İstanbul'un Kayıp Şampiyonu

14 dk

Türkiye’de sporun başkenti İstanbul olarak görülebilir. Köprü niteliğindeki bu şehirden çıkan şampiyonların bazıları unutulmazlar arasına girdi, bazıları da arşiv sayfalarına sıkıştı.

14 Haziran 1981 günü, Cebeci Stadı’nın ortasında futbolcular şampiyonluk kutluyordu. Tarihi stadyumda, daha önce defalarca olduğu gibi yine birileri mutlu sona ulaşmıştı. Bu sefer kazanan İstanbul’un Yeldeğirmeni kulübüydü ve takım Türkiye Amatör Şampiyonası’nı kazanırken, şehrinin dünyaca bilinen kimliğine uygun bir sentez oluşturmuştu. O şampiyonluk gününün öncesi, Batı’nın sinema ve romanlarında rastlanan romantik bir başarı hikâyesiyle bezeliydi. Gişe yapan spor filmlerine ilham olabilecek kadar sürükleyici ve şaşırtıcıydı. Şampiyonluktan sonraki süreç ise Doğu’nun sistemsizliğine ve esnekliğine uygun bir şekilde ilerledi. 1980’deki askeri darbenin ilk yılında İstanbul’a kupa getiren tek futbol takımını yeniden, hatta belki de ilk defa hatırlıyoruz.

Türkiye Amatör Şampiyonası, ülke futbolunun profesyonelliğe geçişinin ardından, amatör takımların yer aldığı bir turnuva olarak oynandı. Şimdilerin Bölgesel Amatör Ligi’nden farklı olarak; profesyonel kulüplerin genç takımlarının da yer alabildiği, aynı zamanda güçlü şehir takımları ve köklü semt takımlarını bir araya getiren zorluk derecesi yüksek bir organizasyondu. Bunun önemli nedenlerinden biri, ülkenin sadece iki profesyonel lige sahip olmasıydı. Yani, ülkenin en iyi 55-60 takımının ardından amatörler geliyordu. Şimdilerde bu sayı 120’lere yaklaşmış durumda. Haliyle, o dönemde ülkenin dört bir yanından gelen takımların oluşturduğu turnuvayı kazanmak oldukça zordu. Ülke sporuna adeta hükmeden İstanbul takımları bile bu alanda pasif kalmış, 1952’de şampiyon olan Galatasaray’dan sonra İstanbul’dan hiçbir takım turnuvada finale dahi çıkamamıştı.

İstanbul’un mütevazı semt takımı Yeldeğirmeni, 1980-1981 sezonu öncesi işinin zor olduğunu biliyordu. Büyük beklentiler yoktu. Kulüp başkanı Orhan Kaya Tok, futbolu seven bir Yeldeğirmeni sakini olarak göreve gelmişti. Kardeşleri takımın futbolcusu, semtin diğer gençleri de onların takım arkadaşıydı. Sezona Fenerbahçe’nin eski futbolcusu Nedim Günar’ın teknik direktörlüğünde başlandı. İşler ilk etapta fena da gitmedi. İstanbul içindeki ilk grup mücadelesi liderlikle sona erdi. Böylece grup liderlerinin yer aldığı lig usulü play-off’a katılım hakkı elde edildi. Maçların başlamasından kısa bir süre önce ise Yeldeğirmeni’nde görev değişimi yaşandı. Nedim Günar’ın yerine Samim Emek getirildi.

Profesyonel takımları çalıştırmasıyla bilinen Emek, özel hayatı ile ilgili nedenlerden dolayı o dönem teknik direktörlük yapmıyordu. Fakat onu tanıyan Yeldeğirmeni yetkilileri, amatör bir kulüp olmanın avantajıyla Emek’i takımlarına çağırdılar. Haftada iki-üç gün ve akşam saatlerinde yapılacak idmanlar, Samim Emek’in görevi kabul etmesinde belirleyici etkendi.

Samim Hoca yönetimindeki Yeldeğirmeni, İstanbul Şampiyonası’nı ikinci sırada bitirdi. Dönemin en başarılı amatör kulüplerinden biri olan Tophane Tayfun, şampiyonada Yeldeğirmeni’ni mağlup eden tek takım oldu. Ligin sonunda iki takım el ele Türkiye Şampiyonası’na katılma hakkı kazandı. Bu etapta Zonguldak Ereğli, Eskişehir Havagücü ve Bozüyükspor ile karşılaşıldı ve grup, yenilgisiz şampiyon olarak tamamlandı. Bir sonraki aşamada ise Babaeski, Ankara Et Balık ve Çorluspor takımları alt edilerek, altı takımın gideceği Ankara bileti kazanıldı.

Cebeci'de Yıldız Savaşları

Yeldeğirmeni son iki grubu zirvede bitirse de Ankara’ya geldiğinde favori değildi. Turnuvada iki takım göze çarpıyordu. Biri Rizespor’un genç futbolcularının oluşturduğu Rizespor amatör takımıydı. Trabzonspor gibi güçlü ekipleri saf dışı bırakmışlardı. Takımın yıldızı, o dönem sol açıkta oynayan Hasan Vezir’di. Turnuvanın bir diğer favorisi de Muğlaspor’du. Ege temsilcisinin genç ileri üçlüsü göz kamaştırıyordu. Özellikle de sol açık Sercan Görgülü ile santrfor Ertan Tanyel’i besleyen, biraz çelimsiz ama hızı ve tekniğiyle büyüleyen sağ açık Rıdvan Dilmen… Yeldeğirmeni’nin en büyük avantajı Muğlaspor ile Rizespor’un aynı gruba düşmesiydi.

Yeldeğirmeni’nin Ankara’daki ilk maçı olaylı geçti. Samsun Fener ile karşılaşan İstanbul ekibi, 1-0’ı buldu, son bölüme girilene kadar da skoru korumayı başardı. Maçın 81. dakikasında ise ortalık karıştı. Tartışma yaratan bir hakem kararının ardından Samsun ekibi sahayı terk etti, devamında da turnuvadan ihraç edildi. Üç takımın yer aldığı grupta, Samsun Fener’in iki maçı da rakiplerinin lehine 3-0 olarak tecil edildi. Liderliği elde edecek ve dolayısıyla final bileti alacak takım son maçta belli olacaktı.

Yeldeğirmeni’nin kader maçındaki rakibi Kayserispor’du. 90 dakikanın sonunda kazanan çıkmadı. 2-2 biten maçın ardından finali oynayacak takım kurayla belirlenecekti. Başkan Orhan Tok, kura çekimini komik bir anıyla anlatıyor:

“O gün kura çekileceğini bilmiyor, uzatmaları bekliyordum. Hakem odasının önünden geçip soyunma odasına gidecektim. Gençlik Spor Genel Müdürlüğü (GSGM) temsilcisi beni gördü, ‘Gelsene’ dedi. İçeri girer girmez iki tane kağıt attı ortaya. Ben hemen birini aldım. ‘Ne bu?’ diye sordum. Birinciyi belirleyeceklerini söylediler. Ben de karşı çıktım ve ‘Kurayı kabul etmiyorum’ dedim. Böyle bir çıkış yapınca Kayserispor Başkanı ve diğer yetkililer ‘Ne demek kabul etmiyorum, statü böyle’ demeye başladılar. Ben de, kağıdı onlara gösterip ‘İyi o zaman grup birincisi benim, hadi eyvallah’ diyerek gittim.’’

Bütün bunlar olurken, diğer grupta iki maçını da kaybeden Rizespor evine dönmek zorunda kaldı. Yeldeğirmeni’nin finaldeki rakibi Muğlaspor olmuştu.

Hemen tüm amatör kulüplerin yaşadığı imkânsızlıklara rağmen finale kadar gelen Yeldeğirmeni, son 90 dakika öncesinde sahaya sadece 14 futbolcuyla çıkabildi. 14 futbolcudan biri de mahallenin gençlerinden kaleci Erdinç’ti. Lisansı bulunduğu için kadroya dâhil edilen, idmanlarda dahi kaleye geçmemiş olan Erdinç, yedek kaleci olarak kulübede yer bulmuştu. Bu şartlar altındaki maçın favorisi de doğal olarak Muğlaspor’du. Yeldeğirmeni stoperi Hasan Olpak da Muğlaspor’un finale kadar oynanan maçlarını tribünden izlediklerini ve o maçlarda Rıdvan Dilmen ile arkadaşlarının güçlerini gösterdiklerini belirtiyor.

Ege temsilcisi final maçı boyunca favori olmasının hakkını veren bir futbol oynasa da, golü bulan taraf savunmayı düşünen Yeldeğirmeni olacaktı. 42. dakikada Erdal Tok’un sağdan ortasına kafayı vuran Küçük Adnan topu ağlara gönderdi ancak golün sevinci kısa sürdü. Maçın hakemi Celal Türk, devre bitmeden Salih’i oyundan atarak Yeldeğirmeni’ni 10 kişi bıraktı. Soyunma odasına 1-0 önde giren bordo-beyazlı takım, aynı zamanda bir kişi eksikti ve önlerinde koca bir 45 dakika vardı. Fakat sahaya geri döndüklerinde ikinci golü atmayı başardılar. Sol çaprazdan çektiği şutla fileleri havalandıran Büyük Adnan (Tok), takımını rahatlattı. Adnan Tok, başkan Orhan Tok’un takımda oynayan kardeşlerinden biriydi ve pek fazla gol atabilen biri de değildi. Orhan Tok, kardeşinin attığı golden sonra 400 metre boyunca koşmasını unutamadığını söylüyor. 63. dakikada ise Muğlaspor’un golü Abdurrahman’dan geldi. Rıdvan-Ertan-Sercan üçlüsü o gün skoru değiştirememişti. Ertesi sezon Boluspor’da takım arkadaşı olan Hasan Olpak ile Rıdvan Dilmen maçta sık sık karşıya gelmiş, hatta çoğu kez kazanan Rıdvan Dilmen olmuştu. Hasan Olpak, henüz ‘Şeytan’ lakabını almamış Rıdvan Dilmen’e karşı çektiği sıkıntıları çok net hatırlıyor:

“Ben çabuk bir stoperdim ama Sercan ve Rıdvan da çabuktu. Ben onlarla aramda mesafe bırakıyordum ki ‘tokatladım’ zannettikleri anda dönüp yetişebileyim. Rıdvan ile karşı karşıya kaldık bir pozisyonda. O bana bacak arası attı. Ben de onun o meşhur ABS’lerini daha bilmiyorum. Bacak arasını atınca, saha kenarındaki kum havuzuna uzandım. Daha sonra Boluspor’a transfer olduğumuzda ‘Senin o kum havuzunda ne işin vardı?’ diyerek hep o pozisyonu hatırlatırdı.”

Maçın son dakikaları Yeldeğirmeni ceza sahasında geçse de Muğlaspor, sayısız gol fırsatından yararlanamamıştı. Orhan Tok, Muğlaspor’un o gün en az 10 tane yüzde 100’lük pozisyondan faydalanamadığını söylüyor. Hasan Olpak da rakiplerinin daha iyi oynadığını itiraf ederken galibiyetin şifresi olarak ‘takım olmalarını’ gösteriyor. Fakat yine de bütün bunlar, yıpranmamış hafızalarda kalan nadir detaylar olarak yer buluyor.

Kâğıt üzerine yazılan, Yeldeğirmeni’nin seneler sonra İstanbul’a kazandırdığı şampiyonluktu. Hatta o sezon Süper Lig’de Trabzonspor, alt ligde de Göztepe, Sakaryaspor ve Diyarbakırspor şampiyon olunca İstanbul sokaklarında kutlanan tek şampiyonluk Yeldeğirmeni’ne nasip oldu. Semtten kalkan otobüslerin Ankara dönüşünde oluşturduğu konvoy Altıyol’da bekleyen taraftarlarla birleşince, kutlamalar coşkulu bir kalabalıkla gerçekleştirildi. Öykünün Batı’yı andıran romantik kısmından Doğu’yu simgeleyen kaotik tarafa geçişi de tam bu noktada başladı.

Orhan Tok’a göre ilk kıvılcım İstanbul Şampiyonası’ndaki son maçta çıktı. Yeldeğirmeni, o gün Karagücü’nü yenerek grup ikinciliğini elde etmiş, ordu takımı Karagücü darbeden sonraki ilk şampiyonada erken elenmişti. Tok, “O gün Vefa Stadı’nda bir ton tantana koptu’’ derken, devamında da bürokratik engellerle boğuştuklarını söylüyor. Başkan, sezon boyunca Koşuyolu’ndaki bir sahada idman yaptıklarını ve bir bakkal dükkânını soyunma odası olarak kullandıklarını hatırlatıyor. Bütün bunlara rağmen, o dönem futbolu yönetenlerin herhangi bir yardımda bulunmadığını da unutmuyor. Ona göre kıvılcımı ateşe dönüştüren, dönemin federasyon başkanı Yılmaz Tokatlı’nın şampiyonluk sonrası kulübü ziyareti esnasında yaşananlar...

Tokatlı, o gün kulüp binasının bakımsızlığından dolayı başkan Tok’a eleştirilerini iletir ve ‘‘Kulübü şampiyon yapacağınıza binayı yenilseeydiniz’’ serzenişinde bulunur. Fakat aldığı cevap beklediği gibi değildir. Tok, asker kökenli Yılmaz Tokatlı’ya “Biz bu kadarını yapabiliyoruz, onu da siz yapsaydınız’’ yanıtını verince soğuk rüzgârlar esmeye başlayacaktır.

Şampiyonluk sonrası, Yeldeğirmeni’nin önünde iki adım vardır. Profesyonel liglere katılmak ve Türkiye Kupası’nda yer almak... Fakat maddi imkânsızlıklar, kulübün profesyonel olmasını engeller. Tok o günleri hatırlarken kulübün kasasında para olmadığını, bundan dolayı profesyonel bir takım kuramadığını söylüyor.

O dönem, Türkiye Amatör Şampiyonası’nı kazananlar Türkiye Kupası’na katılsa da kura çekimlerinde hiçbir topun içinden Yeldeğirmeni çıkmaz. Başkan Tok, telaşa mahal vermeden bir sonraki turdan kupaya katılacaklarını zannetse de çok geçmeden bir şeylerin ters gittiğini anlar. Olayın aslını öğrenmek için GSGM’yi aradığında aldığı cevap şaşırtıcıdır; Yeldeğirmeni, İstanbul şampiyonu olamadığı için turnuvaya alınmamıştır.

Tok, telefondaki sese ‘‘Öyle olduğunu bilseydim, Türkiye şampiyonu değil, İstanbul şampiyonu olurdum’’ diyerek isyan etse de siyasi bürokrasinin askeri sistemle birleşmesinden çıkan keskin cevabı alır: “Yönetmelik değişti!” Orhan Tok o günleri, ‘‘Ben bunun mücadelesini uzun süre boyunca verdim. Önce ‘Sizi seneye alırız’ dediler. Ertesi sezon grup şampiyonu olduk ama yine almadılar, bu sefer de ‘Türkiye şampiyonu olmadınız’ dediler. Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz gibi bir hikâyeydi. Bunu Aziz Nesin o günlerde yazmış olsaydı, millet gülmekten kırılırdı’’ cümleleriyle anlatıyor. Başkan, önceki ve sonraki sezonlarda Türkiye şampiyonlarının kupaya dâhil edildiğini söylerken, o sezon yaşananların altında Yılmaz Tokatlı ile yaşadığı gerginliğin olduğunu düşünüyor.

Yeldeğirmeni, İstanbul’un semt arasına sıkışan kulüplerinden biri olsa da yaşadığı tek şampiyonluk hikâyesinde bile ülke futboluna ait meseleler ortaya dökülüyor. Futbol ile bürokrasinin iç içe girmesi ve amatör kulüplerin imkânsızlıkları gibi bilindik sorunlar bu öyküde de var. Fakat 35 sene sonra bakınca, heyecan uyandıracak bir gerçek de öne çıkıyor.

Futbola olan ilgisini halen kaybetmeyen ve alt lig maçlarını stadyumdan takip eden Samim Emek, dönemin amatör takımlarının şu anki 2. ve 3. Lig takımlarından aşağı kalır yanının olmadığını, hatta bazılarının daha da iyi olduğunu belirtiyor. Turnuvada yer alan isimlere bakınca, Emek’in haklılığı ortaya çıkıyor. Cebeci’nin dik tribününde Rıdvan Dilmen’le Hasan Vezir’i izleyenler, seneler sonra milli takım forması altında aynı oyuncuları görebildiler. Birçok profesyonel takım, turnuvada oynayan oyuncuları transfer etmeye çalıştı. Şimdilerde ise bir amatör oyuncunun yukarıya çıkması oldukça zor, Süper Lig’e transfer olması ise imkânsıza yakın. Zaten alt liglerin değer kaybetmesinin altında yatan da bu ümitsizlik ve heves kıran gerçekler. Futbolcunun sıçrama ümitleri azalınca sahaya yansıttığı önem kayboluyor. Öyle bir futbolcuyu izlemek de tribünü tatmin etmiyor. Taban ile zirve arasındaki mesafe uzaklaştıkça, tribün ile saha arasındaki ilişki de kopmaya başlıyor.

Socrates Dergi