Kaf Dağının Ardı
12 dk
Türkiye'de futbol, artık herkesin oyunu değil. Çocukların ise hiç değil. Bu ortamda altyapı üzerine konuşulanlar ise mitlerden ibaret
Doğu Mitolojisi'nde Kaf Dağı, dünyayı çevrelediğine inanılan, ardında efsanevi varlıkların yaşadığı, zümrütten yapılmış bir dağdır. İranlılar, Simurg'un (Zümrüd-ü Anka Kuşu) bu dağın tepesinde yaşadığına inanır. İnsana benzeyen, onun gibi konuşabilen, her şeyi bildiği söylenen bu kuş ona ulaşabilenlere akıl verir, yol gösterir; ona sahip olan yenilmez. Bundandır ki masallarda kahramanlardan Kaf Dağı'nın ardına gitmeleri, oradan sağ salim geri dönmeleri beklenir.
Türkiye futbolunda altyapı, Kaf Dağı'nın ardıdır. Giden yoktur ancak orada ne olduğunu herkes bilir. Dönebilenler kahraman olurlar ve kahramanları herkes sever. Türkiye'nin gerçeği ile pek de alakası olmayan Avrupa'nın zengin ve gelişkin futbol ülkelerinin hikâyeleri üzerinden hakkında anlatılar üretilen altyapılar; geride kalan otuz senede kulüpler, kamuoyu ve medya için güçlü bir kaçış noktası haline gelmiştir. Öyle ki bu süreçte yepyeni mitler üretilmiş, Kaf Dağı'nın ardı yeni canavarlara, cinlere ve perilere ev sahibi olmuştur.
Herkesin Oyunu
Futbol için üç unsura ihtiyaç vardır; top, oyun alanı ve oyuncu. Bir oyuncunun yalnızken, hiç farkında olmadan teknik ve bilişsel becerilerini ilerlettiği bu oyun, ikinci oyuncunun katılımıyla rekabetçi hale dönüşür. Futbol, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye'de de benzer şekilde başlamış, İstanbul'un merkezi bölgelerindeki çayırlarda, boş arsalarda hayat bulmuştur. Ekipman ihtiyacı fazla olmayan bir spor oluşu, hızlı yaygınlaşmasının önünü açmıştır.
Türkiye'de futbol 1980'lerden itibaren yaşadığı yükselişte, gösterilen yoğun ilginin karşılığını almış, gerek kulüp gerekse milli takım düzeyinde önemli başarılar kazanmıştır. Ancak 2000'li yıllara gelindiğinde baş gösteren kriz giderek derinleşmiş, geçici önlemler fayda etmemiştir. Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Kasapoğlu'nun 12 Temmuz 2020'de yaptığı açıklamaya göre Türkiye'de lisanslı amatör futbolcu sayısı 282 bin 605 iken bu sayı, spor kamuoyunca Türkiye futboluna örnek gösterilen İngiltere'de 12 milyonu geçmiştir. Türkiye'de futbol, artık herkesin oyunu değildir.
Beton Tarlasında Çocuklar
İngiltere Başbakanı Boris Johnson, Euro 2020 finalini kaybettikleri karşılaşmanın birkaç gün sonrasında, İngiltere'de yaşayan herkesin evlerinden yürüyerek 15 dakikada ulaşabileceği, kaliteli futbol sahalarının yapımı için 50 milyon pound harcayacaklarını açıkladı. 2010'dan bu yana 500 milyon poundluk yatırım yapan İngiltere devletine, dünyanın en zengin kulüpleri de tesislerini en üst seviyeye çıkararak eşlik ediyor. Futbolun anavatanı her yaştan, her cinsiyetten insanın bu oyuna ulaşabilmesi için gayret göstermeyi sürdürüyor.
Avrupa'nın büyük liglerinde, İngiltere seviyesinde olmasa da güçlü bir tesis yapılanması dikkat çekerken Fransa Futbol Federasyonu, devletiyle birlikte her bölgesine yapılacak kompakt futbol tesisleri projesini hayata geçirdi. Yetiştiricilikte en başarılı ülke olan Fransa, kozmopolit yapısının verimliliğini artırmayı sürdürüyor. Artan yayın gelirleri ile kulüp seviyesinde tesisleşmesini güçlendirmeye başlayan İspanya ise diğer başat ülkeler kadar güçlü amatör tesis yapılanmasına sahip olmasa da gelişkin futsal organizasyonuyla bu açığını kapatıyor. İtalya ise devletinin desteklediği amatör futbol organizasyonuyla, oyunu tabana yaymayı sürdürüyor.
Plansız kentleşmenin oyun alanlarını yok ettiği Türkiye'nin büyük nüfuslu illerinde çocuklar yüksek beton binaların gölgesinde, peşi sıra kapanan amatör futbol kulüpleri ve yok olan oyun alanları ile apartman otoparklarına sıkışırken, ülkenin futbol kulüpleri gelirlerinin büyük bölümünü transfere harcıyor. Amatör düzeyde yok olmaya yüz tutan futbol, profesyonel kulüpler düzeyinde rekabet adı altında anlatılan güçlü popülizmin etkisiyle borç batağına saplanmış kulüpler üretirken, çözümü transfere daha çok para harcamakta bulan kulüplerle birlikte profesyonel seviyede de her geçen gün kötüye gidiyor. Ve maalesef Türkiye'de futbol, artık çocukların oyunu değildir.
Piramidi Tersine Çevirmek
Spor yapma hakkı anayasal bir haktır ve tüm vatandaşlar bu hakka sahiptir. Spor kulüplerinin varlığı ve misyonu bu hakka dayanır. Kulüpler, tüzüklerinde yazdığı gibi, 'sporcu yetiştirmekle yükümlü,' kamuya yararlı derneklerdir. Çocuklar bu kulüplerde spor yapmaya başlar ve nitelikli olanların seçilimi sonrası sporcular ortaya çıkar. Erken yaşta spor alışkanlığının kazanılması, toplum sağlığı açısından da bir gerekliliktir.
İngiltere, Euro 2020 finalinden hemen önce yayımladığı 'Her Şeyin Başladığı Yer' görselinde, milli takımda forma giyen oyuncularının futbola başladığı, İngiltere'nin dört bir yanındaki amatör kulüpleri sıraladı. Futbolun herkes için ulaşılabilir olması, çocukların erken yaşta sisteme dahil olmasını, spor yapmasını ve daha iyi olanların seçilimi ile oyuncu havuzunun dolmasını sağlıyor. Premier Lig'de her sezon akademi oyuncularının aldığı süreler artarken, İngiliz oyuncular Ada dışından da talep görüyor.
Türkiye Futbol Araştırmaları Grubu'nun (TÜFAR) hazırladığı 'Alt Yaş Gelişim Gruplarında Oyun ve Antrenman Düzeyi' raporuna göre Türkiye'de çocuklar Avrupa'daki yaşıtlarından en az dört sene sonra organize ve denetimli bir futbol düzenine dahil oluyorlar. Avrupa'nın pek çok ülkesinde 5'e kadar inen yetiştiricilik yaşı Türkiye'de 10'da başlarken, büyük şehirlerde yaşayan çocuklar, halı sahalardaki futbol okullarında, haftasonları aldıkları iki saatlik eğitimlerle oyuna dahil olmaya çabalıyor.
Habertürk'te dört büyük kulüp başkanının bir araya geldiği programda, kulüp başkanlarının Türkiye Futbol Federasyonu'ndan (TFF) tesis yatırımı için kaynak istemesi, kulüplerin ilgili tüzük maddesinden ne kadar uzaklaştığının ve mevcut borçlarıyla 'kamuya zararlı' derneklere dönüştüğünü gösteriyor. Kulüplerin tüm planlarını daha fazla transfer yapmak üstüne kurması ve gelirlerini artırmak isterken paylaşmayı hiç düşünmemesi, Türkiye'de futbol piramidini tersine çevirmiş görünüyor. UEFA ve FIFA'nın altyapı yatırımları için ülkelere verdiği fonlardan Türkiye'yi çıkarmasının nedeni, bu fonların nereye harcandığını fark etmesi olabilir.
Yalnız Yürünen Yol
FIFA, genç yaş gruplarında haftada beş gün antrenman ve bir gün maç yapmanın 'gelişimin altın çağı' olarak adlandırdığı dönemde maksimum faydayı vereceğini ifade ediyor. Pek çok sporcu adayı, erken yaşlardan itibaren eğitimini ve sporu bir arada götürmeyi öğreniyor. Futbol ekonomisinin sürekli büyümesi ve artan profesyonel oyuncu ücretleri, ailelerin çocuklarından taleplerini artırırken, genç futbolcu adayları bu baskıyla baş etmek zorunda kalıyor.
Manchester City, genç oyuncusu Jeremy Wisten'a profesyonel kontrat önermeyeceğini ve gitmekte özgür olduğunu söylediğinde, yıllarca futbolcu olmak için uğraşmış Wisten'ın aklından neler geçtiğini bilemeyeceğiz. City'den ayrıldıktan sonra iş arayan Wisten'ı gören eski hocası Mark Rees ona kulüp bulabileceğini, gelip kendileriyle antrenman yapabileceğini söylemiş olsa da birkaç gün sonra Wisten, odasında kendisini asmış bir biçimde bulundu.
Verilere göre İngiltere'de 10 bin çocuktan yalnızca 1'i Premier Lig'de forma giyebilirken, çocukların büyük bölümü 13-16 yaş arasında futbolu bırakıyor. Ligue 1 ekiplerinden Angers'in sportif direktörü Sebastien Larcier, Fransa'daki akademilerden çıkan oyuncuların yüzde 7-8'inin profesyonel olabildiğini, bu oranı yüzde 10-11'e çıkarmaları gerektiğini ifade ediyor. Türkiye'de ise Fransa'dan daha fazla profesyonel lige sahip olmamıza rağmen bu oran yüzde 2-3 civarında.
Profesyonel sporcu olma baskısı ve bununla baş edebilmek son dönemde dünyada tartışılmaya açılırken, dönemin Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim'in Haliç'teki kongrede duyurduğu 'Çocuk Esenlik Programı' ile Türkiye futbolu da bu alanda ilk adımları atmış oldu. Programın etkinliği konusunda bir veri olmasa da çocukların profesyonel olabilseler dahi maruz kaldıkları kamuoyu baskısı ile ne kadar baş edebildiklerini kestirmek bir hayli güç.
Uyku Öncesi Masallar
Özetle şu sonuca varılabilir: Türkiye'de iki futbol vardır. İlki sahada oynanan, aktörlerinin sıkıntılarını bizzat yaşadığı, hikâyesini gerçekleyenlerin tüm aşamalarını deneyimlediği futbol. Diğeri ise mevcudu görmezden gelen, hatta yok sayan ve 'olması gerekenler' başlığı altında gerçekte olanları dikkate almayarak sürekli fikir üretenlerin konuşarak oynadığı futbol.
Hâkim futbol anlayışı, yani konuşulan futbol, beraberinde mitleri doğuruyor. "Türkiye'de futbolun kurtuluş reçetesi nedir?" diye sorulduğunda verilen cevap 'altyapı' olmasına karşın, kulüplerin altyapılarına harcadığı bütçe, medyada transferler kadar yer bulmuyor. İstanbul'un oyun alanları yok olurken, o oyun alanlarının sahiplerinin sesini duymayanlar, tesisi olmamasına rağmen Süper Lig'de oynayan bir kulübün transfer başarısına övgüler düzüyorlar.
Yabancı serbestliği ile transfer trafiğinin arttığı Süper Lig, CIES'in verilerine göre, Avrupa'nın en yaşlı, en çok yurtdışında yetişen oyuncunun oynadığı, altyapıdan oyuncuya en az süre verilen lig gibi önemli başarılara (!) imza atarken, artık kendisine ülkenin en üst liginde yer bulamayan Kerem Aktürkoğlu, Gökdeniz Bayrakdar gibi genç yetenekler en düşük seviyeli profesyonel ligde fırsat bularak hayallerini gerçeklemeye çalışıyorlar. Üstelik bunu yapmaya çalışırken, bu yolun hiçbir noktasında aynı imkânlara sahip olmadıkları Avrupalı meslektaşları ile karşılaştırılıp yoğun bir eleştiriye maruz kalıyorlar. "Altyapılarda önemli olan kazanmak değil, eğitimdir" miti ise bu kadar problemin üstesinden gelerek kendisine yer bulabilen çocuklar için boş bir anlatıdan öteye gidemiyor.
Onlarca takımın şartları çok da iyi olmayan tek bir sahayı, haftanın belli günlerinde antrenman için kullanabildiği, antrenörlerin büyük bölümünün hayatını idame ettirebilecek standartta maaş almadığı, futbolcu olmakta ısrarcı olan çocukların çoğunun eğitim hayatından vazgeçmek zorunda kaldığı bir yapıda, kamuoyunda ısrarlı bir şekilde düzenin sorumlusunun bu imkânları sağlamayı taahhüt etmiş kulüpler ve devlet değil de sporcular ve antrenörler olarak görülmesi hikâyemizin başlayıp bittiği nokta. Kulüplerin birkaç transfer eksik yaparak bu imkânları sağlaması mümkünken spor kamuoyunun bunu talep etmeyişi, Avrupa'nın en genç nüfusunun her alanda heba olmasının önünü açıyor.
Çocuklarını Sevmeyen Ülke
Özkan Sümer, vefatından önce Anadolu Ajansı'na verdiği röportajda şu ifadeleri kullanmıştı: "Bir kere değer vermediğin bir şeyin değer üretmesi mümkün değildir. Her şeyden önce kendi insanımıza değer vermiyoruz. (…) Türk toplumu sportif açlığını kendi insanını, çocuklarını yiyerek gidermeye çalışıyor. Bu çocuklar bu destekten, imkândan ve ortamdan mahrum bırakıldığı sürece gelişmeleri mümkün değil."
Çocuklarımızı Kaf Dağı'nın ardına yolluyoruz; canavarları yenip, Zümrüd-ü Anka'nın hazinesini alıp gelmesini istiyoruz. Üstelik dönmelerini bekleyecek kadar sabrımız, dönenleri sevecek kadar hevesimiz bile yokken…