
Katedralin Çöküşü
12 dk
Barcelona birkaç yıl önce dünyanın zirvesindeyken artık büyük bir çöküşün ortasında. Barcelona kültürü ve yakın tarihi üzerine kitap yazan Simon Kuper'le bu süreci konuştuk.
Dünyaca ünlü gazeteci-yazar Simon Kuper'in son kitabı The Barcelona Complex: Lionel Messi and the Making─and Unmaking─of the World's Greatest Soccer Club, tam da Messi'nin Barcelona'dan ayrılacağının kesinleştiği günlerde yayımlandı. Geçen ay Alper Öcal'ın dergimiz için kaleme aldığı yazıyla Barcelona'nın düşüşüne finansal tablolarla bakmıştık. Bu ay da serinin devamı olarak Kuper'in kapısını çaldık. Bu süreçte Kuper de Messi gibi evini değiştirmiş, Paris'ten Madrid'e taşınmıştı. Mikrofonlarımıza yeni durağından bağlandı.
Messi ile Barcelona arasında yaşananlar, iki tarafın da istemediği bir boşanmaydı. Messi, yönetimin değişmesiyle geçen yılki krizden sıyrılmıştı. Artı, işin finansal yanı hakkında çok bilgisi olduğunu da düşünmüyorum. Pandemiden kaynaklanan bir kriz olduğunu biliyordu fakat maaşla ilgili kulüple görüşmezdi. O işleri babası Jorge yürütürdü. Ancak 4 Ağustos günü Jorge arayıp Barcelona'nın kurallar gereği ona yeni bir kontrat vermeye gücünün yetmediğini söylediğinde buna şaşırmıştı. Meşhur basın toplantısından sonra bazıları "Bunlar timsah gözyaşları. Ayrılmayabilirdi" gibi yorumlarda bulundu ancak tüm bunlar yanlış anlaşılmadan ibaret. Messi, bir fasit dairenin içinde kalmış gibiydi. Sonuçta maaşının yarıya indirilmesini kabul etmişti. Çünkü aslında yeni dönem için anlaşmıştı. Böyle bir şeyin gerçekleşmesini beklemiyordu. İçine girdiği çember derinleşene dek durumu kavrayamadı.
Messi bence kulüpte sahip olduğu güçten hicap duyuyordu. Normalde bir futbolcunun bir kulüpte bu denli güce sahip olmaması gerekirdi. Messidependencia yani 'Messi bağımlılığı' her yere nüfuz etmişti. Üstelik Arjantinli, sessiz biridir. Hatta kulüpte güçlü bir sportif direktör veya teknik direktör olmamasının eksikliğini hissediyordu bir süredir. Bir yandan da Barcelona'nın kendi istediği gibi oynamasını arzuluyordu. Ne oynanacağını, hangi oyuncularla sahada yer alacağını belirlemek istiyordu ama bir sorun vardı; bunu yüksek sesle yapmayı istemiyordu. Doğasında yoktu. Yani Johan Cruyff gibi değildi. Öyle ki oynanmasını istediği futbolu da tam olarak ifade ettiğini asla düşünmüyorum. Sonuçta o futbol hakkında kariyerinde hiç kimseden tam olarak bir şey öğrenmedi. Evet, Barcelona'da pas oyununu öğrendi ama sihrini; boşlukları, sahadaki koridorları anlama veya oyunu görme biçimini ona kimse öğretmedi. Zamanla oyununu yarattı ve yanında kim olursa olsun, bunu oynamaya devam etti. Bu, onun içinde yaşadığı bir şey oldu. Ama ona tüm bunları soracak olsanız size ifade etmekte zorlanabilir. Kulübün içinde olmayı, gücünün hissedilmesini istiyor. Ama bunu kelimelere başvurmadan, konuşmadan yapmayı tercih ediyor. Bilirsiniz, bazı insanların sözcüklerle arası iyi değildir.
Cruyff ve Guardiola
Johan Cruyff hayatının son döneminde futbolla ilgili şeyler düşünemiyordu. İlgisini kaybetmişti ve onu başlarından savmalarına hak veriyorum. Ölümünden iki yıl öncesini hatırlıyorum. Düşünmeden her şeye karışan yaşlı bir adama dönüşmüştü. Bu yüzden Cruyff'un ölümünün Barcelona'nın düşüşünde kritik bir rol oynadığını düşünmüyorum. Guardiola da ayrılmak zorunda kalmıştı çünkü kulübün gelişmeye niyeti olmadığını anlamıştı. Kendi oyununu Bayern Münih'e taşıdı, orada bunu yeniden hayal edip geliştirdi. Guardiola'nın ayrılışı da Barcelona için büyük bir kayıptı. Belki de zaten Cruyff düşüncesinin Barcelona'da asıl öldüğü an oydu.
Kitap için araştırma yaparken Barcelona'nın geçmişte ne kadar küçük bir aile kulübü olduğunu görmek şaşırtıcıydı. Daha ziyade yerel bir kulüp gibi kaldılar onyıllarca. Katalanlar kulüp büyüse de yerelliğini korumasını arzu etmişti. Carlos Rexach, Pep Guardiola, Tito Vilanova ve Joan Laporta gibi figürler de bu duruma katkıda bulunmuştu. En çok şaşırdığım ikinci şey ise Messi'nin gücüydü. Kulüp içinde her konuda söz sahibi biri olduğunu düşünmezdim. Kitabı yazmaya başlamadan önce Messi'ye dair söylenecek, kaleme alınacak pek bir şey olduğunu düşünmüyordum. Araştırdıkça daha ilginç bir figür olduğunu anladım. Bir de ben kitabı yazmaya başladığımda Barcelona, hâlâ zirvedeydi. 2019'un ilk aylarından bahsediyorum. Bir milyar dolar gelire ulaşan ilk kulüptü. Ama sonrasında her şey parçalanmaya başladı.
Finansal çöküşün sadece şahıslarla alakalı olduğunu düşünmüyorum ama kabahatli olarak göstereceğim ilk kişi eski başkan Josep Maria Bartomeu. Onun yönetiminde büyük paralar çarçur edildi. Mesela Borussia Dortmund yöneticileri "Uçağa yetişeceğiz" bahanesiyle sıkıştırdıklarında Barcelona, Dembele için iki katı fazla bonservis ödemeyi kabul etti. Neymar'dan gelen paranın bir önemi kalmadı. Birçok oyuncuya devasa bonservisler ödendi ve maaşları yüksek tutuldu. Ardından pandemi geldi ve gelirler azaldı. İkinci verebileceğim isim de Jorge Messi. Her sözleşme yenilemede oğlunun maaşını mega boyutta artırarak hata yaptı. Evet, insanlar Barcelona ile Messi'yi özdeşleştirmişlerdi. Ancak Jorge, Barcelona'yı uzun süredir çalıştıkları bir partner gibi görmek yerine bir işinsanı gibi düşündü. Messi'nin Barcelona için eşssizliğini biliyordu ve bundan da oğlunun alabileceğinin ötesinde bir maaş almasını sağlayarak yararlandı. Tabii başka konular da var. Herhangi bir alanda zirveye yerleşirseniz illaki düşüşe geçeceğiniz bir nokta gelir. Zamanla, rakipler de La Masia sistemini kopyaladıkça ya da oynanan futbolun daha gelişmiş sürümlerini sahaya sürdükçe Barcelona'ya yaklaştılar. Neticede Bayern Münih, Liverpool veya Manchester City gibi kulüpler, sizin yaptıklarınızı daha iyi yapabilecek kaynağa sahip olabiliyorlar. Kısacası, bir numara olduğunuzda tembelliğiniz artabiliyor. Diğer kulüpler kendilerini geliştirmek için çaba gösterirken Barcelona durmayı tercih etti.
Kulüp, son birkaç yıldır kötü transferlere imza attı. Dembele, Coutinho ve Griezmann… Bu süreçte para suyunu çekti. 2020 Yazı geldiğinde ellerinde pek bir şey kalmamıştı. Takım Messi'nin çevresinde kurgulanıyordu ama bu kurgu hatalıydı. Hem Coutinho hem de Griezmann topu ayağında isteyen oyunculardı fakat Messi'nin savunmadaki eksikliğini kapatmaya çalışıyorlardı. Barcelona, Messi için çalışması gereken bir makine haline gelmişti ve bu, diğer oyuncuları etkiledi. Başkan Bartomeu da Andoni Zubizarreta'dan sonra beş kez sportif direktör değiştirdi. Bilgili, güvenilir, transfer piyasasını layıkıyla okuyabilen, medyanın büyük isimler alma konusundaki baskısını görmezden gelebilecek o sportif direktörü sürekli bulmaya çalıştı. Ama olmadı.

"2008-2019 arasında Barcelona birini almak istediğinde oyuncular 'Bu takım dünyanın en iyisi' diyebiliyorlardı."
Kitapta Gary Lineker ile Mark Hughes'ün Barcelona'ya transfer süreçlerini anlattığım bir bölüm var. "Acaba başarılı olabilir miyim?" diye şüpheye düştükleri hikâye. Bugünlerde mükemmelliğe vurgu yapan Barcelona kültürü yok olmaya başladı. 2008-2019 arasında Barcelona birini almak istediğinde oyuncular "Bu takım dünyanın en iyisi" diyebiliyorlardı. "Acaba yeterince iyi miyim?" diye düşünüyorlardı ve tahmin edersiniz ki "Evet" diyenlerin sayısı fazla olmuyordu.
Juventus'la yapılan Pjanic-Arthur takası bir tür danışıklı dövüştü. Mali hesapları düzeltme ve dengeleme transferiydi. Barcelona, Pjanic'i oynatmaya niyetli değildi. Matheus Fernandes ve Martin Braithwaite transferleri ise nasıl çaresiz kalabileceğinizin örneğiydi. Braithwaite takımın tek forveti olacaktı, transfer dönemi kapanmak üzereydi. Fernandes içinse şunu söyleyebilirim: Brezilya'dasınız, paranız yok ancak bir yıldız transfer etmek istiyorsunuz. Palmeiras'tan biri "Bak, kimse tanımıyor olabilir ama bu adam gerçek bir yıldız" diyor. Ve ona inanmak durumundasınız. Bir yıl öncesinde ise bunu yapmaya ihtiyaçları yoktu. Çünkü düşünce tarzı şu şekildeydi: En iyi oyuncu kim? Frenkie De Jong mu? Antoine Griezmann mı? Ona gidiyorlardı. Ama para yokken başkasının sözüne inanıp çaresizce kumar oynarsınız.
Katedral
Her halükârda yeni bir 'Katedral' inşa etmeleri gerekecek ki bu da zorlaştı. Sorun şu ki artık herkes Cruyffismo felsefesinin birer türeviyle oynuyor. İtalya bile Euro 2020'yi kazanırken öyle oynuyordu. Manchester City malum. Keza Bayern Münih, kaynağını Cruyff'tan alan futbolu şu anda Barcelona'dan daha iyi oynuyor. Bu biraz bilimdeki Newton devrimi gibi. Bilirsiniz, başta Newton özel seviyede bilgisi olan biriydi. Sonrasında herkes Newton'cı oldu. Veya insanlar başta güneşle dünya arasındaki ilişkiyi anlatan Galileo'nun çıldırmış olduğunu söylüyordu. Papa, dizinden vurulması emri vermişti. Şimdiyse hepimiz Galileo'cuyuz. Futbolda da büyük kulüpler Cruyff'un felsefesinin uzantılarını benimsedi. Özetle, Barcelona'nın yeniden eşsiz bir takım olması oldukça zor.
Oyunculara atılan e-postalarla, WhatsApp mesajıyla ya da yapılan telefon aramalarıyla kontrat bitirmeler... Büyük futbol kulüpleri, oyuncularına sahip oldukları bir şeymiş gibi davranıyor. Değerini kaybettiğinde çöpe atmaya çalışıyorlar. Barcelona da durum kötüleştikçe büyük kontratlı futbolcuları göndermeye çalıştı. Suarez, Umtiti, hatta Griezmann gibi oyuncuları... Bu tavır oyuncularla yönetim arasında çatışmaya yol açtı. Maaşında indirime giden oyuncuları tutuyordu Barcelona ve diğerlerinin gitmesini istiyordu. İletişim biçimleri de kötüydü. Bu değişimin en büyük örneği de Suarez'di. O da rövanşı hem kulüpten hem de Ronald Koeman'dan ağır biçimde aldı.
"Bir kulüpten daha fazlası" deyişi belirli bir periyot için geçerliydi. Cruyff, Barcelona akademisini baştan icat etmişti. Bir oyunu, tarzı, felsefeyi kulübün kimliği haline getiren bir kaynaktı bu. 2009 Şampiyonlar Ligi Finali'nde oynayan La Masia'lılar... Tüm 2008-2015 dönemi belki de... Her takımın isteyeceği yıldızlar, kulübü evleri gibi görüyor ve yine orayı ev olarak gören taraftarların önüne çıkıyordu. Katalan halkı, sahadaki oyunu seviyordu. Bu süreçte Manchester United ve Real Madrid gibi kulüpler çok para kazanınca, futbola bağlı sponsorluklar daha da global hale geldi. O gidişatta formanızın önüne reklam almanız kaçınılmaz. Dünya değişti, Barcelona da bununla beraber değişti ve kulübün diğer lakabı misali, bu dev katedral yıkıldı.
Joan Laporta'nın kısa vadede kulübü kurtarması zor. Çünkü bu, kişilere bağlı bir şey değil. En iyi senaryoda genç oyuncular konusunda şanslı olurlarsa, Ansu Fati, Pedri, Puig ve Gavi gibi isimler mükemmel futbolculara dönüşürlerse gidilen yön değişebilir. Her şeye rağmen Barcelona hâlâ tarihi bir marka. Yeni sponsorlar çekmekte zorlanmayabilirler. Mali tablolarını toparlayıp zirveye dönebilirler. Bu, en iyi senaryo. En kötü senaryoda ise iflas edeceklerini düşünmüyorum. Leeds ya da Fiorentina'nın durumuna düşmezler çünkü futbolda finansal kontroller daha da sıkılaştı. Yani tüm parayı kaybetmeniz biraz zor. La Liga'nın kendi kuralları bile bunu sağlıyor. Özetle en kötü senaryoda La Liga'nın orta sıra ya da başaltı takımına dönüşebilirler. AC Milan'ın son on yılda yaşadıklarını Barcelona önümüzdeki on yılda yaşayabilir. Yani bir zamanlar dünyanın en iyi takımıyken ortalama bir takıma dönüşebilirler.