
Karşılıklı Aşk
22 dk
Bafetimbi Gomis daha bir sezonu tamamlamadan adını Galatasaray tarihinin özel yabancıları arasına yazdırdı. Taraftarın sevgilisi Fransız yıldızla dünü, bugünü ve geleceği konuştuk.
Florya’ya giderken notlara bakıyordum. Marsilya forveti Florian Thauvin’in Şubat 2018 tarihli bir röportajında eski takım arkadaşı hakkında söylediklerine denk gelmiştim: “Marsilya’dan ayrılmış olmasından dolayı çok üzgünüm. Üzüntümün sebebi Gomis’in bana her konuda yardım ediyor oluşu. O hem saha içinde hem de saha dışında en büyük yardımcım ve destekçimdi.” Galatasaray birkaç gün önce Gençlerbirliği’ne kaybetmişti ve şampiyonluk yarışında bir yara almıştı. Gomis geçen ay yoğunluğu nedeniyle röportajı ertelemişti, acaba bu kez de halet-i ruhiyesi nasıl olacaktı? Sonunda ana sahanın yanındaki bahçede karşımdaydı; el sıkıştık ve her zamanki gibi gülümsedi. Rahatlamıştım, karşımda aynı Thauvin’in anlattığı Gomis vardı. Sadece, bayılmasına neden olan vasovagal senkop adlı hastalığı ve bu sene yaşanan teknik direktör değişimi üzerine konuşmak istemediğini söyledi. Ama çok sıcak bir iletişimi vardı. Fotoğraf çekiminde fikir bile veriyordu. Ayrıca hayatı boyunca aldığı büyük risklerden, çok kıymet verdiği karşılıklı aşk kavramına kadar ne anlattıysa tebessümünü ve çocuksu enerjisini de eksik etmedi...
Henüz 10 yaşındayken okulu bıraktınız ve bunu en büyük pişmanlıklarınız arasında sayıyorsunuz. Zamanda geriye gidip bu kararı veya başkalarını değiştirmek ister miydiniz?
Kararı ben vermiştim ve bu özellikle annemle babamı çok üzmüştü. Çok büyük hayal kırıklığı yaşadılar. Elbette geriye dönüp her şeyi değiştiremem ancak gençlere, yeni jenerasyona bir şeyler öğütleyebilirim...
Ben belki profesyonel futbolcu oldum ve hayatımı kurma şansını elde ettim fakat okulu bırakmak, çok büyük riskti benim için. Kimsenin almaması gereken bir riskti... İşler ters gitseydi belki bir mesleğim olmayacaktı ve hayatım çok kötü bir yöne doğru gidecekti. Eğitim almadığınız takdirde iş bulma şansınız yok denecek kadar azalır. Hayat üstünüze yıkılabilir. Bu yüzden yeni jenerasyona tek öğüdüm, mutlaka okumaya devam etmeleri ve derslerine iyi çalışmaları olur.
Her şeye hazırlıklı olmak çok önemli. Hayatın size neler getireceğini kestirmeniz zor. Sırtınızı sadece futbola dayayamazsınız. Ben de o yollardan geçtim ve elbette herkes gibi ben de hatalar yaptım. Buna karşın, futbola daima en üst düzeyde odaklandım ve çok çalıştım. Mümkün olan en iyi kariyeri inşa edebilmek için çok fazla fedakârlıkta bulundum. Bir yandan da futboldan maksimum keyfi almayı da ihmal etmedim tabii...
Futbolculuk hikâyeniz nasıl başladı?
Marsilya yakınlarında doğdum, büyüdüm. Tahmin edersin ki orada futbola ilgi duymak çok da zor değil. Hâliyle her çocuk gibi ben de oynamaya başladım. Ancak gerçek organize altyapı futboluyla tanışmam Güney Fransa’nın en iyi oyuncularının katıldığı bir seçmede oldu. 1999’da Saint-Etienne beni beğendi ve altyapılarına davet edildim. Çok şey öğrendiğim Saint-Etienne altyapı okuluna 24 Ağustos 1999 günü adım attım. Sonrası malum zaten...
Ligue 1'de ilk golünüzü o günden altı yıl sonra, 2005-06 sezonunda Strasbourg'a karşı, sakatlanan Frederic Piquionne’nin yerine oyuna girdikten sonra atmıştınız. Teknik Direktör Elie Baup kulübeden sizi çağırdığında ne hissetmiştiniz?
Çok gururlanmıştım. Annem ve babamın benimle iftihar ettiğini düşünmüştüm. Zira büyürken onlara zor zamanlar yaşatmıştım. Çok yaramaz ve haylaz bir çocuktum. Ciddiyetten ve olgunluktan çok uzaktım. Ergenlikte yaptığım tüm saçmalıklar, arkadaşlarımla beraber karıştığım kavgalar ve tüm o gençlik hataları süresince onları çok sıkıntıya sokmuştum. Karmaşık günlerdi...
Ama o an, benimle ilk kez gurur duyma şansları olduğunu hissettim. Saint-Etienne altyapısına başlarken babam benimle şöyle bir konuşma yapmıştı: “Oğlum, çok genç olmana rağmen hayatında yakaladığın son büyük fırsat bu olabilir. Umuyorum bunu boşa harcamazsın. Aksi bir durumda seni Afrika’ya, büyüdüğüm yere götürmem ve düzgün imkânların olduğu bir yerde çocukluğunu yaşamanın ne kadar büyük bir şans olduğunu sana göstermem gerekecek.”
Bu sözler aklımdan hiç çıkmadı ve elimdeki fırsatı değerlendirmek için daha olgun davranmaya ve düzgün yaşamaya çalıştım. Birkaç sene sonra ilk profesyonel kontratıma imza attığımda da hesabıma yatan ilk maaşla birlikte gidip bankadan kredi çektim ve aileme bir ev aldım. Çünkü onlar sayesinde bu başarıya ulaşmıştım. O zor safhaları onlar sayesinde aşmıştım.
.jpg)
Dünyada mutlu anlar giderek azalıyor ve kötülük daha fazla hüküm sürüyor gibi... Irkçılık ve ayrımcılık da bu değişimin sebepleri arasında. Sporda da benzer örneklere rastlıyoruz. Siz -çocukluğunuzu da dâhil edersek- bu konuda kötü bir deneyim yaşadınız mı?
Ne yazık ki çocukluğumdan itibaren tenimin renginden dolayı ırkçı hakaretlere maruz kaldım. Birçok kötü deneyim yaşadım. Ancak bu davranışlar beni daha da güçlendirdi. Bunları diyenlerin önyargılarını kırmak için ve yanlış basmakalıp ırkçı düşüncelerinin aksini ispatlamak için daha çok çalıştım. “Siyahlar şöyle, siyahlar böyle” gibi, bilinçli ya da bilinçsiz çok fazla hakaret işittim. Fransız futbol dünyasında uzun yıllardır var olan bir tartışma bu, siyah ve göçmen kökenli futbolcularla alakalı. Ama yine de hepimiz Fransa’nın en iyi futbolcuları arasında hak ederek çok iyi para kazanıyoruz. En iyiler arasında yer alıyoruz. Irkçılık; yanlış bilgiler, önyargı ve onun oluşturduğu korkuyla alakalıdır ve kırılıp parçalanması mümkün bir kavramdır.
Bu konuda bir ilham kaynağınız oldu mu? Muhammed Ali gibi mesela...
Muhammed Ali elbette çok önemli bir ilham kaynağı. Bugünlerde LeBron James gibi yıldızların yaptıkları da çok önemli. Ama ben hep kendim olmaktan gurur duydum. Siyah olmaktan. Çocukluğumdan itibaren yaşadıklarım beni güçlendirdi ve sürekli bu algıyı, düşünce yapısını kırıp değiştirebileceğimi hissettim. Çoğu zaman kırdım da... Bazen başaramadığım da oldu tabii ama ben geleceğe hep umutla bakarım.
Herkesin birbirine saygılı, ırk veya cinsiyet gibi bariyerleri yıkmış biçimde yaşayabileceğine inanırım. Fransız, Türk, Afrikalı, siyah, beyaz... Bir arada saygı ve sevgi duyarak yaşayabilmeliyiz. Kendinden olmayandan, diğerlerinden bu kadar korkmamak gerek. Bunun bir anlamı yok ki...
Bir kızınız ve bir oğlunuz var, çocuklarınızla iletişiminiz nasıl?
Onlar benim için en değerli varlıklar. Buraya, İstanbul’a yanıma gelmiş olmaları önemli. Fransa’da doğdular ama elbette benim gibi kalabalık ve farklı etnik kökenlerden insanların yaşadığı mahallelerde büyümediler. Biz Araplar, Türkler, siyahlar ve diğer göçmenler hep bir arada ve dayanışma içinde yaşıyorduk.
Sorunlar olsa da destek hep vardı, hem de çok cömertçe ve farklı bir mahalleli iletişimiyle. Şimdi o kavramlar azaldı. Evet, imkânlar daha fazla ancak insani ve samimi paylaşımlar daha az.
Benim çocuklarım şu an küçükler ve daha izole bir binada yaşıyorlar. Ama ergenlik dönemine geldiklerinde bu çeşitliliği hakkıyla yaşamalarını isterim. Ortamlara karışıp Müslümanlarla, Hristiyanlarla, tüm farklı kültür ve inançtan gelen çocuklarla kaynaşmalarını arzu ediyorum. Sorunlar, kavgalar, hatalar, zorluklar ve farklı deneyimler yaşayacaklar ki olgunlaşacaklar ve herkese saygı göstermeleri gerektiğini öğrenecekler. Bu eğitimi almaları önemli, hayat tecrübesini...
Mesela burada bir cuma günü ilk defa cami yakınındaydık ve çocuklarım ilk defa ezanı duydular. Bana sordular “Bu nedir?” diye. Ben de onlara Müslüman kültürünü elimden geldiğince açıklamaya çalıştım. Hatta kökenlerimizin dayandığı Senegal’in de bir bölümünün Müslüman olduğunu anlattım. Cuma günü önemli bir namaz saati olduğunu ve ezanla birlikte insanların camiye çağrıldıklarını anlattım.
Bunlar benim için çok önemli. Zira bilhassa Avrupa’da insanların kafasında hem Türkiye hem de Müslümanlar hakkında çok yanlış fikirler ve imajlar oluşabiliyor. Hâlbuki ben çocuklarımdan da başlayarak bu önyargıları kırmaya çalışıyorum. Çünkü benim burada yaşadıklarım, uzaklardan bakıldığında görünenden çok farklı.
Ben burada mutluyum. Ailem de mutlu. Burada ülkesini seven insanlar yaşıyor. Önemli olan, sorunlara karşı beraber hareket edebilmek. Dil, din, ırk ayırt etmeden...
Saint-Etienne’de gollerinizi atmaya başladıktan sonra size “Yeni Drogba” denmeye başlamıştı. Hatta o dönem Emmanuel Adebayor ile de karşılaştırılmıştınız. Bu sizin için bir motivasyon kaynağı mıydı, yoksa bir baskı unsuru mu?
Adebayor mu? Ondan kesinlikle çok daha güçlüydüm, hep de öyle oldum (Gülüyor.) Herkes kendi kariyerini inşa edip o yolda devam ediyor. Drogba da bana bu yolda tabii ki başlarda bir ilham kaynağı ve model oluşturmuştu. Ona benzetilmek kesinlikle pohpohlayıcıydı.
Ancak ben kendime özgü bir yol çizmeye çalıştım. Bana özgü yeteneklerimi çok çalışarak geliştirip ‘Gomis’ olmaya çalıştım. Drogbaile benzer öykülerimiz ve tarzımız vardı. Bu da elbette karşılaştırmaları beraberinde getirmişti. İkimiz de Fransız-Afrikalı olduğumuz ve aynı kıtadan gelip Fransa Ligi’nde ilk yıllarımızda etki bıraktığımız için mukayese kaçınılmazdı.
Onun benden önce başardıkları, bana da inanma ansı sunmuştu. “Neden birkaç sene sonra ben de Drogba ya da Samuel Eto’o gibi isimlerin seviyesine çıkamayayım ki?” diye düşünmüştüm. Bana ilham kaynağı olan başka futbolcular da vardı ancak Drogba’nın oyun tarzı çok çekici ve etkileyiciydi. Kesinlikle mukayese edilmek isteyeceğiniz ve bundan mutluluk duyacağınız türden bir tarz...

Saint-Etienne, Fransa futbol tarihinin en önemli kulüplerinden biri, hatta 1960 ve 1970'li yıllarda ülke futbolunun lokomotifiydi. Sonrasında gücünü kaybetmiş olsa da kulüp kültürü sizi nasıl etkilemişti?
Kesinlikle sizi her yönüyle büyüten ve manevi anlamda çok zenginleştiren bir kültürün içinde futbol öğrenip oynadım. 14 yaşında haylaz ve toy bir ufaklık olarak girdiğim kapıdan 24 yaşında bir yetişkin olarak çıktım.
14 yaşında bir çocuk düşün; futbolcu olma hayalleri kuruyor, sonra büyümeye ve yavaş yavaş yetişkin bir erkek olmaya başlıyor, artık hayal kurmuyor çünkü gerçek hayat ile yüzleşiyor ve artık bir amatör değil, profesyonel bir futbolcu gibi düşünüp davranması gerekiyor... Saint-Etienne, işte o çocuğun tüm hayallerinin gerçeğe dönüşmesini, tutkusunun mesleği haline gelmesini sağlayan yer. Kulüp, muhteşem taraftarlar ve o kültür...
Hayat boyu yeteri kadar teşekkür edemeyeceğim. Futbolculuk benim için dünyanın en güzel mesleği ve futbol sayesinde hayatımı kurdum. Bunu sağlayan da Saint-Etienne’dir...
Salif Keita ve gol sevinciniz diye bir pas atsam, bana neler anlatırsınız?
Keita, Fransa’da ondan sonra oynayan siyah futbolcular için çok önemli bir ilham kaynağıydı. Bir öncüydü. SaintEtienne efsanesiydi. Hatta Ballon d’Or almalıydı ama ancak Afrika versiyonunu kazanabilmişti. “Siyah Panter” sevinci onunla sembolleşmişti. Ben de ona büyük bir saygı duyuyorum. Bu saygıyı da onun gol sevincini uygulayarak göstermeye çalışıyorum. Bu hem Saint-Etienne’in kulüp simgesi hem de Salif Keita’nın mirası. Ama ben artık bir panter değilim, aslana dönüştüm. Ormanın kralı ve şefi olmaya çalışıyorum. (Gülüyor)
Sonrasında ezeli rakibiniz Olympique Lyon'a transfer oldunuz, hem de yedi kez üst üste şampiyon olup milenyuma damga vurdukları sezonun ardından... Bu kararı nasıl aldınız?
Riskliydi belki ama artık gitmem gerekiyordu. Saint-Etienne bir aile gibiydi benim için; mesleğimi öğrendiğim ve kendimi keşfettiğim bir okuldu. Arkadaşlarımla birlikte, evimde ve mahallemde gibi hissettiğim yerdi.
Lyon ise rakip kulüptü ama o dönem Fransa’nın en iyisiydi. Oraya gittiğim takdirde hem Şampiyonlar Ligi’nde hem de uluslararası alanda daha fazla oynama ve kendimi gösterme fırsatı yakalayabilecektim. Kariyerimi büyütmek istiyorsam bunu yapmak zorundaydım. Lyon’da beni çok iyi karşıladılar ama oradaki farklı bir yolculuktu benim adıma. Bir kere daha büyük ve zorlu bir şehirdeydim artık. Üstelik yalnızdım! Önemli miktarda bir para ödeyerek bonservisimi almışlardı ve benim de bu parayı hak ettiğimi göstermem gerekiyordu. Farklı topraklarda gibiydim. Adaptasyon süreci çok zor geçti. Sonuçta ezeli rakibe gitmiştim. Alıştıktan sonra ise harika zaman geçirdiğim bir takıma dönüştü Lyon. Kariyerimde çok önemli bir pasaj, başka bir öğrenme periyoduydu.
Ligue 1'de üst üste sekiz sezon en az 10 lig golü attıktan sonra Swansea'de o miktarlara ulaşamamanıza sebep olan faktörler nelerdi?
Aslında atmosfer harikaydı. İstediğim kadar başarılı olamasam da bence Swansea’de çok önemli bir tecrübe edindim. Hep iyi hatıralar var hafızamda. Zira bugün Galatasaray’da, farklı bir ülkede ve kültürün içinde başarılı oluyorsam Ada’da yaşadığım bu deneyimlerin bana kılavuzluk ettiğini söylemem gerek.
Fransızca’da “Trouver chaussure à son pied” (Ayağına uygun pabucu bulmak) diye bir deyim vardır. Daima sana uygun olanı aramalı ve bulmalısın. Bu biraz da böyle bir hikâye. Premier Lig bana uygun bir platformdu ama Swansea bana uygun bir kulüp değildi. Yine de orada çok önemli bir deneyim elde ettim. İngilizce öğrendim mesela. Bu da takım arkadaşlarımla ve antrenörlerle iletişimimi kuvvetlendiren bir gelişme. Ayrıca İstanbul’daki yaşamım da bu sayede kolaylaştı, zira çoğu kişi İngilizce konuşabiliyor...
Swansea’deki tecrübeniz beklediğiniz gibi geçmemişken Galatasaray’ın teklifini kabul edip bir kez daha Fransa dışına çıkma kararını nasıl aldınız?
Galiba bu noktada bir gerçeği anlatmam gerekiyor... Ben Swansea’ye gitmeden önce de Galatasaray’la görüşmüştüm ve anlaşmaya çok yaklaşmıştık. Hatta prensip anlaşmasına bile varmıştık. Ancak son anda farklı sebeplerden, biraz da o günün yöneticilerinin ani kararları yüzünden anlaşma son anda iptal olmuştu. Böylece ben de Swansea’ye gitmek durumunda kalmıştım.
Başlarda iyi hislere sahiptim aslında; bana garanti oynama süreleri vadetmişlerdi ancak bu sözü tutmadılar. Bu da uyum sürecimi biraz baltaladı açıkçası.
Ben güven ve itimat ile daha iyi oynayan bir golcüyüm. Verilen sözler tutulmayınca ve çizdikleri projeksiyonda aksamalar olunca hâliyle ben de aksadım biraz. Sonuçta ilk defa yurtdışı deneyimi yaşıyordum ve güven ilişkisine daha da fazla önem veriyordum. Fransa’da ve bugünlerde Galatasaray’da yakaladığım ortamı orada bulamamıştım. Bunda ilk gittiğimde İngilizcemin kötü olmasının da etkisi vardır muhtemelen. Dil kaynaklı iletişim sorunları, adaptasyonuma ciddi anlamda zarar vermişti.
Şansa ve uğura inanır mısınız?
Batıl inançları olan biriyim, fazlasıyla hem de... Sene başında Adidas’ın bir mağazasına gitmiştim, bir organizasyon için. Galatasaraylı bir taraftar geldi ve bana yün bir kurdele hediye etmek istediğini, çok uzun zamandır bunu sakladığını söyledi. Babası bu kurdeleyi UEFA Kupası şampiyonluğu sezonundaki her maçta yanında taşımış.
O da bu kurdeleyi bana hediye etmek istediğini söyledi, şans getirsin diye. Aldım ben de kurdeleyi ve o günden beri her maçta çantamda taşıyorum.
Galatasaray öncesi bir yıl Marsilya’da oynadınız, 34 maçta 21 gol atıp harika bir sezon geçirdiniz. Hatta geçen yıl Ocak ayında Marsilya formasıyla Montpellier karşısında kariyerinizin ikinci hat-trick’ini yaptınız. Farklı bir kulüp kültürü olduğu söylenir Marsilya’nın. Velodrome, taraftarlar, şehir ve başarı baskısı... Aradığınız ortamı bulmuş muydunuz ?
Sezon harikaydı aslında ama kolay da geçmedi. Benim için önemli bir adımdı. Swansea’de beklediklerimi bulamadığım zorlu iki senenin ardından hem başkalarına duyduğum güveni hem de özgüvenimi tazelemem gerekiyordu. Yeniden goller atıp alışık olduğum oyun seviyesine çıkmak istiyordum, yani ait olduğum seviyeye. Bunun için en uygun ortamı da ülkemde bulabileceğimi düşündüm. Marsilya’yı seçtim, zira çocukluğumdan itibaren benim için hep özel bir takım olmuşlardı. Çok medyatik ve göz önünde bir kulüp. Güçlü bir tutkunun ve baskının etrafını sardığı, başarı beklentili taraftarın da bu baskıyı sürekli canlı kıldığı bir yer...
Marsilya’ya gittiğim dönemde eski yönetim görevdeydi. Bir projeleri vardı ve ben de bunun bir parçasıydım. Bana verdikleri önemi hep hissediyordum. İstediğim ortamı yakalayınca da gollerimi atmaya başladım. Rudi Garcia ile aram çok iyiydi. Florian Thauvin ile de çok iyi anlaşıyorduk. Takımın Avrupa kupalarına katılması için gereken performansı, takım arkadaşlarımla beraber ortaya koymaya çalıştım. Bu yıl Marsilya’nın Avrupa Ligi’nde finale doğru giden yolculuğunu izledikçe çok mutlu oluyorum. Geçen yıl bu yolun başında yer alıp hikâyenin bir parçası olmaktan dolayı çok memnunum. Ben Marsilya yakınlarında Toulon'da büyüdüm. Bu yüzden, çocukluğumun takımında bacaklarımı tekrar bulup gollerimi atmak ve Marsilya’yı Avrupa'ya taşımak benim için çok değerliydi.

Bir röportajınızda, Marsilya’dan ayrılış süreciyle ilgili “Karşılıklı aşk kayboldu” tarzı bir cümle kullanmıştınız. Tam olarak ne demek istemiştiniz?
Bu sezon ve tüm kariyeriniz boyunca attığınız gollerden en çok hangilerini beğeniyorsunuz?
Lyon formasıyla 2011’de Dinamo Zagreb’e karşı attığım dört gol! Sekiz dakikada hat-trick yapmıştım. Çok hızlıydım. En önemli ve güzel golüm, henüz atmadığım goldür. Özellikle de bu sezon için konuşursak... (Gülüyor)
Benim için karşılıklı aşk çok önemli. Galatasaray’a geldiğimden beri de aslında biraz benzer bir hikâye söz konusu. Karşılıklı aşkı hemen buldum. Kulüp yeni oyuncularla yeni bir dönem başlatmak istiyordu. Ben de bu projenin bir parçası olarak transfer edildim. Farklı bir ilgi gördüm ve ben de çok ayrı bir sevgi duydum buraya. Önceki yıl Marsilya’da da benzer bir süreçten geçmiştim. Ancak sezon sonu geldiğinde yönetim değişmişti ve onların yeni planları vardı. Bazı taraftarlardan tepki de almıştım sezon sonunda antrenman sahasında. O da beni etkiledi. Hem yöneticiler hem de bazı taraftarlar daha iyi bir golcünün hayalini kuruyorlardı. Elbette benden iyi veya benim kadar güçlü bir forvet transfer edebilirlerdi.
Bu konuda tevazu sergilemekte bir beis görmezdim. Yedek de kalabilirdim. Sorun para da değildi. Ancak görüşmeler sırasında bana duydukları ilgiyi kaybettiklerini fark ettim. Beni o kadar da istemiyorlardı.
Galatasaray ile temaslarımızda ise istendiğimin farkındaydım. Sonrasında taraftardan da çok büyük sevgi gördüm. Dedim ya, ben güven hissettiğimde daha verimli olabilen bir forvetim. Bu güven de karşılıklı aşk ile oluşuyor. Aynı anne babanızla, sevgilinizle, eşinizle, arkadaşlarınızla ilişkilerinizde olduğu gibi... Karşılıksız aşkta güven kavramı yoktur.
Galatasaray’a transfer olduğunuzda sizi Sebastian Perez’e sormuştuk. O da “Fransız futbolcuların genel karakteri Türkiye’ye uyuyor. Çünkü sahada her şeyini veren oyuncularız" demişti. Ayrıca sizin için de “Her şeyden önce muhteşem bir insan, gittiği her kulüpte sevildi ve gençler için daima doğru örnek oldu” demişti. Katılır mısınız?
Çok nazik yorumlar, Perez’in inceliği ve teveccühü diyeyim. Bunları ondan duymak daha da anlamlı; zira kendisi, büyürken ve sonrasında futbolcu olmaya çalışırken yakından takip ettiğim bir isimdi. Saint-Etienne altyapısından çıkıp orada futbola başlamıştı. Ardından Marsilya’da ve Galatasaray’da oynadı. Bunlar benim de kariyerimde yer alan üç mihenk taşı. Kendisiyle bir kez Velodrome’da sohbet etme şansım olmuştu ve o gün Galatasaray döneminden de konuşmuştuk. Bildiğim kadarıyla burada bir yıl kaldı. Oynadığı tek sezonda, 2001’de şampiyonluk yaşamıştı. Umarım sezon sonunda ben de onun gibi şampiyonluk yaşar ve devamını getirebilirim.
Biraz ileriyi görmüş sanki Perez... Çok iyi bir ilk sezon geçiriyorsunuz Galatasaray’da?
(Gülüyor) Evet, çok iyi bir sezon geçiriyorum. Perez adeta Nostradamus gibi konuşmuş. Ama iyi sezon geçirmek yetmez, şampiyonluğu istiyoruz. Galatasaray’ın armasında dört yıldız var; bu yıldızlar birçok futbolcu tarafından kazanılan şampiyonlukları temsil ediyor. Ben de onların arasına katılmak istiyorum.
Geçtiğimiz haftalarda France Football dergisinde 2018 Dünya Kupası kadrosuna alınıp alınmamanız hakkında bir oylama vardı ve katılımcıların yüzde 68’i “Evet” oyu vermişti. Bu konu hakkında düşüncenizi öğrenebilir miyim?
Cevap vermek kolay değil. Galatasaray gibi büyük ve önemli bir kulüpte oynuyorum. İyi bir sezon geçiriyorum. Milli takımın bir seçicisi var ve kararı nihayetinde o verecek. Ülkemin milli takımı için ben her zaman buradayım, çağrıldığım takdirde büyük bir zevkle gidip elimden gelen katkıyı vermeye çalışırım. Ancak öncelikli hedefim Galatasaray ile şampiyonluk yaşamak. Mümkün olan en fazla golü atıp takımıma katkıda bulunmak. Kariyerimin ilk şampiyonluğunu kazanır, akabinde bir de Dünya Kupası kadrosunda yer alırsam elbette çok mutlu olurum. Ama bugünlerde buna kafa yormuyorum.
Buradaki futbola, yaşama ve kültüre adaptasyon süreciniz nasıl işledi?
Çok çok iyi işledi, çok rahat adapte oldum, hiç zorlanmadım. Zaten daha önceden buraya gelip başarılı olan Fransızlar vardı. Onları da biliyordum. Bu kesinlikle yardımcı olmuştur. Her yerin tabii kendine göre farklılıkları var. İstanbul çok büyük bir şehir. Mesela hâlâ Anadolu yakasındaki bazı yerleri gidip gezme fırsatı bulamadım. Ama şehri çok sevdim.
Lig de düşündüğümden daha zorlu ve çetin. Bu da bana bir motivasyon oluyor. Ayrıca geldiğim ilk günden beri kulüpte herkes tüm ihtiyaçlarımla ve sorunlarımla yakından ilgilendi. Mutlaka ulaşabileceğim ve benimle ilgilenen birileri oldu. Bu da hem kulüp içi hem de dışarıdaki yaşamımı çok kolaylaştırdı. Adaptasyonumu hızlandırdı. Ailem, eşim ve çocuklarım da buraya geldiklerinde iyi hissettiler. Ayrıca taraftarların ilgisi ve sevgisi bana çok fazla güven aşıladı. Ben de daima sahada bunun karşılığını vermek istedim.
Asla materyalist biri olmadım. Burada hissettiklerim gerçekten çok farklı. Bu geç yakalanmış ve yaşanan bir aşk gibi. Bana gösterilen -hem de sadece Galatasaray taraftarlarından değil, sokaktaki herkesten saygı, sevgi ve nezaketi keşke kariyerimde daha önce de gelip yaşayabilseydim. Bu, hayatım boyunca saklayacağım bir şey. Çok büyük futbolcular, çok büyük kulüplerde oynuyorlar. Şampiyonlar Ligi kupalarını kaldırıp çok büyük paralar kazanıyorlar. Ama benim Türkiye’de bu yıl yaşadığım deneyimi çok az futbolcu yaşayıp hissedebiliyor. Bu ayrı bir duygusal tatmin. Eşsiz bir deneyim.

Fransa ve Türkiye liglerini karşılaştırdığınızda nasıl farklar görüyorsunuz?
Aslında birçok yönden birbirine benzeyen iki şampiyona. Burada Türk savunmacılar biraz daha agresifler, Fransızlara nazaran. Ayrıca Fransa’da taktiksel yapı biraz daha öne çıkıyor. Her iki lig de zor ve kendine özgü zorluklara sahip. Burada açık alan bulmakta zorlandığım çok maç oldu. Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe gibi takımlara karşı diğer ekipler zaten daha sıkı ve sert oynuyorlar. Bir de elbette derbilerde daha farklı bir hava var. O da ayrıca hoşuma gidiyor. Ayrıca Valbuena, Pepe gibi önemli isimler de Türkiye'de oynuyorlar.
Ama bence en önemli fark statlar. Sanırım federasyon ve devlet Avrupa Şampiyonası adaylığı için birçok yerde statları yenilemiş. Bu, kaliteyi artıran bir unsur.
Ayrıca taraftarlar çok etkileyici. Karabük’te mesela yedi gol atmıştık, buna rağmen seyircileri hâlâ takımları için bağırıyordu. Buna Avrupa’da rastlamak daha zor.
Geçmişten bugüne en sevdiğiniz futbolcu kim?
George Weah! Tarihte Ballon d’Or ödülünü kazanmış tek Afrikalı futbolcu. Harika ve eşsiz bir yetenekti. Çocukken kendisine hayrandım. Ayrıca şimdi ülkesi Liberya’da devlet başkanı oldu. Benim için kesinlikle bir ilham kaynağı ve çocukluk idolüdür. Ona çok büyük saygı duyuyorum.
En sevdiğiniz şarkıyı öğrenebilir miyiz? Yerli veya yabancı...
Biliyorum, Aleyna Tilki esprisi yapacaksın! (Gülüyor) Ama başka bir cevabım var; o da Galatasaraylı taraftarların takım için söylediği şarkılar, Cim-Bom’lu olanlar. En sevdiğiniz aktör?
Denzel Washington.
En iyi ve kötü anlarınız?
Çocuklarımın doğumu... En kötüsü de babamın geçen yıl kollarımda ölümü.
Fransa altyapısının önemli ismi, eski ünlü futbolcu Jean-François Domergue, Socrates’e verdiği röportajda “Fransa’da 65 milyon insan var, 65 milyonu da teknik direktördür” demişti. Bu konuda Fransa ve Türkiye’deki gözlemleriniz nedir?
(Kahkaha atıyor) Bu kesinlikle çok doğru. Fransa’da durum böyle ama Türkiye futbol konusunda çok daha tutkulu bir ülke. Futbol adeta din gibi yaşanıyor. Bu da herkesin teknik direktörmüş gibi fikir beyan etmesini ve eleştiride bulunmasını çok normal kılıyor.
Ben bu noktada hep pozitif bir bakış açısına sahip oldum, yapıcı eleştirileri ayıklayıp dikkate almaya çalıştım. Yaptığımız işin içinde eleştiri elbette olacak. Aksini ummak saçma. Sizin futbolcu olarak göreviniz de çok çalışmak ve her eleştiriye sahada cevap vermek.
Zamanın algısı kırılgan ve değişkendir. Bugün sizin en iyi olduğunuzu söyleyenler çok kısa bir zaman sonra en kötü olduğunuzu savunabilir. İnsanoğlunun düşünce doğası, çok yukarı ya da çok aşağı çekmeye gayet müsait. Geçen hafta kötü bir maç (Gençlerbirliği) kaybettik mesela, eleştiriler yoğunlaştı. Ama futbolculuk denen muhteşem ve sihirli mesleğin bir parçası da bu. Meseleye olgunlukla yaklaşmanız lazım.
Bir önceki soruyu sormak istedim çünkü "Fransa’da çoğu zaman hak ettiğim değeri göremedim, bu benim hayatımın öyküsü” demiştiniz...
Doğrudur ama bu, eleştiriden ziyade, hak ettiğim değerin ve kıymetin verilmemesiyle ilgili bir hissiyat. Mesela geçen yıl Marsilya’da iki ay da sakat olmama rağmen 20’den fazla gol attım. Sezon sonunda “Bizim için yeterli değil” sesleri yükseldi, “Golcümüzü değiştirmemiz lazım” dediler. “Yeterince hızlı değil”, “Yeterince teknik değil” gibi yorumlar vardı. Yerime daha fazla para verip yeni bir forvet aldılar.
Ben oynadığım her takımda formamın hakkını vermek için çalışıp, her maç çok mücadele edip, o formayı hep terimle ıslattım. Kendi tarzımla oynadım. Sadece Marsilya döneminden bahsetmiyorum, Fransa kariyerimin çoğunda hak ettiğim değeri gördüğümü hissetmedim. Bu da benim hayatımın öyküsü, evet...
Bu nedenle kariyerimde yeni bir pencere açıp Türkiye’ye, Galatasaray’a gelmek istedim. Burada sonsuz bir sevgi ve kıymet ile karşılaştım. Çok da fazla gol attım. Daha da atacağımı umuyorum. Herkesin kendine göre golcü ya da futbolcu yetenekleri var. Belki başkaları benden daha teknik ya da çalımcı forvetlerdir. Ancak sonuca ulaşıp golleri atıyor muyum? Verimli olup takımıma maç kazandırıyor muyum? Oyuncuları bu objektif kriterlere göre değerlendirmek lazım. Ve ben Fransa’da, bana karşı objektif olunduğunu düşünmüyorum.
1998 Dünya Kupası sizin gibi 1980'lerde doğan birçok futbolsever için özel bir yere sahip. O şampiyonluğun genç Gomis üzerindeki etkisi ne olmuştu?
Fransa 98 bir rüya gibiydi. Benim için de kökenlerimin dayandığı Senegal’i değil, Fransa’yı seçmemi sağlayan unsurlardan biriydi. Şahit olması fazlasıyla ayrıcalıklı bir dönemdi. Buna karşın, ne yazık ki bir futbolcu olarak Dünya Kupası’nda oynama şansı yakalayamadım ve bu da ayrı bir motivasyon kaynağı benim için. Zira Dünya Kupası’nda yer almak, bir futbolcu için en kutsal amaçlardan biri. Son iki yıldır özellikle çok çalışıyorum. Önceki yıllarda bazı kötü dönemler yaşamış ve bu yüzden milli takımdan uzak kalmıştım ama son iki yılda çok verimli oynuyorum ve 50’den fazla gol attım. Hazır olduğumu gösterdiğimi düşünüyorum. Ama çağrılmasam da fark etmez, Fransa’nın Dünya Kupası’ndaki bir numaralı taraftarı ve destekçisi ben olacağım. Ben bir Fransız’ım, bir vatanseverim ve ülkemi çok seviyorum. Rusya’da olamazsam da ekranın başına geçip takımımı sonuna kadar destekleyeceğim.
İstanbul’u nasıl buldunuz?
İstanbul çok güzel ve çok büyük. Dediğim gibi hâlâ göremediğim yerleri var, aynı zamanda yapacak çok şey... Arkadaşlarım beni ziyarete geliyor. Onlarla bir yere gidip, masa etrafında oturup, bir şeyler yiyip sohbet etmeyi çok seviyorum. Türkiye’de çok vatandaşım da var. Issiar Dia çok iyi arkadaşım, onunla görüşüyorum. Ama antrenmanlar çok vaktimi alıyor.
Kamplarda Football Manager oynardım eskiden. Şimdilerde daha çok dizi izliyorum, La Casa de Papel ve Broen son favorilerim mesela. Ama dediğim gibi, çoğu zaman günde çift antrenman yapıyorum. Ayrıca takım arkadaşlarımla çalıştıktan sonra kişisel antrenörümle mesai yapıyorum. Bir yandan uyumam da lazım tabii (Gülüyor.)
Kişisel antrenörünüzden söz ettiğiniz için soruyorum; Türkiye’de futbolcuların çalışma temposunu nasıl buluyorsunuz?
Her futbolcunun kendine özgü yaklaşımı vardır. Herkesin fiziki yapısı ve yetenekleri farklı. Ben 32 yaşındayım ve kişisel antrenörümle çalışmaya ihtiyacım var. Bu benim tarzım ve bakış açım. Ama bazı takımlarda bazı futbolcular vardır, onların bu ekstra idmana ihtiyacı yoktur, hatta bu ekstra yüklemeler onların vücut yapılarına ters bile gelebilir. Bu tamamen bireysel bir durum.
Türkiye’de futbola karşı büyük bir sevgi var. Fransa ile karşılaştırıldığında altyapıdan üst yapıya geçişte geliştirilmesi gereken bazı yönler olabilir ama yüksek ve genç nüfusuyla birlikte Türkiye’nin futbolda geleceği çok parlak. Sadece İstanbul’un bile 20 milyon nüfusu var. Önemli olan, çocuklara doğru şartları sunabilmek. Federasyonun ve kulüplerin ortak bir amaç doğrultusunda çalışması lazım. Avrupa’da futbola bu denli tutkulu bir aşka pek rastlanmıyor. Benim oğlum bile burada altı ayda futbol ve Galatasaray fanatiği oldu. Normalde o yaşta ve aynı imkânlara sahip çocuklar evde PlayStation’a gömülür. Ama buradaki tutku ona da geçti.
Türkiye’deki ilk sezonunuzda şampiyonluk yolunda ilerliyorsunuz. Bu sezon elbette iniş çıkışlar yaşadınız ama bir şekilde güçlü kalmayı başardınız. Bunun sırrı neydi? Takımda Fransızca konuşan başka oyuncuların varlığı bir avantaj mıydı mesela?
Frankofon takım arkadaşlarımın olması elbette bir avantaj ama iyi oynamamı ve devamlılık arz etmemi sağlayan unsur bu değil. Her şey Galatasaray ile alakalı. Fransızca bilen takım arkadaşlarım olmasaydı da ben burada elimden gelenin en iyisini yapmaya çalışacaktım. Takımdaki tüm arkadaşlarımı seviyorum, yanlış anlaşılmasın.
Fatih Terim de harika bir teknik direktör. Çok verimli oynayabiliyorum bu yapıda. Ayrıca Galatasaray büyük bir enstitü; tarihi, kültürü, taraftarıyla bambaşka bir motivasyon kaynağı.
Buraya gelmeden önce yöneticiler, gol attığımda aslan sevinci yaptığım takdirde tribünlerle daha önce hiç deneyimlemediğim bir bağ kurabileceğimi söylemişlerdi. Oysa ben futbol hayatımda çok kuvvetli ve güçlü anlar yaşamış; daha önce Saint-Etienne ve Marsilya taraftarlarıyla da özel bağlar kurmuştum. Bilhassa Marsilya, kültür olarak Galatasaray’a çok uzak değildi ki Velodrome çok acayip bir yerdir.
Ancak bugün rahatlıkla söyleyebilirim ki burada yaşadığım deneyimin bir eşini asla yaşamadım. Bana söylenenler doğruymuş.
Sizi neredeyse her an tebessüm ederken görebiliyoruz. Peki bu tebessümü gördüğümüz her an, gerçekten de göründüğünüz kadar mutlu olduğunuzu düşünmeli miyiz?
(Kahkaha atıyor önce.) Elbette hayatım boyunca hep gülümseyemedim. Ancak Türkiye’ye geldiğimden beri bir rüyanın içinde gibiyim. Her şeyden çok memnunum. Bana çok fazla sevgi gösterildi. Çocuklarım burada çok mutlu. Hem bir futbolcu hem de bir baba olarak, bu şartlar altında gülümsemek için daha fazlasına ihtiyacınız yok zaten.
Soruna dönersek; beni burada gülümserken gördüğünüz her an çok içten ve samimi. Bir gün gülmezsem anlarsınız zaten.
Fransa’nın yeni jenerasyonunu nasıl buluyorsunuz? Bu konudaki görüşlerinizi öğrenebilir miyim?
Çok yetenekli bir jenerasyon. Ousmane Dembele, Kylian Mbappe, Anthony Martial, Raphael Varane, Samuel Umtiti... Hepsi, en genci bile, çok büyük ve önemli takımlarda forma giyiyor. Bu da çok önemli bir mental avantaj. Ayrıca, Griezmann gibi bir önceki jenerasyondakiler de daha tecrübeliler artık. Ama en mühim konu takım olmak, o ruh... Bu açıdan da gayet uygun bir çekirdek olduklarını düşünüyorum ve elbette çok umutluyum.