İstihbarat Şefi

22 dk

Jerry Krause, 1990’lı yıllara damga vuran Chicago Bulls hanedanlığının en tartışılan figürlerinden biriydi. Bazen iyisiyle, sıkça da kötüsüyle...

13 Nisan 2020, Chicago Bulls taraftarları için mutlu bir gündü. Uzun süredir yaka silktikleri John Paxson-Gar Forman birlikteliğinin yerine, basketbol operasyonlarının başına Arturas Karnisovas'ın geçtiği açıklandı. Nuggets'ın Batı'nın üst basamaklarına uzanan yolculuğunun ana mimarlarından 48 yaşındaki Litvanyalının, lig genelinde birçok talibi vardı. Onu Denver'dan koparmak, bir süredir başarıya aç Bulls için heyecan vericiydi. Takım sahibi Jerry Reinsdorf, basketbol kararlarının en üst basamağına organizasyon dışından bir figürü son olarak 1985'te getirmişti. Kapıdan giren Jerry Krause, 2003'e dek genel menajer koltuğunda oturacak, yarattığı onca tartışmanın ve aldığı eleştirilerin arasında, 90'lara hükmeden Bulls hanedanlığının oluşumunda büyük rol oynayacaktı.

Savaş arifesinde dünyaya gelen Jerry, çocukluğunu 1940 ve 50'lerde Kuzeybatı Chicago'daki Norwood Park'ta geçirdi. Amatör boks yaptığını ailesi fark etmesin diye soyadını Karbofsky'den Krause'a çeviren babası Paul, uzun yıllar süren sıkı çalışmanın ardından bir ayakkabı dükkânı açacak parayı biriktirebilmişti. Çokkültürlü Chicago'nun, pek de kökenlerine hitap etmeyen bir köşesindelerdi ve bu durum Jerry'nin karakterini şekillendirecekti.

Polonya ve Almanya kökenli göçmenlerin çoğunlukta olduğu Katolik mahallesinde, Yahudi bir aileden gelmek işini kolaylaştırmadı. Taft Lisesi'nde ondan başka Yahudi öğrenci yoktu. Yetişkinliğinde dahi 1.65'i geçmeyecek boyu, tıknaz fiziğiyle birleşince zorbalar için kolay hedef haline geldi. Sürünün dışındaydı ve muhtemelen hayatı boyunca öyle kalacaktı. Başarı için etrafındakilere değil çok çalışmaya ihtiyacı vardı. Akıntıya kapılmayıp onun yanında olmaya cüret edenlereyse sadıktı Jerry. Bir gün o zorbaların karşısına dikilip Jerry'yi rahat bırakmalarını söyleyen Dan Peterson'ı hayatı boyunca unutmadı. Sports Illustrated için Rick Telander'a anlattığına göre, birkaç yıl sonra Bradley Üniversitesi'ne kabul edildiğinde vakit kaybetmeden basketbol koçu Chuck Orsborn'u ikna edip Peterson'a basketbol bursu ayarlamıştı.

Lisede yedek tutucu olarak beyzbol takımında yer alan Krause, beyzbol scout'u Freddie Hasselman'la tanışır ve gözlemciliğe adım atar. Beyzbol sopasını savurmakla parkede şuta kalkmanın neredeyse aynı olduğunu söyler; bileklerin hareketi, el-göz koordinasyonu ve dahası: "Eğer biri yetenekliyse anında fark ederim, beyzbol ya da basketbol fark etmez." Yetenek sarraflığının tanrı vergisi olduğuna inanır. Ömrünün geri kalanında neyle uğraşacağının farkındadır artık. Öyle ki yıllar sonra Telander'a mezar taşında "Bir scout'un kalbi ve ruhu burada yatıyor" yazmasını istediğini söyler. Kazandırdığı şampiyonlukların ya da çalıştığı köklü organizasyonların değil…

1960'lar ve 70'lerde Indians, Mariners ve A's gibi beyzbol takımlarıyla Suns, Lakers ve o dönemki adıyla Baltimore Bullets için gözlemcilik yapar. Hayatının kırılma noktalarından biri, 1967 NBA Draft'ıdır. Bullets'a önerdiği oyunculardan biri, uzun kollarıyla ve oyun zekâsıyla dikkatini çeken North Dakota'lı Phil Jackson'dır. Jackson, ikinci turda Knicks'in yolunu tutsa da Krause takip eden yıllarda Jackson'la bağını koparmayacak ve yaklaşık yirmi sene sonra, önemli bir iş için kapısını çalacaktır. Krause'un tutkuyla önerdiği bir diğer isimse ikinci sıra seçimi olarak Bullets forması giyer: Earl 'the Pearl' Monroe. Dört kez all-star seçildiği kariyeriyle Şöhretler Müzesi'ne kabul edilen Monroe, Krause'un şanını duyurduğu ilk keşiflerinden biridir.

Lise günlerinde olduğu gibi gözlemcilik kariyerinde de yalnız olmayı yeğler Krause. Dönemin dijital ve lojistik imkânları bugünün kıyısından geçmediği için kimi scout'lar zahmetli yolları beraber kat edip yol arkadaşlığı yapmayı alışkanlık haline getirseler de Krause için bilgi kıymetlidir ve kimseyle paylaşmaya niyeti yoktur. The Sleuth (Dedektif) lakabını da o sıralar edinir. Takma isimlerle aldığı biletler, şapkası ve yağmurluğuyla küçük bir salonun kenarda kıyıda kalmış koltuklarında ona rastlamak, pek de sürpriz değildir. Peki yakınlarında başkaları varsa? Kopya vermeyi reddeden bir inek öğrenci edasıyla defterini yan çevirir ve kapağını kaldırarak aldığı notları, olası rakiplerinden saklar.

1970'lerin başında kısa bir süre Bulls için scout'luk yapan Krause, dönemin koçu Dick Motta'yla ters düşer. Motta'nın tüm ısrarlarına rağmen, altı kez all-star olacak Tiny Archibald yerine Jimmy Collins'i seçmesi için genel menajer Pat Williams'ı ikna eder. Bu kez yanılan taraftadır ve Motta'nın yönetime yaptığı baskıyla görevinden alınıp Suns'a geçer. Motta'nın vedasının ardından Krause'a bir kez daha Bulls kapıları açılır. Oyuncu Personel Direktörü unvanıyla, ayağının tozuyla 1976 Draft'ı için tercihini belirtir: Centenary adlı küçük bir okuldan gelen Robert Parish. Ne kadar çabalasa da son söz hakkı takımın azınlık ortağı Jonathan Kovler'dadır ve Parish yerine Scott May'i seçer. Parish, Boston Celtics'in seksenlere damga vuran takımının ana parçalarından birine dönüşür. Yirmi sezon sonra, 43 yaşındaki Parish son maçlarına Bulls formasıyla çıkacak ve 1997'de parmağına bir yüzük daha geçirecektir. Krause ise bir kolej koçuna başantrenörlük sözü verdiği basına yansıyınca henüz birkaç aylık görevinden ayrılmak zorunda kalır.

Yıllar içerisinde, ondan en hazzetmeyen kimselerin dahi Jerry Krause için kurduğu ilk cümle genelde benzerdir: Ondan daha çalışkanını bulamazsınız. Krause de bu konuda alçakgönüllü davranmaz. Eğer bir otobiyografi yazacak olsa adının 'Bir Milyon Ulusal Marş' olacağını söyler, zira ondan fazla maça gidip marş dinleyen başka biri yoktur. 2017'de hayata gözlerini yumana dek aynı yastığa baş koyacağı eşi Thelma'yı ilk buluşmaları için bir spor salonuna götürmesi kimseyi şaşırtmaz. Thelma'yı güzel bir koltuğa oturtur, rahat hissettiğinden emin olur ve izlemek için geldiği oyuncu hakkında notlar almak için başka bir köşeye geçer. Tek başına...

Seksenlerin başında şehrin beyzboldaki küçük kardeşi White Sox'ta görev yapan Krause'un hayatı, 1985'te tamamen değişir. White Sox'ın sahibi Jerry Reinsdorf, Bulls'u da satın alır ve kısa süre sonra Krause'u genel menajer koltuğuna oturtur.

Önceki yıl seçilen Michael Jordan'ın etrafında pek de parlak parçalar yoktur. Kimileri yetenek seviyesi olarak yetersizdir, kimilerinin ise başka sorunları vardır. David Halberstam imzalı Playing for Keeps'e göre kadrodaki beş oyuncu, ileride uyuşturucu kullanımından ötürü rehabilitasyon görecektir. Krause için temizlik vakti gelmiştir. Bu sayede topladığı draft hakları, rotasyonun değerli parçalarına dönüşecektir.

Önündeki bir diğer meydan okuma da bir şutör guard'ın etrafında şampiyonluk çekirdeği kurmaktır. NBA tarihi, o döneme dek pivotlar ve oyun kurucular etrafında kurulan şampiyonluk çekirdeklerine alışıktır. Krause, Jordan'ın yeteneklerini sonuna dek kullanabilmesi için bencillikten uzak, ceza şutlarını atabilecek kısalara ihtiyacı olduğunu düşünür. O dönem ligde kalıp kalamayacağından şüphe eden John Paxson'a üç yıllık bir garanti kontrat önerir. İlk üçlemenin kritik parçalarından birini böylece Chicago'ya getirir.

1985 Draft'ında takas sonucu dokuzuncu sıraya çıkıp Charles Oakley'yi seçer. Oak, bir yandan takımın sertlik seviyesini yükseltirken bir yandan da Jordan'ın en iyi arkadaşı olur. Dönemin sert savunmalarına karşı saha içinde Jordan'ın polisi görevini de üstlenir. Ayrıca donut sevdasından ötürü Krause'a Crumbs (Kırıntılar) lakabını takan da çokça söylendiği üzere Jordan değil Oakley'dir.

Bulls hanedanlığının temeliyse 1987'de atılır. Küçük okullara yaptığı ziyaretlere devam eden Krause, gözlemcisi Billy McKinney'nin yönlendirmesiyle Central Arkansas'tan çelimsiz ama uzun kollarıyla dikkat çeken Scottie Pippen'ı Virginia'daki bir turnuvada izlemeye gider. Gördüklerini "Onu izlerken neredeyse orgazm olacaktım" sözleriyle açıklar. Draft öncesi buluşmalarında değerini artıran Pippen, birkaç haftada ikinci turda seçilmesi beklenen bir oyuncudan lotarya seçimine evrilir. Krause, risk alamayacağının farkındadır. Seattle'a ekstra bir ikinci tur seçimi, üstüne bir de sezon öncesi hazırlık maçı teklif edip beş numaraya çıkar ve Pippen'ı Chicago'ya getirir.

On numara seçimi için de bir soru işareti mevcuttur. Jordan, kendi okulundan Joe Wolf'u isterken Krause'un gönlü Horace Grant'ten yanadır. Önceki yıl Jordan'ın istediği Johnny Dawkins yerine Brad Sellers'ı seçmiş ve Jordan her antrenmanı Sellers'a zehir etmiştir. Yine de kararının arkasında durur, asistan koç Tex Winter'ın da desteğiyle Grant'i seçer. İlk üçlemenin sacayaklarından biri olan Grant, dört numarada gösterdiği gelişimle Oakley'yi takaslanabilir pozisyona sokar. Ertesi yaz Krause, "Hayatımın en zor takası" diye nitelediği alışveriş sonunda, Knicks'te Patrick Ewing'in gölgesinde kalan Bill Cartwright'ı Oakley karşılığında Bulls'a getirir. Tuhaf şut mekaniğine rağmen orta mesafe tehdidiyle alan açan Cartwright, özellikle rakip pivotları savunmakta çok iyi iş çıkarır ve üçlemenin ilk beşi tamamlanır.

Bu takası, Oakley ile bir boks maçı izlemeye giderken öğrenen Jordan'la Krause'un arası epey açılır. Majesteleri, yıllar sonra doğru bir takas olduğunu kabul etse de Krause'a epey sinirlidir. Henüz ikinci sezonunda yaşadığı sakatlığın ardından sahalara erken dönmek için ısrar eden Jordan'a "Artık Bulls'un malısın, ne yapacağını biz söyleriz" diyen Krause, arkadaş olma fırsatını zaten çoktan kaçırmıştır. Jordan, o konuşmayı "Genç ve iştahlı bir çocuktum ve o diyaloğun ardından bunun bir oyun değil, iş olduğunu anladım. Sonrasında aramız hiçbir zaman iyi olmadı" şeklinde hatırlar. Krause'a göreyse limoni ilişkilerinin sebebi başkadır: "Dünyada ailesi dışında onun kıçını öpmeyen tek kişi benim (...) Amacım şampiyonluklar kazanmak; onun arkadaşı olmak değil."

1987'nin bir diğer önemli yanı da Phil Jackson'ı asistan olarak Bulls'a getirişidir. Daha önce de denemiş, fakat eski başantrenör Steve Albeck'in karşısına tatilci şapkası ve sakallarıyla çıkan Jackson, gelenekçi koçtan veto yemiştir. Alt seviyedeki Kıtasal Basketbol Birliği'nde (CBA) antrenörlük yapan Jackson, NBA umutlarını yitirip yüzünü akademiye dönmeye niyetlenmektedir. Yıllardır ondan kendi ligindeki oyuncular hakkında raporlar isteyen Krause, Jackson'da özel bir şeyler sezmiştir. Sonunda, önce onu Doug Collins'in yardımcısı yapar, 1989'da da başantrenör sıfatıyla ipleri ona teslim eder.

"Sürüden ayrı düşünebilenlerle çalışmayı severdi. Muhtemelen işi almamın sebebi de buydu" diyen Jackson'a göre etrafında zeki ve yetkin kişilerle çalışmakta da ustadır Krause. Uzun soluklu sakatlıklar yaşamamalarını sağlayacak fitness uzmanları ve ince ayarlarla maaş sınırının etrafında gezinmelerini sağlayan kontrat guruları, Krause'un satır arasında kalan başarıları arasındadır. Pippen'la 1991'de yedi senelik uzattığı kontrat sayesinde, ligin en önemli oyuncularından birini sudan ucuza takımda tutar. Öyle ki 1997-98'deki son şampiyonluk sezonunda Pippen ligin en çok kazanan 122'nci oyuncusudur. Şaşırmazsınız, Pippen'la da arası hiç iyi olmamıştır ama ne de olsa Krause arkadaş arama peşinde değildir ve belki de o kontrat sayesinde ikinci üçleme için doğru takımı kurabilmiştir.

1990'da draft ettiği, yıllarca Benetton'ı bırakıp NBA'e gelmesi için ikna etmeye çalıştığı Toni Kukoc'un menajeri Herb Rudoy'u her gün aramaktan usanmaz. Reinsdorf'a göre Krause'nin bir problemi de budur, insanlara âşık olur ve aralarında iş ilişkisi olduğunu fark edince hayal kırıklığına uğrar. Jackson'sa bu konuda hakkını teslim eder: "Her zaman favorileri vardır, bazı oyunculara tutkuyla bağlanır. Ama sevdalandığı oyuncularda hata yaptığını da pek görmedim." Kukoc da bir hata değildir ve çift haneli sayı ortalamalarıyla son üç şampiyonluğa katkı yapar.

Jordan'ın beyzbol kaçamağı esnasında, sürekli ayrılmak istediğini basına söyleyen Pippen'ı Seattle'a takaslamasına ramak kalsa da son anda görüşmeler suya düşer. O dönemde yine uzun süreli kontratlar imzaladığı Ron Harper ve Steve Kerr, ikinci üçlemenin kritik parçalarına dönüşecektir. Ayrıca Halberstam'e göre Pippen'la yakın arkadaş olan Harper, 97-98'de işleri "Bir daha Bulls forması giymeyeceğim" demeye kadar getiren Pippen'ı son bir şampiyonluk için ikna eden kişidir. 1995-96 sezonu arifesinde, tüm saha dışı sorunlara rağmen Spurs'ten takasladığı Dennis Rodman, yapbozun son parçasıdır.

Genel menajerlik yıllarında Krause, tam bir istihbarat şefi gibi çalışır. Denenmek için şehre gelen oyuncuları takma isimlerle otellere kaydettirip basından saklamak için gece yarısı parkeye çıkarır. Bu denemelerden biri için şehre gelen Will Perdue, ertesi sabah otel lobisinde yankılanan takma ismini unutunca uzunca bir süre şoförünün çağrılarını göz ardı eder. Krause'un 1992'de açılacak ve o dönem için aşırı modern olarak nitelenen antrenman tesisi Berto Center'daki odasında şu özler asılıdır: "Her şeyi duy, her şeyi gör, hiçbir şey söyleme." Tarih kurdu asistan koç Johnny Bach'ın fark ettiği üzere bu söz, Nazi Almanyasının istihbarat şefi Wilhelm Canaris'e aittir. Yahudi Krause'nin odasında yer alan Nazi sözü, tuhaf bir ironi olarak kayda geçer.

İstihbarat ve haber aynı kökten gelmektedir ve haliyle Krause'un gazetecilerle arası hiçbir zaman iyi olmamıştır. Hele ki 1991'deki The Jordan Rules kitabıyla takım içinden bolca haber sızdıran Sam Smith'le... Önemli Bulls muhabirlerinden K.C. Johnson, Krause'la ilk tanıştığı gün ondan azar işittiğini anımsarken, Halberstam de Jordan'la konuşmak için Bulls otobüsüne yaklaşırken Krause'un küfürlerine maruz kaldığını not düşer. Ne de olsa arkadaş edinmek değil şampiyonluk kazanmak istemektedir ve takımda huzursuzluk yaratabilecek haberlere karşı siper olmaktan çekinmez.

Hayatı boyunca dışlanmanın da etkisiyle, bazen hak ettiğinden fazla kredi almaya çalıştığı da olur Krause'un. Dönemin Bullets koçu Gene Shue, "Earl Monroe'yu seçme kararımızda Jerry'nin payı yoktu. O basit bir scout'tu (...) Earl Monroe, bir sır değildi, izlediğim en heyecan verici oyunculardan biriydi" der. İleride Michael Jordan da Krause'a bu konuda sıkça takılacaktır: "Earl Monroe'yu büyük bir keşifmiş gibi anlatmayı bırak. Sen olmasan ikinci sıradan değil üçüncü sıradan seçilecekti, hepsi bu." Bir diğer örnek daha da tuhaftır: Pippen'a dair ilk gözlemci raporunu yazdığını CV'sine ekleyen scout'u McKinney'yi arayıp, bu maddeyi özgeçmişinden çıkarmasını ister. Efsane koçlarla ilgili yazdığı bir kitap için Phil Jackson'ın numarasını isteyen gazeteci Billy Packer'a Krause'un cevabı şöyledir: "Neden onunla konuşuyorsun ki? Takımı bir araya getiren benim, onun tek yaptığı koçluktu."

Krause, sıklıkla hanedanlığı dağıtmakla suçlanır ama 1997 yazında çekirdeği bir sezon daha korumak için Reinsdorf'u ikna eden de odur. Reinsdorf, Jackie MacMullan'a "Sıradaki Boston Celtics olmak istemiyorum" açıklaması yapıp yaşlanan oyuncuların yerini gençlerle doldurmayı düşünür. Krause'a, Pippen da dahil yollayabilecekleri oyuncular karşılığında alacakları gençlerin ileride bir şampiyonluk için yeterli seviyede olup olamayacaklarını sorar. Krause, bunun gerçekçi bir ihtimal olmadığını söyler ve Reinsdorf'u ikna eder: Jackson ve Jordan'la birer yıllık daha sözleşme imzalanır ve 'Son Dans' başlar.

Yine de Krause'un günah keçisi ilan edilmesine şaşırmamalı. 1992'deki ikinci şampiyonluktan itibaren yüzük seremonilerinde ıslıklanan, basının tamamen kötü bir profil olarak yansıttığı Krause, lise günlerinde olduğu gibi kolay hedeftir. Jordan ve Pippen'la arasının kötü oluşu, son sezonu öncesi Phil Jackson'a "82-0 yapsan da sezon sonu gidiyorsun" demesi, genel kanıya haklı doneler de sağlar. Ancak Jack Silverstein'in şu sözlerine de kulak vermek gerek: "Krause, Chicago sporunun Yoko Ono'su haline geldi. Aslen içten içe kopan efsanevi bir birlikteliğin dağılmasının arkasındaki yakışıksız günah keçisi." Evet, Krause her şeyi mükemmel yapmamıştı ama tek sorun o değildi ve bu hanedanlığın oluşmasındaki etkisi, dağılmasındakinden çok daha fazlaydı.

2003'e dek genel menajerliğe devam eden Jerry Krause, kalan yıllarda çok başarılı olamadı ve obezite kaynaklı sorunlar nedeniyle görevinden ayrıldı. Ama emekli olmadı. 2017'deki vefatına dek White Sox da dahil olmak üzere çeşitli beyzbol takımları için gözlemcilik yaptı. Ne de olsa yıllar önce söylediği gibi işin özünde tek istediği bir scout olarak anılmaktı, fazlası değil.

Chicago Bulls taraftarlarına yazdığı ilk açık mektupta Arturas Karnisovas "Açık konuşalım: Nihai hedefimiz Chicago şehrine şampiyonluk getirmek" ifadesini kullandı. Peki Karnisovas, Chicago Bulls'u yeniden vadedilmiş topraklara ulaştırabilecek mi? Bu sorunun cevabı, biraz da Jerry Krause'un hangi yönlerini örnek alacağında saklı olabilir. Ya da almayacağında...

Socrates Dergi