü sporu biliyordu. Hep bana bir hatamı söyleyecek diye bekliyordum ama o hiçbir şey söylemiyordu. “Çok iyi gidiyorsunuz, bravo!” deyip geçiştiriyordu. Sonra bir gün “Ben spor salonu açıyorum, artık beraber çalışacağız” dedi. O haberi aldığım gün en mutlu günlerimden biridir.

Babamın salonunda farklı bir atmosfer oldu. Tempo arttı, iki saat antrenman yapıyorduk ama tüm enerjimi harcıyordum o iki saatte. Maçlar başladı, babam yensem bile hep bir uyarıda bulunmaya, “Kazandın ama şuralara dikkat et” demeye başladı. Bir turnuva kazanıyorum, eve dönüyoruz, “Baba şunu da ne güzel yapmışım, gördün mü?” diyorum, hep aynı cevap: “Evet ama şunu da yapmadın...” Bugün dahi değişmedi, hep bir kulp takıyor. Ama dönüp bakıyorum, beni sürekli sporun içinde tutup hedefime odaklanmamı sağladı bu diyaloglar. Babam, hayattaki en büyük şansım.

"Babam hayattaki en büyük şansım. Babalık ve antrenörlük dengesini çok iyi kurabiliyor."

"Babam hayattaki en büyük şansım. Babalık ve antrenörlük dengesini çok iyi kurabiliyor."

Çok da zor bir denge aslında... Mary Pierce’ın babasıyla yaşadığı sorunlar hep anlatılır örneğin. ‘Yeter!’ dediğiniz oldu mu?

Babalık ve antrenörlük dengesini çok iyi kurabiliyor. Belki baba olarak kıyamayacağı şeyleri antrenör gözüyle değerlendirip, kabullenebiliyor. Çok büyük fedakârlık tüm bu yaptıkları. Öte yandan küslüklerimiz de oldu elbette. Ama bir sonraki antrenmana kadar sürdü en fazla. Konuşuyoruz, barışıyoruz, sarılıyoruz ve bu da yeniden odaklanmamı sağlıyor. Ben bazen “Belki biraz küsersek bana yanlışımı söylemez” diyorum ama nafile; hemen eksikler, hatalar sıralanıyor. Ancak “Sen yanlış yaptın” değil de “Biz yanlış yaptık” demesi, bu dili kullanması, beni her zaman rahatlatıyor. O zaman yükün sadece sende olmadığını anlıyorsun, sana omuz verecek birinin yanı başında olduğuna ikna oluyorsun.

2016 Avrupa Şampiyonası

İlk turda Tuğba Ayva’yı, sonra Azeri Eris Yaprak’ı ve yarı finalde de Türk asıllı Alman Rabia Güleç’i geçmiştim. Art arda üç Türk’le oynadıktan sonra finale kalmıştım. O sahnede yer alan sporcular artık dili, dini, ırkı bırakıp “Karşımdakini nasıl yenebilirim?” diye bakar. Ama garipti, maça çıkarken antrenörüm arkamda bana taktik veriyordu. Bakıyordum karşımdaki kız da kafa sallıyordu. Ben de antrenörüme baktım, “Onu şimdi yapamam, sonra yapacağım” der gibi...

Artık babanızla beraber farklı antrenörlerle de mesai harcıyorsunuz...

Her zaman babamın çatısı altında çalışıyorum ama teknik-taktik olarak farklı bilgi birikimi olan hocalardan kendime bir şeyler katmaya çabalıyorum. Şu anda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeyim, orada geçmişte çok başarılı olmuş Fırat Pozan’la antrenmanlarımı devam ettiriyorum. Sporu bırakalı henüz üç yıl oldu, çok canlı, tatamiden kopmamış ve taze durumda. Herkesten bir şeyler alıp bunu tatamiye yansıtabiliyorsanız işte o zaman farklılaşabiliyorsunuz ve başarı da geliyor.

2017 Dünya Şampiyonası

Bir ilki gerçekleştirmek istiyordum orada. Kadınlarda iki kez dünya şampiyonu olan sporcumuz yoktu. Bunun için çalıştım, hazırdım. Belki de aşırı motivasyon zarar verdi. Benim maçlarım son gündü ve o zamana dek herkes “Sen zaten şampiyonsun, bir altınımız daha var cepte” gibi şeyler söylüyordu. Bir taraftan da baskı altında hissettim. Bir ay kala maça hazırlanıp kıyafetlerimi unuttuğumu, ismim anons edildiğinde gidemediğimi, bu tür olmayacak şeyleri rüyalarımda görmeye başladım. Hep olumsuzluk vardı bilinçaltımda. Sınava girerken hisseder ya insanlar, onun gibi. 2015 ve 2016’da kaybetmemiştim, sıkletimde bir numaraydım. Bu beklentiyle ilk maçıma çıktım. Tatamide antrenörümü dinlerim ama o gün duymadım. “Duyamıyorum seni” diyorum antrenörüme. Kötü bir şeydi. (Gözyaşlarını silmek için duraksadıktan sonra) Çok şaşırmıştım. Tribünde bağıran arkadaşımı duyuyorum, yanı başımdaki antrenörümün sesini duyamıyorum. Heyecandan oldu. Yine de yapabilirdim. Bir ay sonra başka bir turnuvada yine ilk turda karşılaştık ve rakibimi yendim. Acı hatıralarımdan biriydi bu da...

Çok üzüldüm. Türkiye’ye döndükten sonra hep uyudum. Hiçbir şey yiyip içmek istemiyordum. Rakibime bir puanla, yumrukla yenildim ki olmayacak bir şeydi. Hiçbir hakem puan basmaz orada ama o gün basacakları tuttu. Uyanık kaldığım her an o son saniyeler aklıma geliyordu. Herkes beni ayağa kaldırmaya çalıştı. Bir süre sonra, “Sen dünya şampiyonusun, yeniden şampiyon olduğunu göstermelisin” dedim. O yenilgi bana çok şey öğretti. Şöyle bakıyorum; orada stres yaptım, yenildim ama bu psikolojiyi artık kaldırabiliyorum. Belki o mental çöküş olimpiyat şampiyonluğunu elimden alacaktı. Ancak Tokyo’da kesinlikle böyle bir stres yapmayacağım.

Birçok sporcu “Okulla antrenmanlar bir arada yürümüyor” diye şikâyet eder ancak siz bir de üzerine yüksek lisans yapıyorsunuz...

Yapı olarak okumayı, araştırmayı seviyorum. Her şeyi bilimsel olarak en doğru şekilde öğrenmeye çalışıyorum. Benden sonraki nesillere örnek olabilmek için “Okul bir an önce bitsin” algısını yıkmak istiyorum. Yüksek lisans derslerimi tek güne topladım; çarşamba günleri sabah Konya’da derse girip akşam İstanbul’da antrenmana yetişiyorum.

2018 Grand Slam

İki kez olimpiyat şampiyonu Jade Jones’la karşılaştım. Yakın bir maç oldu. Dünya Şampiyonası’nda kaybettiğim maçı o da izlemiş herhâlde, son anlarda onun da bir yumruk denemesi oldu. Jones’la oynamadan önce onun her hareketini ezberlemiştim. Antrenörümle geride olursam ne yapacağımı, önde olursam ne yapacağımı detaylı olarak çalışmıştım. Bir anda kendimi 3-0 geride buldum. “Tamam sakin” dedim; süreye baktım, daha zaman vardı. Önce 3-3’e getirdim durumu, akabinde de 5-3 öne geçtim. Hangi noktalardan puan alabileceğini kafamdan geçirdim ki tam da o şekilde puan aldı ve altın vuruşa gittik. Orada yumruk deneyeceğine emindim. Altın vuruşta hakem inisiyatifine kalıyorsunuz. Bazen hiç olmadık yerde rakibi tuttun diye ceza verebilirler ve maçı kaybedebilirsin. Ya da Dünya Şampiyonası’ndaki gibi ortada bir yumruğa puan verebilirler. Jones’un yumruğu elime gelmişti, şöyle bir baktım, hakemler elime geldiğini gördüler mi diye. Neyse ki görmüşler... Devam ettik ve en çok vuruş yapan ben olduğum için galip geldim.

“En mutlu olduğun an, son maçındır” derler; ben de Grand Slam’i en mutlu ânım olarak hatırlıyorum. Maçı çevirdiğim son kısım harikaydı. İki ay boyunca oraya odaklanmıştım. İlki düzenlenen saygın bir turnuvada şampiyon olmak çok özel. Grand Slam yirminci kez düzenlendiğinde dahi “İlk şampiyon kimdi?” sorusu sorulacaktır. Ben mesela dünya şampiyonu olduktan sonra ilk şampiyon kimmiş diye bakmıştım; insan merak ediyor. Şimdi aynı soruyu Grand Slam için soranlar “İrem Yaman” cevabını alacak. Çok güzel bir duygu... Dünya Tekvando Federasyonu, bu turnuvadan sonra bana “Olimpiyat şampiyonunu yendi, 2020 Tokyo’nun şampiyonu geliyor” diye bakmaya başladı. Rekabet arttı, beklentiler arttı. Güzel bir şey bu, rekabeti seviyorum. Rekabetin olduğu yerde başarı da olur.

Bu yılın başındaki Grand Slam’le birlikte 57 kiloda yarışmaya başladınız. Daha önce 62 ve 67 kilolarda da izlemiştik sizi. Sıklet tercihlerini yaparken nelere dikkat ettiniz?

Sıklet seçimi stratejik kararlara göre yapılan bir şey. Tekvandoda normalde sekiz sıklet olmasına rağmen olimpiyatlar dört sıklette gerçekleşiyor. Dünya ve Avrupa şampiyonalarında 62 kiloda yarışıyorum ama olimpiyatta ya 57 kilo ya da 67 kilo yapmalıydım. Ben 57’yi seçtim. Çünkü fiziki ve teknik avantajlarımı daha iyi kullanabilecektim. 57 kilodaki ilk turnuvamı da Grand Slam’de son olimpiyat şampiyonu Jade Jones’u yenerek şampiyon tamamlayınca “Bu kilo benim kilom” dedim.

İleride olimpik sıkletlerde bir artış bekliyor musunuz?

Sürekli dile getirilen bir konu bu. Kendi sıkletinde kalmak en iyisi aslında ama ben ya kilo almak ya da vermek zorundaydım örneğin. Bir de 53 kilolar da 57’ye yazılıyor genelde. O yüzden mesela ben 53’teki sporcuları, 57’dekileri ve 62’dekileri izlemek zorundayım, rakiplerimi tanımak için. Bana kalırsa tüm sıkletler olimpiyatta da olsun, herkes rahat etsin. Ama yakın zamanda böyle bir değişiklik öngörmüyorum. Dünya Tekvando Federasyonu bunu ister ama nihai karar Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nde (IOC) ve daha rekabetçi bir ortam yaratmak için dört sıkletle devam etmeyi uygun görüyorlar.

Tekvando, spor basınımızda kendine büyük puntolar bulabilen bir spor dalı değil ama olimpiyat tarihimize baktığımızda en fazla madalya topladığımız üçüncü branş. 2000’den bu yana sürekli başarı üreten bir dal olarak federasyonla birlikte tekvandodaki yerimizi daha geniş kitlelere aktarmaya yönelik çalışmalarınız var mı?

Bunun için çok çaba gösteriyoruz. Başarılarımız ortada. Türkiye olarak tekvandoda çok iyiyiz, son olarak Avrupa Şampiyonası’nda üç altın çıkardık. Bu başarılarla birlikte 2020 Tokyo Olimpiyatı’na kadar tekvandonun daha çok duyulacağını düşünüyorum. Bundan önce tekvando denince hep Servet Tazegül, Bahri Tanrıkulu gibi isimler akla gelirdi. Artık bizim görünürlüğümüzle birlikte ilginin daha da artacağını düşünüyorum.

2018 Avrupa Şampiyonası

Babam ilk defa uluslararası bir şampiyonada yanımdaydı. Hep heyecan olur ama babamın yanımda olması bunu katladı. Babamla birlikte sevinç yaşamak istiyordum. Şampiyonluktan sonra en yakınına sarılıyorsun ama bugünlerin hayalini kurduğun kişiye sarılmak, hele ki o kişi babansa, mükemmel. Finalde yendiğim Marta Calvo Gomez’in röportajlarını okudum. “Şu anda en iyi rakibim İrem, o solak olduğu için iyi eşleşemiyorum” gibi açıklamaları vardı. Artık bana karşı taktik üretmeye çalışıyor, her maçta farklı planla geliyor ama onun açısından sonuç olumlu olmuyor. O da 62 kiloda yarışırken olimpiyat için 57’ye kayıyor benim gibi. Bu yüzden sık karşılıyoruz. Umarım ona karşı yakaladığım başarı istikrarım olimpiyatta da devam eder.

Her sıklette iddialı olabilecek sporcular da yetişirken...

Kesinlikle. Artıyor ve değişiyor. Asıl önemli olan da sporcuların değişmesi bence. Biri ikiüç kez olimpiyata gidiyorsa onda doymuşluk oluyor. Bizdeyse açlık var. Bu açlığı biz Tokyo’da göstereceğiz, diğer nesiller de sıradaki olimpiyatlarda bunu gösterecekler. Bu devinimi sağlarsak şampiyonluklar, madalyalar daha da artacak. Ben olimpiyat açlığı yaşıyorum ve bunu da altın madalyayla sonuçlandırmak istiyorum. Ben gümüş ya da bronz madalya alacaksam olimpiyata gitmek istemiyorum. Hedefim sadece olimpiyata katılmak değil, orada altın madalya almak.

Socrates Dergi