
Devamlılık
12 dk
Almanya, 2014'te Dünya Kupası zaferine ulaştığında, takımın temelini atanlardan biri de Jürgen Klinsmann idi. Alman futbol efsanesi ile milli takımı, Bundesliga'yı ve kariyerini konuştuk.
Jürgen Klinsmann, golleriyle dünya futbol tarihine geçti. Daha sonra ise saha kenarında beklenmedik işlere imza attı. Şimdi antrenörlük günlerinden bahsetme zamanı...
Antrenörlüğün olmazsa olmazı nedir?
Milli takımda ya da kulüp bazında, her nerede olursa olsun, bir antrenör için en önemli şey devamlılıktır. Ortak bir felsefeyle hareket edildiği, uyumlu bir ortam peşinde koşulduğu takdirde başarı kazanmak ya da zorlukların üstesinden gelmek kolaylaşıyor. Katkıda bulunan kişiler; yani federasyon, teknik ekip ve oyuncular aynı yolda el ele yürüdüğünde kötü gidişat daha hızlı düzeliyor ve hedefe ulaşma ihtimali artıyor. Profesyonel sporda devamlılık, belki de en önemli kavram
Joachim Löw’ün milli takım antrenörlüğüyle ilgili izlenimleriniz nedir?
Orta vadede Avrupa ve dünya şampiyonluğu hedefleriyle girilen bir döngü elbette zaman alır. Mesele kaliteyse Joachim Löw’ün o konuda hiçbir zaman sıkıntısı olmadı. Takımını yönetirken doğru kişilerle çalışmasında ya da felsefesini takıma adım adım aşılamasında görebiliyorsunuz bunu. 2004’te milli takımda göreve başladığımızda, gerekli ayarları yapmak, Alman futboluna çekidüzen vermek, turnuva deneyimi olmayan oyuncuları geliştirmek, onların psikolojik baskıyla başa çıkmalarını ve takımı zirveye çıkaracak performansları sergilemelerini sağlamak için zamana ihtiyacımız olduğunu biliyorduk. Joachim de bu anlayışı takıma yavaş ama sağlam adımlarla aktarmaya hep hazırdı.
Sizce Joachim Löw, 2004 ila 2006 yıllarında birlikte kurmaya çalıştığınız anlayışı, 2006’da yerinizi ona devrettikten sonra da sürdürdü mü?
Sürdürdü ve bu başından beri belliydi. Çünkü benzer düşünüyorduk. Takımın hücuma dayalı, çekici ve agresif bir oyun sergilemesini istiyor, bu sayede seyircileri de tarafımıza çekmeyi ve daha çok heyecanlandırmayı umuyorduk. Yapmayı düşündüklerinizi kafanızda oturtmuşsanız, elinizdeki oyuncu kapasitesi elverdiği takdirde oyun stilinizi geliştirmeyi deneyebilirsiniz. Aksi durumda ise oyun anlayışınızı yeniden tanımlamanız gerekir.
Altyapılarda, tanımladığımız oyun anlayışına yönelik çalışmaları artırdık. Almanya’da oyuncu ve antrenör eğitimi gün geçtikçe hızlandı. Bu sayede daha sık, istediğimiz tarza ve yeteneğe sahip, acıya dayanıklı oyuncular keşfetmeye başladık. Sonuçta Avrupa veya dünya şampiyonu olmak istiyorsanız acıya da dayanıklı olmanız gerekir. O jenerasyonu birkaç senedir izliyoruz. Arkadan gelen oyuncu sayısı da gittikçe artıyor. Büyük bir turnuva söz konusu olduğunda Almanya daima tartışmasız favoriler arasında ve bu bir tesadüf değil.

"Mesele kaliteyse Joachim Löw'ün o konuda hiçbir zaman sıkıntısı olmadı."
Milli takımdaki görevinizi bırakırken, Joachim Löw’ün bir gün Dünya Kupası’nı kazanacağını tahmin ediyor muydunuz?
Buna inancım kesinlikle vardı ama gelecekle ilgili yorum yapmak kolay değildir. Hedefler gerçekleşir mi? Ya da oyuncular antrenörlerinin isteklerini yerine getirmeye hazır mı? Bunları önceden bilemezsiniz.
Joachim, ben daha milli takımın başına geçmeden önce farklı kulüplerde antrenörlük tecrübesi kazanmaya başlamıştı. Başkalarıyla ilişkilerinde insani değerlerini her zaman korudu. Etrafındakileri idare ederken de kontrol hep ondaydı. Özellikle son söylediğim, günümüz futbolunda epey önemli bir kavram.
Sizce bir milli takım antrenörü ile kulüp takımı antrenörü arasındaki farklar neler?
İkisi de inanılmaz keyifli. Tabii takvimleri, daha doğrusu takvime bağlı planlamaları birbirinden çok farklı. Bir kulüp antrenörünün kadroyu önceden planlaması, transfer pazarını iyi gözlemlemesi ve gençlere her an yer verebilmek için altyapıyla yakın bir ilişki içerisinde olması gerekir. Bir milli takım antrenörü bütün bunları göz önünde bulundurmadan da hayatına devam edebilir. Fakat onun işi de oyuncuların kulüp performanslarını takip etmek gibi farklı sorumluluklar getirir.
Bundesliga’da, Julian Nagelsmann veya Domenico Tedesco gibi; oyuncu geçmişiyle çok da tanınmayan, yeni nesil antrenörler görmeye başladık. Sizce bu, Bundesliga için iyi bir gelişme mi?
Antrenörlerin kendilerini yüksek seviyede kanıtlama fırsatını erken yaşta bulabilmeleri harika bir gelişme. Fakat o noktada da doğru kimyayı tutturmak gerek
Doğru kimya’ ifadesiyle tam olarak neyi kastediyorsunuz?
Kulüp yönetimiyle teknik ekibin, işbirliği içerisinde ve aynı hedefler doğrultusunda ilerlemesi, aynı görüşlere sahip olmasını... Genç antrenörler de kötü dönemlerden geçecek ve hatta belki çok maç kaybedecekler. O noktada iki tarafın birbirine tutunması, kulüp yönetiminin antrenörüne arka çıkması gerçekten önemli. Aslında dönüp dolaşıp geldiğimiz konu yine devamlılık; zira federasyonlar veya kulüp yönetimleri birkaç kötü maçtan sonra paraşütün ipini çektiğinde, işler genelde kaosla sonuçlanıyor.
Son dönemde Bundesliga kulüpleri Avrupa kupalarında görece zayıf sonuçlar elde etti. Sizce bu geçici bir süreç mi, yoksa daha büyük bir sorun mu var?
Avrupa’daki son gelişmeler iyiye işaret değil. Ortada bir başarı eksikliği olduğunun farkına varılması önemli. Almanya’nın Brezilya’da Dünya Kupası kaldırdığını, Bundesliga kulüplerinin Şampiyonlar Ligi’nde çok iyi işler çıkardığını görünce hâliyle belli bir memnuniyet yaşanıyor ama nihayetinde Alman futbolu güç kaybediyor. İşin içindeki herkes bunun farkında olmalı. İspanya, İngiltere, İtalya veya Fransa gibi rakiplerle başa baş mücadeleyi devam ettirmek adına çok kritik bir noktadayız.
Jupp Heynckes’in Bayern Münih’e geri dönüşü sizi şaşırttı mı?
Hayır, şaşırtmadı. Bu da belki yine devamlılığı sağlamak için atılmış bir adımdı. Sonuçta yeniden özlerine dönmeyi ve en çok değer verdikleri şeye odaklanmayı seçtiler. Heynckes, oyunculara ne durumda olduklarını gösterdi ve onlardan eski performanslarına geri dönmelerini istedi.

"Arsene Wenger'den sadece oyuncu olarak değil, insan olarak da çok fazla şey öğrendim."
Çoğu Bundesliga takımı baskıya ve ‘gegenpressing’e daha çok önem veriyor. Siz bu oyun anlayışını 2004’te Alman Milli Takımı’nda uygulamaya geçirmiştiniz. Bu durum sizi gururlandırıyor mu?
Futbolun böyle oynanması beni her şeyden önce mutlu ediyor. Bu anlayış futbolun özü; oyun sırasında kendiliğinden gelişiyor ve rakibin üretebileceklerini bekleme zorunluluğunu ortadan kaldırıyor. Yorucu ve çok riskli bir tarz, evet... Fakat beni büyülüyor. Futbol gelişiyor ve her geçen gün daha iyiye gidiyor. Bu harika oyun tarzını uygulamak da tam olarak bu nedenle zor çünkü yıllar içinde geliştirmeniz ve mükemmelleştirmeniz gerekiyor. RB Leipzig ya da Hoffenheim’ın oyunlarını zamanla müthiş bir baskı oyununa çevirmeleri buna bir örnektir mesela. Ve bu büyük meydan okumayı izlemek beni mutlu ediyor.
Birleşik Devletler futbolunun son yıllardaki değişimini nasıl yorumlarsınız?
Kesinlikle iyi bir yoldalar. Futbol, son yıllarda ABD’nin en büyük beş spor dalı arasına girdi. Geçmişte de olduğu gibi basketbol, Amerikan futbolu ve beyzbol hâlâ birçok şeyin temeli. Ancak artık milyonlarca ABD’li çocuk futbol da oynuyor. Bugünün altyapısı 10-15 sene öncesine göre çok başka bir noktada. ABD, önümüzdeki Dünya Kupası’na katılamayacak olsa da her gün yeni yetenekler çıkarmaya devam ediyor. Bu iyiye işaret.
Sizce şu anda Avrupa’da en iyi futbol nerede oynanıyor?
Bence bu sorunun cevabı Avrupa’nın en iyi dört-beş ligi arasında gidip geliyor. Şu sıralar Manchester City çıkışta, Paris Saint-Germain’i izlemek büyük keyif veriyor. Monaco’nun da hiçbir maçını kaçırmıyorum. İspanya, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya’da ligin en iyileri toplamda 10-12 takımdan oluşuyor zaten.
Son yıllarda özellikle yakından takip ettiğiniz bir takım var mı?
Atletico Madrid! Diego Simeone’nin takımı alıp nereden nereye taşıdığını izlemek gerçekten nefes kesici. Bu takımın toplu ve topsuz oyununu sadece taktiksel açıdan takip etmek bile oldukça ilginç.
Profesyonel futbol kariyerinizin hangi dönemi sizde en çok iz bıraktı?
Tottenham, Sampdoria, Stuttgart, Bayern Münih veya Monaco fark etmeksizin, hepsinde inanılmaz zamanlar geçirdim. Ancak Monaco’ya ayrı bir gönül borcum var. Youri Djorkaeff ve Lilian Thuram’ın da gençleri arasında olduğu harika bir takımdı. Bu isimler dünya yıldızı olma yolunda ilerliyordu. Onlardan yaşça daha büyük olduğum için deneyimlerimden faydalanabiliyorlardı. O dönemi hiçbir zaman unutamayacağım. Bir de Arsene Wenger gibi fantastik bir antrenörümüz vardı. Ondan sadece oyuncu olarak değil, insan olarak da çok fazla şey öğrendim.
Ve Arsene Wenger bugün hâlâ Arsenal’ı çalıştırıyor...
Wenger’i ve kariyerini hayranlıkla izliyorum. Devamlılığa herkesten çok önem veriyor ve geleceğe dönük düşünmeyi seviyor. Sonunda kupalar gelmese bile insanlar sadece Arsenal’ın 25 yıl önce nerede olduğuna ve Arsene Wenger’in sportif, finansal ve yapısal anlamda geldiği noktaya bakıp kendisine tonlarca övgü yağdırabilir.
Futbol dışında takip ettiğiniz spor dalları var mı?
Çocuklarımla sürekli Los Angeles Lakers ve Clippers maçlarını izleriz. Beyzbolu daha az takip ediyorum çünkü maçlar biraz daha uzun sürüyor! Yine de bir futbol antrenörü olarak farklı sporları takip etmenin her zaman ilginç ve öğretici bir yanı var. ABD’nin bu konuda geniş bir yelpazeye sahip olması da büyük bir avantaj.
Sizi bir daha antrenör koltuğunda görebilecek miyiz?
Şu anda istirahatimin tadını çıkarmaya bakıyorum. Antrenörlüğe ne zaman geri döneceğimi bilmiyorum ama bir gün mutlaka döneceğim, o kesin. Dünya Kupası’nı heyecanla bekliyorum, ondan sonra koltuğuma yeniden kavuşurum belki...
Çeviri: Göksu Bulut