Kapıların Dışında

10 dk

Balkan futbol mirası üzerinde yükselen Luka Modric, bir yandan da modern orta saha profilini değiştirdi. Onu Jonathan Wilson'dan dinledik.

Behind the Curtain, Balkan futbolu denince akla gelen ilk kitaplardan. İngiliz gazeteci Jonathan Wilson'ın Romanya'dan Macaristan'a, Sırbistan'dan Bosna-Hersek'e uzanan seyahatlerine dayandırdığı kitap Doğu Avrupa futbolunun izini sürerken birkaç neslin kahramanlarına, futbol adamlarına ve yazarlarına da danışmıştı. Biz de Luka Modric'i incelediğimiz bu sayıda o kaynağa döndük ve mikrofonu Wilson'a uzattık.

Yedi yaşındayken Slovenya'ya tatile gitmiştik ve daha sonra orayı tekrar tekrar ziyaret ettik. Dedemin oturma odasında Mostar Köprüsü'nün bir fotoğrafı vardı. O yıllarda, tatil için Balkanlara gitmek anlaşılır bir durumdu çünkü Fransa ya da İspanya'da tatil yapmaktan daha ucuza geliyordu. Yugoslavya'yı bu şekilde keşfettim. Ardından Kızılyıldız, 1991'de Avrupa şampiyonu oldu. Sanıyorum ikinci turda Rangers'ı yenmişlerdi. Böylelikle tüm Britanya onların ne kadar iyi bir takım olduğunu gördü. Euro 1992'deki hikâyeyi zaten herkes biliyor, orada yer alabilseler kim bilir nasıl bir takım görürdük... İlgimin temelini bunlar oluşturuyor. Profesyonel anlamda ise ilk işimi Onefootball isimli bir internet sitesi için almıştım. Yugoslavya'yla alakalı birçok muhabirlik işimiz oluyordu. Sık sık maçlara gittim, teknik adamlarla, emekli futbolcularla konuşma fırsatı buldum.

Behind the Curtain'ı yazma motivasyonumu aslında birkaç farklı şey yaratmıştı. Onefootball sitesi için çalışırken bölgede sağlam kontaklarım olmuştu. Yalnızca Yugoslavya değil, çevre ülkelerde de. Site 2002 Dünya Kupası'ndan hemen sonra yayın hayatına son verince farklı işler bakınmaya başladım. Kitap fikrimi de bu sırada yayıncılara anlatıyordum. Küçükken sık sık Yugoslavya'da bulunduğum gerçeği, Doğu Avrupa futbolu üzerine bir kitap yazma fikrine eklenince beğenildi. 2004 Şampiyonlar Ligi Finali'nin olduğu gün yayıneviyle anlaşma imzalandı.

Yugoslav futbol ekolünü belli bir yerden başlatmak hiç kolay değil. Ancak Macaristan'ı biraz öne çıkarabiliriz. Macaristan o dönemlerde büyük bir futbol cazibe merkeziydi. Bunda oraya giden İngiliz teknik adamların etkisi tabii ki vardı ama zemin de hazırdı. Neden bilmiyorum ama Macarlar futbola çabuk adapte olmuştu. Futbolu daha iyi oynama hususuna kafa yormuşlar, oyunu sorgulamışlardı. 1920'ler ve 30'larda ülkenin yaşadığı ekonomik ve siyasi zorluklardan dolayı dünyanın çeşitli yerlerine büyük göç oldu. Mesela Macarların İtalyan futboluna etkisi yadsınamaz. İki savaş arasında 60 civarı Macar teknik adam İtalya'da çalıştı. Altmış. Bu çok özel bir şey. Yugoslavya'ya, İsveç'e, Almanya'ya hatta Güney Amerika'ya da gidenler oldu. Yani, Yugoslav ekolünü doğuran da Macar ekolüydü.

Spesifik bir isim olarak Marton Bukovi'yi verebilirim. Muhtemelen Macarların en iyi taktisyeniydi. Milli takımı Puskas'ların yer aldığı 'altın kadro'dan hemen önce çalıştırmıştı ama o kadroda da etkisi olduğu apaçıktı. Bukovi, 1930'ların sonuna doğru Zagreb'e gitti ve çok büyük bir başarı yakaladı. 1940'ların ortasında da taktiksel anlamda WM'den dörtlü savunmaya geçişi başlattı. Macaristan'ın karakteristik dizilişi, Bukovi'nin Zagreb'de yaptıklarından doğdu. Dünya futboluna da büyük etki yaptı.

Eskiden belli stereotipler, kalıplar vardı. Bosnalılar iyi dripling yapardı, Slovenler koşardı, Hırvatlar pas oyunu tercih ederdi ve Sırplar daha teknikti. 1974 Dünya Kupası'nda Yugoslavya forması giyen Sloven Branko Oblak'la bu hususta konuştuğumu hatırlıyorum. O zamanda da yaygın olan bir şeyden bahsetmişti ve şunu söylemişti: "11 Sloven'den veya 11 Sırp'tan bir kadro kuramazsınız. Bir dengeye ihtiyacınız var." Çok koşacak bir Sloven'e gerek vardı. Dripling özelliklerini kullanması için kanatta bir Bosnalı lazımdı. İleride kuvvetli bir Sırp forvet... Tüm Doğu Avrupa futbolu, Macarlardan böyle etkilenmişti.

Her şeyin sıkı gözetim altında tutulduğu totaliter bir hükümetin varlığı, deneysellikten uzak kalmayı getirdi. Sovyetler de benzerdi. Gürcüler driplingle oynar, Ukraynalılar koşar, Ruslar pas yapardı. Ulusal kimlikler futbola da yansımıştı. Futbol bir anlamda hükümetlerce oluşturuluyordu. İşleri değiştirmek için bir dâhiye ihtiyaç duyardınız. Sovyet futbolunu kökten değiştiren o dâhi, Valeri Lobanovski olmuştu.

Luka Modric teknik oyun ve pas ekolünün temsilcilerinden biri. Ancak çok genç yaşlarda Bosna Hersek'in alt liglerine kiralandığında, onun kalıplara sığamayacağını gördük. İnsanların yarısı driplinglerini beğendi, diğer yarısı dripling hâlindeki oyunculara yaptığı müdahaleleri... Bosna'nın alt ligleri sertliğiyle ünlüdür. Modric, 17 yaşındayken o seviyeyi gördü ve saha içerisinde başının çaresine bakmayı bildi. Kendisini tekmelemeye çalışan savunmacılardan kaçmayı öğrendi. Şu an hareket alanı bulma ve pas alma konusunda usta. Bu onun alt liglerden aldığı en büyük hediye. Onu marke eden savunmacı sert oynarsa sarı kart görüyor, temiz oynarsa onun ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu...

" Onu marke eden savunmacı sert oynarsa sarı kart görüyor, temiz oynarsa onun ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu..." -Jonathan Wilson

" Onu marke eden savunmacı sert oynarsa sarı kart görüyor, temiz oynarsa onun ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu..." -Jonathan Wilson

Hırvatistan'ın Euro 2008 gruplarında Almanya'yı yendiği maçı hatırlıyorum. Per Mertesacker ve Christoph Metzelder gibi fizikli oyuncuların yer aldığı bir Almanya 11'i vardı, çok güçlü oyunculardı. İlk anda Modric'in onlarla başa çıkamayacağını düşündüm. Maçın yarım saatini izledikten sonraysa harika oynadığının farkına vardım. Çünkü topu ayağına her alışında savunmacısını ekarte ediyordu. Zaten harika bir pasör ama sahadaki boşlukları algılama konusunda da çok üstün özelliklere sahip.

1950'li, 60'lı yıllardaki 10 numara geleneği ile Modric çok farklı. O dönemlerde sahadaki her şeyi 10 numaraların ayakları kontrol ederdi. Tempoyu onlar belirler, en yaratıcı şeyleri onlar yapardı. Mesela Juan Roman Riquelme de eski modanın belirgin bir temsilcisiydi. Fiziksel olarak pek fit sayılmazdı ama inanılmaz yetenekleri vardı ve oyunu okuyabiliyordu. Dürüst olmak gerekirse onun forma giydiği dönemde Avrupa'daki oyuna o şekilde tutunmak imkânsızdı. Artık herkes pres yapmak zorunda. Çalışma disiplini ve adanmışlığa sahip olmalısınız. Riquelme bir dâhiydi ama işin kirli kısımlarını yapmıyordu. Onun stili Arjantin’de gidiyordu. Mesela 2000'de Real Madrid'i yendikleri Kıtalararası Kupa Finali'nde Boca Juniors formasıyla harikalar yaratmıştı.

Euro 2008 sırasında Riquelme ve Modric'i kıyaslayan bir 10 numaraların değişimi yazısı kaleme almıştım. Ve o günden beri şunu görüyorum. Modric'in hem Riquelme gibi bir yeteneği var hem de modern oyuna ayak uydurabiliyor... Bugünün oyunu için yeterli form düzeyine sahip. Ufak tefek olduğunu biliyoruz ama fiziksel açıdan eksik değil. Pres yapıyor, sahada sıkı çalışıyor. Zaten kariyerinin büyük kısmında oyun kurucu pozisyonunda değil, daha derindeydi. Taktiksel anlamda bu adaptasyonu gösterebilecek kadar da hassas bir oyuncu. Değişebilecek yeteneğe sahip. Real Madrid'den başka bir takıma gidip Ronaldo'nun olmadığı bir kadroyla oynasaydı muhtemelen o da Riquelme gibi eski model bir 10 numara olurdu. Ancak takımın taktik düzeni sebebiyle daha geride ve genelde Casemiro-Kroos ikilisiyle oynadı. Ve böylece, modern futbol için Riquelme'nin bir üst seviyesini yarattı.

"Modric'in hem Riquelme gibi bir yeteneği var hem de modern oyuna ayak uydurabiliyor... Bugünün oyunu için yeterli form düzeyine sahip." -Jonathan Wilson

"Modric'in hem Riquelme gibi bir yeteneği var hem de modern oyuna ayak uydurabiliyor... Bugünün oyunu için yeterli form düzeyine sahip." -Jonathan Wilson

Sıradan bir futbol taraftarı hatta genel anlamıyla futbol dünyası, bu yıla kadar Modric'e gereken değeri göstermedi. Şampiyonlar Ligi zaferleri ve Dünya Kupası'ndaki finalin ardından sonunda hak ettiği saygıyı görüyor. Son 10 yıldır harikalar yaratan bir oyuncudan bahsediyoruz. Ki burada ilginç bir şey var. Real Madrid bana kalırsa son yıllarda, özellikle de Zinedine Zidane yönetiminde biraz dağınıktı. Teknik adamdan ziyade oyuncuların taktiksel sorumluluk aldığı bir yapı vardı. Ve aynı Madrid çoğu maçın kontrolünü elinde tuttu. Nasıl? Modric ve Kroos sayesinde. Atletico Madrid ile iki yıl önce oynadıkları Şampiyonlar Ligi yarı final rövanşına bakın, Modric'in mükemmel olduğunu görürsünüz. Atletico evinde büyük bir baskı kurmuştu ama hiçbir işe yaramadı. Modric herkesi kendinden uzak tutmayı başarıyordu. O olmasa Real finale çıkamayabilirdi. Modric bir bakımdan Madrid forması giyen bir Barcelona oyuncusu... Eğer Barça'ya gitmiş olsaydı Xavi ve Iniesta ile o orta sahada olurdu. Busquets de eklenince, birlikte mükemmel olurlardı. Madrid forması giymiyor olsaydı Xavi'nin emekliliğinden sonra Barça'nın ilk gideceği oyuncu bence Modric’ti. Kime gittiler? Vatandaşı Ivan Rakitic'e.

2018 Dünya Kupası'yla birlikte Modric Modeli'nin kıymeti arttı. Şöyle ki; son yıllarda ulusal futbola verilen değer ve ortaya çıkan kalite beni düşündürüyor. Birçok takım savunmaya çekiliyor, dörtlü savunma ve derin bir orta saha tercih ediyor. Ellerinde bir deha varsa meydanı ona bırakıyor ve sekiz kişiyle savunma yapmaya çalışıyorlar. Bu yazki Arjantin gibi. Doğrusu, seyir açısından bir felaketlerdi. Ulusal anlamda Messi'nin problemi uzun süredir bu. Portekiz, Euro 2016'yı kazandı ama onları izlemek de işkence... Rakiplerine savunma ile acı çektiriyorlar, oyunu tutuyorlar ve bir yerde belki Ronaldo sahneye çıkıyor. Bu güzel bir yöntem değil. Küçük bir ülke olarak bunu yapmak tek seçeneğiniz olsa anlarım ama Arjantin'de, Portekiz'de bu olmamalı.

Hem son Dünya Kupası hem de yeni Uluslar Ligi'nde bir şeyler değişti. Hırvatistan'ın en iyi oyuncusu açık ara Modric'ti ama takım için de en iyiyi istiyordu. Asla "Yıldız benim" demedi. Rakitic, Brozovic, Mandzukic, Perisic'in onunla nasıl işlediğini görüyordunuz. Adeta bir saat gibiydiler. İngiltere bile doğru modeli takip edince Dünya Kupası'nda son yirmi yılın en iyi oyununu oynadı. Yaklaşık 10 yıl önce Lampard, Gerrard, Rooney, Scholes ve Owen'ın olduğu takımla kıyaslarsak, 2018 kadrosu uzak ara daha iyi 'takım' olmuştu. Çünkü birlikte fonksiyonlu şekilde çalışabiliyorlardı.

"Modric ülkesi için ulusal bir kahraman değil, sadece harika bir futbolcu. İsminin üzerinde gölgeler var." -Jonathan Wilson

"Modric ülkesi için ulusal bir kahraman değil, sadece harika bir futbolcu. İsminin üzerinde gölgeler var." -Jonathan Wilson

Modric ülkesi için ulusal bir kahraman değil, sadece harika bir futbolcu. İsminin üzerinde gölgeler var. Onu bu yüzden suçlamıyorum. İçerisinde bulunduğu durum çok zorlu. Onun Tottenham'a transferini Dinamo Zagreb'in başkanı Zdravko Mamic sağlamıştı. Ancak daha sonra ödenen bonservisin ufak bir kısmının kulübe, kalanınınsa Mamic'in cebine girdiği anlaşıldı. Modric de bu konuda açılan davada verdiği ilk ifadeyi daha sonra değiştirdiği için insanları hayal kırıklığına uğrattı. Mamic çok politik bir figür ve Hırvat futbolseverler, Modric'in onu bu dünyadan uzaklaştıracak bir ifade vermesini bekliyordu. Şimdi Modric için beş yıl hapis ihtimali var. Mahkeme öncesi ülkeden çıktığı için serbest ama döndüğünde ceza onu bekliyor. Dejan Lovren de benzer bir durumu yaşıyor. Modric'in kendi sebepleri olabilir ama fikrini neden değiştirdiğini yalnızca kendisi biliyor. Bir de Dünya Kupası sonrası Zagreb'deki kutlamalar var... Aşırı milliyetçi olmasıyla bilinen pop şarkıcısı Marko Thompson kutlamalarda yakışıksız tavırlarda bulundu. Modric de onunla arkadaş canlısı tavırlar sergileyince tekrar tepki çekti. Belki o şarkıcı sadece arkadaşıydı, bilemiyorum. Dediğim gibi, onu yargılayamam.

Socrates Dergi