
Kardeşim Manu
12 dk
Manu Ginobili, Arjantin’in Bahia Blanca kentinde, basketbolla iç içe bir ailede büyüdü. Kendisi gibi eski bir basketbolcu olan abisi Leandro Ginobili ile küçük kardeşi Manu’yu konuştuk.
Leandro Ginobili ile 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası sırasında, Kayseri’de tanıştım. Ben NTV Spor adına muhabirlik, kendisi de bir Arjantin kanalı için yorumculuk yapıyordu. Kardeşi Manu’nun katılım göstermediği turnuvada Ginobili Ailesini temsil eden Leandro ile kısa süreli tanışıklığımız, Twitter’dan birbirimizi takiple nihayete ererken bu röportaj için kapısını çalmaya niyetlendiğimde karşılıklı olarak takipten çıktığımızı fark ettim.
Zaman, her ilişkide olduğu gibi bizi de yıpratmıştı. Kısa sohbetlerimiz yapay, sosyal medya nankördü. Ve ben de bu paragrafı biraz daha saçmalayarak tamamlayabilirdim. Ama yapmadım. Bunun yerine, bir mesaj ve bir e-mail alışverişi, ihtiyaçlarımı çözmek için yeterli oldu. Şimdi sırada, yoğun geçtiğini söylediği bir haftanın sonunda sorularıma dönüş yapabilen Leandro ve küçük kardeşi Manu hakkında söyledikleri var...
Ginobili Ailesi’ni bir basketbol ailesi olarak tanımlamak yanlış olmaz. Babanız Jorge’nin de bunda payı büyük. Nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
Babamız, Deportivo Norte ve Bahiense Juniors’un 1975 yılında birleşmesiyle ortaya çıkan mahalle kulübümüz Bahiense del Norte’nin ilk başkanıydı. Çok istisnai durumlarda koçluk görevini üstlendiği de oluyordu. Orada 10 yıl görev yaptı. Çocukluğumuz da hayli keyifliydi ve elbette her şeyin merkezinde kulüp bulunuyordu. Tesisler evimize sadece 50 metre mesafedeydi ve orası kelimenin tam manasıyla arka bahçemiz gibiydi. Arkadaşlarımızla beraber okul dışındaki vaktimizin büyük bölümünü kulüpte geçirirdik.
Bahia Blanca, Arjantin’de basketbolun yuvası olarak bilinir. Bu, siz ve kardeşleriniz için de bir şanstı sanırım...
Ülkemizde basketbolun futboldan popüler olduğu yegâne şehir Bahia Blanca’dır. Şüphesiz ki burada doğmuş olmanın basketbola yönelmemizde ve bu oyuna dair sevgimizde payı var ancak babamız ve kulüp, bu açıdan çok daha önemliydi.

15-16 yaşlarına kadar Manu, kısa ve çelimsiz bir çocuktu, muhtemelen kimse de ondan böyle bir gelişim beklemiyordu. Dönüm noktası ne oldu?
Manu 12-13 yaşlarındayken diğer kardeşim ve ben ulusal ligde profesyonel olarak basketbol oynamaya başladık. Onun hedefi de elbette buydu zira abilerinin başardıklarını yakalamak ve geçmek istiyordu. Ancak bu hedefe ulaşmak için biraz da tabiattan yardım alması gerektiğinin farkındaydı ve bu, bir hayli geç gerçekleşti. 16-17 yaşlarına kadar kendi grubundaki en çelimsiz çocuktu ve şehrin 17 yaş altı karmasına bile alınmamıştı. Fakat boy atmaya o kadar kafayı takmıştı ki ben onun bu inadı sayesinde tabiatı da alt ettiğine inanıyorum. İki senede tam 20 santimetre uzadı ve her şey baştan yazıldı; buna aile doktorumuzun Manu’nun asla 1.85’ten uzun olamayacağını not düştüğü rapor da dâhil!
ESPN yazarı Zach Lowe’un iki yıl önce kardeşiniz hakkında kaleme aldığı bir yazı var. Orada şöyle diyor: “Ginobili beş yaşındayken, yerel bir koç onu bir bilim projesine dönüştürmüştü. Ona özel bir gözlük vermiş ve kendisinden bu gözlüklerle dripling yapmasını istemişti. Ayrıca özel eldivenlerle topla temas hissini zayıflatmış ve ondan parmak uçlarıyla topa hükmedebilir hâle gelmesini istemişti.” Siz bu dönemleri hatırlıyor musunuz?
Evet, bu doğru! (Gülüyor) Evimizin mutfağı kulübe ait gibiydi. O zamanki koçlar Oscar ‘Huevo’ Sanchez ve Sergio ‘Oveja’ Hernandez idmanlardan önce babamlarla mate (Güney Amerika’ya özgü kafeinli bir içecek) içmek için eve gelirdi ve Manu da muhakkak etrafta olurdu. Huevo, ara sıra ABD’ye ziyaretler yapıyordu ve bir keresinde o bahsettiğiniz dripling ve top kontrolünü geliştiren aparatlarla geri dönmüştü. Hâliyle Manu da evin mutfağında bunları ilk deneyen isim oldu. Bir laboratuvar faresi gibiydi!
Kardeşiniz, 1998'de Arjantin’i terk etti ve Avrupa kariyerine adım attı. Kendisiyle bu kararı öncesinde konuşmuş muydunuz?
Manu’nun en başından itibaren öncelikli hedefi Avrupa’da oynamaktı. Ailede hepimizin İtalyan pasaportu vardı ve bu da kendisine epey yardımcı oldu tabii. 1996 yılında Estudiantes de Bahia Blanca'dan takım arkadaşı olan ABD’li bir oyuncu, iyi bir üniversiteden burs alması için kendisine yardımcı olmayı önerdi ancak Manu bunu gündeme dahi almadı; çünkü aklında sadece Avrupa'ya gitmek bulunuyordu.
Manu, ilk büyük kupasını Kinder Bologna ile 2001 Euroleague şampiyonu olarak ile kaldırmıştı. O günlere dair bir anı var mı aklınızda? Bir telefon konuşması, bir gazete manşeti, herhangi bir şey...
Biz kendi şehrimizde o finalleri yaşıyorduk. Çok özel bir dönemdi zira final Tau Ceramica’ya karşıydı ve Tau'da da Luis Scola gibi Arjantinli oyuncular yer alıyordu. Fakat Manu gerçekten acayip bir seviyede basketbol oynamıştı, elinde MVP ödülüyle kutlamalardaki hâlini dün gibi hatırlıyorum. Buna karşın, başarısı Arjantin'de pek ses getirmemişti çünkü ülkemizde Avrupa basketbolunu takip etme alışkanlığı pek yoktu ve futbolun tekeli söz konusuydu. Yine de Manu’nun o senesi gerçekten inanılmazdı; İtalya Kupası’nı, İtalya Ligi’ni ve Euroleague'i kazandı, üstelik her İtalya Ligi ve Euroleague’de MVP seçilerek...

2001 Euroleague şampiyonu Kinder Bologna. Finalin en değerli oyuncusu ise Manu Ginobili...
Kardeşinizin en büyük şansı neydi? Basketbol odaklı bir aileden gelmesi mi, sıradışı yetenekleri mi, yoksa çok çalışkan bir karaktere sahip olması mı?
Hepsini sayabiliriz. Ve elbette, doğru zamanda doğru yerde olmasını sağlayan bir parça şansı da unutmamak gerekiyor; mesela Bologna’ya gider gitmez Sasha Danilovic’in sürpriz şekilde emeklilik kararı alması... Manu tam da bu geçiş sürecinde oradaydı ve özgüveni, sıkı çalışması ve yeteneğinin sonucu olarak o rol için hazırdı.
Hangi noktada onun iyi bir kariyer edinebileceğine inanmıştınız?
Ben ilk günden itibaren onun İtalya gibi o zamanın en güçlü liglerinden birinde kalıcı olabileceğine ve Avrupa'da iyi bir kariyer yapabileceğine inanıyordum. Çok yetenekliydi, bunu biliyordum.
Ancak 2002'de Kinder Bologna ile yaptıklarına şahit olana dek nerelere kadar tırmanabileceğini asla hayal edemezdim. İtalya Ligi yarı finalinde Benetton Treviso ile oynuyorlardı ve orada artık Avrupa’da tam olarak zirveye çıktığını hissettim. Canının istediği şekilde ligi domine ediyordu; beyaz bir bedene girmiş bir siyah gibiydi, fiziksel olarak herkesten çok üstündü. Basketbol seviyesi olarak da uzak ara yapmıştı. Hislerimde ve düşüncelerimde de yanılmadım zira bu, Avrupa'daki son sezonu oldu.
Peki, 57. sıradan draft edilmiş bir oyuncu olarak, kendisinden böyle bir NBA kariyeri bekliyor muydunuz?
Arjantin Milli Takımı ile Brezilya'da, ücra bir kasaba olan Guaratingueta’da kamptayken 1999 yılında San Antonio Spurs tarafından seçilmişti, yani Reggio Calabria’yı İtalya 1. Ligi'ne taşıdıktan hemen sonra.
O zamanlar NBA bambaşka bir dünyaydı, biz tüm aile bireyleri olarak orayı erişilmez bir yer gibi görüyorduk. Sadece az sayıda seçkin insanın ulaşabileceği büyülü bir dünyaydı orası. Bizim diyarlardan kimse ne oraya ulaşmış ne orayı Manu’nun ilerleyen yıllarda başaracağı gibi fethetmişti. Bu yüzden, böyle bir gelecek, tahmin ya da öngörülerle değil de yalnızca zamanla ve yaşayarak idrak edebileceğimiz bir şeydi.
Siz de eski bir basketbolcusunuz ancak kariyerinizi erken noktaladınız. Bunun sebebi neydi?
32 yaşında profesyonel basketbola veda ettim. Ülkemiz o zamanlar da her nasıl olduysa (!) derin bir ekonomik darboğaz yaşıyordu. Üç çocuklu bir aile babası olarak, aldığım para ev geçindirmeye yetmez olmuştu ve ben de aile işinde, yani sahibi olduğumuz huzurevinde çalışmaya karar verdim. Şu an da hâlâ orada yöneticiyim. 2002'den beri ekmeğimi buradan kazanıyorum.
Peki, kardeşiniz Manu’nun basketbol tarzını hangi sözcüklerle özetlersiniz? İnatçı, patlayıcı, tutkulu ya da...
Saydıklarınızın hepsi ve bunlara ilaveten, 40 yaşına kadar oynamasını sağlayan oyun görüşü ve zekâsı. Ben bunlara ayrıca, takım oyuncusu olmayı ve takımdaşlık ruhu taşımayı da eklerdim. Her koçun kadrosunda görmek isteyeceği tipte bir oyuncu yani
San Antonio Spurs organizasyonuna dair görüşlerinizi de sormak isterim...
Birçok defa San Antonio’da bulundum ve sürekli olarak hatalar bulmaya, göz ardı edilen kusurlu detaylar yakalamaya çalıştım. Fakat bunu asla başaramadım. Tüm organizasyon, oyuncuların mutluluklarını sağlamaya adanmıştı ve tabii buna oyuncuların ailelerini de eklemek gerekli. Onlar, ailenin yıldız bir oyuncunun kariyerinde çok önemli bir role sahip olduğunu biliyor. Bu yüzden de sadece iyi oyuncu değil, iyi karakterli oyuncular bulmakla ilgileniyorlar. Bu da sahaya yansıyor zaten. San Antonio Spurs’te hiçbir zaman yıldız oyuncu olduğu için lider payesi edinmiş liderler olmamıştır; aksine Tim Duncan, David Robinson ve Manu gibi davranışlarıyla ve yaptıklarıyla iz bırakıp saygı uyandıran sessiz liderler vardır.

Tim Duncan - Tony Parker - Manu Ginobili
2002 Dünya Şampiyonası Finali'ndeki hayal kırıklığından sonra 2004 Olimpiyat Oyunları grup maçında iki sene önce finalde kaybettiğiniz Sırbistan&Karadağ’ı kardeşinizin son saniye basketiyle yendiniz ve sonra da şampiyonluğa yürüdünüz. O anı hatırlıyor musunuz?
Yaşadığım en özel anlardandı ve evimde kopan en büyük çığlıklardan biriydi. İnanılmazdı! Manu’nun o son saniye basketi, spor tarihimizde bir sembole, silinmesi mümkün olmayan bir fotoğrafa dönüşüverdi. Aynı zamanda, 2002 Dünya Şampiyonası’nda Manu’nun sakatlığı sebebiyle çok oynayamadığı o tartışmalı maçın da bizim adımıza tatlı bir rövanşıydı.
Manu Ginobili, Arjantin basketbolunun ‘altın jenerasyon’unun başrollerinden biri konumunda. Bu sizi gururlandırıyor mu?
Hem de fazlasıyla! Onları beraber oynarken görmek tarifsiz bir duyguydu. Basketbol oynamak için bir araya gelmiş bir arkadaş grubuydular. İzleyebilmiş olmanın haz verdiği ve bizlere yetenekle, fedakârlıkla, kenetlenmişlikle, takım ruhuyla ve tevazuyla her şeyin, hatta olimpiyat altın madalyası gibi imkânsız gözüken şeylerin dahi başarılabileceğini gösteren bir jenerasyondu onlar. Gerçekten inanılmazlardı!

"Manu’nun o son saniye basketi, spor tarihimizde bir sembole, silinmesi mümkün olmayan bir fotoğrafa dönüşüverdi."
Kardeşinizin basketbola ve Arjantin’e bıraktığı mirası nasıl yorumlarsınız?
Manu; Guillermo Vilas'ın teniste, Juan Manuel Fangio’nun motor sporlarında ve Carlos Monzon’un boksta yaptığı gibi, basketbolu Arjantin spor atlasına sokmayı başardı. Bu oyunu ülkemizde popüler hâle getirdi, ilgi odağına dönüştürdü. Bir NBA ya da Arjantin Milli Takımı karşılaşması izleyeceğini daha önceleri tahayyül dahi edemeyecek insanları basketbol takipçisi yaptı.
Kişisel olarak da bir mirası mevcut elbette; sadece saha içinde yaptıklarıyla gündeme gelen bir sporcu olarak, skandallara imza atmadan da sporda bir referans noktası olunabileceğini herkese gösterdi.
Sizden son olarak, kardeşiniz Manu ile aranızda geçen ve pek de bilinmeyen anılarınızdan bir örnek isteyeceğim...
Manu daima çok yarışmacı biri olmuştur. Ben de öyleyimdir. Diğer kardeşim Sebastian ise çok daha sakin ve sessizdir. Dolayısıyla Manu, hedef olarak beni seçmişti ve ne olursa olsun beni geçmek, yenmek istiyordu. Tabii söz konusu basketbolken, aradaki yedi yaşlık fark yüzünden, ne kadar zorlasa da pek şansı olmuyordu.
Benimle yarıştığı bir diğer alan da okuldu. Annem karnelerimizi saklardı ve Manu, bilhassa benim onun sınıfındayken aldığım notları görmek ve kendince bir kıyas yapmak için annemden karneleri isterdi. Fakat o dönemler benim zamanımdaki puanlı notlama sistemi değişmiş, harflerle not verilmeye başlanmıştı. Hâliyle kıyas yapmak da imkânsız hale gelmişti. Ben de bundan istifade ederek ona kendi notlarımı gösterir ve bunların aslında onun aldıklarından çok daha iyi olduklarını söylerdim. Açıkçası bundan da büyük zevk alırdım. (Gülüyor) Ne de olsa sayılar, bir ölçüm söz konusu olduğunda pek de işe yaramayan harflerden çok daha zengin görünür.