Jaleen Smith'in Avrupa Günlükleri
7 dk
Almanya, İtalya, Sırbistan… Jaleen Smith’in farklı ülkelere uzanan kariyerinin bu sezonki durağı Türkiye. Bahçeşehir Koleji’nin yeni transferiyle Avrupa günlerini konuştuk.
Kolejde dört yıl geçirdikten sonra Almanya’ya uzanan bir yolculuğun var ve Almanya kariyerine ikinci ligde başlıyorsun. Seni takımdan gönderebilecekleri için korkuyormuşsun sanırım.
Sezon Noel'den önce başlamıştı ve çok da iyi oynamıyordum. A takım seviyesindeki ilk yıllarımda özgüven sorunum vardı. Heidelberg’e ilk geldiğimde de kendime güvenim yoktu. Düşünsene, kolejde takımın yıldız oyuncusu olarak parkede 30 dakika kaldıktan sonra en az senin kadar iyi profesyonel oyuncularla oynamaya başlıyorsun ve işler iyice zorlaşıyor. Bir de Almanya’ya tek başıma taşınmıştım. Şu anki eşim eğitimine devam ediyordu. Noel zamanı yanıma gelip bir ay kalırdı ama Avrupa’daki dördüncü yılıma kadar tek başıma yaşadım. İlk iki yılım çok zordu. Daha önce de evden uzakta yaşamıştım ama sadece bir saatlik mesafedeydi. Almanya’da ise işler farklıydı. Ailemden yedi saat ileride olan bir ülkeye taşınmıştım. Ailemle konuşmak için onları işe ya da okula gitmeden önce aramak zorundaydım. Ben yatarken onlar işten veya okuldan yeni çıkıyorlardı. Yani ailemle iletişim kurmak için zaman bulmak zordu.
Bir de yabancı oyuncusun...
Evet… Yani, yabancı oyuncu olduğunda senden daha verimli olmanı, bir şeyler üretmeni beklerler. Ben de pek verimli değildim. Hatta başka bir Amerikalı oyuncu daha vardı, onu sezon içinde göndermişlerdi. Koçun zor zamanlarda bile bana güvendiğini anlamıştım. Sezonun ikinci yarısında bu güvenin karşılığını verdim.
Almanya'da üç farklı takımda oynadın ve basamakları tek tek çıktın. İkinci lig, ardından birinci ligde kontrat buldun ve sonrasında ligin MVP’si oldun. Ludwigsburg’a dair neler hatırlıyorsun?
Ludwigsburg’da işler zorluydu. İlk profesyonel yılım ya da EuroLeague’de oynadığım gibi değildi. John Patrick sadece fiziksel değil, zihinsel olarak da sizi çok zorlar. Onunla birlikte oyunumu bir üst seviyeye taşıdım. Topun elimde kalması ve takımın lideri olmak benim için büyük bir şeydi. Kolejden sonra ilk kez bir takımın direksiyonundaydım ve sahadaki kararları ben veriyordum. Sadece benim değil, takım arkadaşlarımın da oyunu gelişti. MVP olduğum sezon bir başkası da o ödülü alabilirdi. Jordan Hulls, Oscar da Silva veya Tremmell Darden... Tremmell mesela takımın veteranıydı. Real Madrid gibi en üst seviyelerde oynamıştı. 37-38 yaşındayken bile üst seviyede oynuyordu. Ona gerçekten büyük saygım var. Vücuduna iyi bakıyordu. Antrenmandan bir saat önce esneme hareketleri yapar, bireysel idmanını yapar ve sonrasında bir saat daha esneme yapardı. Bana profesyonel olmayı o öğretti. Ondan önce bu tür şeyleri nasıl yapacağımı bilmiyordum. Hatta ondan gördüklerimi hâlâ yapıyorum. ALBA Berlin’e gitmeden önce ondan öğrendiklerimi alışkanlık haline getirmek benim için iyi oldu.
Peki Tremmell Darden seni motive etti mi? Onun yaşına kadar oynamayı düşünür müsün?
Vücuduma onun gibi bakarsam kesinlikle; ama oğlumu da düşünüyorum. Eşimle bir çocuk daha istiyoruz. Oğlumun ailemle ve kuzenleriyle vakit geçirmesini isterim. Evimize döndüğümüzde yaklaşık bir ay boyunca büyükanneleriyle, kuzenleriyle vakit geçiriyor. Onun aile ortamında büyümesini istiyorum. Farklı ülkeleri gezip görmesi güzel ama ailesinin yanında olması da önemli.
Bir sporcu olmanın dezavantajlarından biri de bu galiba. Özel günlerini bile kaçırdığı oluyor, değil mi?
Kesinlikle, bu tarz özel günleri çok sık kaçırıyorsun. Aileni arayabiliyorsun ama birlikte yemek yiyemiyorsun. Tanrıya dua ediyorum ki daha nice yılları görebileyim, Kimsenin başına gelmesini istemem ama kimin ne zaman gideceği belli olmaz. O yüzden özel günlerimde ailemle birlikte olmak istiyorum.
2021 yazı senin için yoğun geçmiş çünkü evlilik hazırlığı yaparken NBA takımlarının dikkatini çektin ve sonrasında Summer League'de yer aldın. O yaz verdiğin bir röportajda “Umarım menajerim, düğün günü için herhangi bir plan yapmıyordur yoksa eşim beni öldürür. Zira, kendisi 3-4 NBA takımının beni antrenmana davet etmek istediğini söyledi” demiştin.
O yaz hem benim hem de arkadaşımın düğünü vardı. Önce kendi düğünümü yaptım, sonra antrenmanlara katıldım. Ardından arkadaşımın düğününe gitmiştim. Düğün sonrası bu kez Utah Jazz ile antrenmana çıkmam gerekiyordu. O yazın ne kadar yoğun olduğunu tamamen unutmuşum.
Peki NBA takımlarından telefon aldığında ne hissetmiştin?
Düğünümüzden bir hafta önce sezon bitmişti. Eşimin gelinlik, benim de smokin almam gerekiyordu. Of! Düğünün bir hafta öncesinde bile hazır olmayan şeyler vardı. Sezon sonrası direkt düğün hazırlıklarına başlamamız gerekiyordu. NBA takımlarından telefon geldiğinde menajerime düğünden sonra yapmalarını umduğumu söyledim. Öncesinde değil... Çünkü kendi düğünüme geç kalırsam hiç iyi olmazdı.
Summer League’de Chris Paul'la tanışmışsın. Antrenman yapma fırsatın oldu mu?
Antrenman yapma şansım olmadı. Onlar geldiğinde genellikle koçlarla konuşur ve antrenmanların nasıl olduğunu izlerlerdi. Bizimle antrenman yapmazlar ya da bize tavsiye vermezlerdi.
Summer League’deki Suns takımında iki tane Jalen Smith vardı ama birinin ismi iki 'e' ile yazılıyor.
Hahahaha. Evet. Jalen Smith’in zaten bir ‘Stix’ diye bir lakabı vardı. O yüzden sorun yaşamadık. Bana da Jay derlerdi. Takım içinde karışıklık olmadı ama spikerler için bir sorun olmuştu galiba.
Bir de o takımda iki Alexander olduğunu düşününce... O takımdan EuroLeague’e gelen çok fazla oyuncu vardı. Alpha Diallo, Tyrique Jones, Vitto Brown...
Evet, bizim adımıza büyük bir sıçramaydı. O yaz sonrası ben ve Alpha EuroLeague takımlarına gittik. Tyrique sonraki sezon Türk Telekom’a gitti ve devamında EuroLeague’e adım attı. Nate Mason vardı mesela o kadroda, bu sezon Dubai takımında oynayacak. Takıma baktığımda çok fazla Avrupa tecrübesi bulunan oyuncu vardı. Deneyimli bir oyuncu grubuyduk ve basketbolun nasıl oynandığını biliyorduk. O yaz Bones Hyland'a karşı oynadım. Onun o kadar iyi olduğunu bilmiyordum sonuçta çaylak bir oyuncuydu. İkimizin de iyi oynadığı bir maçtı. Summer League’de yer almak ve ailemin beni ulusal kanalda izleyebilmesi muhteşem bir tecrübeydi.
Fotoğraf: Getty Images
O yaz ALBA ile sözleşme imzaladın. Sen tam kapıdan girerken Aito Garcia kapıdan çıkmıştı. Onunla konuşma fırsatın oldu mu?
Hayır. Yani, sadece ALBA’ya karşı oynadığımız maçlarda konuşmuştuk birkaç kere. Ama bire bir konuşma fırsatım olmadı. Onunla çalışmayı çok isterdim.
Almanya’da altı yıl geçirdin ve bana göre basketbol açısından en sağlıklı büyüyen ülke. Gordie Herbert’ın da Dünya Kupası finali sonrası Almanya Ligi’nin altyapısının bir numara olduğunu söylemişti.
Evet, şu an bu konuda çok takdir ediliyorlar. Almanya’da genç oyuncuları geliştirmeye çalışıyorlar.
Orada uzun yıllar oynamanın yanı sıra farklı seviyeleri de gördün, Diğer ülkelerden farklı olarak neyi iyi yaptılar?
Bence Almanya’da basketbol çok fiziksel. Özellikle Avrupa kupalarında bunu daha iyi anlıyorsunuz çünkü fiziksel mücadeleye hazır oluyorsunuz. Oradayken bireysel çalışmaların çok daha fazla olduğunu görmüştüm. Sadece A takım seviyesindeki oyuncularla değil, genç oyuncularla da. Bu oyuncular hem genç takımla hem de A takımla oynuyorlardı. Almanya, belki para açısından yabancılar için en iyi üç ülkeden biri olmayabilir. Zira, son yıllarda altyapıya yatırımları aksatmıyorlar. Oraya ilk gittiğimde ülke basketbolu ve genç oyuncularına yatırımları hakkında pek bir şey bilmiyordum. Ama şimdi öyle değil. Alttan birçok genç oyuncu geliyor ve profesyonellerle birlikte sahayı paylaşıyorlar. Genç yaşta sorumluluk almaya başlıyorlar. Hal böyle olunca daha fazla tesis inşa etmeye başlıyorlar ve bu da gelişimlerine katkı sağlıyor. Böylece genç oyuncuların çalışabileceği ve kendilerini geliştirebileceği yerler oluyor.
Almanya dosyasını kapatmadan önce sana bir fotoğraf göstermek istiyorum.
Bunlar eski formalar, Heidelberg vermişti.
Fotoğraf: @_LukasRobert
Ve bu forma bir Hırvat oyuncuya ait.
Ne! Bunu bilmiyordum bile. Ciddi olamazsın…
‘Manifesting’ hâlâ işe yarıyor yani…
Hahahahahaha! Soyadımı böyle yapabilirim belki. O formanın Hırvat bir oyuncuya ait olduğunu bile bilmiyordum. Ama iyi bir oyuncu olduğunu söylemişlerdi.
Herhangi bir Hırvat ismi aldın mı?
Hayır ama Alman bir arkadaşım arada takılıyor. Bana Joseph Smithic ismini taktı. Resmiyette olsaydı, herhalde Joseph Smithic ya da Smithovic olurdu herhalde.
Peki olaylar nasıl gelişti ve kendini bir anda milli takım formasıyla buldun?
Aslında herkes bana bunu soruyor ve sürecin basitçe tamamlanmasına şaşırıyorlar. O yaz evimize daha yeni taşınmıştık ve evde bir ay daha keyif yaparım diye düşünüyordum. Menajerim aradı ve Hırvatistan'ın beni devşirmek istediğini söyledi. Ben de “Tamam, bir koçla konuşayım” dedim. Koç, bana nasıl bir rol düşündüğünü anlattı ve oynayıp oynayamayacağımı sordu. Ben de "Tabii ki oynarım, neden olmasın" dedim. Bu kadardı yani.
Ama bu Avrupa kamuoyunda en fazla tartışılan konulardan biri. Bana göre bir milli takım transfer yapmış oluyor. Sonuçta Hırvatistan ile güçlü bir bağın yok aslında.
Temelde Hırvatistan’da herhangi bir şey imzalamadım. Sadece yeni bir pasaportum oldu. Bunun hem onlara hem de bana faydası oldu. Sonuçta onlar için mücadele ediyorum. Avrupa’da başka bir ülke adına da oynayabilirdim. Bu bir sözleşme değil, sadece 10 yıllık pasaport aldım ve her yaz milli takıma gidiyorum çünkü oradaki insanları, koçu ve takımı seviyorum. Bana kendilerinden biriymişim gibi davranıyorlar. Sezon içindeki FIBA eleme maçlarında veya yazın Hırvatistan’a gidip orada keyifli zaman geçirmek harika hissettiriyor.
Milli takım kariyerin için bir motivasyonun var mı? Hiç "Olimpik sporcu olmak istiyorum" ya da "Madalyaya kazanmak istiyorum" dediğin oldu mu?
Öncelikle olimpik sporcu olmak tabii ki istiyorum. Olimpiyata katıldığınızda her şey olabilir. İyi bir kadro çekirdeğimiz var. Zubac, Saric, Hezonja’ya sahibiz. Mesela Bojan bu yaz bizimle olabilseydi daha farklı olabilirdi. Milli takıma ilk geldiğimde Kruno bana çok yardımcı olmuştu. EuroBasket başlayana kadar ne olup bittiğini bilmiyordum bile. Yetenek anlamında problemimiz yok ama nasıl bir araya geleceğimiz konusunda fikrimiz yoktu. EuroBasket'ten sonra gerçekten iyi iş çıkardığımızı düşünüyorum ve bunu Josip Sesar'a borçluyuz. O, takım oyununa önem veriyor. Takım en iyi veya en kötü oyuncusu olmanın hiçbir önemi yok, koç topu paylaşmanı istiyor. Takımca bu anlayışın çevresinde toplandık.
Geçen yaz Virtus Bologna’ya transfer oldun ve bu da aslında kariyerinin başlangıçlarından biriydi çünkü Almanya’da altı yıl mesai yapmıştın. Almanya ikinci evin gibiydi herhalde.
Kesinlikle öyleydi. Çok rahattım. Biraz Almanca bile biliyordum. İtalya'ya gidene kadar Almanya’nın üzerimde bu kadar büyük bir etkisi olduğunun farkında değildim. Bu yüzden İtalya’ya gitmek benim için büyük bir değişiklikti. Bologna ile seviye atlamıştım. Kulübün hedefleri vardı.
Virtus, o zamanki adıyla Kinder Bologna, 90'larda ve 2000'lerin başında Avrupa’yı domine ediyordu…
Almanya'da mesela böyle bir tarih yok. Tam anlamıyla basketbol ülkesi değil. Ama Bologna, basketbola önem veren bir şehirdi.
O sezona harika başladınız ama 2023'ün sonuna doğru sakatlık problemleriyle birlikte takımın düşüşü sert oldu. Sonrasında ise Partizan'ın yolunu tuttun. Sezon ortasında takım değiştirmek nasıl bir tecrübeydi?
Kariyerimde ilk kez başıma gelen bir şeydi. Şimdi geriye dönüp baktığımda pes ettiğimi fark ediyorum. Keşke ayrılık kararını vermeden önce koçla konuşup ne düşündüğünü öğrenseydim. Bana korkak diyebilirsin… Bologna’da kalmalıydım çünkü takımdakilerle aram çok iyiydi. Hepsi harika insanlardı. Gerçekten iyi bir takımdık ve sezonun gidişatını da herkes biliyor. Devamında gaz mı bitti bilmiyorum ama gerçekten iyi bir takımdı. Sert bir düşüş yaşandı.
Partizan’a sezon içinde transfer oldun ama eski menajerin Misko Raznatovic ile Partizan arasında bazı problemler vardı.
Misko’nun Partizan’la sorunları olduğunu bilmiyordum. Öncesinde Misko’dan ayrılıp eski menajerim Teddy Archer’la yeniden çalışmaya başlamıştım. Sonrasında Partizan ile anlaştım. Herkes, Misko’dan ayrıldığım için Partizan’a gittiğimi veya Partizan’a gitmek için Misko’dan ayrıldığımı düşünüyor. Ama işin aslı öyle değildi. Misko’nun Partizan’la bir sorununun olduğunu bile bilmiyordum. Teddy, bana Partizan’ın bir oyun kurucuya ihtiyacı olduğunu söyledi ve o sırada Bologna’dan ayrılmak istiyordum. Bu yüzden Partizan’ın yolunu tuttum. Misko bana herhangi bir şey teklif dahi etmedi.
Stark Arena'da iki kez maç izledim ve inanılmaz bir deneyimdi. Bence turistlerin Sırbistan’da yapması gereken ilk şey Stark Arena’da maç izlemek olmalı.
Çılgınca. Daha önce hiç görmediğim bir şeydi. Aslında televizyonda izliyorsun ve “Bu manyak bir şey” diyorsun ama orada bulunmanın nasıl bir şey olduğunu hayal edemiyorsun. Herkese, bana gladyatörlerin Kolezyum'da savaşmasını çağrıştırdığını söylüyorum. Taraftarların önünde savaşıyorsun ve onlar seni deliler gibi destekliyor. Bir şeyler fırlatıyorlar, çılgına dönüyorlar. İnanılmaz ateşliler. Tüylerim diken diken oluyor çünkü öyle bir taraftarın önünde oynamak inanılmaz bir duygu.
Sırp bir arkadaşım var. Tezahüratlar hakkında hiç bilgim olmamasına rağmen sürekli kayda alıp ona gönderiyorum. Bana “Ne söylediklerini bilmek istemezsin” dediğini hatırlıyorum ama etkilenmemek elde değil.
Bebeklikten itibaren bunu aşılıyorlar. Sırbıstan’dakiler için basketbol bir din. Küçüklükten itibaren tüm tezahüratları ve şarkıları öğreniyorsun. Belki de taraftar gruplarından birinin başında yer alıyorsun. Bir de şunu ekleyeceğim, çok fazla seyahat ediyorlar.
Partizan demişken Obradovic’ten de bahsetmetmemiz gerekiyor. Onun gibi bir figürler çalışmak nasıldı?
Basketbol IQ’mun geliştiğini söyleyebilirim. Ve sahayı daha iyi görebiliyorum. Mesela Ponitka’nın savunmasında bir guard kalırsa, Ponitka’nın sırtı dönük oyunları üzerinden oynamamız gerekirdi. Rakibin savunmada zaaf yaratan oyuncusu varsa ona atak edeceğimizi ve onun üzerinden bir oyun kurgulayacağımız gerektiğini biliyorum. Başka bir örnekle, hücumda bizi zora sokan bir rakip varsa onu hem savunmada hem de hücumda yormamız gerekir. Yani öyle bir oyuncuyu sürekli koşturacak bir oyun planı vardı. Zeljko'nun bir milyona yakın seti vardır ama setleri, rakibe göre revize ediyordu. Bu yüzden IQ’mun arttığını ve onun sayesinde parkede daha stabil bir oyuncuya dönüştüğümü hissediyorum.
Aslında Avrupa basketbolunda yazılı olmayan kurallar vardır, Mesela Obradovic Amerikalı oyun kurucularla çok çalışmazdı eskiden. Kamuoyunda da Amerikalılara karşı önyargı vardı ama son yıllarda bu önyargı kırıldı.
Daha önce duymuştum. Amerikalıların sadece iş gibi düşündüğünü ve gelip gittiğini söylüyorlardı. Ancak aynı durum ABD’ye giden Avrupalılar için de söz konusuydu. Onlara karşı da bir önyargı var. Mesela bir Avrupalı, Amerika’ya gittiğinde “Bu adam atletik değil. Bu adam yavaş, oyun kurucu değil” deniliyor. Doncic draft olduktan sonra NBA’ye ayak uyduramayacağını söyleyenler vardı. Ama o zekasıyla ligi domine ediyor. Vücudunu nasıl kullandığını görüyorsunuz. Bu yaz karşılık oynadım ve onu savunmaya çalıştım. Amerikalılar Avrupa’ya geldiğinde de kalıplaşmış şeyler söyleniyor. Gerçekten iyi oyun kurucular var. Kendi skorunu üretenler de var; benim gibi takım oynatmaya çalışan, ilk önce potaya değil de takım arkadaşlarına pozisyon hazırlayan oyun kurucular da var.
Partizan için geçen sezon çok iyi geçmedi. Bir de Kızılyıldız ile aralarındaki gerilimi herkes biliyor. Sen de parçasıydın o gerilimin…
Kamera kaydında görülen üçüncü bendim. Herkese söylüyorum. Şut antrenmanında çıkmıştık. Saçlarımızı yeni kestirmiştik ve aynaya bakıp şakalaşıyorduk. Sonrasında soyunma odasına giderken Stefan Lazarevic soyunma odasından çıktı. Bu arada onların soyunma odası açıktı. Muhtemelen bizi bekliyordu. Oynanan son maçla ilgili bir şey sordu. Sonrasını zaten izlediniz. Videoda tam olarak gözükmedi ama Lazarevic, James Nunnally’yi boğmaya çalıştı. Tatsız bir olaydı. Maalesef, Partizan ve Kızılyıldız arasındaki gerilimi özetleyen bir hadise.
Üç yıl EuroLeague’de oynadıktan sonra şimdi EuroCup’ta mücadele edeceksin. Bahçeşehir Koleji’ni tercih etmenin ana sebebi neydi?
Geçen sezon benim için çok iyi geçmedi. Virtus’ta çok şans bulamadım, ardından sezonu Partizan’da tamamladım. Sadece stikrarlı bir yapı arıyordum. Koç Dejan Radonjic ve Nemanja Bjelica, bana lider olacağım bir rol vaat ettiler. Ludwisburg’dan sonra ilk kez net bir rolüm vardı. Bahçeşehir hakkında sadece FIBA Europe Cup'ta Chemnitz'e karşı oynadıklarında bir şey duymuştum çünkü Chemnitz bir Almanya takımı ve hâlâ bazı Alman takımlarını takip ediyorum.
Almanya'da şu anki koçun Radonjic’e de rakip oldun…
Evet. Hatta onları ‘Bubble’da elemiştik. Ama Radonjic takımın başında değildi diye hatırlıyorum, yardımcısı takımın başındaydı.
Mateusz Ponitka ile yine berabersiniz.
Ona koçun nasıl biri olduğunu sordum ve bana yeşil ışık yaktı. Bir hafta sonra Ponitka bana mesaj attı ve Bahçeşehir ile sözleşme imzalayacağını söyledi. Ve ona telefon açıp “Şaka mı yapıyorsun?” dedim. Günün sonunda burada olduğu için mutluyum.