
"Kaderin kendi elinde"
12 dk
Marcus Thuram, Bundesliga'da harika bir ilk sezon geçirdi. Ama o sadece çok iyi bir golcü değil, aynı zamanda çok zeki ve esprili de bir söyleşi partneri. Buyrun, kendiniz şahit olun.
Berlin öncü oldu, sonra diğerleri bu izi sürdü. Koronavirüs tedbirlerini teker teker hafifleten Almanya'da, başkent Berlin olmak üzere birçok eyalette ilk olarak yürüyüş ve gösteri yasakları kalkmıştı. Önce küçük gruplar, daha sonra büyüyen toplumlar bu haklarını tekrar kullanmaya başladı. Almanya, Koronavirüs sonrası en büyük kalabalığı ise George Floyd'un bir cinayete kurban gitmesiyle, dünyanın dört yanında başlayan gösterilerle gördü. Onbinlerce kişi ırkçılığa karşı sokağa çıktı. Kendi ülkesindeki ırkçılık bir yana, bu mesaj önemliydi. Bundesliga'da bu eylemleri başlatan ilk kişi Marcus Thuram oldu. Borussia Mönchengladbach'ın genç yıldızı, Union Berlin maçında attığı gollerden sonra diz çöktü ve Floyd'u andı. Ardından Bundesliga'da birçok futbolcu aynı yoldan gitti. Birazdan okuyacağınız röportajda, bu eylemi neden Thuram'ın başlattığını anlayacaksınız. İyi bir insan portresiyle sizi baş başa bırakalım…
Marcus, birkaç aydır Almanya'dasın. Farklar neler?*
Almanya'da kurallara uyduğunuz zaman bir sorun yaşamazsınız. Fransa'da bu farklı. Birçok futbolcu hayatını kamuoyuyla paylaşıyor. Fransa'yı eleştirecek değilim ama birçok isim de "Yurtdışı, Fransa'dan iyi" ya da "Yurtdışında bu işler daha profesyonel" diyor. Sonuçta her oyuncu kendinden sorumlu ve hangi ülkede olduğu önemsiz ama sorunuza dönmek istiyorum.
Lütfen.
En dikkat çekici farklar bence stadyumlarda, atmosferde ve oyunda. Bunları söyleyebilirim. Mantalite de çok farklı. Yine de şu bir gerçek: Kaderin kendi elinde. Bir oyuncu saçmalamak istiyorsa, bunu her ülkede yapar. Almanya'da da, Fransa'da da, İtalya'da da...
Almanya'daki oyun mantalitesi nasıl?
Hep ileri. Atak, atak, atak. Bayern, Paderborn, Hertha, Union, Freiburg, hiç fark etmez. Tüm takımlar, rakibinden bir fazla gol atmak için çıkıyor. Bu yüzden çok açık oyun var, bu yüzden kontratak var, bu yüzden tempo yüksek. Bu da Fransa'ya göre büyük bir fark.
Şaşırdın mı bu duruma?
Evet, çünkü ben maçların ilk 10-15 dakikasının durağan geçmesine alışığım. Burada ilk dakikadan hemen başlıyor, ilk dakikalarda hemen gol olabilir. Herkes atak yapıyor, kimse defansta ne olabileceğini hesap etmiyor. Önce bir saldıralım da sonrasına bakarız.
Neden Borussia Mönchengladbach'ı tercih ettin?
Geçen yaz döneminde teklif yapanlar arasında beni en iyi tanıyan Gladbach'tı. Yöneticilerle konuştuğumda beni Yunanistan'daki U19 Avrupa Şampiyonası'ndan beri takip ettiklerini öğrendim. 2015'ten beri tüm maçlarımı izlemişler ve hakkımda bir kanaat oluşturmuşlar. Beni çok iyi tanıyorlardı ve bu bana çok güven verdi. Bilinmezliğe serüven olmadı benim için.
Futbolcu bir aileden geliyorsun. Baban Lilian bir dünya yıldızı, babanin kuzeni Yohann kaleci, küçük kardeşin Khepren ise orta saha oyuncusu. Bu seni nasıl etkiledi?
Yohann'la çok fazla temasım olmadı açıkçası, Guadeloupe'ta iki-üç kez denk geldik ama çok da iyi hatırlamıyorum. Babamla hiç rekabet içinde olmadım, bu belki kardeşim için geçerli olabilir. Ben futbola çok hızlı bir şekilde âşık oldum çünkü babam futbol oynuyordu. Futbol oynamadığım hiçbir gün yoktu.
Babanın futbolcu olması bu camiaya adaptasyonun konusunda kolaylık sağladı mı?
Böyle bir babanın oğlu olmak bir şans. Henüz öğrettiği her şeyi öğrendim diyemem ama her şeyi konuşabilmek önemli bir şans.
Ne açıdan?
Beslenmeden başlayabilirim anlatmaya. Ya da maçlardan sonra uykunun çok önemli olduğu, bütün gün televizyon karşısında vakit geçirmenin sakıncalı olduğu şeklinde bilgiler. Bunlar belki ufak detaylar ama fark yaratıyorlar.
Maçlardan sonra telefon görüşmeleri yaptığınızı biliyorum. Bu sana ne katıyor?
Beni kesinlikle geliştiriyor. Maçtan hemen sonra, maça dair fotoğraflar zihnimde daha çok taze. Neler yaptığımı konuşuyoruz, değerlendiriyoruz. Böyle çok zaman kazanıyorum. Dünyada kaç tane futbolcu her maçından sonra böyle bir brifing alabildiğinden bahsedebilir ki? Bu bana, hatalarımı düzeltmek için de iyi bir fırsat sunuyor. Ama söylediklerim, bir sonraki maçta hata yapmıyorum anlamına da gelmiyor. Dinliyorum, öğreniyorum ve daha iyi olabileceğimi biliyorum.
Lilian Thuram'ın iyi bir mentor olduğu anlaşılıyor. Peki baba olarak nasıl biri?
Muhteşem. Annemle bizi çok iyi yetiştirdiler. Çok sabırlıydı ve öğrettiklerini sürekli tekrarladı. Futbol mühim ama daha da önemlisi iyi bir insan olmak. İyi bir insansanız sahada da daha iyisiniz. Buna inanıyorum.
Kendini sorgulayan, sürekli sorular soran biri olduğunu öğrendik.
Kendime her gün bir sürü soru soruyorum ve her gün daha iyi bir insan olmak için çabalıyorum. Bunu başarmak için kendinizle barışık olmak zorundasınız. Bir şeyi neden yaptığımı, neden öyle davrandığımı tartıyorum ve daha iyisini nasıl yaparım diye düşünüyorum. Bu uzun bir süreç, yıllardan bahsediyorum.
Gladbach'taki ilk sezonun çok iyiydi ama her sporcunun iyi oynamadığı süreçler de olacaktır. Buna hazır mısın?
Buna hazırlanmak mümkün değil. Her maçı olduğu gibi kabul etmek gerekiyor. 10 maçta gol atamadıysanız 11. maçta atmak için hazırlığınızı yapmak zorundasınız. Kötü şeyleri düşünmeye gerek yok. Bunun tersi de öyle. Sürekli gol atınca da rahatlayip dinlenmek doğru değil. İyi oynamak önemli, gol atmak ise iyi oyunun bir ödülü.
Bundan daha iyi futbol oynadığın bir zaman olmuş muydu?
Evet, kariyerimde daha önce iyi oynamışlığım var, yoksa buraya gelmezdim. (Gülüyor.) Geçen sene Guingamp'da çok iyi bir ilk yarı geçirmiştim, alt yaş gruplarında da iyi süreçlerim oldu. Ama şu da bir gerçek; kariyerimde ilk kez bu kadar iyi bir takımla oynuyorum.
Babanın 1998 Dünya Kupası yarı finalinde Hırvatistan'a attığı iki gol, Fransız spor kültürünün en büyük anları arasında kabul ediliyor.
Bu gollerin bahsi geçtiğinde onunla alay ediyorum. Ya da o kendisiyle dalga geçiyor. Çok büyük bir futbolcuydu, mental açıdan belki de dünyanın en iyilerinden biriydi ama teknik konulara gelince işler değişiyor. (Gülüyor.)
Şu notu düşelim; baban 140 milli maç yapmış, iki gol atmış. Bu maçtaki iki gol. Sen ne diyorsun o goller hakkında?
O golleri babam atmadı. Eminim. Bence montajdı o. Kendisi de biliyor golleri atanın o olmadığını... Siz, televizyonda izleyenler öyle olduğunu düşünüyorsunuz ama o değildi.

"O benim babam. Oğlu olduğum için gurur duyuyorum. Kıskanayım mı? Saçmalık olur bu."
Yeni bir şey öğrendik, bak. Şaka bir yana; babanın isminin bu kadar telaffuz edilmesinden rahatsız mısın?
Hayır, hiç. Eskiden bazı röportajlarda 15 soru varsa sadece altısı benimle ilgiliydi. Bu normal, senin baban dünya şampiyonu olsa ben de sana babanı sorardım. Çocukluğumdan beri bildiğim bir şey var. Ben benim, o kendisi. Ama iyi ki defans oyuncusu olmamışım, yoksa çok kıyaslanacaktık. Beni 'Lilian Thuram'ın oğlu' diye sınırlandıran kesim, gazeteciler. Takım arkadaşlarım ve hocalarım, farklı olduğumuzu biliyor. Bu arada huylarımız da hiç benzemez.
Gerçekten hiç rahatsız etmedi mi?
Hayır. O benim babam. Oğlu olduğum için gurur duyuyorum. Kıskanayım mı? Saçmalık olur bu.
Ama belki bu kadar sorudan bunalıp "Ya ben de varım" diyebilirdin.
Hiç merak etmeyin. Ben var olduğumu biliyorum. Hatta çok bile varım. (Gülüyor.)
Teknik direktör Marco Rose ile de iyi bir ilişkin varmış gibi görünüyor.
Bazı şeyleri çok iyi ayırt edebilen bir teknik direktör. Sahanın dışında iki-üç espri yapıyor, sahaya çıktığımız zaman sana öyle bir bağırıyor ki sanki hayatında başka bir şey yapmamış gibi... Hoca şunu çok iyi biliyor: Eğlenmemiz gereken zamanlar var, ciddi olmamız gereken zamanlar var. Bunu ayırt edip ona göre davranabilmesini çok takdir ediyorum.
Almanya'da neler öğrendin başka?
Almanca. (Gülüyor.)
Başka?
Her gün gelişmek için gayret gösteriyorum. Hem futbolcu hem insan olarak. Şu an somut bir örnek veremem ama buraya gelen oyuncu değilim artık. Saniyorum ki saha içinde daha iyi hareket eden biriyim. Ama dediğim gibi bunu somut bir örnekle anlatamam.
Bir futbolcuya Almanya'ya gitmesini önerir misin?
Bunu genelleyerek cevaplamak doğru olmaz. Herkesin karakteri farklı, herkesin talebi de farklı. Bence bu zor bir konu; futbol zor, insanlar zor. Bazıları için Almanya zor bir yer çünkü özel bir tarzı var, bazıları için ise kolay.
Bitirmeden 'Tikus' ne demek?
Benim gerçek ismim. Pasaportuma yazdıracağım onu. Tikus, Marcus'tan güzel isim.
Tikus'u anlatalım bilmeyenlere.... Fransız petit, yani küçük, zarif ile ismin Marcus'un bir karışımı. Ama boyun neredeyse 1,90. Küçük de değilsin...
Küçükken lakabımdı ve hiç değişmedi. Her insan, çocukluğundan bir parça taşımalı hayatında. Tabii o da tadında olmalı yoksa yetişkinler tehlikeli hale gelebilir. Sahaya çıktığım zaman, stadyum ışıkları açıldığında, çocukken parkta nasıl oynadığımı hatırlıyorum. Ve çok etkileniyorum. Neden futbol oynadığımızı unutmamamız gerekiyor. Çocukken hepimiz 50- 60 bin kişinin önünde oynamayı hayal ediyorduk. Bunu hiç akıldan çıkarmamak gerek.