Jackie ile Rickey

16 dk

Spor tarihinin en büyük devrimcilerinden Jackie Robinson, yüz yıl önce dünyaya gelmişti. ABD'li beyzbolcunun, karşısına çıkan sayısız engelin yanında birkaç destekçisi de vardı.

Getty Images

Amerika Birleşik Devletleri, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra dâhilî sorunlarından çok harici meselelere mesai harcayan bir yönetim anlayışına sahip oldu. Devlet mektepleri, geliri özel okullara yetmeyen vatandaşlara pek bir şey vadetmeyebilirdi ama Ortadoğu'daki 'terör tehdidi'ni yok etmek çok daha önemliydi. Kamusal sağlık sistemi gülünecek seviyede olabilirdi; velakin Irak'a ivedilikle demokrasi götürmek öncelikliydi.

1940'lar ABD'si de bu örneklerden bir diğerine tanıklık ediyordu. Öyle ki dünyayı Hitler tehdidinden kurtarmak -en azından Atlantik'in batısında yaşayanlara göre- yıldızlarla süslenmiş bayrağa düşmüştü. Çoğu eyalette ikinci sınıf vatandaş muamelesi gören Afrikalı-Amerikalıların çektiklerine de sıra gelecekti elbet. Lakin önce dünyayı kurtarmalılardı.

İkinci Dünya Savaşı'nı takip eden yıllarda, özellikle güney eyaletlerindeki sosyal yaşam, en nazik tabirle ayrıktı. Afrikalı-Amerikalılar, kimi eyaletlerde oy vermekten dahi mahrumlardı. Her restoranda yiyemez, her otelde kalamazlardı. Toplu taşımada kendilerine ayrılan bölümleri terk etmemeleri beklenirdi. Beyaz linç çetelerinin işledikleri cinayetler, yerel kolluk kuvvetleri tarafından sıkça göz ardı edilirdi.

Bu karmaşanın içerisinde hayatlarını idame ettirmeye gayretli Afrikalı-Amerikalıların tutunabilecekleri çok fazla dal yoktu. Boksta Joe Louis'in, atletizmde Jesse Owens'ın başardıkları kıymetliydi ama daha geniş kitlelere hitap edecek bir spor kahramanı hem onları beyazlarla eşit şartlarda yaşayacakları bir iklime inandırabilir hem de halkın ırkçı görüşlere sahip kesimini yumuşatabilirdi. O kahraman, Jackie Robinson adıyla, üstelik Amerika'nın en gelenekçi sporu beyzbolda çıkagelecekti.

Rickey

Yirminci yüzyılın ilk yarısında beyzbol, mutlak bir beyaz sporuydu. 1884'te majör seviyede şansını bir sezon deneyebilen Moses Fleetwood Walker'dan beri tek bir Afrikalı-Amerikalı dahi bu renk bariyerini aşamamıştı. E-posta yoluyla görüşlerine başvurduğum, Opening Day: The Story of Jackie Robinson's First Season kitabının yazarı Jonathan Eig'e göre kast sistemini andıran bu katı düzende ten renginizin ak olması dahi adil bir muamele görmenize yetmeyebilirdi: "Büyük lig kültürü Güneyli beyazlar tarafından o denli domine ediliyordu ki Kuzey eyaletlerinde doğmuş İtalyan kökenli çocuklar bile takımlarında izole edildiklerini hissediyorlardı." Vaziyet buyken bir Afrikalı-Amerikalıya büyük sahnede şans tanımak çoğu kimsenin aklının ucundan dahi geçmiyordu. Ancak dönemin Brooklyn Dodgers genel menajeri Branch Rickey, bazı şeyleri değiştirmeye kararlıydı.

Rickey, küçüklüğünden beri beyzbola sıkı sıkıya bağlıydı. Hayali, majör ligde topa vurmaktı ama sakatlıklar kariyerine erken bir son hazırladı. Sports Illustrated'dan Gerald Holland'a anlattığı üzere, hukuk eğitimini tamamlayıp Boise, Idaho'da açtığı bürosuna tek bir müşteri dahi gelmedi. Dava talebi üzerine mahkemeden yapılan görevlendirmeyle hapishanede ziyaretine gittiği ilk müvekkili, aynı zamanda son müvekkili oldu. Önce ayağına tükürüp, akabinde de oradan defolup gitmesini isteyen o mahkûmun sözünü dinledi ve sadece mapustan değil, hukuk dünyasından da defolup gitti. Aradığı huzuru, yine beyzbolun kollarında bulacaktı.

Rickey, 1919-42 yılları arasında görev yaptığı St. Louis Cardinals'da birçok yeniliğin mimarıydı. Tarihçi David Oshinsky'ye göre genel menajer unvanına sahip ilk yönetici olarak beyzbolda minör liglere anlam katan 'tarla sistemi'ni icat etti. Buna göre gelecek vadeden oyuncuları toplayıp onları Cardinals'a bağlı minör lig kulüplerinde birer tarım mahsulü gibi yetiştirerek yetenek havuzunu genişletiyordu. Beyzbolda şampiyonu belirleyen World Series'i dört kez kazandığı Cardinals kadrolarında tarla sisteminden yetişen hatırı sayılır miktarda oyuncu da vardı. Son şampiyonluğunu yaşadığı 1942 sezonunun ardından gazeteler, mali meselelerdeki fikir ayrılıkları üzerine Cardinals'tan ayrılık kararı aldığını yazıyordu. Oshinsky'ye göreyse tek sebep para değildi. Rickey'nin beyzbolda bir devrim yapma planı vardı ve ırksal ayrımın ziyadesiyle keskin olduğu St. Louis, ona başarılı olma umudu vermiyordu. Rickey için doğru adres Brooklyn'di.

Jackie

Dodgers'ın çiçeği burnunda genel menajeri, önce yönetim kurulundan onay almış, akabinde de kafasındaki devrim için doğru kahramanı aramaya koyulmuştu. Afrikalı-Amerikalı beyzbolcular, yalnızca Negro ligleri adı verilen oluşumlara bağlı takımlarda oynayabiliyorlardı. Dodgers yetenek avcıları, aralarında Negro liglerinin o zamanki en büyük yıldızları Josh Gibson ve Satchel Paige'in de yer aldığı raporları Rickey'nin masasına bıraktılar. Rickey'nin tercihiyse Jack Roosevelt Robinson oldu.

Holland'ın portresinde detaylandırdığı gibi Rickey'ye göre doğru oyuncunun altı özelliği sağlaması gerekiyordu. İlki, saha dışında doğru kişi olmasıydı. 1948-57 arası Dodgers forması giyen Carl Erskine'e göre Rickey, "Tüm oyuncularının evli olmasını isterdi çünkü evliliğin erkeğe düzen getirdiğini düşünürdü." Üniversitede tanıştığı Rachel'la evlenmek üzere olan Robinson, Rickey'yi rahatlatıyordu. Jackie, hayatını kaybedene dek Rachel'la evli kalacaktı...

Rickey'nin ikinci ön koşulu, adayının sahada iyi olmasıydı. Jackie'nin sporcu genleri bu konuda soru işareti bırakmıyordu. Abisi Mack, 1936 Berlin Olimpiyat Oyunları'nda ırkçılığa karşı en büyük zaferlerden biri kabul edilen 200 metre yarışında altın madalya kazanan Jesse Owens'ın hemen arkasında ikinci olmuştu. Jackie de UCLA tarihinin dört farklı sporda davet mektubu alan ilk oyuncusuydu. 1945'te Kansas City Monarchs'la Negro ligi All-Star maçına da seçilmişti.

Üçüncü madde, yeni adayın kendini kanıtlayacağı minör takımın doğru şehirde yer almasıydı. Dodgers'ın en üst seviyedeki minör takımı olan Royals, ırk çatışmalarının gündemde olmadığı Montreal kentinde kurulmuştu. Kendi ırkının tepkisi de doğru olmalıydı. Bunu sağlamak için dönemin Afrikalı-Amerikalı kanaat önderleriyle bir araya gelen Rickey, onlara Robinson lehinde gösteri yapmamaları ve deplasman maçlarına toplu seferler düzenlememeleri gerektiğini anlattı. Jackie'nin bir şansı olacaksa, bunu tek başına başarmalıydı. Rickey'nin talepleri saygıyla karşılandı. Daha sonra sıklıkla tekrarladığı gibi o günlerde istişare içinde olduğu liderlere hayatı boyunca büyük saygı duyacaktı.

Kalan iki madde, basının -daha geniş ölçekte kamuoyunun- ve takım arkadaşlarının tepkisiydi. Rickey'ye göre tek bir merhem bu iki derde de deva olacak; zaman, üzerine düşeni yapacaktı. Artık sahne hazırdı. Sırada Jackie'yle Rickey'nin buluşması vardı.

Üç Saat

Robinson, 1945'in Ağustos ayında Rickey'nin davetini işittiğinde pek heyecanlanmamıştı. Negro ligleri all-star maçının üzerinden birkaç hafta geçmişti ve Jackie, Brooklyn'de bir Negro ligi takımı kurulacağını düşünüyordu. Hâlbuki mevzu bundan çok daha fazlasıydı. Jackie, Rickey'nin ofisinde yarım saatten fazla zaman geçirmeyeceğini tahmin ediyordu. Ancak o odada çok daha uzun kalacaktı.

Rickey, planlarını Robinson'a anlattı. Ancak mesele bu kadar basit değildi. Beyzbol dünyası, Afrikalı-Amerikalı bir oyuncuyu şefkatli kollarla karşılamayacaktı ve Robinson ırkçı tepkilere, sözlü saldırılara gerek saha içinde gerekse de saha dışında hazır olmalıydı. Üç saati bulan tarihi toplantıda Rickey, yeri geliyor Robinson'ı takımın kalacağı otele kabul etmeyen bir resepsiyoniste bürünüyor; birkaç dakika sonraysa rakip oyuncuların verebileceği olası tepkileri sıralıyordu. İçinde bolca ırkçı ibare de yer alan bu canlandırmaların sonunda konu hep aynı noktaya geliyordu: "Buna dayanabilir misin?" Rickey ters bir tepkinin, ırkçıların ekmeğine yağ süreceğini biliyor, karşısındakine güvenebileceğinden emin olmak istiyordu. Toplantının satır başıysa şu cümlelerdi:

— Bay Rickey, karşılık vermekten korkan bir oyuncu mu istiyorsunuz?

— Hayır, karşılık vermeyecek kadar yürekli bir oyuncu istiyorum.

Aslında Robinson'ın geçmişinde ayrımcılığa karşı koyduğu günlerin sayısı az değildi. Askerliğini yaptığı 1944 yılında, hastane yolundaki bir ordu otobüsünde arka bölüme geçmeyi reddettiği için yetkililere teslim edilen Robinson, askeri mahkemeye dahi çıkmıştı. Ancak bu kez, daha kapsamlı bir ülkü için önüne çıkan engelleri -bir süre- sineye çekmeye hazırdı. Görüşlerine başvurduğum Eig, bu durumu şöyle anlatıyor: "Doğasında her zaman karşı koymak vardı. Ancak Branch Rickey'nin genellikle sessiz kalacak güçlü bir adam istediğinin farkındaydı. Onun için kolay değildi ama Rickey'ye saygı duyuyordu ve onun istediği gibi davranacaktı." Robinson, 1946 sezonu için Dodgers'ın tarla sistemindeki en iyi takım olan Montreal Royals'la sözleşme imzaladı.

Dört Hafta

Clay Hopper, heyecanlıydı. 1942'de antrenör olarak katıldığı Dodgers organizasyonunun minör takımlarında görev yapmış; 1945'te de Mobile Bears'ı kendi liginde şampiyon yapmıştı. Branch Rickey'nin yeni sezon öncesi Hopper'a iki mühim havadisi vardı. İlki, Dodgers'ın minör seviyedeki en yüksek mertebesi olan Royals'ın başına geçeceğiydi. İkinci haberse Hopper'ı ilki kadar memnun etmeyecekti. Zira kadroya eklenen oyuncular arasında Jackie Robinson da vardı. Montreal menşeli The Gazette'de basılan bir makaleye göre Hopper, Rickey'den Robinson'ı diğer takımlarından birine göndermesini istemiş; Rickey oralı olmayınca da şunları söylemişti: "Hayatım boyunca Mississippi'de yaşadım. Bunu yaparsan, ailemi ve evimi başka bir şehre taşımak zorunda kalırım." Rickey'nin kararı kesindi; Hopper'ın Robinson'la çalışmayı öğrenmek dışında bir seçeneği yoktu.

Robinson, hazırlık kampından itibaren ırkçı tepkilerle yüzleşmek zorundaydı. Mart ayındaki bahar antrenmanları için Florida'da bulunan Royals'ın konakladığı otel, bir Afrikalı-Amerikalıya oda vermeyecekti. Robinson, kamp süresince Afrikalı-Amerikalı bir siyasetçinin evinde ikamet etti. Antrenman maçları için çıktığı stadyumda ıslıklar, ırkçı söylemlere karışıyordu. Robinson, işine bakmaya devam etti. Robinson, işinde oldukça iyiydi. İşittiği küfürlere çaldığı kalelerle, atılan maddelere yaptığı güçlü vuruşlarla cevap veriyordu. Sezon sona erdiğinde Royals, mücadele ettiği Uluslararası Lig'i şampiyon tamamlıyor; Robinson da tutturduğu .349'luk vuruş ortalamasıyla lig liderliğinin yanı sıra en değerli oyuncu ödülünün de sahibi oluyordu. Elini ilk sıkanlardan biri, Hopper'dan başkası değildi. Sezon boyu Hopper'ın adil davrandığını söyleyen Robinson'ın hayata bakışını değiştirdiği ilk insanlardan biri Hopper'dı. Elbette son insan da olmayacaktı.

Robinson, artık büyük sahneye hazırdı. Amerika Beyzbol Araştırma Topluluğu'nun verilerine göre o sezon Royals maçlarını toplam bir milyondan fazla kişi takip etmişti ki bir minör lig takımı için bu, akılalmaz bir miktardı. Rickey, gelecek sezon için Robinson'ı Dodgers kadrosuna dâhil etti. Tarihi 1947 sezonu başlamadan önce ilk çatlak sesler takımın içinden yükseldi. Eig, soyunma odasındaki atmosferi şöyle açıklıyor: "Çoğu Dodgers oyuncusu Robinson'a ve entegrasyona karşıydı. Güneyliler, bunu daha sesli dile getiriyorlardı. Sadece birkaç oyuncu Robinson'ın gelişinden memnundu ancak onlar da Güneyli takım arkadaşlarının gözünden düşmemek için sessiz kaldılar. Rickey ve (menajer) Leo Durocher, takıma Robinson'la oynamak ya da işlerini kaybetmek arasında bir seçim yapmak zorunda olduklarını söylediğinde bu durum değişmeye başladı." En sert tiratlardan birini Durocher atmıştı: "Adamın sarı ya da siyah olması veyahut zebra gibi çizgilere sahip olması umrumda değil. Bu takımın menajeri benim ve o oynayacak diyorum." Sezon başlamadan Majör Lig yönetimi tarafından bir yıl cezaya çarptırılıp takımdan uzak kalsa da Durocher'ın sözleri, soyunma odasındaki tonu belirlemişti.

15 Nisan 1947, büyük gündü. Dodgers, evi Ebbets Field'da Boston Braves'i 5-3 geçerken sayı alanlar arasında Jackie Robinson da vardı. 60 yılı aşkındır süregelen ırk bariyeri yıkılıyordu. Robinson için sırada, o seviyede kalıcı olabileceğini kanıtlamak vardı. Sports Illustrated'dan William Nack'in detaylıca kaleme aldığı üzere mayıs ayı, Robinson'ın bu yoldaki en kritik dönemeciydi. Kolejde Amerikan futbolu oynadığı günlerden kalan omuz sakatlığı, nisan sonunda nüksetti ve 23-30 Nisan arasında salladığı 20 sopa da topa temas etmedi. Ayrıca alışık olduğu ikinci kale bekçisi pozisyonunda Eddie Stanky oynadığı için hayatı boyunca denemediği birinci kaleye alışmaya çalışıyordu.

Düşük performans, Robinson'a -aslında tüm Afrikalı-Amerikalılara- şüpheyle bakanların iştahını kabartmıştı. New York gazetelerinde Robinson'ın sahada olmaması gerektiği, ilk kaleye uygun olmadığı, takımdan kesilmemesinin tek sebebinin Afrikalı-Amerikalılara satılan biletler olduğuna dair köşe yazıları vardı. Rickey, basına sabırlı davranmaları gerektiğini söylüyordu: "Henüz gerçek Robinson'ı görmediniz. Sadece bekleyin." Başkan, haksız çıkmayacaktı.

1 Mayıs'ta uzun bir aranın ardından Chicago Cubs'a karşı vuruş yapmayı başaran Robinson, bir daha arkasına bakmadı. Üstelik, yoluna çıkan sıkı engeller de vardı. 8 Mayıs'ta St. Louis Cardinals'la oynayacakları maç öncesi St. Louis oyuncularının bir greve hazırlandıklarına, diğer takım oyuncularından da destek aradıklarına dair bir makale, beyzbol dünyasında büyük yankı uyandırmıştı. Makaleye göre Ulusal Lig başkanı Ford Frick, Cardinals oyuncularına "Ligin yarısı greve gitse dahi umrumda değil. (...) Burası Amerika Birleşik Devletleri ve her vatandaş, bir diğeri kadar beyzbol oynama hakkına sahiptir. Lig, sonucu ne olursa olsun Robinson'a destek vermeyi sürdürecektir" şeklinde çıkışmıştı. Makalenin ardından spor medyasının büyük bir çoğunluğu da Robinson'ı desteklemeye başladı.

Hengâmenin ortasında, Robinson vuruş serisine devam ediyordu. Dodgers'ın Philadelphia'da her sene konakladığı Benjamin Franklin Oteli, bu kez onları reddediyor, yanlarında bir 'Nigra' varken bir daha buraya gelmemeleri gerektiğini söylüyordu. Sahada da tavırlar farklı değildi. Atıcılar bilerek topu Robinson'ın vücuduna nişanlıyor, tutucular ayakkabılarına tükürüyor, kale bekçileriyse sıklıkla bileğine basıyorlardı. Ancak Robinson, vuruş serisine devam ediyordu. 14 maç üst üste en az bir vuruş yapmayı başaran

Robinson, en azılı karşıtında dahi Majör Lig'e ait olduğuna dair bir şüphe bırakmıyordu. Eig'e göre o dört hafta, takım içinde gördüğü saygıyı da arttırmıştı: "Kazanmayı herkes sever. Takımdaki en sıkı ırkçılar dahi Robinson'ın takımı daha iyi hâle getirdiğini görebiliyordu." Robinson, çaylak sezonu boyunca bir yandan da The Pittsburgh Courier adlı haftalık Afrikalı-Amerikalı dergisine yazılar yazdı. Sahadaki tavrı gibi kalemi de yatıştırıcıydı. Üslubu, nümayişe katılan gençlerin, telefonun öbür ucundaki kaygılı kulaklara "Yok anneciğim, biz arkalardayız zaten" deyişlerini andırıyordu. Irkçı Chapman için "O ilk maçta sarf ettiği cümleleri gerçekten kastettiğini düşünmüyorum. İyi birine benziyor" yazarken kendisine ulaşan sayısız tehdit mektubunu kaleme alanları da "Laf atacak yer arayan, kafası dağınık insanlar" şeklinde geçiştiriyordu.

Robinson'ın verdiği bu harika sınav, geç olmadan etkisini hissettirdi ve sezon sonuna dek dört Afrikalı-Amerikalı oyuncu daha Majör Lig takımlarıyla sözleşme imzaladı. Bu sayı, 1951'in sonunda 18'e kadar çıkacaktı.

On Sezon

Jackie Robinson'ın sosyal etkisi her daim ön planda olsa da beyzbol yetileri asla yadsınacak seviyede değildi. 28 yaşında adım attığı, ilk sezonunda bilmediği bir mevkide oynadığı beyzbolun zirvesinde yılın çaylağı seçildi. Yalnızca iki sezon sonra bu kez 'En Değerli Oyuncu' ödülüne layık görüldü. Dodgers forması giydiği on sezonun altısında takımını World Series'e taşırken 1955'te kulüp tarihinin ilk şampiyonluğunda pay sahibiydi. Sahadaki Robinson için Eig, "Eğer daha erken yaşta lige girebilseydi çok daha etkileyici istatistikler biriktirebilirdi. Yine de zirve döneminde, tüm zamanların en heyecan verici ve en verimli beyzbolcularından biriydi" diyor.

İlk iki sezonunda kendini lige kabul ettirdikten sonra Branch Rickey'den artık kendi olabileceğine dair onay alan Robinson, vakit kaybetmeden gördüğü yanlışları cesurca saymaya başladı. Hakemlerle, rakiplerle girdiği diyaloglar arttı. Sözünü esirgemediği asıl konular ise sosyal eşitsizlik ve ırk ayrımıydı. Kariyerini noktaladığı 1956'dan itibaren ırk eşitliği için çalışan birçok sivil toplum kuruluşunda görev yaptı.

Sayısız defa aynı karede görüldüğü kişiler arasında, geçen yüzyılın en büyük Afrikalı-Amerikalı liderlerinden Martin Luther King de vardı. King, Robinson'ı "Tahammülsüzlük ve hüsranla dolu bir karanlıkla mücadele eden, zamanının sembolü" şeklinde niteliyor; Branch Rickey'ye hediye ettiği kitabınıysa "İşimi çok daha kolaylaştıran Branch'e" şeklinde imzalıyordu.

Robinson, ölümüne sayılı günler kala dahi hayalini kurduğu düzeni anlatıyordu. 1972 World Series'in ikinci maçı öncesi açılış atışını yapmak üzere çıktığı sahada "Burada olduğum için çok gururluyum ama şunu da kabul etmeliyim: Bir gün üçüncü kaledeki antrenör çizgisine bakıp siyah bir yüz gördüğümde çok daha gururlu olacağım" diyordu. Dokuz gün sonra Jackie Robinson, hayata gözlerini yumdu. Majör Lig tarihindeki ilk Afrikalı-Amerikalı menajer olan ve tesadüf eseri kendisiyle aynı soyadı taşıyan Frank Robinson'ın göreve gelmesine daha üç yıl vardı.

Amerikan spor iklimi, sosyal konularda sözünü esirgemeyen figürler görmeye alışkın. Bill Russell'dan Jim Brown'a, Muhammed Ali'den bugün Colin Kaepernick'e uzanan listenin en başınaysa Jackie Robinson'ı yazmak gerek. Eig, Robinson'ın bu yoldaki rolünü çok güzel bir benzetmeyle açıklıyor: "Muhammed Ali, Jim Brown, Bill Russell ve diğerleri, siyahi atletlerin şöhretlerini eşitlik için kullanabileceklerini kanıtladılar. Ama bunu ilk ve en kuvvetli şekilde yapan Jackie Robinson'dı. (...) Ali, Brown ve Russell'a yolu döşeyen oydu. Her iyi kâşifin ya da bilim insanının söyleyeceği gibi, bir yol haritanız yoksa kaybolmak kolaydır. Robinson'ın bir destek ağı ya da öncülü yoktu. Yolu, o inşa etti."

Socrates Dergi