İşgal Günlerinde NBA...
17 dk
Michael Jordan'ın tozu dumana kattığı yıllarda NBA'de başka olağanüstü yıldızlar ve koçlar da vardı. Pat Riley'den Karl Malone'a, Charles Barkley'den Jerry Sloan'a... Ama hepsinin şanssızlıkları ortaktı.
Michael Jordan'ın rekabetçiliği ile ilgili sayısız hikâye dilden dile anlatılır. Arkadaşının anneannesiyle papaz kaçtı oynarken eline bakmasından maç içinde kendisine laf atan Dikembe Mutombo'ya ibret olsun diye gözü kapalı faul atmasına, antrenmanda yeterince çalışmadığı için takım arkadaşını yumruklamasından kenardan kendisine "Kısaların üzerinden smaç yapıyorsun, uzun birini bulsana" diye laf atan seyirciye ibret olsun diye Utah Jazz pivotu Mel Turpin'in üzerinden smaç yapmasına kadar sayısız öykü vardır. Çünkü Jordan, psikopatlık ölçeğinde rekabetçi karakteri nedeniyle, başardıklarıyla asla yetinmedi. Sürekli daha fazla kazanmaya programlanmış bir makine gibi asla bıkmadı. Her rakibi kendine bir meydan okuma, her maçı bir hayat memat meselesi, her sezonu bir var olma savaşı gibi gördü. Nitekim onu asıl tanımlayan da olağanüstü yeteneklerinin yanında bu asla tatmin olmayan kazanma hırsı oldu. Büyük İskender gibi, Cengiz Han gibi fethetmeye doyamadı. Asla yetinmedi, asla yorulmadı.
Tarihin normal döngüsünde hanedanlar yükselir. Ama belli bir süre sonra daha dinamik, daha genç hanedanlar çıkar ve bayrağı devralır. Bu döngüyü kırabilecek ve çıktığı zirvede kalabilecek yetenek ve irade ise nadiren gelir. Zira yukarıda kalmak, yukarıya çıkmaktan hep daha zordur. Herkes tepeye göz dikmiştir, zirvedeki de artık herkesle mücadele etmek zorunda kalır. Başarıyı tatmamış aşağıdakilerin açlığı ve isteği kalmamıştır tepede. En azından çoğu zaman... Jordan'da ise hep vardı. Herkesten fazla vardı. Ve bu uğurda elindekini almak isteyen herkesi ezip geçti. Hem de ne ezmek... Şampiyon olduğu altı sezonda sadece iki defa play-off'ta yedinci maç oynadı. John Wick gibiydi. Fazla uzatmadan, bitireceği yerde bitirdi işini. Kimseye acımadı, yoluna kimse çıkamadı.
Dolayısıyla MJ, 1990'lı yıllara tamamen damga vurdu. 1991-98 arası altı şampiyonluk kazandı. Arasına iki sezonluk beyzbol molası verdiği iki tane 'Three-Peat' yaptı. Bu dev fetih sırasında hanedan rüyası kuran pek çok krallığı ezip geçti. Ve tarih hep kazananlar tarafından yazıldığı veya olaylara kazananın penceresinden bakıldığı için bu süreçte ezdiklerinden çok az bahsedildi. Ama onlar da onurlu liderlerin sürüklediği, onurlu krallıklardı. Sadece Cengiz Han'la, Büyük İskender'le aynı döneme denk gelme şanssızlığına uğradılar.
Jordan, imparatorluğunu kurarken yıkılmakta olan iki hanedanın son kalıntılarını tarihe gömdü. 1991'de ilk yüzüğüne ulaşırken daha önce Doğu Konferansı'nın efendisi olan, kendi yolunu sürekli kesen Detroit Pistons'ın 'Bad Boys'unu denize döktü. 1988, 1989 ve 1990'da bir kez doğu yarı finali, iki defa da doğu finaline gelmiş, üçünde de Pistons'a yenilmişti. 1991'de yine doğu finaline geldi ve 4-0'la ezip geçti rakibini. Isiah Thomas, Joe Dumars, Bill Laimbeer'lı son iki sezonun şampiyonunu devirerek devranın döndüğünü gösterdi. Ardından 1980'li yılları domine eden ama artık kariyerinin sonuna gelen Magic Johnson, Byron Scott, James Worthy'li Showtime Los Angeles Lakers'ı finalde yendi ve yeni dönemi ilan etti. Bad Boys ve Showtime olarak anılan, kendi dönemlerini tanımlayan iki hanedanı tarihe gömdü Majesteleri. Bu lakap ne kadar da yakışıyor, değil mi?
Taht Savaşları
Pistons ve Lakers, 1991'le birlikte tarihe karışırken ertesi sezon Chicago Bulls'un karşısına yeni taht adayları çıktı. Cleveland Cavaliers ve Portland Trail Blazers... Cavs, Mark Price-Brad Daugherty ekseninde o zamanlar için ilginç derecede modern bir takımdı. Baştan aşağı oyun zekâsı fışkıran oyunculardan kurulu, o dönem için görülmemiş ölçekte şutörlerle bezenmiş, zamanının ötesinde bir takım. Cleveland'ın zarafetini ve modern şuta dayalı oyununu daha iyi hücum ederek geçmek imkânsızdı. Bulls da bunu savunmayla yaptı. Normal sezonda 109 sayı ortalama ile oynayan Cavaliers'ı doğu finalinde 95.5 sayı ortalamada tuttular. NBA Finali'nde ise Portland karşılarına geldi. Jordan bu seriyi de kişisel mesele hâline getirdi. Kendisinden bir sene önce lige giren ve Portland'ın 1984 Draft'ında "Zaten kadromuzda bir şutör guard'ımız var" diye Jordan'ı seçmemesine neden olan, hâlihazırda ligin en iyi ikinci iki numarası olarak gösterilen Clyde Drexler'a mesaj vermek istiyordu. Verdi de. Hem de ne mesaj... Jordan seride yüzde 53 şut isabetiyle 35.8 sayı, 6.5 asistle oynarken büyük oranda eşleştiği Drexler'ı yüzde 41 isabet ve 24.8 sayı, 3 top kaybı ortalamalarında tuttu.
NBA tarihine efsane anlardan biri olarak geçen omuz silkme olayı da yine bu serideydi. Jordan'ın potaya uçuşlarını engellemek için tamamen içeriye kapanan rakip savunmaya karşı daha ilk maçın ilk yarısında 6 üçlük göndermesi, ünlü omuz silkme hareketini de beraberinde getirdi.
Her ne kadar 1992'de en çok bu iki seri öne çıksa da esas doğu yarı finali, Michael Jordan'ın tahtını tehdit edecek yeni bir krallığı işaret ediyordu. Pat Riley yönetimindeki New York Knicks, Detroit'in bıraktığı savunma odaklı acımasız sert basketbol mirasını sahiplenip sahneye çıkmıştı. Detroit'in küllerinden daha sert bir takım doğdu. John Starks, Mark Jackson, Xavier McDaniel, Charles Oakley, Anthony Mason ve Patrick Ewing'le Bad Boys'a bile rahmet okutacak sertlikle bir takım kurmuştu Knicks. O ateşli taraftarı ve New York şehrinin kendine has bıçkın karakteriyle harika bir sinerji yakalayarak Bulls'un karşısına dikildiler. Jordan'ın kariyerinde sadece iki kez tecrübe ettiği yedinci maçlardan ilki bu seride oldu. Basketbol anlamında kan gövdeyi götürdü seride. Ama yeni çıktığı tahttan inmemeye kararlı olan Majesteleri, yüzde 48 isabetle 31.3 sayı ortalaması yakalayarak tura uzandı. Chicago'daki son maçın skoru da çok şey anlatır: Bulls 110, New York 81. Belki de o serinin sertliği bir sonraki turda karşılaşacakları Cavaliers'ı devirmenin anahtarı olmuştur.

Ertesi sene de benzer senaryoyu izledik. Bu defa Cleveland'la New York'un yeri değişti. Bulls, doğu yarı finalinde Cavaliers'ı bu defa süpürerek geçti. Cleveland'ın nazik ve akıllı oyununu sert savunmayla perişan edip sadece tek bir maçta 90 sayının üzerine çıkmalarına izin verdiler. Ardından karşılarında çok daha kararlı bir Knicks vardı. Üstelik Doğu birincisi olarak ev sahibi avantajına da sahipti. İlk iki maçı New York'ta kazanıp 2-0 öne geçtiler. Sonrası yine kan, ter, gözyaşı. Maçların sertlik seviyesini anlatmak yetmez, izlemek gerekli. Özellikle dördüncü maçta Jordan o savunmaya 54 sayı atarak tarihte Knicks'e karşı play-off'ta en yüksek skora ulaşan isim oldu. Serinin kaderinin belirlendiği Madison Square Garden'daki beşinci maç yine NBA tarihine geçen efsane anlardan birine, Charles Smith'in üst üste dört kez bloklandığı pozisyona sahne oldu. Bol bol temas da vardı orada ama bu seride genelde birileri yaralanmadan faul çalınmıyordu. Knicks'in taktiği, en kritik topta hakemlerin düdüğü yutmasıyla Knicks'i vurdu.
1993, Chicago'nun üst üste üçüncü şampiyonluk yolculuğunun bıkkınlığı ile boğuştuğu, Jordan'ın asla yenilmeyi kabullenmeyen karakterinin ve başkaldırısının öne çıktığı yıl oldu. Nitekim bir kez daha Knicks'ten sıyrıldıktan sonra bu kez yorulmuş ve yıpranmış olarak henüz ayağa kalkan Phoenix Suns'la finalde karşılaştılar. MJ, Charles Barkley'nin o sezon En Değerli Oyuncu ödülünü almasını da kişisel mesele hâline getirmişti. Yorgun ve yıpranmış savunma basketboluna iyice adapte olan Bulls'a karşı açık sahada oynayan, atlet ve aç bir Suns vardı sahada. Tarihteki pek çok örnek gibi devir değişiyor denirken Jordan'ın muhtemelen kariyerindeki en görkemli play-off serisini bu finalde izledik. Phoenix'teki ilk iki maçı kazandı Bulls. Ama seri ilerledikçe Suns oyun sertliğine adapte olmaya başlamıştı. Yine de Jordan seriyi kısa kesmek istiyordu. Chicago'daki ilk, serideki üçüncü maçta her şeyini ortaya koydu ama üç uzatma sonunda kazanan Suns oldu. Sonraki maçta 55 atıp seriyi 3-1'e getirdi. Ancak uyuşturucu nedeniyle ligden uzaklaştırıldıktan sonra sezon ortasında dönen Richard Dumas'ın Barkley, Kevin Johnson ve Dan Majerle gibi yıldızlara katılması, hatta Barkley'yle birlikte takımın en iyisi olmasıyla işler terse dönmeye başlamıştı. Suns, Chicago'da beşinci maçı kazanıp seriyi tekrar evine taşıdı. Altıncı maçın son çeyreği ise bir başka epik hikâyedir. Herkesin artık bittiği o maçta, son çeyrekte tüm sayıları Jordan attı. Şampiyonluğu getiren John Paxson'ın son üçlüğü hariç... Final serisini yüzde 51 isabetle 41 sayı, 8.5 ribaund, 6.3 asist, 1.7 top çalma ortalamaları ile bitirdi. Hepsinden önemlisi yorgun, yıpranmış, bıkkın takımını tek başına üst üste üçüncü şampiyonluğa taşıdı.
Yeni Üçleme
Peşinden iki sezonluk malum ara geldi. Babasının öldürülmesiyle tetiklenen, sebepleri üzerine onlarca komplo teorisi üretilen bir kararla Jordan 1993'te kariyerinin zirvesindeyken sadece 30 yaşında emekli olduğunu açıkladı. Mart 1995'te dayanamayıp geri döndü. Ancak forma numarasını 45 yaptığı o yarım sezon pek yaramadı kendisine. Tekrar Cengiz Han kimliğine bürünmek için eski formasını giydi ve 1995-96 ile birlikte yeni bir fetih turuna çıktı. Önce 72 galibiyetle NBA rekorunu kırdı. Ardından yokluğunda imparatorluğuna göz diken yeni krallıkları birer birer dize getirmeye başladı. Önce eski rakibi Pat Riley'nin klasik sert basketbol tohumlarını attığı Miami Heat'i 3-0, ardından eski göz ağrısı Jeff Van Gundy ile aynı kırıcı oyunu sürdüren New York Knicks'i 4-1 geçti. Peşinden bir önceki sezon NBA Finali'ne giderken Jordan'ı eleyen Orlando Magic'le Doğu Finali'nde karşılaştı. Anfernee Hardaway ve Shaquille O'Neal'la NBA'in yeni süper yıldız ikilisini bir araya getiren, Jordan'ın eski takım arkadaşı Horace Grant'i kadrosuna ekleyen Magic, ligin yeni süper takımı olarak lanse ediliyordu. Ama Magic, bir önceki sezon Jordan'ı elemek gibi bir gaflete düşmüştü. Cengiz Han'ın gazabı çok yıkıcı oldu. 4-0'la ezdi Orlando'yu. Bulls, evinde 2-0'ı yakaladıktan sonra Magic'in son ümidi, Orlando'daki üçüncü maçtı. Ama Chicago, Orlando'yu 67 sayıda tutarak sadece seriyi değil, rakibinin özgüvenini ve geleceğini de öldürdü. Zaten daha sonra Hardaway sakatlanacak, Shaq ise Jordan'ın eziyetlerinden bıkıp kendisini Pasifik kıyılarına doğru atacaktı.
Penny-Shaq geleceğin en etkili iç-dış kombinasyonu olarak görülüyordu belki ama bu alanda tek değillerdi. Batı'da da artık oyunları olgunlaşmış müthiş iki iç-dış kombinasyonu zirveye çıkıyordu. Batı Finali'nde Gary Payton-Shawn Kemp liderliğindeki Seattle Supersonics, John Stockton-Karl Malone ikilisinin başrolünde olduğu Utah Jazz'i geçti ve Jordan'ın karşısına dikildi. Payton o zamanlar ligin en iyi dış savunmacısı olarak gösteriliyordu. Eldiven lakabı boşuna verilmemişti ama Jordan bunu da kişisel bir meydan okuma olarak aldı. Nitekim finali 4-2 kazanarak bir kez daha şampiyon olurken Payton-Kemp ikilisinin belki de yegâne tahta çıkma şansını yok etti.
O Jordan'ın basketbola döndüğü ve Dennis Rodman, Luc Longley, Toni Kukoc, Ron Harper gibi isimlerle tekrar kazanma iştahına kavuşan takım 72 galibiyet ve şampiyonluktan sonra yine yavaş yavaş aynı zirve döngüsüne girmeye başladı elbette. Ama iki sezon daha Jordan, Yavuz Sultan Selim edasıyla iyice yıpranan ordusuyla fetihleri sürdürdü. Gerektiğinde aynı Yavuz gibi ordusundan birilerini feda etmekten (Kerr'ü ve Longley'yi antrenmanda yumruklamıştı) asla çekinmeden... Bu arada tahtına aday olan başka takım ve prenslerin hayallerini de yıkarak elbette.
1997'de Pat Riley'nin Heat'i ilk defa aralarında korkunç bir rekabet olan Knicks'i geçmiş ve doğu finaline gelmişti. Ancak ilk iki turda önce Juwan Howard-Chris Webber'la eski Michigan ekibini toplayan Washington, ardından da Mookie Blaylock, Steve Smith, Dikembe Mutombo gibi isimlerle yeni çıkışa geçen Atlanta beyliklerini 3-0 ve 4-1'le ezdi Jordan. Ardından tahtın yeni adayı Miami'yi aldı karşısına. Riley önderliğinde Tim HardawayAlonzo Mourning ekseninde kurulan, savunma ağırlıklı ve sert diye tabir edilebilecek Miami'ye savunma ve sertlik nedir dersi verdi. Heat, 78.5 sayı ortalamada kalırken Jordan 30.2 sayı, 8 ribaund ortalamalarla finale giden taraftı.

Finalde ise belki de şampiyonluk yolculuğunda en çok hayal kırıklığına uğrattığı takımla karşılaştı. Batı'nın yeni kralı, NBA tarihinin en çok asist yapan ve en çok top çalan oyuncusu John Stockton ve NBA tarihinin en çok sayı atan ikinci ismi Karl Malone'un başı çektiği Utah Jazz'di. Jerry Sloan koçluğunda aşırı disiplinli bir takımdı Utah. Elbette bu, Jordan'a sökmedi. Seri 2-2'ye geldikten sonra Utah'taki beşinci maçta 38.5 derece ateşle sahaya çıktı Majesteleri. Ünlü Flu Game'de 38 sayı, 7 ribaund, 5 asistle galibiyeti, hemen ardından da 4-2 ile şampiyonluğu getirdi. Ertesi yıl Utah'a yine aynı tarifeyi uyguladı. Bu arada Doğu'da yeni yükselişe geçen Indiana Pacers'la yedinci maç oynamak zorunda kalmıştı. Ama bir kez daha yıpranan, doyan, bıkan takımını şampiyonluğa ulaştırdı.
Görkemli yolculuğunda büyüklü küçüklü o kadar şampiyonluk adayını, yıldızı hüsrana uğrattı ki... Saymak zor ama birkaç örnek vermek gerekirse oyuncu olarak John Stockton, Karl Malone, Alonzo Mourning, Tim Hardaway, Reggie Miller, Patrick Ewing, Charles Barkley, Anfernee Hardaway, Gary Payton, Shawn Kemp, Clyde Drexler, Magic Johnson; koç olarak Pat Riley, Larry Bird, Jeff Van Gundy, Jerry Sloan... Bunlar basketbol tarihinde özel yerleri olan isimler. Ama 75 yıllık NBA tarihinde Michael Jordan'la aynı döneme denk gelme şanssızlığına uğradılar işte.