Judo Mavisi

5 dk

Yves Klein, eserlerini yaratırken tozu, suyu, ateşi ve havayı kullandı. Bazen de judonun temellerini.

Yaptığı şeye odaklanmış birinden daha seksi ne olabilir? Bu fikre hangi filmde ya da kitapta rastladım, bilmiyorum. Ama aklımdan çıkmadı.

İzleyeni, izlediği şeyde tutan bu olabilir. Odaklanma yani. O2 Arena’da Rafael Nadal’ın, Japonya konserinde Chet Baker’ın yaptıkları kadar -ya da yaptıklarından ziyade- odaklanma yetenekleri bizi çekiyor olabilir. Fransız sanatçı Yves Klein da bana bunu düşündürüyor.

Klein’la ilgili en bilindik şey bir tablo veya heykel değil, bir renk: Uluslararası Klein Mavisi. Lacivert taşını anımsatan bu rengi, geçen yüzyılın ortalarında üretti. Birçok eseri, sadece bu renge boyanmış tablolardı. Ve bunlarda kendi ifadesiyle ‘tek rengin birliğinden’ başka bir şey yoktu.

Klein, monokromlarının -yani, tek renk tablolarının- sanat çevrelerinde bilinmeye başladığı 1954’ten sonra sadece sekiz yıl yaşadı. Kısa sürede iz bırakmasını, -sanırım- doğrudan meselenin temeline inmesine borçlu. Odaklandı ve basit bir hamleyle, yani sadece maviye boyayarak, nesneleri çağrışımlarla dolu eserlere, kendi deyişiyle ‘önermelere’ dönüştürdü.

Tablolarını, panolarını, heykellerini yaparken tozu, suyu, ateşi, havayı, insan bedenini kullandı. Bu doğal malzemelerle öyle yapay ortamlar yarattı ki doğal olanın ‘yüceliğini’ apaçık ortaya çıkardı.

Bunda judonun etkisi oldu mu? Evet, söylemeyi unuttum; Klein aynı zamanda judocuydu. Delikanlılık yıllarında judo çalıştı. 1952’de gittiği Japonya’da, prestijli Kodokan Enstitüsü’nde eğitim aldı. Judo hareketlerinin nasıl yapılacağını gösteren bir film çekti. Bu filmden kareleri, bir yıl sonra Fransa’da yayımladığı Judonun Temelleri adlı kitapta kullandı.

Avrupa’ya döndükten kısa süre sonra dördüncü dan oldu. Hatta, Fransa Judo Federasyonu’nun başına geçmeyi planlıyordu ama federasyon diplomasını tanımayınca bu hayali suya düştü. 1955’te, Paris’te bir judo okulu açtı. Mekânın duvarlarına monokromlarını yerleştirdi. Monokromlarla dolu judo okulunda meditasyon yaptı. Judo onun için ‘ruhsal bir mekanın insan bedeniyle keşfi’ demekti. ‘Soyut ve ruhani’ bir spordu. Tıpkı tabloları gibi. Peki, sanatı spor alanına soktuğu gibi sporu da sanat alanına sokmuş muydu? Evet. Judonun, ‘resim uzamının, her şeyden önce ruhsal egzersizlerin bir ürünü olduğunu’ anlamasına yardım ettiğini söylüyordu.

Judo, bedenen ve zihnen tam bir odaklanma gerektiriyor. Her türlü hamleye her an hazır olmanız lazım. Mücadele yönteminiz ise savunmaya dayalı: Rakibinin gücüne karşı koyma, onu yönlendir. Mühim olan az kuvvet harcamak, kuvvette devamlılık sağlamak ve çabuk davranmak.

1959’da Yves Klein’ı böyle hayal ediyorum. Almanya’da, Gelsenkirchen Operası’nın fuaye duvarlarına devasa mavi sünger rölyefler yerleştiriyor. Tam bir odaklanma içinde, elindeki doğal malzemeye karşı koymak yerine ona yön vermeyi seçiyor. Bizi varlığın ihtişamıyla baş başa bırakıyor.

Böyle romantik romantik anlatınca insanın aklına azizlere benzeyen biri geliyor ama öyle değil, tabii. Klein’ın kendini pazarlama merakına, kendi mitini kendi elleriyle yarattığına, hatta dalavereciliğine dair de birçok anı, tanıklık var. Favorim, daha 1955’te günlüğüne düştüğü şu not: “Sanırım dahiyim.”

Anlaşılan, Klein yarı şaka bir hayat yaşadı ama işini derinden algılama çabasından hiç vazgeçmedi. Ve bu önemli. Çünkü doğru şeye odaklanmak ve onu derinden algılamaya çalışmak sadece seksi değil, aynı zamanda hayati bir şey. Ne demiş adam: “Yanlış hayat doğru yaşanmaz.”

Socrates Dergi