
“Federer bile çocuklarına çift el backhand öğretiyorsa…”
4 dk
Amerika Açık’ta finalistler belli olurken, pek çok dramatik maça hep birlikte tanıklık ettik. Turnuvada sona yaklaşırken öne çıkanları Eurosport yorumcuları Justine Henin ve John McEnroe ile konuştuk.
Not: Bu röportaj 5 Eylül akşamı, Carlos Alcaraz - Novak Djokovic maçından önce yapılmıştır.
Alcaraz bu yılki diğer Grand Slam’lerde –mesela Wimbledon’da Fognini’ye, Roland Garros’ta Dzumhur’a– setler verdi. Ama Amerika Açık’ta adeta yenilmez. Sizce burada neyi daha iyi yapıyor?
Justine Henin: Benim açımdan bakıldığında, son aylarda kazandığı olgunluk gerçekten etkileyici. Alcaraz’a odaklanırsak –sezon başındaki Avustralya Açık’tan itibaren yaşadıkları, o turnuvada yaşadığı mental dağılmalar– bunları kontrol altına almayı öğrendi. Bence bu dönüş Monte Carlo’da başladı. Orada gerçekten odaklanmak için bilinçli bir çaba gösterdi. İşlerin yolunda gitmediği anları kabullenmeyi öğrendi. Eskiden her sayıda gösterişli, mükemmel vuruşlar yapması gerektiğini düşünüyordu.
Ama şimdi şunu fark etti, her puanda en iyi vuruşunu yapmak zorunda değil. Bu anlayış, onun rakipleri için korkutucu bir seviyeye gelmesine neden oldu. Alcaraz artık nasıl “nötrleştirici” oynayacağını, sabretmeyi, puanı hazırlamayı çok daha iyi biliyor. Toprak kortta öğrendikleri, şu anda sert zeminde çok işine yarıyor. Eskiden bu tür zeminlerde yeterince sabırlı olamıyordu.
Ama şimdi çok daha sabırlı. Fiziksel olarak da çok çalışmış olduğu belli. Tabii ki şaşırmıyoruz. Çünkü bu çocuklar –hem o hem Jannik– sürekli kendilerini geliştirmek isteyen oyuncular. Ama özellikle bu olgunluk seviyesi, bence Alcaraz’ı bugün çok özel kılıyor.
Sinner ve Alcaraz’a karşı sadece set değil, oyun kazanmak bile neden bu kadar zor?
John McEnroe: Bu sorunun cevabını birçok kişi merak ediyor. Oyuncuların çoğu bu seviyeye karşı şok olmuş durumda çünkü çıta gerçekten çok yüksek. Mesela Bublik örneğinde, bence fiziksel olarak limitlerine ulaştı. Bu kadar derine gitmeye alışık değil. Üstelik o gün Jannik (Sinner) gerçekten harikaydı, bu da maçın tamamen tek taraflı geçmesine neden oldu.
Musetti’ye gelince, o daha yavaş zeminleri –toprak kortları– tercih ediyor. Amerika Açık’taki kortlar ise oldukça hızlı. Ayrıca turnuvaya pek güvenle gelmedi; son birkaç ayda, sakatlığından sonra neredeyse her maçını kaybetmişti. Bu yüzden zihinsel olarak da kendini biraz kabullenmiş olabilir. Felix’in (Auger-Aliassime) de geri döndüğünü görmek beni mutlu etti. 2–3 yıl önce onun bir veya iki Grand Slam kazanabileceğini düşünüyordum. Sonra birden kayboldu ortadan. Şimdi yeniden yarışta olması güzel.
Naomi Osaka’nın formu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Justine Henin: Naomi’yi yeniden formda görmek harikaydı. Fiziksel olarak biraz eksikti ama geçen geceki maç gerçekten olağanüstüydü. İnanılmaz bir mücadeleydi. İkisi de harika oynadı, baskı kurmaya, agresif olmaya çalıştılar. Naomi biraz Anisimova’nın peşinden koştu diyebiliriz, bu da işini zorlaştırdı. Ama onun tekrar sağlıklı ve fit hale gelmesi sevindirici.
Bu sanki Naomi için ikinci bir kariyerin başlangıcı gibi. Sezonun başından bu yana yavaş yavaş daha fazla maç kazanmaya başladı. Kanada'da da istikrarlı maçlar oynadığını gördük. Bence dün gece galibiyete çok yakındı. İlk Grand Slam yarı finalini kaybetti ama bu da biraz normal.
Çünkü Anisimova’nın enerjisi ve fiziksel üstünlüğü karşısında Naomi hâlâ çalışması gerektiğini anladı. Ama ne kadar keyif aldığını da görebildik. Seyirciler onun geri dönmesinden dolayı keyif aldı. Kadın tenisi için bu en güzel haber. Büyük isimlere ihtiyacımız var ve Naomi bu büyük isimlerden biri. Umarız bu motivasyonla, bu ruh haliyle o seviyeyi koruyabilir ve Grand Slam’lerde tekrar başarılı olabilir. Bu sürecin tamamı onun adına olumlu.
Anisimova, Iga Swiatek’e karşı aldığı “intikam galibiyeti” sonrası, Aryna Sabalenka’ya karşı daha tehlikeli olur mu?
Justine Henin: Bence asıl mesele şu: Anisimova bu eforun ardından nasıl toparlanacak? Elbette, Swiatek karşısındaki bağlamı hepimiz biliyoruz. Ama aynı zamanda dün gece fiziksel ve duygusal olarak sınırlarını zorladı. Yarı finalin sonunda ne kadar gururlu ve mutlu olduğunu gördük. Bu çok normal. O ânı yaşamak, seyircinin enerjisiyle bağlantı kurmak gerekiyor. Gerçekten büyük bir performanstı.
Wimbledon’dan sonra bu şekilde toparlanabilmesini beklemiyordum. Onun hikâyesi etkileyici: Kendine zaman ayırması, yaşadığı zor dönemde öğrendikleri… Bu tür şeylerle başa çıkınca spora bambaşka bir şekilde dönüyorsun. Wimbledon sonrası böyle bir Amerika Açık performansı sergileyeceğini düşünmemiştim. Ama korttaki neşesi, vuruşlarının etkisi, her şey pozitif.
Ancak şimdi rakip Aryna. Bu da onun için bir rövanş olacak. Eğer Anisimova, yarı finalin duygusal yükünden kurtulabilirse, en iyi seviyesine çıkar ve sakatlıkları da aşar. Ama Sabalenka’nın Grand Slam’lerdeki istikrarı da ortada. Bu yıl üçüncü kez finalde yer alacak. Sezon sonu dünya 1 numarası olması muhtemel. Hatta bu maçı kaybetse bile 1 numara olabilir.
Ama şunu unutmamak lazım: Eğer bir sezonda üç final ve bir yarı final oynayıp birini bile kazanamazsanız –hele ki Sabalenka gibi gerçek bir şampiyonsanız– bu hayal kırıklığı yaratır. Bu baskıyı hissediyor, hatta dün gece de ne kadar gergin olduğunu görebildik. Ama aynı zamanda o tam bir savaşçı, tam bir rekabetçi. Bu maçı kaçırmak istemem. İki oyuncu da enerjiyle dolu olacak, topa çok sert vuracaklar. İkisi de karakterli raketler. Yani... muhtemelen hayalini kurabileceğimiz en iyi finallerden biri olacak.
Iga Swiatek özellikle basın toplantısında ve maç sırasında çok gergindi. Takımı da sürekli ona bağırıyordu. Bu tarz davranışların sebebi ne olabilir? Performansını nasıl etkiler?
Justine Henin: Basın toplantısındaki sorulara gelirsek, açıkçası çok da iyi sorular değildi. Çeyrek finalde kaybediyorsun diye hemen “mental bir mola mı alıyorsun, kafanı mı toparlayamıyorsun” gibi bir yargıya varmak bence yanlış.
Bir tenisçinin hem mental hem fiziksel olarak inişleri çıkışları olur. Bir maçı kaybetti diye oraya ait olmadığını düşünemezsiniz. Belki bu tarz sorular birkaç ay önce sorulsaydı daha anlamlı olurdu. Ama Iga’nın Roland Garros’tan sonra, hatta öncesinde de zihinsel durumunu iyileştirmeye çalıştığını, kendisiyle daha pozitif iletişim kurmaya gayret ettiğini biliyoruz. Bu çok önemliydi. Wimbledon’daki zafer de bunun bir yansımasıydı. Ardından Cincinnati, sonra buraya –Amerika Açık’a– geldi.
Burada karşısındaki rakip Anisimova; çok istikrarlı, her vuruşuyla ciddi etki yaratan bir oyuncu. Bu zeminde Iga için zor bir eşleşmeydi, bunu biliyorduk. Bence maç boyunca çoğu zaman oldukça sakin kaldı. İkinci setin başında farkı açabileceğini düşündük ama Anisimova oradan da çıkmayı başardı. Takımı onu cesaretlendirmeye çalıştı, çözüm bulmasına yardım etmeye çalıştı. Özellikle servisinden çok rahatsızdı.
Antrenörü maç sonuna kadar onu zorlamaya devam etti ama ben bu durumda olağan dışı bir şey görmedim. Sonuçta bu bir tenis maçı, bir rekabet ortamı. Bazen kazanırsın, bazen kaybedersin – ama Iga genelde daha çok kazananlardan biri. Ama şu da bir gerçek: hızlı ve sert zeminlerde, bu kadar düz ve güçlü vuruşlar yapan rakiplere karşı oynarken işi zorlaşıyor. Bundan sonra oyununun hangi yönlerini geliştirebilecek? Hangi opsiyonları ekleyecek? Bunlar önemli.
Gerçek şampiyonlar öğrenmeye devam eder. Dinlerler, gelişmek isterler. Ben de Iga’nın bu yolda ilerlemeye devam edeceğini düşünüyorum. Umarım önümüzdeki aylarda gelişimini sürdürür.
John McEnroe, Justine Henin’i tek el backhand kullanan en iyi oyunculardan biri olarak tanımlamıştı. Sizce artık tek el backhand ölüyor mu?
John McEnroe: “Ölüyor” demek biraz sert olur ama evet… gitgide yok olmaya daha da yaklaşıyor diyebiliriz. Justine’in tek el backhand’i muhteşemdi, izlemesi çok keyifli bir vuruştu. Yakın zamanda bir şey duydum –kesinliğinden emin değilim ama– Roger Federer, ki onun da fena sayılmazdı biliyorsunuz, çocuklarına çift el backhand öğretiyormuş. Eğer Federer bile çocuklarına çift el öğretiyorsa, önümüzdeki 10 yıl içinde tek el backhand’i tamamen ortadan kalkmış görebiliriz. Üzücü ama gerçek.
Justine Henin: Açık konuşmam gerekirse oğlum sekiz yaşında ve tenise tek el backhand ile başladı. Bırakmak istemedi. Ben küçükken Steffi Graf ve Stefan Edberg hayranıydım ve tabii ki tek elle oynamak istiyordum.
Babam ise bana sürekli “iki elle oyna, çok daha kolay olur” diyordu. Aynı şeyi ben de oğluma söyledim: “İki elle oyna, daha kolay olur.” Ama o tek elle devam etmek istedi. Sonunda o da çift ele geçti ama o eski tek el backhand’leri gerçekten özlüyoruz.
Gençlerde hâlâ tek elle oynayan bazı kızlar var, ama nadiren çıkıyor. Şu anda oyuncu gelişimi çok erken yaşta başlıyor. Sürekli vuruş, sürekli ralliler... Ama işin “el becerisi” kısmı unutuluyor. Çocuklara oyun kurma, yaratma şansı tanınmıyor. Her zaman bir koç, her zaman profesyonel bir yapı var. Halbuki ben hâlâ inanıyorum ki çocukların biraz da kendi kendilerine oynayıp, elleriyle üretmesi gerekiyor. Bu demek değildir ki tek el backhand yeniden yaygınlaşacak ama vuruş çeşitliliği açısından bu özgürlüğe ihtiyaç var.
Oyun çok hızlandı, kabul. Ama Alcaraz’ın bile bize farklı şeyler yaparak zaman kazandığını gösterdiğini görüyoruz. Yani bence önemli olan, çocuklara farklı yollarla gelişme imkânı tanımak, yaratıcılıklarını kaybetmemelerini sağlamak.
Björn Borg’un prostat kanseri olduğu haberi geldi. Kitabında bunu yazdığı söyleniyor. Haberi nasıl aldınız, konuştunuz mu, bir mesajınız var mı?
John McEnroe: Björn’ü çok seviyorum. O benim en büyük rakibimdi, ama aynı zamanda harika bir dost. Bu haberi önceden biliyordum; konuşmuştuk. Umarım durum kontrol altındadır. Kitap birkaç hafta içinde çıkacak ama henüz okumadım. Merak ediyorum, özellikle benimle ilgili ne demiş diye… (gülüyor) Şaka tabii.
Ama tabii ki, her zaman harika bir ilişkimiz oldu. Yakın zamanda Laver Cup’ta birlikte kaptanlık da yaptık. Tenis dünyasındaki herkes gibi ben de ona en iyi dileklerimi gönderiyorum. Onu çok seviyoruz.

Bu haber sizi nasıl etkiledi?
John McEnroe: Kesinlikle etkiledi. Wimbledon’da birkaç günlüğüne gelmişti ama onu görememek beni üzdü. Benim babam da prostat kanseri geçirmişti. Yani bu konuya zaten yabancı değilim. Babam yıllar önce vefat etti ama ölüm nedeni bu değildi. Doğru şekilde takip edilirse uzun yıllar yaşanabiliyor.
Tabii bu kanserin ne kadar agresif olduğu da önemli. Ama sizin sorunuz bana bir şey daha hatırlattı: Björn’le daha çok zaman geçirmeliyim.