
Kendi Halinde
12 dk
Union Berlin, ilk kez çıktığı Bundesliga'da tutunmakla kalmadı, kısa sürede daha büyük hedeflerin peşine düştü. Doğu Almanya'nın özgün kulübünün tırmanışına göz atıyoruz…
İlk gençliğimin bir bölümünü St. Pauli'ye sempati duyarak geçirdim. Sempatimin kapsamı; arada bir 2. Bundesliga'nın puan durumuna bakmaktan, iki tişört ve bir atkıdan ibaretti. Sempatimin nedeni ise yoktu. Daha doğrusu kulaktan dolma bilgilerle edindiğim bir imajdan ibaretti. Bilirsiniz işte; solcu kulüpmüş, taraftarı antifaşistmiş, bu. Karşı olduğunu açıkça ifade ettiği endüstriyel futbolun tüm enstrümanlarını kullansa da elbette St. Pauli'nin tavrı değerli ve yine elbette taraftarlığının hakkını verenler de mevcut ama benimki St. Pauli, Livorno muhabbeti yapan yüz kişiden 99'u gibiydi. Klişeydi. Sonraki yıllarda bu sahtelikle yüzleştim ve altını doldurabileceğim sempatiler edindim.
Union Berlin, bunlardan biri değil. "Şanlı Union'umuz, bizim takım" gibi ifadeler kullanmıyorum. Ama ne yalan söyleyeyim, Union Berlin'in tavrını, tarzını uzaktan uzaktan takip ediyor ve çok beğeniyorum. Farklılar ama birbirinin aynısı sayısız kulübün "Biz çok büyüğüz, biz çok farklıyız" diye bağırıp durduğu bir dünyada sürekli bundan bahsedip durmuyorlar. Sorulunca söylüyor, kendi yağlarında kavrulup gidiyorlar.
"Neden farklılar?" sorusunun cevabı için, önce Union Berlin hakkında yazılan tüm metinlerde görebileceğiniz birkaç bilgiyi sıralamak gerekecek. Mesela diğer iki futbol takımından birinin ordu diğerinin STASI'ye bağlı olduğu Doğu Almanya'da "Duvar yıkılmalı" diye bağırabileceğiniz tek yerin, takımları frikik kullandığı sırada Union tribünleri olduğunu. Ama sadece Doğu Almanya döneminde farklı kalmadı Union, duvarın yıkılmasının ardından da benzersiz bir kulüp olmayı sürdürüyor. Türkiye'den sürgüne gittiği Almanya'da bu defa gurbetteki Türklerin uğradığı haksızlık ve eşitsizlikleri konu alan eserler veren Cem Karaca misali; toplumsal konjonktür ya da çevresel faktörlerden bağımsız, kendi doğruları var. Bundesliga'da iç saha maçlarını bir gelir elde etme fırsatı olarak değil de sadece maç günü olarak düşünen tek takımlar örneğin. Devre arası gösterileri yok, müzik yok, ışık oyunları yok, modern futbolun alışıldık öğelerinin hiçbiri yok. Alte Försterei'nin kapısından içeri adım attığınızda sanki yetmişli, seksenli yıllara gitmiş oluyorsunuz; sadece geleneksel bir futbol deneyimi bekliyor sizi.
En önemlisi de o stadı dolduran taraftar ile kulübün birbirinden ayrı düşünülemeyecek kadar iç içe geçmiş olması. Kulübün sahibi tam anlamıyla taraftar. Evet, Almanya'daki yasalar gereği zaten kulüplerin en az yüzde 51'i taraftara ait oluyor ama kastettiğim bu değil. 2004 yılında batmak üzere olan kulübün, taraftarların kan vermek suretiyle kazandıkları parayı bağışlamasıyla ayakta kaldığından bahsetmek açıklayıcı olur mu? Ya da bölgesel ligden yukarı yükseldiklerinde stadı lig protokollerine hazır hale getirmek için; öğretmeni, bankacısı, hemşiresi, sinemacısıyla 2500 taraftarın toplamda 140 bin saat çalıştığından? Ama yalnızca bu da değil. Union Berlin taraftarı, Noel'i bu statta kutlar örneğin. Burada mangal partileri verir. Alte Försterei, onların oturma odasıdır. 2014 Dünya Kupası'nı nerede izlediler dersiniz? Evlerinden getirdikleri kanepeler ile, bu stadın tam ortasında.

Birçok Bundesliga ekibinin tribünlerinde Hoffenheim, RB Leipzig gibi kulüplerin zengin işinsanlarının desteğiyle üst seviyelere yükselmesine karşı 2010'lu yılların başından bu yana sesler yükselirken, bekleneceği gibi Union taraftarları bu tepkileri en yüksek sesle dile getirenler arasında. Kulübün tavrı ise taraftar temsili açısından kusursuz. 2020'nin Şubat ayında birçok maç Hoffenheim'in sahibi Dietmar Hopp'u hedef alan pankart ve tezahüratlar nedeniyle durdurulduğunda; Bayern CEO'su Karl-Heinz Rummenigge "Taraftarın davranışından çok utanıyorum. Bu, futbolun çirkin yüzü. Hopp'tan da özür diledim" demiş, Mönchengladbach Sportif Direktörü Max Eberl kendi taraftarları için "Aptallar" ifadesini kullanmıştı. Union Berlin Sportif Direktörü Oliver Ruhnert ise aynı durumda "Eleştirilere hazırlıklı olmalısınız. Taraftara müdahale edilmemesini dilerdim" açıklaması yapmıştı. Kendi bölgesinde Sol Parti'nin meclis grup başkanlığını da yapan Ruhnert, başka bir röportajda kendisine yöneltilen "Kapitalist futbol dünyasında çalışmak sizin için nasıl bir duygu?" sorusuna "Union'un yapısı buna müsait. Birçok değer örtüşüyor" cevabını verse de kulübü "Solcuların takımı" olarak etiketleme kolaycılığına düşmemek gerek.
Basel'le iki şampiyonluk kazandıktan sonra 2018'de Union Berlin'in başına geçen ve ilk yılında takımını tarihinde ilk kez Bundesliga'ya taşıyan İsviçreli teknik direktör Urs Fischer'e göre kulübü farklı kılan en önemli unsur, kimsenin kendini çok fazla önemsememesi. Evet, Union Berlin'in bir tavrı, duruşu var ama bunu bağıra bağıra söylemiyorlar. Bütünü oluşturan bireyler, kişisel olarak bu tavırla yaşıyorlar ama Max Kruse'yi de alabiliyorlar aralarına örneğin. Olduğu gibi de kabul ediyorlar. Kruse'nin yaptığı, kulüp çizgisinden uzak düşen bir açıklamanın ardından Fischer "Max'la konuştum. Ben olsam bunu başka şekilde söylerdim ama o yetişkin bir insan, ben ona nasıl konuşacağını dayatamam" cevabını vermişti. Bu örnek, Union Berlin'i çok iyi anlattığı gibi onları bir stereotip olmaktan da çıkarıyor.
RB Leipzig yükselirken alttaki kadroyla devam etmesi çok konuşulmuştu. Bunu Union Berlin de yaptı ama Leipzig gibi bulunduğu ligin üstünde oyuncularla büyüyerek değil, kendi oyuncularını büyüterek... İkinci, üçüncü liglerin gediklisi denilebilecek oyuncuları Bundesliga seviyesine taşıdılar. "Beyler çok teşekkür ederiz, bizi buralara kadar getirdiniz, bundan sonraki kariyerinizde başarılar" da diyebilirlerdi ama hayır, onlarla devam ettiler. Örneğin en eski oyuncuları Michael Parensen'e göre Bundesliga'ya çıktıkları yıl kontratının uzatılmasının iki temel sebebi, taraftara "Burada bir şey değişmedi" havası vermek ve soyunma odasındaki atmosferi korumaktı. Tabii sportif olarak da kendi kahramanlarını yarattılar. 24 yaşına kadar 3. Lig'de oynayan ve Union Berlin'deki Bundesliga performansıyla Leverkusen'e transfer olan Robert Andrich buna iyi bir örnek ki milli takım için bile adı geçmeye başladı. Ya da Christopher Trimmel, yaklaşık on yıl aradan sonra Avusturya Milli Takımı kadrosuna döndü. Kariyerinin büyük bölümünü ikinci kaleci olarak geçiren Andreas Luthe, çok üst düzey bir isim olmasa da takımdaki dengelere çok iyi uyduğu için gitgide daha büyük önem kazandı. Altı ayı aşkın süre futbol oynamayan 34'lük Max Kruse burada yeniden doğdu. Başlarda kulübe ne kadar uygun olduğu tartışılıyordu fakat geldi, kaliteyi yükseltti, diğer oyuncular da bunun faydasını gördü.

Kulüp genellikle başka yönleriyle anılsa da ne kadar profesyonelce yönetildiğinin bir aynası yine Kruse transferi. Sadece gelişi değil, gidişinde de gördük bunu. Bir panik havası oluşmadı. Kruse'nin bıraktığı forma kurumadan Paderborn'dan Sven Michel'i aldılar. Aynı şekilde bölgesel ligden transfer ettikleri Marvin Friedrich'i Mönchengladbach'a sattıkları gün, yerini Freiburg'da bu sezon pek forma şansı bulamayan Dominique Heintz ile doldurdular. Tüm bunlar, sportif yapının da çok iyi çalıştığının göstergesi. Hasan Salihamidzic, Michael Zorc gibi spot ışıklarının altındaki isimler kadar konuşulmasa da Oliver Ruhnert'in burada yapmakta olduğu büyük işler günden güne daha çok göze çarpıyor. Lig ortalamasının hayli altında bir bütçeyle önce hiçbir tehlike yaşamadan ligde kaldılar, sonraki yıl Avrupa vizesi aldılar ve şimdi de Şampiyonlar Ligi için yarışıyorlar.
Tüm bu yükseliş sırasında endişe eden taraftarlar da olmamış değil. "Küçük olsun bizim olsun" düşüncesindeki birçok kişi kulüpteki aile havasının bozulmasından korkmuş. Ancak Bundesliga'ya yükseldikleri gün onlara "Siz değişmezseniz biz de değişmeyiz" diyen başkan Dirk Ziegler, bu sözünü tutmuş ve kaygıları yok etmiş görünüyor. Bundesliga'ya yükseldikleri yıl bilet fiyatlarına zam gelmedi. Ekstra kombineler çıkmadı. Localar açılmadı. Kombine sahiplerine yenileme hakkı tanındı. Gelirleri yükseltmek adına başka yollar tercih edildi. Union taraftarları takımları en alt liglerde seyrederken maç günlerini nasıl geçiyorsa, bugün Şampiyonlar Ligi'ne katılma mücadelesi verirken de aynı deneyimi yaşıyor. Sadece rakipler değişiyor, hedefler büyüyor.
Bundesliga'daki ilk maçlarında, yıllarca bugünlerin hayalini kuran ama ömürleri bunu görmeye yetmeyen taraftarların kocaman fotoğraflarını sergilediler tribünlerinde. Tüm değerlerin aşındığı, domatesin bile tadının kalmadığı çağda taraftarların kulüple ilişkileri hiçbir erozyona uğramadı. Çünkü kulüp zaten kendileri. Ve tarihin akış yönünün tersine, bu farklılığı bir pazarlama enstrümanına, bir şova dönüştürmeden, kendi halinde, yoluna devam ediyor…