
Karakter
10 dk
2016’da Milli Takım kariyerini sonlandıran Lukas Podolski, farklı alanlarda girişimlerini sürdürüyor. Galatasaray’ın Alman yıldızı, planlarını Socrates’e anlattı.
Geçen Eylül ayında, FC Köln'ün dergisinde kulüp üyeliğinizin yirminci yılı kutlandı. Her şey nasıl başlamıştı?
Doğrusu pek hatırlamıyorum. Tek bildiğim, çocukken büyük bir FC Köln taraftarı olarak, kırmızı-beyaz renklere gönül verdiğim. Durum böyleyken üyelik de kaçınılmaz oluyor. Zaten tüm ailem, tıpkı benim gibi, bu kulübe gönülden bağlı. Kulübe girdiğim dönemden tanıdığım birçok isim artık emekli, futbol oynamıyor. Kimi antrenör oldu, kimi de bu işleri tamamen bırakmış durumda. Elbette onlara bazen stadyumda, şehirde ya da restoranda rastlıyorum. Ancak birlikte oynadığınız her kişiyle iletişimi sürdürmek oldukça zor. Bu birinden nefret etmekten ya da buna benzer bir sebepten değil, sadece iletişimin kopmasından kaynaklanıyor. Beş yıldan fazla bir süredir yurt dışında oynuyorum ve bu da yeni insanlarla tanışmak anlamına geliyor.
Arkadaşlarınızı futbol dünyası dışından mı seçiyorsunuz?
Öyle bir ayrımım yok, futboldan da arkadaşlarım var. Ancak kariyerinizin dışında da insanlarla tanışıyorsunuz. Değerli arkadaşlarınız hep geçmişten gelir. Beraber büyür ya da bazen büyümezsiniz. Elbette yeni insanlarla da karşılaşıyorsunuz, onlara da değer veriyorsunuz. Ancak hiçbiri, ne olursa olsun, çocukluğunuzdan beri yanınızda olan kişilerin yerini tutmuyor.
Bir insanı ne zaman arkadaşınız olarak görmeye başlarsınız?
Bu, kişinin hissiyatına bağlı bir durum. Her birey için bu farklıdır, her insanın farklı bir yaklaşımı vardır. Kimisi arkadaşlarını etrafında görmeye ihtiyaç duyar. Bir diğeri çıkar, “Benim hiç kimseye ihtiyacım yok” der. Başkası ise arkadaşlığa, kimi arkadaşı olarak adlandıracağına ve bunu nasıl ifade edeceğine daha farklı bir pencereden bakar.
Sizde durum nasıl?
Gayet basit; illa arkadaşım olacak diye bir zorunluluk hissetmiyorum. Ailem var, arkadaşsız da yaşayabilirim.
Sosyal medyayı aktif şekilde kullandığınız ve bu şekilde insanlara ulaşılabilir gözüktüğünüz için, aslında tanımadığınız birçok insanın arkadaşı oldunuz. Şu anda bir sosyal medya fenomenisiniz...
Bu benim için çok da önemli değil. Bu şekilde davranıyorum çünkü böylesini daha doğru buluyorum. Dolaşmaya çıktığımda, deniz kenarına gittiğimde, otobüse ya da trene bindiğimde bir şeyler paylaşıyorum. Bunu “Aman birileri beni beğensin” ya da “Aman gazetelere çıkayım” diye değil, istediğim için yapıyorum. Bundan hikâye çıkaranlar ya da özel bir şeymiş gibi bahsedenler başkaları. Yoksa benim için, gayet normal şeyler.

Her şey bir kenara, paylaşımlarınızı kendiniz yapıyorsunuz...
Bazıları bu işler için bir ajansla anlaşıyor ama bu, uygun bulduğum bir tavır değil. Benden 500 kilometre uzaktaki birinin oturup da Instagram paylaşımlarıma metin yazması, herkesle alay etmek olur. İnsanlara dürüst şekilde hitap etmek isteyen bir kişi, bunu kendi başına yapar ve böyle bir görev için başkalarına para ödemez. Tabii ki yazdıklarımı tercüme ettiriyorum ancak hepsi bu, orijinal hâlini yazan benim sonuçta.
Kendinize ait bir giyim markası da yarattınız. En iyi pazarlama yöntemi doğal olmak mı?
Asıl soru şu: İnsan kendiliğinden bir marka mı olur, yoksa önce bir marka mı yaratması gerekir? Elbette futbol en üstte duruyor ama başka amaçlarınız, istekleriniz, rüyalarınız olabiliyor. Tıpkı benim giyimle alakalı yaptığım şeyler gibi. Bir şeyler kuruyorsun ama önemli olan, bunu nasıl sunduğun. Bir marka, saha dışında olgunlaşır. Günün birinde insanlar senin için bir duygu besler ve ardından reklam anlaşmaları gelir. Medyada kendine bir yer edinirsin ve sonrasında daha da büyük şeyler ortaya çıkar.
Siz rol yapmıyorsunuz, bilakis kendiniz gibi davranıyorsunuz...
İnsanların bende gördüğü şeyler tamamen bana ait. Bu durumda marka, ben oluyorum. Giyim markamı ele alırsanız beni simgelediğini görürsünüz; sokak modası haricinde bir şey yok. Önemli olan, insanın kendisine karşı dürüst kalması ve değişmemesi. Elbette hayatta her gün yeni adımlar atıyoruz ama temel prensip, benliğinizi korumanız.

Tam da burada Almanların en sevdiği konuya geliyoruz; yani karakter sahibi birey arayışına. Siz birçokları için nadir rastlanan bir karaktersiniz...
Olabilir. Ama her şeyin sonunda, insan kendinin nasıl biri olduğunu bilmek zorunda. Bazıları oldukları gibi büyür. Ben de sokaklarda büyüdüm. Arkadaşlarımla ve aynı zamanda birçok yabancıyla... O dönemler, beni güçlü biri yaptı. Hâlâ aynı insan olmamın sebebi de bu.
Bu yaklaşımın değiştiği söylenebilir mi?
Karakter sahibi insanların devri kapanıyor çünkü yeni gelen jenerasyon farklı şekilde eğitildi. Futbolu da, hayatı da farklı şekillerde öğreniyorlar. Farklı önceliklere sahipler. Okulu tamamlamaları gerekiyor bir kere, Abitur (Almanya’da yüksekokul ve üniversite öğrenimini mümkün kılan diploma) yapmak zorundalar. Nesli tükenen karakterler sadece futbolcularla sınırlı değil; antrenörlere bakın, orada da aynısı geçerli. Ottmar Hitzfeld, Jupp Heynckes ve sizin de sayabileceğiniz diğer bazı isimler... Bunlar doğru karakterlerdi. Günümüzde onlara yakın durduğunu söyleyebileceğim çok isim yok, Jürgen Klopp gibi istisnalar hariç. Yeni jenerasyon daha farklı. Şu anda futbolu başka şekilde öğrenmiş, başka şekilde düşünen, tamamen farklı bir antrenör jenerasyonu var. Bu duruma hiç de olumsuz bakmıyorum. Sadece bir dönüşüm söz konusu, bunu belirtiyorum.
Peki ya Thomas Müller?
O gerçek bir ‘karakter’! Hiç şüphesiz...
Düşüncelerinizi ifade etmek için daha diplomatik bir yol düşündünüz mi?
Maçlardan sonra bazen kışkırtıcı sorular gelebiliyor, oralarda dikkatli olmak lazım. Ama kariyerinizin akışında, bu gibi durumlara karşı hazırlıklı olmayı öğreniyorsunuz zaten. Ama genelde, ne düşünüyorsam onu söylüyorum. Diğerleri nasıl davranıyor? Ya da Thomas Müller olsa ne söyler? Böyle kaygılarım yok benim. Herkes kendi kararını kendi verir. Sivri bir karakter olmayı istemek ya da istememek gibi...
Euro 2016 öncesi, kadroya seçilmenize dair eleştiriler vardı ama turnuva sonrasında, Alman taraftarlar sizi güzel bir şekilde uğurladı. Tekrardan saygılarını kazandığınızı düşünüyor musunuz?
Hayır. Harika bir kariyerim olduğunu bilmek için kimsenin onayına ihtiyacım yok. Orada bir teknik direktör var, kararı o verir. Ayrıca, Almanya gibi geniş oyuncuna havuzuna sahip ülkelerde 23 kişilik bir kadro çıkarmak her zaman zordur. Biz Liechtenstein ya da futbolcu yokluğu çeken herhangi bir ülke değiliz. Taraftarların yaklaşımı beni elbette duygulandırdı ama sırf adımı bağırdılar diye özel bir muamele istemem.
Yakın arkadaşınız Basitan Schweinsteiger, Manchester United’da zor zamanlar geçiriyor. Siz de kendisine desteğinizi açık şekilde dile getirdiniz. Bu bir arkadaşlık görevi miydi?
Şu anki teknik direktörü böyle bir karar verdi. Tabii Basti de bir karar verecek. Ya Ocak’tan itibaren ya da yaz döneminin ardından bir yerde forma giymeye başlayacak. Muhtemelen iki yıl daha top oynar ve kariyerini sonlandırır. Bu zaten aylardır belli olan bir durum, yeni bir mevzu değil. Herkes bu konuya dair fikrini dile getirdi. Basti de nerede durması gerektiğini biliyor.
Siz aslında, yurt dışına ilk adımınızı ondan çok önce atmıştınız. Bu tecrübe, dünyayı farklı anlamanızı sağladı mı?
Futbolun dışında da bir hayat var. Yeni insanlarla tanışıyorsunuz, yeni ilişkiler kuruyorsunuz, yeni şehirler, yeni kültürler görüyorsunuz ve tüm bunlar size, hayata dair çok ama çok şey kazandırıyor. Bu deneyim, benim de gözümü açtı. Köln’ü çok seviyorum, hem şehri hem kulübü... Ama bir daha olsa yine aynı kararı alırdım. Yurt dışına çıkmak, kişiliğimin gelişimi adına çok faydalı oldu. Gittiğim yerlere bir baksanıza; Milano, Londra ve şimdi İstanbul...

Bu deneyim sonunda, yaşamınızda gözle görülür bir değişim oldu mu?
Ben daima yeni kültürleri tanımaya ve onlara adapte olmaya gayret eden biriyim. Zaten bir ülkeye gidip de “Herkes benim dediklerimi yapsın!“ diyemezsiniz. Aksine, o kültürü özümsemeniz gerekir. Almanya’da her şeyin son derece düzenli olduğunu biliyorum; kurallar var, ışıklar var, trafikte bir düzen var... İstanbul’da ise tam tersi; burada bambaşka bir trafik düzeni söz konusu, kurallar daha az. Siz de kendinizi buna göre ayarlamak zorundasınız. Ben sokaklarda ve yabancılarla büyüdüm; Türkler, Faslılar ve daha nicesiyle... Bu yüzden, onların gerçekliklerinden haberdarım. Dolayısıyla bu beni rahatsız etmiyor.
Ayak uydurmakta zorlanmadınız yani?
Burada şu anda bir kaos yok. Abartmamak lazım, kaldı ki bu rahatlık hâli oldukça çekici. Birazcık buradan, birazcık oradan... Otobanda karşıdan karşıya geçen insanlar var burada. Yol kenarında piknik yapan, mangal yelleyen insanlar görebiliyorsunuz. Bu bir farklılık ve bana göre şahane bir şey; çünkü ülkenin normali bu. Buradaki insanlar böyle yaşıyorlar.

Galatasaray ile özdeşleştirme şekliniz, epey takdir görüyor. Sakat olduğunuz dönem arkadaşlarınızı otobüs önünde beklemeniz, medyada geniş yer bulmuştu...
İnsanlar olayları her zaman dramatize ediyor. Otobüs sıcak olduğu için dışarıda bekliyordum, hepsi bu. Ama hemen bundan özel bir anlam çıkarılıyor; “Aaa bak, az önce stadyumdaydı, daha şimdi soyunma odasındaydı” falan filan... Mesela şu balık tutma mevzusu da aynı şekilde, oysa dışarı çıkıp şehri gezmek benim için gayet doğal.
Birkaç emekliyle arkadaşlık kurup onlarla Boğaz’da balık tutmuştunuz, ondan mı bahsediyorsunuz?
Evet. Bu büyütüldü ama ben bunu birilerine iyi gözükmek için yapmadım. Birlikte balık tuttuk; çünkü balık tutmak istedim. Hepsi bu.
Çeviri: Furkan Karasoy