Kaybetmeye Koşan Bütün Atlar

7 dk

Kaybedenlerin soyunma odasına giden gazeteciler, spor yazını tarihinde müstesna bir yere sahiptir. Losers, buradan yola çıkan bir seçki. Yani, hayalet hikâyelerinden...

Temmuz ayının ortasında, randevusuna bir yıl geç kalan olimpiyatı beklerken elime geçirdiğim bir kitap, Losers. Mary Pilon ve Louisa Thomas, spor dünyasının kaybedenlerini anlatan hikâyelerden bir antoloji ortaya çıkarmaya karar veriyorlar ve 'skorbordun öte tarafına' odaklanan bu makaleler, 2020 yazında Penguin Books tarafından yayımlanıyor. Her ikisi de uzun süredir spor yazarlığıyla iştigal eden Pilon ve Thomas, kitabın sunuşunda tanıdık bir yere uğruyorlar; kazananların soyunma odalarının her zaman hıncahınç dolu olduğunu ancak kaybedenlerin soyunma odalarında birkaç yerel muhabir dışında kimseyi göremeyeceğinizi, bu muhabirlerin de vazife gereği sorulduğu açıkça hissedilen kısa ve beylik sorularını yönelttikten sonra oradan bir cenaze evini terk edermişçesine çıktıklarını anımsatıyorlar: "Kaybetmeye neredeyse bulaşıcı bir hastalıkmış gibi yaklaştığımızın farkında mısınız? Bu büyük bir hata."

Kazanmanın ve -bu kitaptaki hikâyeler için, özel bir anlamıyla- bir sportif karşılaşmadan muzaffer ayrılmanın verdiği aşkınlık hissinden ve beraberinde kuşanılan o geçici mükemmeliyet zırhından azade olan kaybedenin, aslında çoğu zaman söyleyecek daha anlamlı ve daha insani birkaç sözü olduğu fikrinden yola çıkan bir antoloji bu. Seçkideki makalelerden birinin açılış cümlesinde Mike Pesca, Tolstoy'dan özür dileyerek, büyük yazarın büyük cümlesini şöyle tahrif ediyor: "Bütün kazanan takımlar birbirine benzer, oysa her kaybedenin kendine özgü bir kaybetme şekli vardır."

Seçkinin editörlüğünü yapan Pilon ve Thomas, Amerikan spor yazınında saygın bir yeri olan Best American Sports Writing antolojilerine daha önce makale vermiş yazarlar. Grantland günlerinden bu yana sadık bir okuru olduğum ve son on yılda yazılmış en güçlü spor yazılarından bazılarına imza attığını düşündüğüm Thomas'ın, 2017 yılında The New Yorker için yazdığı Nick Kyrgios profiline de bu güldeste içerisinde rastlamak mümkün. Seçilen 22 makale içerisinde daha evrensel bir edebî şöhrete sahip bazı imzalar da dikkat çekiyor; Gay Talese'in 1964'te Esquire için yazmış olduğu meşhur Floyd Patterson profili The Loser'dan haberiniz yoksa, bu kitabın keşfetmenize vesile olmasından mutluluk duyarım. Ama şöhret diyorsak, Talese'den önce gelecek bir isim var yazarlar arasında. Yeni Gazetecilik okulunun öncülerinden biri olmasının yanı sıra büyük egosuyla da bilinen Talese'in dahi karşısında ceketini ilikleyip memnuniyetle ikinci sırayı kabul edebileceği bir isim… Anlaşılan o ki 1908 Londra'nın tartışmalı maraton yarışını yerinde takip etmiş Sir Arthur Conan Doyle'un, bu tanıklığını kaleme aldığı nadir satırlara da seçkide bir tür buluntu-metin olarak yer veriliyor.

Kitapla vakit geçirdikçe, bu okumayı Tokyo öncesine bırakmış olmak iyi bir karar gibi görünmeye başlıyor. 1992 Barselona'da genel tasnif finalinde yarışmasına bir antrenör kararının engel olduğu Özbek jimnastikçi Roza Galiyeva'nın hikâyesini okurken olimpiyat hayalleri elinden kayıp giden Sha'Carri Richardson'ı düşünüyorum. Pac-10 Konferansı'ndaki kolej yıllarından bu yana sporunun gelmiş geçmiş en iyilerinden Ashton Eaton'ı kovalama göreviyle 'lanetlenmiş' dekatloncu Jeremy Taiwo -Stefanie Loh'nun gölge yazarlığındabu 'ebedî ikincilik' haliyle hesaplaşırken, aslında gölgesini kovaladığı kişinin Ashton değil, Nijerya adına iki kez olimpiyat oyunlarına katılmış üç adım atlamacı babası olduğuyla yüzleşiyor. 2016 Rio dönüşünde, kendi 'medar-ı maişet motorunu' ararken Uber gibi firmalarda şoförlük yapmaya başlayan Taiwo'nun hikâyesi bir yandan da Sinan Güler'in Soyunma Odası podcast serisinde ağırladığı, Türkiye'nin olimpik sporcularının anlattıklarına götürüyor beni.

Çoğunlukla Amerikalıların okuyacağı varsayılan bu kitapta bir Wimbledon FC hikâyesine denk gelmek, güzel bir sürpriz. Bugün Amerikan sporlarında olağan hale gelmiş olsa da spor takımını kaybetmiş bir şehir halkının yaşadığı yıkımın azametini yazar Ryan Bailey ve müteveffa babası hatırlatıyor. Yazının sonunda Adebayo Akinfenwa'ya tesadüf ediyoruz, bir başka yazıda ise Larry David'e -Amerikan spor kültürünün en acımasız şekilde karikatürleştirdiği 'kaybeden' figürlerinden Bill Buckner'a Curb Your Enthusiasm dizisinde yer vererek, 'uğursuz' beyzbolcunun mirasını nasıl ters yüz edebildiğini anlatan ve kaybetmenin bulaşıcı bir hastalık olmadığının tekrar altını çizen hoş bir yazı.

Pilon ve Thomas kitabı sunarlarken, vadedilmiş topraklarda bekleyen ama asla gerçeğe dönüşmeyen o galibiyet ânının, kaybeden kahramanlarımızı hayatları boyunca bir hayalet gibi takip edebildiğini vurguluyorlar. Bu açıdan, bu seçkide konu edilen her hikâyenin bir hayalet hikâyesi gibi de okunabileceğini ilave ediyorlar.

Aklınıza kaybetmenin kutlandığı ve kaybedenlerin kutsandığı o modern kaybediş manzumelerini getirmeyin; kazanmak/kaybetmek ikiliğinin ötesini, el yordamıyla aramaya koyulan küçük hikâyeler bunlar. Ancak kitabı elinize alırsanız, açılışta sizi gerçekten fiyakalı bir hayalet karşılayacak. New York'un efsanevi parklarında, sonra Las Vegas sokaklarında ve hatta bir dönem –Ayhan Şahenk başta olmak üzere– memleketin parke zeminlerinde de zuhur eden, sempatik bir hayalet…

Socrates Dergi