Kaptan

14 dk

Sinan Güler, hareketli bir yaz dönemi geçirdi. Şimdi de EuroBasket 2017’de genç bir milli takıma liderlik edecek. Söz kaptanda…

1999’a giden takımın çoğu 20-25 yaşları arasındaydı. Şu anki takımın çekirdeğiyle o takımın yapısı birbirine benziyor. Orada iki ‘abi’ var: Ufuk Sarıca ve Tamer Oyguç. Bugün onların rolünü sen üstleneceksin. Bu anlamda nasıl bakıyorsun tabloya?

Federasyondaki yeni ekipten Hüseyin (Beşok) Abi, Haluk (Yıldırım) Abi ve Ufuk (Sarıca) Abi hariç herkesle birlikte oynadım. Benim yaşıma daha yakın insanlar idari kadrodalar artık. Onların tecrübelerini gençlere aktarabilecek durumdayım; hem yaş ve enerji olarak gençlerle boğuşabiliyorum hem de iki taraf arasındaki iletişimi sağlayabiliyorum. Oyun tecrübesi olarak da aktaracağım çok şey var zaten, ona da şüphe yok. Burada yaşayarak öğrenmek, ufak detayları paylaşmak önemli. Mesela tecrübe aktarma anlamında ben öne çıkıyorum ama kulüpte birlikte çalıştıkları için koçun sistemini daha iyi bilen Kenan (Sipahi) ile sürekli temas kuruyorum. Antrenörlerin söyledikleri dışında bir şey duymak, öğrenmek istediğimde onunla sohbet ediyorum.

Kadroda sen ve Semih (Erden) dışında üç büyük turnuva görmüş başka bir isim yok. Tecrübe anlamında gençlere nasıl bir mentorluk uyguluyorsunuz?

Herkes bu durumun farkında, oyuncular dâhil. Bunun yanında, eksiklerimizi nasıl kapatabileceğimizin de bilincindeyiz. Sahaya yansıtacağımız enerji bizim açımızdan büyük fark yaratacak bence. Herkes aç ve herkesin yapabileceği iyi şeyler var. Bu açlığı enerjiye çevirip o kadar hareketli bir sistem yaratma amacındayız ki doğru pas trafiğiyle seyri çok keyifli bir takım hâline gelebiliriz.

Ersan İlyasova, Sinan Güler ve Dirk Nowitzki

Ersan İlyasova, Sinan Güler ve Dirk Nowitzki

Bir önceki jenerasyonda topu kullanmayı seven çok fazla oyuncu vardı. Bu kadro ise daha çok, 2006 Japonya’dakine benziyor; hem genç hem savaşçı oyunculardan kurulu bir takım. Burada böyle bir hava seziyor musun?

Evet ama yoksa da bu havayı yaratmak zorundayız zaten. Şunu söyleyebilirim; hepimiz kariyer anlamında belli açlıklara sahibiz. Yaş, burada belirleyici bir etken değil. Herkes pozitif, herkes yapıcı, herkes iyi niyetli, herkes hedeflerine ulaşmak isterken yanında birini de götürme hissiyatına sahip. Geçmiştekileri eleştirmek haddim değil çünkü orada yoktum ama net olarak söyleyebileceğim tek şey var; benim bulunduğum milli takımlarda oyuncuların birbirleriyle iletişimi hep iyi oldu ve bu grup içinde de -gençlerin altyapılarda birlikte oynayışından sebep- çok pozitif bir ortam var.

2010 Dünya Şampiyonası’na giderken dışarıdan görünen, takımdaki havanın çok da iyi olmadığıydı. Koç Bogdan Tanjevic’le ilgili soru işaretleri vardı. Sanki milli takım, ne zaman bir sürüncemede kalsa daha iyi bir performans sergiliyor. Burada da böyle bir ihtimal seziyor musun?

Ev sahibi olmanın en büyük avantajı belki de bu. Seyirci başarı istiyor, mücadele istiyor, enerjiyi hissetmek istiyor. Seyri güzel, keyif veren bir oyun oynadığınızda seyirciler bir ayna vazifesi görüyor; sahadan aldıkları enerjiyi size geri yansıtıyorlar ve sonunda büyüleyici bir atmosfer oluşuyor. 2010’daki enerjiyi mesela, kelimelerle tarif edemem.

O turnuva öncesi hazırlık maçlarında kötü sonuçlar elde etmiş ve basından ağır eleştiriler almıştınız. Semih Erden’le konuştuğumuzda, turnuvaya üç gün kala otelde takımca yaptığınız bir toplantıdan bahsetti. Onu biraz açabilir misin?

Benzer toplantılar her zaman oluyor. Takımdaki herkesin fikrinin bir değeri var. Bunları dışavurmak, gerçekleşmelerini kolaylaştırıyor bazen, tek tek bireyleri ve bütün hâlinde takımı inandırmak adına fayda sağlıyor. 2010 öncesi Almanya’da felaket bir turnuva oynamıştık. İstanbul’a döndüğümüzde Engin (Atsür)sakatlandı. Kara bulutlar üzerimizde gibiydi resmen. Biz de o bulutları dağıtmanın yine bizden geçtiğini ve bunu başarmak için neler yapmamız gerektiğini konuştuk. Orada çıkan enerji, grupta Yunanistan ve Porto Riko’yu yenmemizi sağladı.

Eleme maçlarına geldik. Slovenya ve Fransa’ya karşı oynadığımız maçlardaki oyunum -biraz megaloman bir yaklaşım olacak ama- o güne kadarki en iyi performansımdı. Bu bendeki etkisi. Herkese sirayet ettiğini düşünün bir de... O enerji büyümeye başlıyor ve takım olarak her şeyi yapabileceğinize inanmaya başlıyorsunuz. O zaman da Ersan (İlyasova) o şutu kaldırdığında arkanı dönüp yürümeye başlıyorsun işte, nasıl olsa girecek diye.

2010’daki olası bir başarısızlıkta, senden önce suçlanacak, baskı görecek isimler vardı. Ancak bu kez, benzer bir durumda adı ilk geçecek isim seninki. Bu rol değişimini nasıl göğüsleyeceksin?

Türk basketbolu formayı nihayetinde 12 kişiye teslim ediyor, başarıda bunu hepimiz taşıyacaksak işler kötü gittiğinde de bunu hep beraber göğüslememiz gerekecek. Burada bir fark var; kamuoyunun takımdan beklentisi daha düşük. Böyle söylemek ne kadar doğru bilmiyorum ama bu da bizim potansiyelimizi yükseltiyor. Dibimiz yok, tek yapabileceğimiz şey yükselmek. Elimizden geleni yapacağız o yüzden. Roller yavaş yavaş belli oluyor, sistem oturmaya başlıyor. Takımın kaptanı olarak, eleştiriler geldiğinde bunu ilk karşılayacak kişi benim. Ancak takımımız, sahaya çıktığında enerjisini seyirciye ve medyaya gösterecek. Geri kalanı ise ne kadar az hata yaptığımıza bağlı...

Genç oyuncular bu takımda yer aldıkları ve ciddi roller üstlenecekleri için epey mutlu görünüyor. Sen de gençlerde o heyecanı seziyor musun?

Furkan’la (Korkmaz) draft günü beraberdik, otelde birlikte izledik tüm süreci. Hepsini çok yakından tanıyorum. Bu yüzden, Türk basketbolunun geleceğinin emin ellerde olduğunu bilmek; Furkan’ın, Cedi’nin (Osman) ya da diğerlerinin eline top geldiğinde onları dışarıdan değil de hemen yanlarında gözlemleme şansına erişmek benim için bir mutluluk kaynağı. Hem 33 yaşında, ayaklarımın daha az gittiğini hissettiğim anlarda hâlâ onların karşısında kalabildiğim için hem de bu anları onlarla paylaştığım için... Bence artık Türk basketbolunda bir ekol yaratabilmeliyiz. Elimizde bunu yaratabilecek çok doğru bir ekip var. Önümüzdeki 10 seneyi düşünerek bunu söylüyorum.

EuroBasket 2015'teki Almanya maçının ardından.

EuroBasket 2015'teki Almanya maçının ardından.

Türk basketbolunun karakteristik özelliği var mı sence?

Her seferinde değişiyor. Oyuncu karakterine ya da antrenör karakterine çok bağlı. Ancak şu anda çok potansiyelli bir yaş grubu var. Açık söyleyeyim; belki son topları kimin kullanacağı belli ama genel açıdan bakarsak herkesin katkı vereceği bir ortam mevcut. Bizim de abiler olarak görevimiz, o kabiliyete sahip oyuncuları doğru noktada doğru topla buluşturabilmek. Bence Semih (Erden), bu noktada Avrupa’da çok önemli yere sahip bir uzun ve sakatlığından ötürü basketbola aç bir durumda. Guard olarak Bobby (Dixon) ve bana düşen görevi, Semih’i de işin içine dâhil edip daha da kolaylaştırabiliriz.

Sırbistan yine favorilerden biri. Rusya da bildiğimiz Rusya sonuçta. Bu iki takımı nasıl değerlendirirsin?

Ben şahsen, rakipleri turnuva yaklaştıkça tanımanın daha doğru olduğuna inanıyorum. Bugün için sadece, kadrolarda hangi oyuncuların yer alacağı ve kimin nasıl bir takım olacağına dair bir fikrimiz var. Sırbistan’ın turnuva favorilerinden olduğunu kabul etmiş durumdayız. Rusya da oyun tarzı itibarıyla tehlikeli bir takım. Büyük Britanya’dan bahsederken ne olup ne biter tam kestiremiyoruz ama tehlikeli olabileceklerini biliyoruz. Ama onlardan öte, asıl bizim ne yapacağımız çok önemli.

İçeride oynadığımız iki turnuvada elde ettiğimiz ikincilikler var. Buna karşın, Japonya 2006’yı saymazsak diğer turnuvalarda bir başarımız yok. Oralarda ne olmuyor da buradaki turnuvalarda oluyor?

Hafızam daha iyi olsa daha detaylı anlatırdım ama 2009 bir topla bitti mesela. Ömer Onan kariyerinin en iyi maçlarından birini oynadı ama son periyotta normalde rahat sokacağı bir şut kaçırdı, momentumu kaybettik. Ömer Onan’ı suçlamak için demiyorum, ona denk geldi ve sonuç böyle oldu... Benzer şekilde, 2015'te son 16'da ev sahibi Fransa'yla karşılaşmak durumunda kaldık.

Sportif anlamda eleştirilebilecek birçok nokta var belki, ben dâhil birçoğumuzun performansı tartışılabilir ama şu da var; ben yurt dışındaki turnuvalarda 200’den fazla Türk seyirciyi sadece Almanya’da gördüm. Bence en büyük farklardan biri bu. İzlanda mesela; basketbolda olsun, futbolda olsun, 3000-5000 seyirciyle bir şekilde orada oluyor. Litvanya keza; 5000 kişi karavanlarla dolaşıyor Avrupa’yı. Ben bile Litvanya tribününde ön sırada duran üç-beş taraftarı tanıyorum artık. En az beş ayrı şampiyonada gördüm hepsini.

Takımın kaptanısın ve sert bir yaz geçirdin; evlendin, takım değiştirdin ve tüm bunlar çok kısa süre içinde oldu. Kafa olarak ne durumdasın?

2008 yazından beri ilk defa basketboldan uzak hâlde bir buçuk aylık bir süre geçirdim. Son dönemlerde kulüpte ve milli takımda mental ve fiziksel açıdan çok zor dönemler yaşadım. Hem oyun bazında sorumluluk alıp yaşadığım fiziksel yorgunluk hem de başarısızlıkların ardından gelen mental yorgunluk... Bu yüzden, en büyük amacım vücudumun yanında aklımı da dinlendirebilmekti. Fiziksel açıdan olmam gereken yere adım adım yaklaşıyorum. Mühim olan bir diğer şey de oyun olarak alacağım sorumluluğu iyi kavramak ve o noktaya bir an önce ulaşmak.

Geçen sezon hücumda top yönlendirici konumda olmanın yanı sıra savunmada da en iyi oyuncuyu tutma görevini üstlenmiştin...

Açıkçası savunmayla ilgili burada bir özeleştiri yapmam gerekiyor; en kötü senelerimden biriydi kesinlikle.

Pau Gasol ve Sinan Güler

Pau Gasol ve Sinan Güler

Yaşla da gelen bir yıpranma vardı tabii. Koca bir sezonun ardından biraz daha hafiflemiş hissediyorsundur en azından...

Hissettiğim şu; yapabileceklerimi yeniden görmeye başlıyorum. Savunmada bazı eksiklerim var ama sistem değişip farklı sorumluluklar yüklendiği zaman benim de işe yaklaşımım farklı oluyor. Kaptan olmak, evet, sözlü bir liderlik gerektiriyor ama bence kaptanların sahada yaptıkları çok daha önemli. Sadece hücumdan bahsetmiyorum, oyunun geneline yaptığın etkidir asıl mühim olan.

Fenerbahçe’ye gidiş kararını nasıl verdin?

İlk toplantıyı (Maurizio) Gherardini’yle yaptım, daha sonra da Ozan Balaban ve (Zeljko) Obradovic’le telefonda görüştüm. Önüme konan plan, program, vizyon, bireysel hedefler ve mevcut başarılar tatmin ediciydi. En tartışılmayacak konu ise Obradovic’in kariyeriydi hâliyle. Sonunda temaslar öyle bir noktaya geldi ki alternatiflerle ilgili düşüncelerimden çok daha somut bir şey oluştu elimde. Artıları eksileri bir araya getirip fırsatları görmeye başladım, benim için en mantıklı ve en kolay karardı.

İnsan bu yaşlarda yeni yeni motivasyonlar arıyordur diye tahmin ediyoruz...

Dürüst olmam gerekirse benim planımda Euroleague oynamak var. Rekabet olsun, rakipler olsun, izlenebilirlik olsun, hepsini değerlendirdiğinde NBA’e en yakın nokta... Ben de orada oynayabileceğimi, bunu hak ettiğimi düşünen ortamlarda bulunmak istiyorum. O noktada da önümdeki en iyi paket buydu, her boyutuyla. En tepedeki oyuncularla rekabet edebilecek durumdayım hâlâ, Sergio Llull ya da Sergio Rodriguez’in karşısında durabileceğimi biliyorum. Bu fırsatı yakalayabileceğimi düşündüğüm en iyi yer de Fenerbahçe’ydi.

Tepki geleceğini biliyordun, orası kesin ama beklediğin ile gerçekleşen tepki arasında büyük bir fark oldu mu? Dozajı nasıl buldun? Galatasaray’ın kaptanı olarak geliyorsun sonuçta; iki taraflı bir tepki yaşaman çok muhtemeldi...

Tepkiyi tabii ki bekliyordum. Daha temiz ya da daha çirkin, nasıl ifade edilmiş olursa olsun, asla kimin ne söyleyeceğini bilemezsin. 80 milyon insan var; herkesin düşüncesi, spor anlayışı farklı. Benim kararımın da herkesi mutlu etme şansı yok, bunu biliyorum. Nihayetinde birileri sevinecek, birileri üzülecek ve birileri çok kızacak. Özüne döndüğümde ise ben kendime bakıyorum, kendim için doğru kararı verdiğime inanıyorum. Aileme bakıyorum, kararımı pozitif karşıladıklarını görüyorum. Bu anlaşmayla birlikte kariyerimin tamamını, önümüzdeki üç sene dâhil olmak üzere İstanbul’da geçirmiş olacağım. Hem ailem ve arkadaşlarımla aynı ortamda paylaşmaya devam edeceğim hem oyuncu olarak en üst seviyede başarı kovalayabileceğim.

Tüm bunları hesaba katınca, bundan sonraki görevim, gelecek tepkilere bir kabuk örmek olacak. Biliyorum ki o kabuğa, eninde sonunda belli noktalarda, gün gelecek derbi maçlarda, gün gelecek başka yerlerde ihtiyaç duyacağım. Aldığım en önemli risklerden biri bu, farkındayım ve bu riski kabullenmem gerekiyor. Önümdeki bu büyük engeli aşmak için tek yapabileceğim şey ise oynamak. Kariyerim boyunca her zorluğu oyunumla aşmayı başardım, yine benzer bir yol beni bekliyor.

Socrates Dergi