
Karanlıktaki Adam
10 dk
Jan Ullrich yıllar önce eski bir bisikletçiden trajik bir figüre dönüştü. Ama kimse hayatındaki karanlık sayfaların hiç kapanmayacağını düşünmedi. Belki kendisi bile.
"Ben mutlu bir adamım."
Jan Ullrich, iki yıl önce verdiği röportajlarda bu cümleyi tekrar ediyordu. O artık mutlu bir aile adamıydı. 2007'de tatsız şekilde sona eren bisiklet kariyerini bir kenara bırakmış; sponsorlar eşliğinde dünyayı dolaşan, geçmişten kalma hayranlarıyla buluşan bir eski yıldıza dönüşmüştü. "Hâlâ yarışmayı seviyor musunuz?" sorularına "Hayır" diyordu ve ekliyordu: "Hayatım boyunca çok yarıştım. Artık keyif için bisiklete biniyorum. Hızlanmak istediğimde hızlanıyorum. Durmak ve bir kahve içmek istediğimde duruyorum."
O, artık başka bir adamdı. Doğu Alman spor sisteminin son mucizelerinden biri olarak görülen, 1997'de Fransa Bisiklet Turu'nu en yakın rakibinin dokuz dakika önünde kazanan ama sonrasında hem Lance Armstrong'la hem de şöhretle baş edemeyen o adam gitmişti. Artık kilo problemleri ve yaşamla olan sorunları basın tarafından didik didik edilmiyordu. Almanya'dan da uzaklaşmıştı. Bir evi İsviçre'de, diğeri ise eşi ve çocuklarıyla mutlu bir hayat sürdüğü Mallorca'daydı. Ullrich, katıldığı bütün sponsor etkinliklerinde mutluluğunun altını çiziyordu. Gazeteci Neal Rogers da o tarihlerde Ullrich'le yaptığı röportajın başlarında şöyle bir cümle kuruyordu: "Ullrich'e dair bilmeniz gereken şey, onun artık mutlu bir adam olduğu."
Eğer trajik Jan Ullrich dosyasını orada kapattıysanız size kötü bir haberim var. Zira o mutlu bir adam değil. 2018 yazında arka arkaya patlayan haberler maalesef bunun tam tersini gösterdi. 45 yaşındaki isim, önce komşusu, aktör Til Schweiger'ın evine zorla girmeye çalıştı, çağrılmadığı bir parti üzerinden hesap sormak için. Akabinde eşi ve çocukları tarafından terk edildiği, madde bağımlılığının yeniden su yüzüne çıktığı haberleri medyaya yansıdı. Bir L'Equipe yazarı, Ullrich'in elinde tüfekle televizyon izlediğini ve eski bir düşmanı ekranda belirdiğinde televizyona ateş ettiğini yazdı. Her hafta yeni bir televizyon sipariş eden Ullrich'in evi yeniden basının uğrak noktası oldu. Daha da fenası, kısa bir süre sonra Almanya'da bir hayat kadınına saldırırken yakalandı. Davalar, skandallar birbirini kovalarken de farklı tarihlerde Miami'de ve Frankfurt'ta kliniklere gitti, hem temizlenmek hem de tedavi görmek için.
***
"Bisiklete dair her şey bana karanlık ve depresif geliyor."
Ullrich bu cümleyi kurduğunda milenyuma girmemiştik ve uçan arabaların hâlâ kuvvetli bir ihtimal olduğuna inanıyorduk. Bu, aslında Alman bisikletçi için de ilginç bir dönemdi. 1997'deki zaferi sonrası gazetecilerden iki tekerin en büyük efsanesi Eddy Merckx'e kadar birçok otorite aynı şeyin altını çiziyordu. Bir efsane doğuyordu.

Son dört yılını Ullrich biyografisi yazmakla geçiren Daniel Friebe, neden böyle bir kitaba giriştiğini de bana şöyle anlattı: "1997, izlediğim ilk büyük turlardan biriydi ve ondan çok etkilenmiştim. İnsana efor sarf etmeden başardığını hissettiren stili, pür yeteneği, hafif kızıla çalan saçları, kaskı, görüntüsü bana gizemli ve çekici gelmişti."
Alman yıldız, gerçekten de gizemli ve çekiciydi. Komünist sporcuları yıllarca Ivan Drago üzerinden okuyan Batı kamuoyuna aynı minvalde bir örnek sunuyordu. İlginç saç kesimi, duygusuz görünen tavırları, soğukkanlı yarış biçimi ve inanılmaz gücüyle o, yeni bir Drago gibiydi.
Friebe'ye göre kısa sürede işin böyle olmadığı anlaşıldı. Karşımızda itaatkâr bir Doğu Alman robotu yoktu, tam tersine isyankâr bir genç bisikletçi vardı. 1997'deki başarısından sonra 1999'da İspanya Bisiklet Turu'nu alan, 2000'de olimpiyat şampiyonu olan Ullrich'in kitleler tarafından hep "loser" olarak görülmesinin sebebi de bu tavırlardı. Alman yıldız, işine yüzde yüz asılıyor gibi görünmüyordu. Kazanmak ya da kaybetmek onun için dünyanın sonu değildi. Yeteneğine kitlelerin duyduğu aşkı o hissetmiyordu ve iddialara göre hazırlık dönemini tembellik yaparak, bira içerek, dondurma yiyerek geçiriyordu. Şişmanlayan, kendisine bakmayan, sık sakatlanan portresi kış aylarında Alman medyası için bir klasiğe dönüşmüştü. Yaz aylarında ise bir başka gelenek vardı. 1999'dan 2005'e kadar, her Fransa Bisiklet Turu'na Ullrich formsuz gelir, yarış içinde performansını arttırır ve eninde sonunda bir şekilde Armstrong'a yenilirdi.
***
"Onu gerçekten anlamıyorum."
2000'ler ortasında Lance Armstrong, Alman rakibi kendisine sorulduğunda bu yanıtı vermişti. Zira bir Doğu Alman robotu olarak görülen Ullrich'in aksine Amerikan bisikletinin bir ürünü olan Armstrong, gerçek bir robottu. Dopingi de antrenman metotlarını da sonuna kadar götürüyor, rakibinin saldığı dönemleri güçlenerek geçiriyordu. Bütün büyük rekabetlerde olduğu gibi burada da roller, klişeler birbirine karışmıştı; Doğu, Batı, kapitalist, komünist, potansiyel, disiplin…
Tek problem Lance de değildi. Ullrich, şöhretle ve medyayla da mücadele etmeyi öğrenememişti. Bir anda Almanları ilgilenmedikleri bir sporun aşığı yapmıştı ve bunun bedelini ağır bir şekilde ödüyordu. Alman yazar Sebastian Moll'a göre onun en büyük trajedisi de ülkenin değişimiydi. Şöyle diyordu Moll: "Ullrich'in hikâyesi 1997'de sarı mayoyu giydiği ilk gün yazıldı. Altın çocuktu, hayatı boyunca yenilmeyecek gibi duran bir Wunderkind, yeni bir Siegfried gibiydi. Sonra çok yetenekli ama sorunlu birine dönüştü. Hayatıyla, kimliğiyle başı hep derde girdi." Ona göre kolektiviteyi öne çıkaran, her şeyi bireyin yerine planlayan Doğu Alman sisteminde yetiştikten sonra batıyla tanışan Ullrich, sıra kendi kararlarını vermeye geldiğinde başarısız olmuştu. Merckx de aynı fikirdeydi. Bir röportajda "Gerçekten bisikleti sevdiği için mi yoksa devlet onu zorunlu tuttuğu için mi bisikletçi oldu?" diye soruyor ve ekliyordu: "Çocuklar için spor bir eğlence olmalı. Oysa Jan'da zorunluluk büyük rol oynadı."

O zorunluluk en başta belki sorun değildi ama baskı arttıkça, hayatı ve çevresi değiştikçe problemler büyüdü. En kötüsü de beklentilerin Ullrich'i götürdüğü noktaydı. Armstrong'un arkasında kaldığı yıllarda ikinci olmayı çok da kafasına takmadığını ifade ederken geçmiş şampiyonları kızdırıyordu. Kimse Jan'ı anlamıyordu. Ama bu tarzını emekliliğinde de sürdürdü. Puerto Operasyonu'nda Dr. Eufemiano Fuentes'in müşterisi olduğu belli olan Ullrich, bisikleti bıraktıktan sonra doping cezası aldı. Ama hayatındaki tek doping vakası muhtemelen bu değildi. Ullrich, 1990'ların ortasından itibaren dopingle anılan organizasyonların parçası ve başrolü olmuştu. Lance Armstrong'un aldığı cezadan sonra o da Focus dergisine şunları demişti: "Başkalarının almadığı herhangi bir şey kullanmadım." Zirvede olduğu gibi dipteyken de, doping itirafı yaparken de Ullrich gizemliydi.
Lance'in iptal edilen şampiyonluklarının ona verilmesi gerektiğini söyleyenlere olumsuz yanıt veriyor, o senelerin kazanan hanesinin boş kalmaması gerektiğini söylüyordu. En fenası da Almanların ondan beklediği özrü hiç dilemiyordu. Bu yüzden de hiç affedilmiyordu.
***
"Hâlâ çok derin ve tarifsiz bir acı hissediyorum."
Bugünlerde Fransa'nın en tanınan fitness hocalarından biri olan Erwann Mentheour, bisikletçi olduğu günlere dair bu cümleyi kurmuştu. O da 1990'ların kayıp nesillerinden birinin üyesiydi ve eski bir bisikletçi olan yakın dostu Philippe Gaumont'u erken yaşta kaybetmişti. Gaumont da Ullrich gibi kariyeri boyunca doping kullanmıştı ve onun da bağımlılıkları performans arttırıcılardan ibaret değildi. Mentheour, kendi neslindeki birçok ‘suçlu bisikletçi'den şöyle bahsediyordu: "Bisikletin son yirmi yılında bazılarının ödediği bedelleri düşünürken acı çekiyorum. Para kazanmak için işini belli şekillerde yapmak durumunda olan bir grup insan, Puerto Operasyonu sırasında bir gecede bütün saygınlığını ve onurunu yitirdi. Bu adamlar senede 35 bin kilometre bisiklet sürüyordu, kitlelerin hayranlığını kazanmıştı ve sonra, bir anda herkes onlara bok çuvalı muamelesi yaptı. Belki onlar herkesin yaptığı şeyleri yaptıklarını düşünüyorlardı ama aynaya bakmak ve suçluluk hissetmek zorunda kaldılar. Çünkü herkes böyle yapmalarını söylüyordu."

Ullrich elbette yalnızca bir kurban değil. Onu mağdur penceresinden ele almak büyük haksızlık olur. Sonuçta, iki kez alkollü şekilde araba kullanırken kaza yapan, başkalarının hayatını tehlikeye atan, yakın zamanda bir kadına saldıran, büyük sorunlara ve yaralı egoya sahip bir adam var karşımızda. Onun yaşadıklarını romantize etmenin de bir gereği yok. Ama o, bu hikâyedeki tek suçlu da değil. Bu yazıda da bir otorite olarak adı geçen, her konuştuğu yerde "Tarihin en büyüğü" etiketiyle övülen ama kariyerinde pozitif doping testleri olan Eddy Merckx gibi birçok efsanenin her şeye rağmen mitleştirildiği bir yerde Ullrich gibi birçok isim suçlu, hain damgası yiyerek dışarıda bırakıldı. Bisiklet hızlı bir temizlik yapmaya çalışırken bu isimlerden bazılarını şeytanlaştırdı, bazılarını ise kahramanlaştırdı. Alberto Contador'un Eurosport yorumculuğu yaptığı, Richard Virenque'in Fransız televizyonlarına çıktığı, Alexandre Vinokourov'un takım yönettiği bir çağda Ullrich "İstenmeyen Adam" olarak kaldı.
2017 Fransa Bisiklet Turu, Ullrich'in Le Tour zaferinin yirminci yılında Almanya'dan başladığında çok az yetkili bu tarihsel tesadüften konuşmak istedi. Onların bahsetmek istediği yıldönümü daha ziyade 1987'de, Düsseldorf'tan otuz yıl evvel, Batı Berlin'den başlayan Fransa Bisiklet Turu'ydu. Bisikletin kolektif hafızası yine anmak istediğini anmış, Ullrich'i dışarıda bırakmıştı. 1987 Fransa Bisiklet Turu'nu küçük bir çocuk olarak, duvarın arkasından izlemek zorunda kalan Ullrich bir kez daha duvarın dışında kalmıştı. Suç ve temizlik duvarının...
Yani, bu öykünün tek bir suçlusu yok. Tek bir kurbanı da. Ama Ullrich trajedisine yeni sayfalar eklerken insan derin ve tarifsiz bir acı hissediyor. Daniel Friebe'nin biyografisi gibi, bu hikâye de yazılmaya devam ediyor ve ne yalan söyleyeyim, ben gelecek bölümlerden korkuyorum. En azından, şimdi Ullrich kırklı yaşlarındayken, son bölümün yazılmasını istemiyorum. Dilerim, o kitap hiç bitmez.