İstisna

5 dk

İrem Karamete Baldini, bir branşın kaderini tek başına nasıl değiştirdi? Ülke eskriminin olimpiyat hayalini gerçekleştiren isimle buluştuk.

Anneniz Nili Drori de eski bir olimpik eskrimci. Onunla büyümek nasıldı? Herhalde bol bol olimpiyat hikâyesi dinlemişsinizdir…

Zaten beni bu spora ailem yönlendirdi. Annem İsrail adına 1976 Montreal ve 1984 Los Angeles’ta yarışmış bir sporcu. Babam ise geçmişte onun antrenörlüğünü yapmış. Ablam Merve de eski milli sporcu olunca... Neden eskrim yaptığım çok açık değil mi? Annem sürekli, olimpik sporculuğun “Anlatılmaz, yaşanır” bir duygu olduğunu söyler durur. Rio’ya gidip dünyanın en iyi sporcularıyla aynı yerde, yani Olimpiyat Köyü’nde kalmayı iple çekiyorum. Bu hikâyelerle büyüdüm çünkü.

Peki sizin olimpiyat hayaliniz hangi noktada başladı?

Aslında yol beni buralara getirdi. Daima çok aktif eskrim yapsam da Türkiye’deki partner eksikliği yüzünden istediğim seviyeye çıkamadım. Olimpiyat demek, tecrübe demek. Ben bunu istediğime 1.5 yıl önce karar verdim ve o günden beri de yurt dışı kampları ve maçların ağırlığını artırdım. Mesela Almanya, Tauberbischofsheim’da bir kamp merkezi var. Orada yaptığım bir antrenman maçı, burada yaptığım bir haftalık antrenmana denk. Olimpiyat, Dünya ve Avrupa şampiyonlarının çalıştığı bir yer. Görmeniz lazım, salon başarı kokuyor.

Dönüp baktığımızda, 2013 Akdeniz Oyunları bir kırılma ânı mıdır?

Düşünsenize, kadın flörede en son 42 yıl önce bir Akdeniz Oyunları madalyası gelmiş. Olimpiyat kotası alana kadar, bu en büyük başarımdı. Sayının az, kalitenin yüksek olduğu bir organizasyondu. Olimpiyat şampiyonlarıyla yarışmış, gruptan sonuncu çıkıp birinciyi mağlup etmiştim. Kendime hep güvenirdim ama bu bir dönüm noktası oldu. Bir de Aralık 2015’te Kocaeli’de düzenlenen, başarısız olduğum bir uluslararası turnuva var. Orada, ülkenin en üst düzey sporcusu olarak tüm maçlarımı kaybedip kendi evimde elenmiştim. Ne kadar ağladığımı anlatamam. Tamamen odaklanmam ve disipline girmem, biraz da o turnuvaya tekabül ediyor. Eski çalışma tempomla olimpiyat göremezdim çünkü.

42 yıl sonra gelen Akdeniz Oyunları madalyası ve şimdi de 32 yıl sonra, yani davetle katılım kaldırıldığından beri ilk olimpiyat... Türkiye eskriminin uzun bekleyişini sonlandırmak, branşınızda ülkenin lokomotifi olmak nasıl hissettiriyor?

Evet, ikidir bu uzun serileri sonlandırmayı başardım. Olimpiyata en son 1984’te katılmış Türkiye. Yedi olimpiyattır bunu yapan yoktu. Her ne kadar son dönemde iyi bir atılım yapsak da hâlâ seviye farkı var. Ben biraz istisnayım çünkü çok iyi bir destekle, çok uzun yıllar çalıştım. Prag’daki kota müsabakası da öyle zordu ki… Kim olursan ol, günün sonunda olimpiyata ya gidiyorsun ya da gidemiyorsun. Çok çılgınca maçlar yapılıyor ve herkes hayatının mücadelesini veriyor. Çok üst düzey sporcular arasında öne çıkmak durumundasınız.

Peki Prag’daki o günü biraz daha anlatır mısınız?

Bir yıl boyunca devamlı, “16 Nisan gelsin de şu işkence -iyi veya kötü- bitsin” diye bekledim. Oraya gittiğimizde de kurbanlık koyun gibiydim zaten, o heyecanı anlatamam. Ama kendimden emindim tabii. Prag’daki 20 rakibimi âdeta ezberlemiştim. Hatta güçlü ve zayıf yönlerini yazdığım bir defterim bile vardı, yazılı sınav yapsalar yine geçerdim… Maç günü de enteresan şekilde çok sakin hissettim, sanki gökten bir şey inmişti bana. Arkadaşlarım hep, baskının yüksek olduğu maçları iyi oynadığımı söyler. Olimpiyat Elemeleri de biraz bu baskıyı kaldırmakla alakalı. Antrenörüm bile, “Ben seni hayatımda böyle oynarken görmedim” dedi maçlardan sonra. Kazandıktan sonrası flu, hatırlamıyorum. Duygusal anlardı.

İşin büyük de bir zihinsel boyutu var gibi. Bu konuda özel bir hazırlığınız oldu mu?

Ben büyük bir mental destek alıyorum. Olimpiyata hazırlık sürecinde, tüm antrenmanlarıma ek olarak spor psikoloğum Didem Ege’yle çalıştım. Prag’daki son maçımı 6-1 geriden gelip kazanmıştım mesela. Demek ki bunun faydasını görmüşüm... Sporcu psikolojisinin çok önemli olduğu bir branşta yarışıyoruz. Her şeyin ne kadar hızlı geliştiğini anlatamam. İşimiz hiç kolay değil.

Socrates Dergi