socratesXreflect_alt

Keşke

11 dk

Kadir Kelleci, Türkiye'de dağ bisikletinin en büyük yıldızlarından biri. Tecrübeli şampiyonla iki teker tutkusunu ve hayallerini konuştuk. Bir de gerçekleri…

Fotoğraflar: Yücel Çakıroğlu

Kadir Kelleci heyecanlı. Dağ bisikletinde defalarca Türkiye şampiyonu olan, 2020 ve 2021'de dünyada en iyi otuz sporcu arasına girmeyi başaran milli bisikletçi, en büyük tutkusunu anlatırken gülümsemeyi ihmal etmiyor. Tesadüflerle başlayan iki teker kariyeri yıllar içinde ona zaferler kadar zorluklar ve hayal kırıklıkları da getirdi belki ama bütün bunların ortasında hayata ve mesleğine tutunmayı başardı. Şimdi, bu tutkunun tarihini ve bugününü dinleme vakti. Söz Kadir'de…

Gaziantep'te doğdum. Her çocuk gibi bisiklet hayalim vardı. O hayal beni manava sürükledi. Çalışmam, aileme yardım etmem gerekiyordu. Bisikletle siparişlere gidiyordum. Yanda bisiklet dükkânı vardı, taksitle bisiklet aldım. Bir gün manava geç gittiğim için kovuldum. Fakat bisikleti o kadar sevmiştim ki babam bitişikteki dükkânı önerdi, başvurdum. "Tamam, borcun da vardı zaten" dediler. Dükkânın sahibi bisiklette il temsilcisiydi aynı zamanda. Bir yıl sonra "Yarış var, katılır mısın?" diye sordu. O halka açık yarışta podyuma çıktım. Akabinde 1998'de Gaziantep'te bir takım kurdular. Odağım tamamen bisikletti, gözüm başka hiçbir şey görmüyordu. Öyle ki okul müdürüm "Niçin bisikletle geliyorsun buraya?" diye soruyordu.

Gaziantep Büyükşehir Belediyespor iki sene içinde Türkiye'nin en iyi sporcularını yetiştirmeye başladı. Derken Tour de France sayesinde yol bisikletine ilgim büyüdü. Lance Armstrong, Jan Ullrich devriydi. İşyerinde televizyon olmadığı için takip edemiyordum. Her gün gazetelerden kestiğim fotoğrafları defterime yapıştırırdım. Bir Armstrong hayranı olarak Ullrich'i sevmezdim. Armstrong'un yokuşlarda sürekli atak yapması hoşuma giderdi. Küçükken bile yokuştaki kadansım iyiydi, abiler rublemi söker, "Bizi geçme, fırça yemeyelim" diye şaka yaparlardı.

O sırada "Yeter ki televizyon olsun, daha fazla çalışırım" demiştim, borç harç televizyon aldırdım dükkâna. Eurosport izlerdim saatlerce. Seyrederken "Neden burada bir Türk sporcu yok?" diye düşünürdüm. İtalyan, Fransız, İspanyol sporcuların yanında yarışabileceğimize dair rüyalar görürdüm. Maalesef takımım kapandı, ekipteki herkes okula ya da işe döndü. Ben yılmadım. Bisiklet tamirciliğine devam ediyordum, "Kadir bir şey yıkıldı, kapandı. Senin tamir etmen gerekiyor, devam et" diye düşündüm. Babama "Okul güzel ama her gün 15 kilometrelik yolu gitmek zor, ben sporcu olmak istiyorum" demiştim. Okulda sanki bana yetecek bir bilgi yokmuş gibi hissediyordum. 2004 civarı okulu bıraktım.

Kapadokya'da bir dağ bisikleti yarışı vardı. İki arkadaş çantaları sırtladık. Yol bisikletinden gelen o hız, tecrübe, dağ bisikletinde temelime dönüştü. İlk 10'a girdim; birinci bitiren alt yaş gruplarında dünya şampiyonuymuş. 260 İsviçre frangı kazandım, bir yıllık bütçem çıktı. Bir heves kendime dağ bisikleti aldım, Türkiye Bisiklet Federasyonu takvimini takip etmeye başladım. Türkiye'nin en iyi bisikletçilerinden Halil Korkmaz'la tanıştım, beni dağ bisikletine ısındırdı. Olimpiyatta bizi temsil eden en özel bisikletçilerimizden Bilal Akgül'le karşılaştım aynı şekilde. İki yıl içinde dağ bisikleti ateşinin içine girmiştim. Hâlâ tek düşündüğüm şey bisikletti; sele üstünde, hayat benim için duruyordu. Sabahları 5'te uyanıyor, 8'de dükkân açıyordum. Akşam 11'e kadar mesai yapıyor, anne-babamın yüzünü görmeden uyuyordum.

Askerliğimi Hakkâri'de yaptım, operasyonlara katıldım, Irak-İran sınırına yakın bir noktada sürekli yürüdüm. Dönüşümde 2008 Dağ Bisikleti Türkiye Şampiyonası'nı 23 Yaş Altı kategorisinde kazandım, elit kategoride de ikinci bitirdim. Bilal olimpiyattan gelmişti, ondan üç dakika fark yiyince özgüvenim arttı. 2009'da Alanya'ya gittim. Uluslararası bir yarışta beşincilik aldım. 2010'da Brisaspor'a, eski adıyla Lassa'ya, transfer oldum. Dağ bisikletinde yeni olduğum için kimseyi de tanımıyorum, basıp gitmekti amacım. Orada Bilal'le takım arkadaşıydık. Yarış koşmaktan bisiklet üstünde durmaya kadar pek çok konuda yardım etti. Lassa'da on yıl kadar yarıştım, pandemiye kadar…

Yol bisikletinden dağ bisikletine geçerken alışmam iki yıl sürdü. Bilal'le, rahmetli Halil'le tanışmam kafamı açtı. Lastik havasını, hangi rubleyi hangi arazi şartlarında kullanacağımı, hangi pozisyonda oturacağımı, nerede atak yapacağımı, nerede dinleneceğimi onlardan öğrendim. O dönemleri tecrübeli isimlerle geçirmek mühimdi.

En büyük şansım, erken yaşlarda bisiklete başlamaktı. Evren destek çıktı tutkuma. Ben istediğim sürece bir şeyler önüme geldi. Tabii ki hepsine kolay yollardan ulaşmadım ama sabrettiğimde sonuç aldım. Manavdan beni kovan ustamı şimdi görsem gidip ellerini öperim, "İyi ki kovmuşsun" derim. Düşünsenize, manavdan kovulacaksın, bir yıl sonra podyum yapacaksın. Zamanla Türkiye'nin en iyileriyle aynı masada yemek yiyeceksin, aynı odada kalacaksın. Dünyada en iyi otuz bisikletçi arasına gireceksin, Tom Pidcock gibi yıldızlarla yarışacaksın. "Keşke" diyorum hep. Keşke daha fazla destek alabilseydim. Keşke daha fazla uluslararası yarışa katılsaydım. Keşke Pidcock gibi sporcularla aynı havayı daha sık solusaydım. Mesela yakın zamanda Fransa'da dünya şampiyonası vardı, oraya gidilmedi. Ben sürekli sponsorlarıma "Şu kadar bütçe gerekiyor, bu yarışa gideceğim" dediğimde "Federasyonun ne işe yarıyor?" cevabı alıyorum.

"Çocukken gazetelerden yarış fotoğraflarını keserdim. Bir Lance Armstrong hayranıydım."

"Çocukken gazetelerden yarış fotoğraflarını keserdim. Bir Lance Armstrong hayranıydım."

Pandemide öyle şeyler yaşadım ki "Acaba bıraksam mı?" sorularıyla boğuştum. Kız arkadaşımın desteğiyle zihinsel anlamda ayakta kaldım. Bu sene hedefim Antep'te yol bisikletinde Türkiye şampiyonu olmaktı. Fakat ilk 10'a atabildim kendimi, dağ bisikleti yarışından gelmiştim, iki gün sonra yol bisikleti startı almak yıprattı. Hedefim, bir kez daha dağ bisikletinde Türkiye şampiyonu olmaktı ama koronavirüse yakalandım.

Samimi konuşacağım, üç ay önce benzin alıp yarışa gidecek param yoktu. İki öğüne düşürmüştüm beslenmemi, "Bunun sonu yok, başka iş bulayım" diyordum. Sakarya'da milli takımla kamp yapıldı, o işime yaradı. Hem maddi hem manevi açıdan. Lakin insan gece yattığında "Rakiplerim bunları düşünmüyor" diyor. Çoğu bana yazıyor zaten. Oturup sohbet ettiğimizde ekonomiye dair bir şey konuşmuyorlar. Kafalarında start ve finiş çizgisi var, o ikisi arasında yapacaklarına odaklanıyorlar. Biz o kadar gereksiz meselelerle uğraşıyoruz ki… Yarışlara 5-0 geride var başlıyorsun uluslararası bir etkinliğe gittiğinde.

Mesela pandemide çalıştığım kulübün desteğini kesmesi, verilen sözlerin tutulmaması, oradan ayrılmam… Pandemi biterken açılmalar başladı, yarışlara gittim. Ekim 2020'de dünya klasmanı açıklandı, 36'ncıyım. O kadar mutlu oldum ki… Sonra düşündüm. 2021 nasıl olacak? Takım para çıkarmıyor, federasyon yarışa göndermiyor. Tesadüfen bir abiyle tanıştım, sıkıntımı sordu. Yeni bisiklet almak istediğimi söyledim, destek çıktı. O destekle birçok dünya kupası ayağına gittim. Yıl ortasında bütçesini çekti, bisikletimi satmak zorunda kaldım. "Yine bisiklet satıyor, sponsorluk dileniyor" laflarını duymak rencide etti. Arkadaşımın İzmit'teki dükkanından emanet bisiklet aldım. Sakarya'da o emanet bisikletle Türkiye şampiyonu oldum. Kazak, Ukraynalı antrenör arkadaşlarım "Kadir, yaptığın iş dünya bisikletinde sistem dışı bir iş. Böyle bir şey yok. Bir gün önce geliyorsun, parkuru denemeden çıkıyorsun, şampiyon oluyorsun" dediler.

Sadece o da değil, 2018'de yaptığım bir paylaşım yüzünden siyasi olarak da hedef gösterildim. Gece gündüz ağladığım dönemler yaşadım. Beni ortadan kaldırmaya çalıştılar. Dik duruşumla çıktım süreçten. Sadece idman yapıp "Ben nerede yanlış yaptım? Ne yapmalıyım?" diye odamda düşünüp durdum. Sonra ismim çıktı, federasyon ve bakanlık tarafında yokmuşum gibi davranılıyor. Sanki suçluymuşum gibi muamele ediliyor. Doping cezası alan çoğu sporcu, benden daha fazla saygı görüyor.

Takım bulmam gerekiyordu, dünyadaki en iyi 250 yol ve dağ bisikleti takımına e-posta attım. Çoğu da döndü ama kadrolarını kurmuşlardı, geç kalmıştım. "Seneye görüşelim" dediler. O süreci atlattık, şimdi sponsorum ve bisikletim var. Zaten bisiklet ağır bir spor. Bir de sponsor kaygısı, ekonomik sıkıntılar insanı tüketiyor. Çöküyorsun. Pandemi, son yumruk gibiydi ama bir şekilde ayakta kaldım. Dünya şampiyonasına gidememek üzücü olsa da performansıma kavuşmak sevindirici. Ne yapalım, bazı şeyler olmuyorsa olmuyor. Hemen sonraki hedef düşünmeye başlıyorum, onun için bir sistem, temel oluşturuyorum.

"2024 Paris'e gitmek, sonra da kitap yazmak istiyorum. Deneyimlerimi yeni nesillere aktarmak hedefim."

"2024 Paris'e gitmek, sonra da kitap yazmak istiyorum. Deneyimlerimi yeni nesillere aktarmak hedefim."

Kariyerimin bu noktasında yol bisikletinde bir continental ya da pro takıma geçip süper domestik olmayı isterim. Dağ bisikletinde eğleniyorum ama tek başınayken yükünüz ağır. Etrafınızda bir mekanik ya da araba yok, yoruluyorsunuz. Yol bisikleti rahat, bisikletinizi yıkıyorlar, çamaşırlarınızı hazır ediyorlar. Altı ya da sekiz takım arkadaşıyla yarışıyorsunuz, bir gün biri formsuz ya da yorgunsa öbürü sırtlıyor mesaiyi. Bir de dağ bisikletinden gelince yol bisikletindeki yokuşlarda mücadele etmek daha rahat. Dağ bisikletindeki yirmi günlük kamptan sonra yol bisikletini agresif hale getirebiliyorsunuz. O yüzden hedefim öyle bir takıma gitmek, imkân olursa da Türkiye Turu'nda bir dağ etabında podyuma oynamak.

'Interval'leri farklı dağ bisikletinin, maksimumda gidiyorsunuz. Yol bisikletiyle bir arada götürmek için yetenek, genetik, adaptasyon lazım. Wout van Aert gibi yıldızlar bunu yapabiliyor. Yeşil mayosuyla sarı mayoya tempo verebildi, sprint attıktan sonra dağ etaplarında rol oynadı. Mathieu van der Poel'la Çek Cumhuriyeti'nde dünya kupasında yarıştım, Pidcock birinciydi o gün. Son bölümde tur yedim, her yer kök, her yer çamur. Motokros kullanan bir görevli yolu açtı, ben de sağdan gidiyorum. Solumdan Tom Pidcock geçti, pedal çevirmiyordu, uçuyordu resmen. Sanki Pidcock, Van Aert, Van der Poel gibi sporculara başka yarış yapılsa daha iyi olacak artık. Zira gerçekten başka bir seviyedeler. Onlar gibi bisikletçilerin bu çeşitliliği sürdürmeleri, her yerde olmaları dünya bisikleti için daha iyi. Pidcock'un genel klasman adayı olup sadece dağlarda yarışmasını tercih etmem. Mesela az evvel takımlara attığım e-postalardan söz etmiştim, orada ilk sordukları şu: "İki disiplinde birden yarışıyorsun, fark yarattığın alanlar hangisi?" Sadece zamana karşıyla ilgilenen sporcular artık tercihleri değil. Daha 'all-arounder', her şeyi yapabilecek sporcular arıyorlar.

2024 Paris'te, olimpiyatta yarışmayı istiyorum. Ne yazık ki Covid-19 sonrası dünya sıralamam da düştü. İki yıl daha var olimpiyata, her hafta başka bir yarış oluyor, dinlenmek gerekiyor. Ben de onu yapıyorum. Yoksa her hafta yarışmaya kalkınca bir noktada tükeniyorsun. Çocukluktan başlamak işte bu yüzden önemli. Erken yaşta başlamak, edindiğin beceriler, yarış tecrübelerin bacaklarda etkisini hissettiriyor. Dünyada ilk 50'ye girmek, olimpiyatta ülkemi temsil etmek en büyük hedeflerim.

Paris'e gitmek, sonra da kitap yazmak istiyorum. Keşke bütçem olsa da çocukları çalıştırabileceğim bir okul açabilsem. En azından kitap yazarak aktarabilirim deneyimlerimi. Adını "Manavdan Olimpiyata" koymak istiyorum. Bisiklet ayakta kalmak için muazzam bir araç. İki günlük aradan sonra bu sabah bindim mesela, gülümsedim hemen. Bisiklet sayesinde hayata tutunuyorsunuz. Güçlü hissediyorsunuz, özgüvenli hissediyorsunuz, mutlu hissediyorsunuz.

Socrates Dergi