
İtalya'da Futbol Oynamak
6 dk
Bülent Eken, önce Salernitana ve Palermo yıllarına değiniyor ve kendisinden yola çıkarak İtalya'da futbolcu olmanın nasıl bir şey olduğunu anlatıyor.
Avrupa’ya ilk transfer teklifimi, 1948 Olimpiyat Oyunları sonrasında İngiltere’nin QPR takımından almıştım fakat Galatasaray’ı bırakmak istemedim. Daha sonra Türkiye ile İtalya arasında oynanan Ordu Milli maçını izleyen bir İtalyan menajer, beni Roma’ya götürmek istedi. Burada da askerliğim nedeniyle bana verilen mühlette takıma katılamadığımdan transfer gerçekleşmedi. Lakin mezkur karşılaşmada İtalya’nın başında bulunan Crociani futbolumu beğenmiş olacak ki beni, çalıştırdığı Salernitana’ya transfer etmek için teklifte bulundu. Roma’da Piazza de Spagna’da bulunan bir yazıhanede yöneticilerle görüştüm. Masada dört çanta dolusu liret vardı. Parayı bir an önce alabilmek için, hiçbir maddeyi okumadan 16 imza attım.
Salernitana ve Palermo’da oynadığım yıllarda topa sahip olmak üzerine antrenmanlar yaptık. Antrenörler, İtalyan futbolunun temeli olan ‘iyi savunma’ prensibi için evvela topa hâkim olma düşüncesini yerleştirmeye çalışırlardı. Bir diğer mühim çalışma ise topsuz oyun üzerineydi. Fakat bu topsuz hareket, bir ideye matuf, müspet yere yapılan hamlelerdi. Bu tarz antrenman metotları, o dönemde Türkiye’de yoktu. Hoş, şimdi de ne kadar var tartışılır. İtalya ile özdeşleşen çok adamlı savunmada gerek libero, gerek santrhaf bölgesinde oynadım. Bunlarla birlikte Parola ve Nordahl gibi önemli rakiplerle oynamak da benim adıma önemli bir deneyimdi.
Saha dışındaki tecrübelerim de en az saha içindekiler kadar önemliydi. Her şey, oyuncuların özel hayatına kadar planlıydı. Hatta okumadan imzaladığım sözleşmede ‘Tırnaklarını kendisi kesemez’ maddesi dahi vardı. Uyum sağlamam zor olsa da üstesinden geldim. Bunda İtalyancayı öğrenmem de etkiliydi. İtalyancamı geliştirmek için ilk senemde Türkiye’ye dönmemiş, Roma’da bir daire kiralamıştım. Ben, Şükrü (Gülesin) ve komşumuz Sophia Loren... O zamanlar pek ünlü olmayan Sophia’yı tanıyamadığımız için Şükrü’yle birlikte yıllarca hayıflanmıştık.
Palermo ve Lazio’da İtalyanları kendine hayran bırakan Şükrü ile İtalya’da ayrılmaz ikili olmuştuk. Beşiktaşlı Bülent Esel de SPAL’a transfer olunca tam bir trio olduk. Bülent son derece muvaffak olmuş, çok önemli bir forvetti. İtalya’ya adım atan bir diğer yıldız da Lefter’di. Hatta Lefter, Fiorentina ile deneme antrenmanlarına çıkarken Torino antrenörü Lefter’i istedi, karşılığında da milli sol açık Carpallese’yi önerdi. Ancak Fiorentina antrenörü Ferrero, bu teklifi kabul etmedi. Ferrero’nun Lefter sevgisi başına iş açacaktı… Sezon ortasında Lefter’in performansı nedeniyle Ferrero’nun sözleşmesine son verildi. Lefter de Fransa’nın yolunu tuttu. Onun İtalya’da yarattığı hayal kırıklığının nedeni, ‘kendine oynayan futbolcu’ olmasıydı. İtalyanlar ise ekseriyetle ‘takımı oynatan oyuncu’ arardı. Tıpkı Can Bartu gibi…
Hepimiz yetenekli futbolculardık ama Can süperdi! Oyunu yöneten muhteşem bir oyuncuydu. Öyle ki Lazio gibi bir takımın dirijörü olmayı başarmıştı. İndimde İtalya’da oynamış futbolcularımız içerisinde en başarılı olan Can’dır. Can’la aynı dönemde giden Metin ise takım seçimi konusunda hata yapmıştı. Metin, Juventus ve Milan gibi rakibi hapseden takımların golcüsüydü. Formasını giydiği Palermo ise kontratak oynayan bir takımdı. Metin’in stili, hızlı oyuna elverişli değildi. Onu Palermo’ya götüren eski Galatasaray antrenörü Remondini bana danışmış olsaydı, bunu muhakkak kendisine iletirdim.
60’ların ortasından itibaren İtalya’da uygulanan yabancı yasağı nedeniyle futbolcularımız bu ligde oynayamadı. Yasağın kalktığı 80’li yıllarda ise Türk takımlarının Avrupa’da oynadığı korkak futbol, mühim adamların ön plana çıkmasını engelledi. Hakan Şükür ise uzun yıllar sonra Serie A’ya giden ilk isim oldu. Hakan, savunmayı önde başlatan ve uzun boyuna rağmen kaleye süratli topsuz koşular yapabilen çok müstesna bir futbolcuydu. Torino’daki başarısızlığını, İtalya Ligi’nin 90’lardaki gücüne bağlıyorum. Büyük paraların döndüğü ligin en iyi dönemiydi ve en iyi savunmacılar oradaydı. Bir de Torinolu futbolcuların Hakan’a ne kadar inandığı çok mühim. Nitekim Hakan, Galatasaray’da inanılan bir oyuncuyken Torino’da o güveni bulamadıysa, hassas yapısından dolayı düşük performans vermesi mümkün.
Takip eden yıllarda İtalya’da oynayan çocuklardan Emre, lige yatkın bir topçu olsa da topsuz oyun konusundaki eksikleri başarılı olmasına mani oldu. Roma’da oynayan Salih’te de aynı sorun var. Topa yatkın, yetenekli bir çocuk olan Salih, altyapı eğitimini iyi almadığı için topsuz oyunda eksiklikler gösteriyor. Fakat İtalya’ya uyum sağlamak için gösterdiği çaba takdire şayan. Roma gibi köklü ve iyi bir takım, onun için büyük şans.
İtalya’da başarılı olmak, saha dışında hastalık derecesinde profesyonel olmayı gerektirir. Saha içindeki muvaffakiyetin sırrı ise topsuz oyuna hâkim olmaktır. Unutmayın, İtalya’da topla değil, topla buluştuğunuz yerde büyürsünüz!
Hazırlayan: İlhan Özgen