Kapıları Aralamak

16 dk

Premier Lig'in kuruluşu, Arsene Wenger'in Ada'ya gelişi… David Dein, doksanlarda futbolu değiştiren birçok hamlenin arkasındaki yüzlerdendi. Deneyimli futbol adamı, Socrates'e konuştu.

David Dein, Arsenal'dan İngiltere Futbol Federasyonu'na, UEFA'dan FIFA'ya futbolun her kademesinde görev aldı ve son otuz yıldaki birçok kritik değişimde rol aldı. Dein, geçen ay, Bilgi Üniversitesi Spor Bilimleri ve Teknolojisi Yüksekokulu'nun düzenlediği internet seminerine konuk olmadan önce organizasyonun medya partneri olan dergimize özel bir röportaj verdi. Deneyimli futbol insanıyla hem geçmiş hem de gelecek üzerine sohbet etme imkânı bulduk.

Dennis Bergkamp otobiyografisinde sizden futbolun büyük bir âşığı olarak bahsetmişti. Bu aşkı nasıl tarif edersiniz?

O aşk ben sekiz yaşındayken başladı. Altmış bin kişinin ayakta maçları izlediği zamanlarda bir gün amcamla Arsenal maçına gitmiştim. Highbury'de hem futbola hem de Arsenal'a âşık olmuştum. Nick Hornby'nin Futbol Ateşi kitabındaki karakterin hikâyesinden farklı bir öyküm yok anlayacağınız. Stadyuma gidersiniz; atmosferi, tezahüratları, taraftarları, renkleri ve heyecanı hissedersiniz. Sonrasında da o takımın taraftarı olursunuz. Bir kulübün taraftarı olmak eşsizdir. İnsanlar evini, bindiği arabayı, yeme alışkanlıklarını değiştirir ama futbol takımını değiştirmez. Eğer bir kez Arsenal taraftarı olmuşsanız, bu hayatınızın sonuna dek sürer.

Arsenal'dan hisse almaya nasıl karar vermiştiniz? O zamanlar İngiltere futbol ortamı bugünlerdeki gibi ışıltılı değildi.

Seksenlerde Britanya'daki futbol ortamı felaket bir haldeydi. Demodeydi, yenilenmesi gerekiyordu. Çocukların maçlara gidemediğini hatırlıyorum; çünkü aileleri buna izin vermiyordu. O dönem tribün şiddetinin yoğun olduğu birçok kötü hatıra ile geçti. 1989'da Hillsborough Faciası ile en dip noktasına gelmişti. Ben, 1983'te Arsenal'da ilk hissemi almıştım. Sadece ufak bir tane, anı olarak kalsın diye.

Ama sonrasında kulübe el yazımla bir mektup yazıp hisselere ortak olmak istediğimi belirttim. Alışılmışın dışında bir şey yaptım ve onlara açık çek gönderdim. Böylece niyetimde ne kadar ciddi olduğumu anlayacaklardı. O kötü ortama rağmen futbolu ve Arsenal'ı çok seviyordum, bir şeyler katabilmeyi umdum.

1992'de kurulan Premier Lig'in mimarlarından biriydiniz. Futbolu değiştiren bu geçişten söz eder misiniz?

O dönemler dört farklı küme vardı ve kümelerin toplamı 92 takım ediyordu. Düzgün bir değişiklik yapamıyor oluşumuz hepimizin sinirini bozuyordu. Bu döngüden kaçıp kurtulmayı denedik ve yepyeni bir lig kurduk. Kulağa daha hoş gelen Premier Lig isim şemsiyesi altında yeni bir yapı inşa ettik. Neticede holiganizm, Heysel, Hillsborough ve diğer önünü alamadığımız konular derken Taylor Raporu ile beraber yapısal bir değişikliğe gitmemiz şarttı. İlk iş olarak futbolun eğlence sektörü kapsamına girmesi gerektiğini düşünmüştüm. Evet, futbol bir spor ama aynı zamanda tutkulu bir eğlenceye dönüşebilirdi. Bu yüzden daha konforlu, güvenilir bir havası olmalıydı. Mühim iki unsur var: Eğer taraftarları stadyumlara çekmek istiyorsanız güvenli bir çevre yaratmalısınız. Ve bu çevreyi yarattıktan sonra samimi bir dünya oluşturmanız gerekli. 1980'lerde eksik olan şeyler bunlardı. Bu yüzden stadyumları yenilememiz gerekti. Bugünlerde herhangi bir stadyuma gittiğinizde çok daha iyi tuvaletler, barlar, restoranlar, büyük ekran televizyonlar görebilirsiniz.

Yani o romantizmi bırakmak gerekiyor. Ben de severdim çile çekmeyi ama devrin değişmesi gerekiyordu. Eskiden taraftarlar 15.00'teki bir maça beş dakika kala gelir, maçtan sonra da çıkarlardı. Kısacası, benim vizyonum o günlerde futbolu eğlence sektörünün bir parçası haline getirebilmekti. ABD'de bunun iyi örneklerini inceleme fırsatım da olmuştu. Futbol uyuyan bir devdi ancak yıllar içinde o hamlelerle hiç uyumayan ve büyüyen bir deve dönüştü.

Premier Lig'i kurduktan sonra bir de ligin kaderini değiştirecek başka bir karara imza attınız. Arsene Wenger ile anlaştınız…

Arsene ile tanışıklığımız eskilere dayanıyordu. 1 Ocak 1989'da tanışmıştık. Keyifli bir hikâyedir. Monaco'nun teknik direktörüyken kulübü ziyarete gelmişti. Yalnız başınaydı ve akşam ne yapacağını sormuştum. Planı olmadığını söyledi. Benim hayatta hep şiar edindiğim bir kaplumbağa mottom vardır: Kafanı kabuğundan çıkarmadıkça, kapıyı aralamadıkça önünü asla göremezsin. Ben de kapıyı araladım ve Arsene'i akşam yemeğine davet ettim. Verdiği cevap, hepimizin hayatını değiştirdi. Ondan sonra hep aklımdaydı, bir gün beraber çalışmalıydık. 1996'da Arsene'i Arsenal'ın başında görmek için tüm şartlar uygundu. Futbola yaklaşımını ve felsefesini iyi biliyordum. Bunun ihtiyacımız olan şey olduğunu da... Neyse ki yanılmadım. O çok zekidir ve harika bir iletişimcidir. Hayatımdaki nadir ilham kaynaklarımdan biri oldu.

Verdiğiniz tüm kararlar futbolu ya etkiledi ya da kökten değiştirdi. Bir karar alırken neye dikkat ediyorsunuz?

Hayatta kararsızlıktan daha kötü bir şey yoktur. Kararsızlık öldürücüdür. İngiliz dilinde nefret ettiğim iki sözcük vardır: Belki ve eğer. İnsanları kıracak mıyım diye düşünerek büyük kararları alamazsınız. Hayatımda hep bahsettiğim kapıları aralamaya çalıştım. Bazen bunun karşılığında başarısızlıklar da yaşadım ama hep inandığım bu yaklaşıma geri döndüm. Hiç vazgeçmedim. İnsanlar, Trump'ın başkan olacağına veya Brexit gibi bir yanlışa düşeceğimize hiç ihtimal vermemişlerdi. Maalesef bunlar oldu. Ama mücadele edip, inandığın doğrulara tutunmaya devam etmen gerekiyor. Ben de inandıklarım adına mücadele etmekten ve büyük kararlar almaktan hiçbir zaman korkmadım. Arsene'i başa getirdiğimizde kulübün düşünce yapısını ve tüm ekosistemini değiştirmek istemiştik. Öyle de oldu. Arsene antrenman ve beslenme metotlarıyla, oyun tarzıyla, futbolcularla iletişimiyle, onları farklı bir profesyonellik seviyesine çekmesiyle, yetenekleri iyi gözlemleyip onlardaki cevheri çıkarmasıyla Arsenal'ın kaderini değiştirdi.

Geçen ay Amy Lawrence ile konuştuğumuzda sizin dünyadaki herkesi ikna edebileceğinizi söyledi. Böylesine büyük bir takımı uygun bütçelerle kurmanın sırrı bu muydu?

Her şeyden önce bu sürecin yetenekli ve Arsenal'ın oyununa uygun isimleri belirlemekle başladığını söylemem lazım. Ayrıca bence herkesten ve her şeyden önce kendinizi ikna etmelisiniz. Bu özgüven de konuştuğunuz futbolcuya geçmeli. O zamanlarda kulübün nerede yarışması gerektiğiyle ilgili kafamda bir vizyon vardı. Küresel bir kulüp olmalıydık. FA, UEFA, FIFA, Premier Lig… Aynı zamanda geleceğe dönük bu büyük planlarımızı görüştüğümüz futbolculara da aktarmak ve onların bu hedeflerin parçası olduklarını hissettirmek de önemliydi. O nedenle sadece yeteneklere değil karakterlere de dikkat ederdik.

Başkan yardımcısı olarak oyuncularla olan ilişkiniz nasıldı?

Onların bir ailenin parçası olduklarını hissetmelerini istedim. Buraya gelen yabancıların farklı bir ülkede iyi ağırlanmalarını istedim. İyi bir evleri, arabaları ve yeri geldiğinde iyi bir İngilizce öğretmenleri bile oldu. Hepsini sorumluluğum altına alarak onlara bakmaya çalıştım. Herkes bu tarz bir yöneticilik yapmıyor elbette. Ama ben böylesini doğru buluyorum.

Arsene Wenger ve David Dein

Arsene Wenger ve David Dein

Highbury'den Emirates'e geçiş nasıldı? Arsenal'a bu geçişin genel etkisi ne oldu?

Highbury bize atalarımızdan kalmıştı. Futbol statları taraftarların dua etmeye, tapınmaya gittikleri yerler. Orası taraftarlar için bir kilise, cami ya da sinagog. Devasa bir değişiklikti fakat yapmamız gerekiyordu. 50-60 bin kişi dışarıda bilet isterken Highbury'ye ancak 38 bin seyirci alabiliyorduk. Bu yüzden çok daha büyük bir stadyuma ihtiyacımız vardı. Örneğin Manchester United, 1990'larda çok büyük avantaj yakaladı bu sayede. Doğru zamanda statlarını büyütüp geliştirmişlerdi. O nedenle de Manchester'ın parasal gücüyle rekabet ederken en iyi olduğumuz sezonlarda bile zorlandık. Ayrıca ben sadece İngiltere'deki statlara değil, tüm Avrupa'ya bakıyordum. Barça, Real ve Bayern'i yenmek için kuruşu kuruşuna onlarla eşit olmalısınız. Sahada iyi olduğunuz kadar saha dışındaki faaliyetlerde de iyi olmanız gerekli. Değişen düzende uzun süreli rekabet etmeniz başka türlü mümkün değil.

Wenger, "Pişmanlığınız var mı?" sorusuna şöyle yanıt vermişti: "David Dein'in ayrılması bu pişmanlıklardan biri kesinlikle." O dönemle ilgili sizin pişmanlığınız var mı peki?

Ayrıldığım dönem Arsene ve benim için hassas bir dönemdi zira aramızda harika bir lişki vardı. Birbirimizi çok iyi anlıyorduk ve tamamlıyorduk. Yani bir oyuncu ya da menajerle girdiğimiz toplantıda ne diyeceğini bakışlarından anlayabilirdim. Kaşlarını kaldırdığında, öne geldiğinde veya arkaya yaslandığında vereceği tepkileri ezberlemiştim. Yalnızca tek bir kelime bizi anlatabilir: Kimya. Hayatta iyi iş ortaklarınız olması önemlidir, onlarla iyi anlaşabilmeniz daha da önemlidir. Herkesin iyi günü, kötü günü olabileceğini bilmeli, bunu anlayabilmeli ve tüm bunlara göre frene ya da gaza basacağınızı süzebilmelisiniz. Biz de Arsene ile böyleydik. Pişmanlık demeyelim ama ayrılış sürecimde aldığım bazı kararlardan ben de memnun değilim. Bunlarla ilgili şimdilik konuşmayı tercih etmiyorum. Belki, gelecekte…

Wenger hakkında konuşurken değiştirdiği metotlardan bahsetmiştiniz. Şimdilerde spor, bilimle daha iç içe. Kulüpler üniversitelerle temas halinde ve bilimsel içerikler spora iyice nüfuz etmiş durumda. Bu girişimlerle ilgili ne düşünüyorsunuz?

Arsenal'a ilk geldiğimde tüm ekibimiz 50-60 kişiden oluşurdu. Şimdilerde bu sayı 700- 800'e kadar çıktı. Bilim insanları, teknisyenler, diyetisyenler, scoutlar, sağlık çalışanları, spor hocaları, video asistanları, analizciler... Çünkü herkes artık detayların değerinin farkına vardı. Tony Adams, Wenger geldiğinde hayatında ilk kez masaj yaptırdığını söylemişti. Ama masaj şimdilerde gayet sıradan, her gün olan rutinlerden. En büyük inançlarımdan birisi zamanla birlikte değişmeniz gerektiğidir. Değişim kaçınılmaz, sizin de buna ayak uydurmanız hatta öncü olmanız gerekiyor. Sizinle şu an Zoom denen bir dijital iletişim platformundan sohbet ediyoruz. Bunu on sene önce yapabilir miydik?

Süper zengin takım sahipleri hakkındaki görüşleriniz nedir?

İlk olarak zengin bir iş insanı futbol kulübüne yatırım yapmak istiyorsa bu endüstrinin tamamı için iyi haberlerin kapıda olduğunu söyler. Çünkü yerel ve küresel anlamda kendine müşteri çekebilmiştir. Birinin yatırım yapmak istemesini lige gelen övgü olarak algılarım. Ben Arsenal'a 1983'te geldiğimde kulübün gelirler toplamı 1,5 milyon sterlin kadardı. Bu sayı 450 milyona kadar yükseldi. Ve bu gelirin yüzde 70'i televizyon yayınlarından geliyor.

Futbolda Finansal Fair Play (FFP) kuralının kulüpler üzerinde yarattığı etkiyi nasıl yorumlarsınız? Örneğin Manchester City, Avrupa'dan men cezası aldı.

FFP kuralı doğru çünkü temelde spordaki tarafları olabildiği kadar eşit tutmak esastır. Ancak bunu yaparken gelecek olan yatırımların şevkini de kırmak istemezsiniz. Yani bu ikili arasında bir denge kurmak asıl olan; hem sıcak paranın girmesini hem de eşit kalmayı istemekten söz ediyorum. Örneğin, şimdilerde Newcastle United satılma aşamasında. Kulüpler yatırımcılar için çekici yatırımlar ve çoğu kişinin yanlış bilmesine rağmen bu yatırımları kulüplerden para kazanmaksızın yaparlar. Sonuçta kulüp sahipleri kulüpten kafasına göre para alamaz ancak ilerde bir gün kulübü sattıklarında kâr edebilirler. Onlar için önemli olan kulübü satın aldıktan sonra başarılı olup değerini arttırmaktır. Ayrıca yatırım dışında, kulüp sahipliği başka avantajlar da getirir onlara. Farklı ülkelerde farklı statüler gibi.

25 yıllık futbol yöneticiliğinize istinaden soruyorum: Sizce günümüzde en iyi yönetilen kulüp hangisi?

Karşılaştırmayı ancak Premier Lig özelinde yapabilirim çünkü onların nasıl yönetildiğini iyi biliyorum. Ve şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki bugünlerde hemen her kulüp gayet iyi yönetiliyor. Profesyonel ekipler, avukatlar, muhasebeciler, tıbbi çalışanlar… Premier Lig, İngiltere'nin en büyük spor ihraç kalemi. Elbette takım sahiplerinin gücü de burada devreye giriyor. Muhtemelen Newcastle satıldıktan sonra daha fazla para harcayacak. Ama önemli olan süreklilik arz eden bir yapı kurmak. Takım sahipleri gidebilir bir gün. Sizin kulübü hep daha değerli kılmanız gerekiyor. Liverpool, Fenway Group yönetiminde değerini artırdı. Bunu da iyi saha dışı yönetimin saha içine yansımasıyla buldular. Klopp, Guardiola veya Wenger gibi teknik adamları bulmak da işte bu noktada önemli.

Premier Lig'in bugünlerde savaştığı bir diğer husus ise koronavirüs. Pandeminin yarattığı bu sancılı geçiş sürecinin futbola nasıl bir etkisi olacağını düşünüyorsunuz?

Herkes bu durumun dünyada daha önce çok nadir görüldüğünü biliyor. Yani bendeki kristal küre sizinkinden daha farklı bir tahmin yapamayacaktır. Çünkü durmadan değişen bir sorundan bahsediyoruz. Tüm bunlar bittiğinde elbet bir etkisi olacak, hatta daha şimdiden oldu bile, kulüpler seyircisiz oynamak zorunda kalıyor. Seyirci gelirine sahip olamayan küçük takımlar için özellikle bu kararın sonuçları çok daha büyük olacak. Bir tür kurtarma paketiyle o kulüplere yardımcı olmak şart. Onlar için yoğun bakım ünitesindeki hasta diyorum. Büyük kulüpler durumu bir şekilde idare edecektir. Gerektiğinde maaşlarda indirim yaparak ya da pahalı oyuncu transferlerini rafa kaldırarak… Ama futbolda bir metamorfoz yaşanacak. Örneğin taraftarlar stadyuma dönme cesaretini kendilerinde ne zaman bulacak? Bu dönemde futbol seyircisiz oynanmak zorunda. Ama taraftarlara kulüplerin ve hatta herkesin ihtiyacı var. Kapalı kapılar arkasında hakiki heyecanı yaşayamıyorsunuz. Sonuçta oyun, tutku sayesinde ayakta ve o tutku seyircisiz maçlarda yok. Kısacası virüsün geleceğiyle ilgili görüşüm, oynadığımız oyunun bir nevi hayatta kalma mücadelesi olduğu yönünde. İlk olarak sağlıklı kalalım. Sağlıklı olduktan sonra her zaman yarın vardır. Yarın için planı da bir şekilde her zaman yapabiliriz.

Bu yaşananların futbolda yapısal bir reform yaratacağını düşünüyor musunuz?

NBA'deki maaş tavanının futboldaki savunucularından biriyim. Bir denge olması gerektiğini düşünüyorum ve her kulübü sağlıklı görmek istiyorum. Bu FFP ile yapılabilir. Bence her oyuncu her kulübün reel bütçesine göre, ona oranlayarak ücret almalı. Bu da bireysel ücret tavanını getirebilir.

İngiltere Futbol Federasyonu'nun eski başkan yardımcısı olarak diğer ülkelerdeki kararları nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin Belçika ve Fransa, ligleri iptal etti. UEFA ise kupaları düzenlemekte ısrarcı. Bu da ligleri tamamlamayı zorunlu kılıyor.

30 maç oynamışsınız ve 8 maçınız kalmışsa o 8 maçın matematiksel olarak bitmesinden ziyade oynanması tercihim olur. Böylece kim yükselecek, kim küme düşecek, bunu mantıklı bir biçimde görürüz. Bu yüzden bence Almanya, İtalya, İngiltere ve İspanya doğru olanı yapıyor. Elbette insan sağlığını burada alınan önlemlerle beraber birinci önem sırasına koyarak bunları söylüyorum.

"Başarılı olmanın dersleri ne futbolla başlar ne de futbolla biter. Önemli olan erkek ve kadın hemcinslerinize eşit ve adil davranmanızdır" diye bir sözünüz var. Kadın futbolunun mevcut durumunu nasıl değerlendirirsiniz?

Kadın futbolunun büyük destekçisiyim, Arsenal kadın futbol takımının 1990'larda kurulmasına önayak olan kişiydim. O zamanlar tek bir takımla mücadele ediyorduk ama bugün kadınlar tarihte hiç olmadığı kadar fazla takım ve sporcuyla bu oyunu oynuyor. Fransa'daki son Dünya Kupası mükemmeldi. Ama pandemi süreci kadın futbolunu daha da derinden etkiliyor. Kadın futboluna hassas yaklaşmalı ve çökmemesi için çalışmalıyız. Kulüpler kadın futbolunu finanse etmek, momentum yaratmak ve sponsor bulmak için cesur olmalı.

Gol çizgisi teknolojisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Gol çizgisi teknolojisi bana kalırsa devasa bir adım oldu. Geçen sene 18, ondan önceki sene 16 kez kullanıldı. Her geçen sene daha çok kullanılacak ve VAR'ın da benzer bir ilerleme yaşayacağını düşünüyorum. VAR'dan memnum çünkü bu yeniliğin futbola gelmesini ve kararların tutarlı olmasını istiyordum. VAR'dan önce hakemler maçın sonucunu değiştirecek hatalı kararları üç maçta bir veriyordu. Rusya'daki Dünya Kupası'nda VAR sayesinde kararların yüzde 99,1'i doğru verildi.

Futbolun geleceği ile ilgili öngörünüz nedir? 1990'lardan ileri baktığınızdaki gibi yeni bir büyük değişim tahmininiz var mı?

Umuyorum ve dua ediyorum ki bu virüsün etkilerini en az hasarla atlatırız. Ve futbol küresel olarak sağlıklı olduğunda umarım ki yeni yetenekler yetiştirmeye ve onları izlemeye başlarız. Kadın futbolunun gelişmesini ve herkese zevk veren müthiş bir eğlence sektörü haline gelmesini ümit ediyorum. Geleceğe dair en önemli şey, sizden önce yapılanları hep doğru kabul etmemeniz. Değişime açık olmanız gerekir. Evet, oyunun bazı geleneksel hoş yanları var ama çağ ve insanlar değişiyor. Aynı bundan otuz yıl önce Premier Lig diye bir organizasyonun kurulması gibi. Veya Bosman kuralı, Şampiyonlar Ligi oluşumu gibi… Futbolun oynanma biçimi derken aklıma Arsene'i takımın başına getirdiğimizde sarf edilen olumsuz cümleler geliyor. İnsanlar bilinmeze ve yeniye karşı önce çekimserdirler. Fakat tam tersine açık ve önyargısız olmak gerekir. Cesur olmanız lazım. Ancak bu şekilde fırsatları elinizden kaçırmazsınız.

Socrates Dergi