
İyi Günde Kötü Günde
17 dk
Totti’nin vedasıyla birlikte, kulüp simgesi olmanın önemi bir kez daha anlaşıldı. Aslında İtalyan futbol seyircisi, bu tarz vefa örneklerine sık sık tanıklık etmişti.
2003 yapımı La Meglio Gioventu (Gençliğin En İyisi) filmi, 1960’lı yıllardan başlayıp 2000’li yıllara kadar uzanan beş saatlik bir başyapıttı. Matteo ve Nicola Carati kardeşlerin hikâyesi üzerinden İtalyan yakın tarihini seyirciye sunan filmde, akıl hastası genç kız Giorgia da en az başroller kadar önemli bir yer tutuyordu. İki kardeşin genç kızı hastaneden kaçırarak ailesinin yanına götürmeye çalışması ve bu yolculuğun üç gencin de hayatını değiştirmesi, bir bakıma filmin de başlangıç noktasıydı. Giorgia’nın babası ve üvey annesinin Emilia-Romagna bölgesindeki Ravenna şehrinde yaşadığını öğrenen Carati kardeşler, babanın seyyar dükkânına geldiklerinde, arkadaki pankart dikkat çekmekteydi. Bölgenin bir diğer şehri, Serie A’daki gururu Bologna’nın kaptanına saygı mahiyetindeki pankartta şöyle yazıyordu: “Bulgarelli, sen bir tanrısın!”
Giacomo Bulgarelli, Bologna formasını ilk kez Nisan 1959’da giydi. Orta sahadaki dikkat çeken oyunu, birkaç sene içinde İtalya Milli Takımı’nın değişmezlerinden olmasını sağladı. Bologna, 1963-1964 sezonunu masalsı bir şekilde şampiyon kapattığında, kaptanlık pazubandı onun kolundaydı. Kariyerini Bologna’ya adayan bir başka isim Ezio Pascutti ve 14 yıl Bologna formasını giydikten sonra yardımcı antrenörlük görevine getirilen Cesarino Cervellati de Scudetto’da payı olan diğer bayrak adamlardı.
1960’larda İtalya’nın en güçlü iki takımından biri olan Milan’ın teklifini reddetmesi, Bulgarelli’nin daha büyük bir ikona dönüşmesini sağlamıştı. Takımın amigosu Gino Villani’nin megafonundan defalarca “Şerefli Kaptan” şeklinde anons edilerek sahaya çıktı. Mayıs 1975’teki son maçında Bologna’daki Stadio Communale’de gözyaşı ve hüzün vardı. Şehrin kahramanı futbola veda ediyordu. Kaptanın sadakati şarkılara, şehrin ona olan aşkı ise filmlere konu oldu. 2009’da hayata gözlerini yumduğunda da büyük bir törenle uğurlandı. Stadio Renato Dall'Ara’nın kulesine, üzerinde fotoğrafı olan bir bayrak asıldı ve Curva tribünlerinden birine adı verildi. Bugün Bologna taraftar sitelerini, fotoğrafları ya da illüstrasyonları süslemeye devam ediyor… Tutto Bologna sitesinin, 2014 yılında “Bulgarelli yaşasa nasıl bir röportaj verirdi?” düşüncesi ile hazırladığı Bulgarelli söyleşisi ise kaptana olan tutkunun, onu izlemeyen nesillerde de devam ettiğinin göstergesi.

Giancarlo Antognoni’nin hikâyesi de şehirle özdeşleşme açısında benzerlik taşıyordu. Milan taraftarı bir babanın oğlu olan Antognoni’nin futbol oynamayı kafasına koyduğunda bellediği tek idol, Milan 10 numarası Gianni Rivera’ydı. Yarı profesyonel Asti takımında adını duyurdu. O sıralar Fiorentina’yı çalıştıran, bir başka Milan efsanesi Nils Liedholm’ün isteğiyle 1972’de, henüz 18 yaşında Floransa’ya geldi ve mor formayı sırtına geçirerek profesyonel oldu. Top tekniği, kusursuz fiziği ve oyun görüşü ile Gianni Rivera’nın milli takımdaki veliahdı konumuna yükseldi. 15 yıl top koşturduğu Floransa’da bir kez (1981-1982 sezonu) şampiyonluğa yaklaştı. Buna rağmen Floransa’daki Stadio Communale (Şimdinin Artemio Franchi’si) tribünlerinden hiç kopmadı. Takıma bu bağlılığı, Fiorentina taraftarının sloganlarına da yansıyacaktı: “Sizin Scudetto’nuz, bizim Antognoni’miz var!”
İtalya, 1982’de Dünya Kupası’nı kazandığında, orta sahada oyunu yönlendiren isim Antognoni’ydi. Şanssızlığı İspanya’da da sürecek ve yarı finaldeki Polonya maçında sakatlanarak finali kaçıracaktı. 1987’de, artık yaşlandığını düşünenlerin aksine futbol oynamayı seçti ve İsviçre’nin Lausanne ekibine transfer oldu. İsviçre’deki ilk maçında İsviçreli futbolseverlerden çok Floransalılar vardı…
25 Nisan 1989’da Dünya Kupası’nı kazanan İtalya Milli Takımı oyuncuları ile o kupada yer alan diğer ülke oyuncularının yer aldığı Dünya Karması arasında yapılan maçla futbola veda etti. Mor-beyaza bürünmüş Stadio Communale’de 40 bin kişinin önünde oynanan maç öncesinde “Fiorentina’da sadece bir kez İtalya Kupası kazandın, ne düşünüyorsun?” sorusuna verdiği cevap ise Antognoni’nin kariyer özetiydi: “Taraftarın verdikleri, bütün şampiyonluklardan daha önemli!”
İtalyan futbolunda küçük şehir takım taraftarları arasında en büyük ilah ise kuşkusuz Luigi ‘Gigi’ Riva’ydı. 18 yaşında, amatör takım Legnano’dan Cagliari’ye geldi. Dönemine göre harika fiziği, hızı ve sert şutları ile kısa sürede dünyaca ünlü bir golcü halini aldı. Beğenmesi güç spor yazarı Gianni Brera dahi ona büyük hayranlık duyuyor ve ‘Gök Gürültüsü’ lakabını layık gördüğü Riva için şunları söylüyordu: “İtalyan futbolunun yetiştirdiği en olağanüstü atlet.” Riva, Cagliari’nin 1969-1970 sezonunda -belki de lig tarihinin en büyük sürprizine imza atarak- kazandığı Scudetto ile henüz kariyerinin ortalarında Sardinya’nın simgesi olmuştu. Ülkenin en fakir bölgelerinden olan ve pek de hesaba katılmayan Cagliari için ikondan da öteydi. İtalya Milli Takımı’nın en önemli kozu olduğu ve büyük transfer tekliflerinin kulübe geldiği dönemde dahi, “Beni Riva yapan Cagliari’dir” cevabıyla, büyük kulüpleri Kuzey İtalya’ya geri gönderdi. 1973’te Juventus’un 400 milyon liret artı Roberto Bettega, Antonello Cuccureddu, Claudio Gentile ve Giuliano Musiello’luk teklifinin sonucu da aynı olacaktı. O sıralar World Soccer dergisine konuşan Riva, teklifle ilgili şunları söylemişti: “Teklif bana ulaşmadı. Ulaşsa bile reddederdim. Bu ücrete layık görüldüyseniz, her pazar dört gol atmanız beklenir. Bu, herhangi bir insanın taşıyamayacağı bir yük. Futbol oynayamaz hale gelebilirim. Dahası, oyuna olan sevgim kaybolabilir.”
Riva, teklifin kendisine ulaşmadığını söylese de Cagliari taraftarı duyacağını duymuştu. Kulübe mektuplar yağdı, telefonlar susmadı. Başkan Andrea Arrica da telefon mesaisindeydi. Çağrılardan birinde, hattın diğer ucundaki Cagliari fanatiğinin söyledikleri, Riva tutkusunun şiddetini anlatıyordu: “Eğer Riva’yı satarsan, onu kaçırır ve Sardinya dağlarında saklarız.” Luigi Riva, kariyerini sonlandırdığı 1976 yılına kadar başka takımın formasını giymedi. 1980’de verdiği bir röportajda, “Bugün oynasanız hangi takımda yer almak isterseniz?” sorusuna, elindeki sigarasıyla şu cevabı verecekti: “Cagliari. Benim için çok önemli bir şehir.”

Gigi Riva hâlâ, 164 golle Cagliari, 35 golle ise İtalya Milli Takımı’nın en çok gol atan ismi. 11 numaralı forması ise emekli edilmiş durumda. Juventus’un bir çeşit tutkuya dönüşen Riva sevdası ise zaman zaman gündeme gelmeye devam ediyor. Dönemin Juventus Başkanı Giampiero Boniperti, o günleri şöyle anlatıyor: “Cagliari ne zaman Kuzey İtalya’da bir deplasmana gelse, Riva’yı mutlaka arar ve görüşme talep ederdim. Dört yılımı onu transfer etmeye harcadım.”
‘Muhteşem Juventus’ yaratma amacıyla ülkedeki en iyi futbolcuları Torino’ya getirme planı yapan Boniperti, Riva projesini hiç gerçekleştiremese de onun kararına en çok saygı duyan futbol adamlarından biriydi kuşkusuz. Neticede, kendisi de hem yeşil saha hem de masa başında ömrünü Juventus’a adamıştı…
Kuzey'in Simgeleri
Juventus 8 Eylül 2011’de yeni stadyumunu açarken, bir bakıma Calciopoli sonrası ayağa kalktığını duyurmak ister gibiydi. Kulüp tarihinin belki de en büyük simgesi Giampiero Boniperti, Alessandro Del Piero ile sahanın ortasına çıktı ve ‘Juventus Tarzı’ diye adlandırdığı ideolojinin kendine ait sloganı ile konuşmasını noktaladı. 83 yaşındaki efsanenin, Juventus’a adadığı yıllardan ne kadar gurur duyduğu ise her mimiğinden anlaşılıyordu: “Juventus’taki hayatım, 4 Haziran 1946’da başladı. 65 yıl sonra, bütün iyi dileklerimle sizleri kucaklamak için buradayım ve birkaç yıl öncesinde pankartlarda yazan o sözü hatırlatmak istiyorum: Kazanmak önemli değildir; kazanmak, kayda değer tek şeydir!”
Oysa Giampiero Boniperti’nin hikâyesi, futbol hayatının henüz başlarında, tamamen farklı bir hal alabilirdi. Dönemin İtaya’daki -kimilerine göre dünyadaki- en güçlü takımı ‘Grande’ Torino’nun yıldızı Valentino Mazzola, başkan Feruccio Novo’ya Juventus’un genç forvetini almaları gerektiğini söylemişti. Novo, sarışın genci ofisine çağırdı ve sordu: “Torino’da oynamak ister misin?” Juventus’taki geleceğine dair hiçbir öngörüsü bulunmayan Boniperti, Novo’ya çekingen bir bakış attı ve cevabını verdi: “Bayım, ben Juventus’luyum. Bunu yapamam!”
Torino, 1949’daki uçak kazasında takımını kaybetti ve zirve sırası, şehrin diğer takımına geldi. Boniperti’nin yıldızı olduğu Juventus, 1950’den 1961’e kadar beş kez Scudetto’ya uzandı. Özellikle John Charles ve Omar Sivori ile kurduğu ‘Büyülü Üçlü’ ortaklığı, dünya futbol tarihine geçti. Fakat kulübüne daha da büyük hizmetler yapacaktı. 1971’de kulübün sahibi Agnelli Ailesi tarafından Juventus Başkanlığına getirildi ve bugüne dek süren ‘Juventus Tarzı’ için temeli kazmaya başladı. İtalya’nın en iyi genç futbolcularını Juventus’ta topladı ve Avrupa kupalarında pek de adı anılmayan takımı, kıtanın zirvesine taşıdı. “Juventus benim kalbimdeki takım değil, kalbim” sözleriyle kulübe olan aşkını belirten efsane, kendi eseri olan ‘Juventus Tarzı’nı, 2013 yılında Gianni Mura’ya şu sözlerle özetliyordu: “Juventus; yaşama, düşünme ve davranış şeklidir.” Bütün bu başardıklarının yanında, ‘bayrak adamlık’ açısından da Boniperti’nin Juve’deki yeri ayrı. Efsane kaleci Gianpiero Combi ve beresiyle ünlü haf Carlo Bigatto gibi isimlerle 'sadık topçular' listesine giriş yapan Juventus’ta, Boniperti’nin 1961’deki vedasından sonra kariyerini sadece burada geçiren bir futbolcu henüz çıkmadı. Belki de bunun sebebi başkan Boniperti'nin en iyileri takıma kazandırmayı amaçlayan sistemiydi.

Ülkenin bir diğer güç sembolü Inter de Boniperti modeliyle şansını deneyenlerden biriydi. Moratti Ailesi ile özdeşleşen kulüp, 2004’te başkanlık koltuğuna ilk kez efsane bir futbolcusunu oturttu. İlerlemiş yaşına rağmen uzun boyu ve keskin bakışlarıyla karizmasını koruyan Giacinto Facchetti, topçuluğunda 18 yılını verdiği Inter’in en tepesindeydi.
Onun Milano masalı, Helenio Herrera ile başladı. Trevigliese takımıyla katıldığı gençler turnuvasında, dikkat çeken bir forvetti. Uzun boyu ve gol vuruşları herkesin alkışını alırken, ‘deli-dâhi’ Herrera hayalindeki oyun düzeni için Giacinto’nun rolünü tasarlamıştı bile… Dünya futbolunda sol bek tanımının değişmesi için ilk adım atıldı ve Giacinto Facchetti, 1960’da Inter’e transfer oldu. Herrera’nın ve ‘Katenaçyo’ sisteminin önemli simgelerinden biri haline gelen Facchetti, sağ ayaklı olmasına rağmen sol bek pozisyonunda dünyanın en iyileri arasına girdi. Avrupa ve lig şampiyonlukları yaşadı, milli takım ve Inter’in başında defalarca kaptan olarak sahaya çıktı. 2004’teki başkanlığı ise topçuluk günlerindeki başarılardan uzaktı… Yine de Calciopoli ile Inter’e verilen 2005-2006 şampiyonluğuyla 1989’dan beri şampiyon olamayan takımın başkanı olarak tarihe geçti. Inter’de onun 3 numaralı formasını giymek, artık ihtimaller dahilinde bile değil…
Facchetti ile aynı dönemde top koşturan Sandro Mazzola ise tam anlamıyla ‘kulübün çocuğu’ydu. Torino efsanesi Valentino Mazzola’nın oğlu olan Sandro, İtalyan futbolunun birçok yıldızının aksine şatafatlı yaşamı tercih etmedi. Henüz genç yaşında, babası ve ‘Grande’ Torino’nun anıldığı törenlere katılmama kararı alması ve “Acımı yalnız yaşamama izin verin” demeci, bunun en iyi özetiydi belki de. 1960’ta Herrera ile A takıma yükseldi ve 1977’ye kadar mavisiyah formayı taşıdı. Inter, Juventus’un aksine, ‘bayrak adam’ yelpazesini 1990’lara kadar genişletti. Henüz 20 yaşına girmeden yaşından büyük gösteren bıyığıyla yeşil sahalara çıkan ve ‘Amca’ lakabını alan sert bek Giuseppe Bergomi, 1979’da başladığı Inter kariyerini 1999’da sonlandırdığında kulüp tarihinde de zirveye kurulmuştu. Ezeli rakip Milan’ın vereceği bir cevap da vardı elbette…
Brescia yakınlarındaki Travagliato Genç Takımı’nın antrenörü Guido Settembrini, inandığı iki genci Inter antrenmanlarında denenmeleri için Milano’ya götürdüğünde tarihler 1971’i gösteriyordu. Kardeşlerin büyüğü Giuseppe beğenildi ve Inter’in altyapısına kayıt oldu. Küçük kardeş Franco’yu izleme görevi, büyük yetenek avcısı Italo Galbiati’nindi. Inter’den ayrılması kesinleşen Galbiati, bunun etik olmayacağını düşündü ve görevi başka bir arkadaşına devretti. Franco izlendi ve karar verildi: “Çok kısa ve fazla cılız.”
Settembrini, Franco’ya inancını kaybetmedi ve kısa süre sonra şehrin diğer takımı Milan’ın kapısını çaldı. Milan’ın gözlemci koltuğunda tanıdık bir isim vardı: Italo Galbiati. Inter antrenmanlarından aklından kalan Franco’yu izledi ve kararını verdi. Ret cevabı veren arkadaşlarının fikrine katılıyordu ama bu kumarı oynamaya değerdi. Franco, Milanello’daki dört numaralı odaya yerleştirilmişti. Tarih, burada yazılmaya başladı…
Franco Baresi, 23 Nisan 1978’de Verona karşısında Milan’daki ilk resmi maçına çıktı. Takımın yıldızı, genç yaşta Alessandria’dan Milan’a gelen ve 18 yıldır kırmızı-siyah formayı taşıyan Gianni Rivera’ydı. Baresi, yıllar sonra maç boyunca Rivera’ya baktığını söyleyecek ve şunları ekleyecekti: “Kaleci Albertosi bana güvenmiyordu. Sürekli ne yapmam gerektiğini söylüyor ve ‘Dikkatli ol!’ diye bağırıyordu. İçimden o kadar küfür ettim ki… Ama bunları ona nasıl söyleyebilirdim?” Maç sonunda basına konuşan kaptan Rivera, Milan’ın yeni bir yıldız kazandığı söylüyor ve Baresi’nin özgüveninden bahsediyordu. Pazubendi kime bırakacağına karar vermiş gibiydi…
Franco Baresi, 1979’da Serie A’yı kazanan Milan’ın değişmezi olmuştu. Fakat 1980’li yıllarda onu daha büyük sınavlar bekliyordu. Milan, önce Totonero Skandalı ile şike yaptığı gerekçesiyle küme düşürüldü. Hemen Serie A’ya çıktılar ama bu sefer de kötü sonuçlar onları dibe çekti. Üstüne üstlük bir de ekonomik krize girdiler. Baresi’nin savunmadaki ortağı, 1982 Dünya Kupası’nda İtalya savunmasının çevik ismi Fulvio Collovati, kariyerinin çöpe gideceği korkusuyla Inter’in yolunu tuttu. Inter, Baresi’nin de kapısını çalacaktı. Kardeşi Giuseppe bir gün “Sen hazırsan bizimkiler çoktan hazır” haberiyle dahi gelmişti. Sampdoria’da başarıyla sonuçlanacak bir projenin peşinde olan başkan Paolo Mantovani de kulübün borçlarını kapatacak 16 milyar liretlik teklifiyle Milan’ı yoklamıştı. Baresi, iki teklifi de “Benim evim Milan” cevabıyla reddetti. Kariyerinin sonuna doğru verdiği röportajda, bu kararını genç olmasına bağlıyordu: “O yaşta her şeyin düzeleceğinden eminsinizdir. Ayrılmayı düşünmedim bile. Milanista olarak doğmuştum ve çocukluğumdan itibaren takıma bağlıydım. Milan, hangi durumda olursa olsun, bana göre hâlâ çok büyük bir kulüptü.”
Büyük libero, 28 Ekim 1997’de San Siro’daki görkemli jübileyle futbola veda ettiğinde gözyaşlarının yanında altı Serie A ve üç Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonluğu vardı. Sadece Milan'ın değil İtalya Milli Takımı'nın da liderliği onun omuzlarındaydı. 2017 yazında Roma Tren İstasyonunda gördüğüm, üzerinde Baresi fotoğrafı olan reklam afişi, simgenin tüm ülkeye mal edildiğinin kanıtıydı: “Zamansız efsane!”
Baresi, Gianni Rivera’dan aldığı bayrağı kulübün bir başka mahsulüne, 24 yılını kulübe verecek Paolo Maldini’ye devretti. Maldini, San Siro’daki son maçına Roma karşısında çıktığında, vedası Baresi kadar görkemli olmayacaktı. Yaptığı eleştiriler nedeniyle taraftarlarının bir bölümüyle arası açılan Maldini’ye, 'fanatiklerin mekanı' Curva Sud’un cevabı şöyle olmuştu: “Tek kaptanımız, sadece tek kaptanımız var: Baresi!” Maldini, maç sonunda şunları söyleyecekti: “Onlardan biri olmadığım için gurur duyuyorum.”
Roma'nın Kalbi
‘Onlardan’ biri olduğu için gurur duyanlar da vardı. Francesco Totti, Curva Sud’dan çıktığı için büyük şeref duyduğunu defalarca söyledi. Mayıs 2017’deki muhteşem vedasında tribünlerle her zaman iyi geçinmesinin payı büyüktü. Totti için Roma Olimpiyat Stadı’nı hıncahınç dolduran Roma taraftarının bu ilgisinde kulüp kültürünün etkisi de yadsınamazdı. Roma, yıllar boyu kendi ikonunu altyapısından çıkarma geleneğiyle nam salmıştı. Ama Totti gibi Roma’da başlayıp Roma’da bitireni uzun süredir izleyememişlerdi.
Bruno Conti, Roma’nın genç takımında yetişmişti. 1973’te profesyonel takıma yükseldi. 1982 Dünya Şampiyonu İtalya kadrosundaki tek Roma’lıydı. Futbolu bıraktığı 1991’e kadar bonservisi başka bir takımın elinde olmadı ama henüz genç yaşta Genoa’ya kiralandı ve iki sezonu Olimpico’dan uzak geçirdi. 1990’ların başında şehrin futbol simgesi olan Giuseppe Giannini’de ise durum biraz daha farklıydı. 15 yaşında Roma’ya girdi, A takıma yükseldi ve 10 numarayı sırtına geçirdi. Brezilyalı Roberto Falcao’ya ‘Roma’nın Sekizinci Kralı’ lakabını takan tribünler, genç yeteneğe de ‘Prens’ olarak sesleniyordu. Fakat Giannini, 1996’da tacını Totti’ye bırakıp sahalardan çekilmek yerine futbola devam etmeyi tercih etti. Sturm Graz ve Napoli’den sonra Lecce ile geçirdiği bir sezon sonunda futbolu bıraktı… Fakat bütün bu simgelerden önce, lakabını Roma’dan alan bir efsane vardı: Giacomo Losi, namıdiğer 'Roma’nın Kalbi.'
Cremonese genç takımında parlayan ve 1.68’lik boyuna rağmen savunmada çevikliği ve temiz oyunuyla göz dolduran Losi, Roma’nın profesyonellik teklifini 1954 yazında tatildeyken almıştı. O güne kadar hiç başkenti görmeyen genç savunmacı, Roma’ya doğru yola koyuldu ve hiç geri dönmedi. Roma formasıyla çıktığı 386 maçın 299’unda kaptandı. Roma, kulüp tarihinin ilk ve tek Avrupa Kupası zaferini 1961’de Fuar Şehirleri Kupası ile yaşarken, Hibernian ile oynadıkları yarı final rövanşında çizgiden çıkardığı top, Losi’nin kariyer ânı oldu. Üstelik bir gün önce milli takım ile sahaya çıkmıştı. 1960’ta Inter’in başındaki Helenio Herrera’nın genel menajer Italo Allodi ile gönderdiği “Roma’da ne kazanıyorsan üç katını veriyoruz!” teklifini kale dahi almadı. Televizyon yıldızı Walter Chiari’nin Rai 1’deki programına çıktığında, Chiari tarafından “Roma’nın Kalbi” olarak sahneye davet edildi ve o kalp, kariyerini sonlandırdığı 1971 yılına kadar şehri için atmaya devam etti. 2015’te, 80. yaş gününde verdiği röportajda, “Artık takımda çok fazla yabancı var ama De Rossi ve Totti’nin gelişimlerine tanıklık etmekten dolayı çok mutluyum” diyen Losi, ilerleyen dönemde kulübün yeni bayrak adamı olacak ismi de söylüyordu: “Florenzi’yi beğeniyorum. Teknik özellikleri öne çıkıyor ama asıl, tutkusu tıpkı benim gibi. Bu beni heyecanlandırıyor."