
Kaptan
15 dk
Mehmet Yağmur, tam 19 sezondur Türkiye'de en üst seviyede basketbol oynuyor. Heyecanı ve enerjisiyse tıpkı ilk günkü gibi. Beşiktaş ICRYPEX kaptanıyla bir araya geldik.
Tam 19 sezon, dokuz farklı takım… 34 yaşındaki Mehmet Yağmur, uzun süreli serüvenine rağmen halen oyuna dair aşkını ve parkedeki isteğini koruyor. Kaptan'la Oldenburg zaferinin ertesi günü, sabah idmanı öncesinde Zoom'da buluştuk; hikâyesini, hayallerini ve Alperen Şengün'le olan ABD macerasını konuştuk.
Kaptan, basketbola nasıl başladın, bahsedebilir misin?
Yedi yaşında falandım... Efes Pilsen'in Koraç Kupası'nı kazandığı dönemdi. Hatırlıyorum, Petar Naumoski alnındaki teri formasının yakasıyla silerdi. "Bir gün ben de bunu yapacağım" demiştim. Efes'in o şampiyonluğu basketbola başlamama vesile oldu. Hatta bir nesle basketbol sevgisi aşıladı diyebilirim.
Peki kariyerindeki kırılma ânı?
15-16 yaşımda A takımla antrenmanlara çıkıyor ve takımla deplasmanlara gidiyordum. Pek fazla süre almıyordum elbette. Bir gün Ahmet Abi (Kandemir) çağırdı, Ülkerspor'la oynayacaktık. O dönem de Ülkerspor İbrahim Kutluay'lı, Melvin Booker'lı bir ekipti. Bana "İlk beş başlıyorsun, Melvin Booker'ı savunacaksın" dedi. "İyi savunma yapmanı istiyorum, başka da bir şey beklemiyorum" diye bitirdi. Tabii Melvin Booker sayı krallığına oynuyor… Ben onu o maçta çok iyi sayıda tutmuştum. Nefesini nefesimde hissediyordum. Hatta Fanatik Basket'te haftanın savunmacısı seçilmiştim. Böyle bir özgüvenle A takım seviyesine girişim oldu.
Pınar Karşıyaka'da A takıma çıktığında Ahmet Kandemir'le çalışıyordun, aradan geçen 17-18 senenin ardından yine onunla birliktesin. Koç hakkında neler söylersin, senin basketbol yaşantına nasıl dokunuşları oldu?
Bana çok büyük bir şans verdi, ben de o şansı iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. 15'indeki çocuğu sahaya atmak, ilk beş başlatmak… Her koç yapamaz bunu. Bana güvenmesi, onun ne kadar cesur bir basketbol insanı olduğunu gösteriyor. 2003'te ilk kez A takıma çıkarken gördüğüm Ahmet Hoca ile şu anki Ahmet Hoca'nın azmi aynı. Ben de öyleyim.
Açıklamalarında hep bir öğreticilik amacı olduğunu görüyoruz. Basketbol yaşantın sonrasında insan yetiştirmek istediğinden, bunun için de para biriktirdiğinden söz ettin hep.
Ben insanların hayatına dokundukça mutlu olan bir insanım. Evet, 19 senedir en üst ligde basketbol oynuyorum. Bir topu potadan geçirmeye çalışıyoruz, insanlar seviniyor yahut üzülüyor… Fakat insanlık için bir şey yaptığımızı düşünmüyorum. Basit bir iş yapıyoruz. Bu konudaki aydınlanmam da esasında yakın bir zamana, geçen sezona tekabül ediyor.
Benim o dönemki görevim kaptanlığın, abiliğin ötesinde babalık gibiydi. Bandırma'dan gelen çocuklarla inanılmaz bir ilişki kurdum. Kimlerdi onlar? Alperen (Şengün), Bandırma'ya Giresun'dan gitmiş. Şehmus'u (Hazer) Batman'dan buluyorlar. Furkan'ı (Haltalı) Konya'da keşfetmişler ve Bandırma'ya getirmişler. En nihayetinde de bir basketbol eğitimi aldılar, hikâye bu. Sonrasında İstanbul'a geldiler, hayata dair en ufak bilgileri yok. Benim gördüğüm, bu çocukların farkındalıklarının çok az olduğu yönündeydi. Ben de onlarla iletişim kurmaya çalıştım ve çocukların bana bir şey sorması, benim onları doğru yönlendirmeye çabalarımın beni mutlu ettiğini gördüm. Bu yüzden de kafamda bazı şeyler kurmaya başladım.
Bu eksiklikleri kapattığımız takdirde basketbol açısından da -en önemlisi- birey olma açısından da çok büyük başarılar elde edebiliriz diye düşünüyorum. Bu konuda elimi taşın altına sokmaya gayret ediyorum. Devamlı toplantılar yapıyorum, fikirler alıyorum, bir şeyler oluşturmaya başladım yani… İlerleyen zamanlarda bunu daha da şekillendirmek istiyorum. Böyle bir hayalim var.
Basketbol sadece bir topu potadan geçirmek değil bana kalırsa. Bizim bu çocuklara bunu aşılamamız lazım. Ben maçtan sonra duşlarda bile "Arkadaşlar, kuraklık var. Şampuanınızı sürün, sonra suyu açın" diyorum. Bu çocukların hiçbir şeyden haberi yok. Sadece basketbol oynuyorlar ve kafaları sosyal medyada. Ama çevresel farkındalıkları arttığında, dışarıda para kazanmanın ne kadar zor olduğunu bildiklerinde, ihtiyaç sahibi insan ve sokak hayvanlarına yardım ettiklerinde her şey daha olumlu tarafa gidiyor. Geçen sene bunu aşıladım, bu sene de aynısını yapıyorum. Ama esas isteğim, bu saydıklarımın tek bir organizasyonda toplanması.
Sosyal medyanın bahsini de geçirmişken, soyunma odasındaki telefon yasağı bu sezon da geçerli mi?
Hayır, değil. O biraz yanlış yansıdı… Kesinlikle yasakçı bir zihniyete sahip değilim. Geçen sezon vaziyet aynen şöyleydi: Soyunma odasına giriyorum, sessizlik var. Bakıyorum, hepsinin elinde telefon var. "Telefonları bir bırakın, konuşalım" dedim. O zaman da kötü gidiyorduk, ilk altı maçta galibiyet alamamıştık. "Bakın, biz iyi ve sert antrenmanlar yapıyoruz, buna inanıyorum. Ama bizim iletişimimiz eksik" demiştim. İletişimi kuvvetlendirmek adına soyunma odasında telefon kullanmamayı önerdim, herkes de hak verdi. Ne zaman ki bunu yapmaya başladık, sohbetler arttı; o zaman aile olduk. Evet, takım olmak başarıyı getirir ama aile olmak şampiyonluk ortamı yaratır. Özetle yasaktan ziyade ortak bir karardı.

"İletişimi kuvvetlendirmek adına soyunma odasında telefon kullanmamayı önerdim, herkes hak verdi."
Sezon başında Beşiktaş ICRYPEX için hedefin sezon içerisinde belli olacağını söylemiştin. An itibarıyla takım, düşük bütçesi ve genç kadrosuyla birlikte BSL'de (Basketbol Süper Ligi) play-off potasında, BCL'de (Basketbol Şampiyonlar Ligi) ise play-in oynayacak. Bundan sonra takımdan ne beklemek gerekir?
Ne yalan söyleyeyim, ben hâlâ hedefleri kestiremiyorum. Sezon içerisinde ligde Gaziantep ve TOFAŞ maçlarını kazansaydık şu anda ilk üç sırada yer alabilirdik. O zaman da çok başka şeylerden söz ederdik elbette…
Geçen seneki kadar iç içe olunan bir ortam yok belki ama yine de bunu elimden geldiğince sağlamaya çalışıyorum. Bu ortam sağlandıkça da maçları kazandığımızı gördük, hepimiz için motivasyon kaynağı oldu. Ligin ilk yarısını ilk sekizde bitirirsek Türkiye Kupası'na katılım hakkı elde edeceğiz. Takımın özgüveni de artar böyle bir durumda.
Pandemiyi tam olarak atlatamadık belki ama etkileri azaldı, seyirciler salonlara geri döndü… Taraftarın varlığını yeniden hissetmek nasıl bir duygu?
Beşiktaş seyircisinin desteğiyle oynamak çok ayrı bir hissiyat. Benim şöyle bir iddiam var: Geçen sezon taraftarlar salondaki yerlerini alabilseydi, Alperen Şengün ortalamalarına dört-beş sayı ve dört-beş ribaund ekleyebilirdi. Şehmus Hazer oynasaydı o yaptığı smaçlardan üç-dört tane fazla yapabilirdi.
Bu sezon da aslında taraftar tam olarak vaziyete alışabilmiş değil. Pandemi devam ediyor, tribünde maske takmak zorunlu… Eskisi kadar boğucu, yüksek enerjili bir ortamımız da olamıyor. Ama ne olursa olsun, Beşiktaş seyircisi oyuncunun potansiyelini yukarı çekiyor. Bunu da iyi değerlendirmek lazım.

Alperen Şengün ve Mehmet Yağmur
Takımda geçen sezonla bu sezon arasındaki bir diğer fark hiç kuşkusuz Alperen Şengün'ün yokluğu. Draft günü sen de onunla birlikteydin. O süreçte yaşananlardan bahsetmek ister misin?
Anlatırsam bitmez bu röportaj. (Gülüyor.) Geçen sezon Alperen'in bir sıçrama yapacağı belliydi. Geçen kontrol ettim, geride bıraktığımız sezonda tam sekiz NBA gözlemcisi potansiyeli, çalışma etiği gibi konular hakkında benden bilgi almış. Alperen'e hep "Senin doğruna doğru, yanlışına yanlış derim" dedim, o da bana inandı. Sezon bitti, ABD'ye deneme antrenmanlarına gitti. O süreçte de hep benimle iletişimdeydi, "Abi bu takımla antrenmanım iyi geçti, şimdi şu takıma geçiyorum" gibi.
Draft günü yaklaşırken Alperen aradı, "Abi gelmen lazım" dedi. O dönem de köpeğimiz Sansa, kanser tedavisi görüyordu. Yaz döneminde kritik bir ameliyat geçirmişti. Ben de ameliyat sonrası olduğu için gelemeyeceğimi söyledim, ısrar etti. Sonunda dayanamadım ve gitme kararı aldım. Neyse ki tam da o gün Sansa'nın durumunun oldukça iyiye gittiğini duyunca rahatlıkla ABD'ye gittim.
Draft günü Alperen önden gitti, biz ayrı otobüslerle gittik. Sahnede, fotoğraf çekimindeyken dahi görüntülü arıyordu beni. Draft başladığında duygularımız tavan yapmıştı artık. Bilirsin, draft öncesinde yapılan mock draft'larda Alperen farklı sıralarda gösteriliyordu: 12'nci sıra diyen var, yediyi bile gördüğü oldu. Bana da sürekli gösteriyor, "Abi beni bu sıraya koymuşlar" diye. Ben de bir yandan Los Angeles Clippers gözlemcisi ve yakın arkadaşım Ermal Kurtoğlu'ndan bilgiler, yakın bir spor psikoloğu arkadaşımdan Alperen'i nasıl yönlendirebileceğime dair tüyolar, bir yandan da draft'ın akışına dair sağdan soldan bilgi alıyorum…
Bana gelen bilgi, Franz Wagner'in Alperen'den önce seçileceğiydi. O ne kadar yukarıdan seçilirse, Alperen'in daha yukarıdan seçilme şansı da o kadar fazla olacaktı. Wagner de sekizinci sıradan seçildi. Ama dokuz oldu, on oldu, bizim çocuk yok. Alperen'i sakinleştirmeye çalışıyorum. Alperen'in ABD'deki haklarını ellerinde bulunduran iki menajere "Ya siz ne iş yapıyorsunuz? Bize bilgi verin" diye çıkıştım. "Okay Cap" dediler, sonrasında 11 ve 12'nci sıranın da olmadığını ilettiler. Alperen'e söyledim bunu. "Abi, ben gidiyorum, draft olmayacağım" diye çıkıştı birden. "Giderim oynarım Avrupa'da, paramı da kazanırım" dedi. "Oğlum, zaten gerginim, sana bir saldırırım rezillik çıkar burada!" diye şakayla karışık geçiştirdik konuyu.
16'ncı sıra geldiğinde açıklanmaya üç dakika kala Oklahoma City Thunder'ın Alperen'i seçtiği haberini aldık, bir dakika kalaysa Thunder'ın Alperen'i Houston Rockets'a takas ettiğini öğrendik. Alperen başta Oklahoma'ya gittiği için üzülmüştü, zira oradaki deneme antrenmanlarında orayı sevmediğini söylemişti bana. Houston'a takas edilince mutlu oldu, "Benim için iki tane oyuncuyu takas etmişler, bana yatırım yapıyorlar" diye düşündü.
Sezon içerisinde de sık sık görüşüyor ve ona tavsiyelerde bulunuyorsundur…
Aynen öyle, o beni arıyor zaten. Bence Alperen daha yeteneklerinin farkında değil. Ben onu çok çok büyük bir yıldız adayı olarak görüyorum. Öyle bir özgüvene sahip ki, kaç dakika süre alırsa alsın kendini gösterebiliyor. "Bu çocuk oynamalı, fark yaratıyor" diyebiliyor herkes. Alperen, onun gittiği yolu takip edenlerin, onun sayesinde basketbola başlayanların olduğunu anladığı zaman işler çok daha büyüyecek onun için. Gururlandırıyor bizleri tabii ama bize de görev düşüyor bu noktada. İyi oynadığı maçtan sonra onu göklere çıkarmayıp, kötü bir maç oynadıktan sonra ayaklarının yere basmasını sağlarsak senelerce gurur duyabileceğimiz bir kardeşimiz orada bizi temsil edecektir.