
Kendinden Emin
15 dk
Emre Sakcı, girdiği her uluslararası yarışta adını büyütmeye devam ediyor. En son Adam Peaty'yi geçen milli yüzücüyle en sevdiği şeyi, suyu konuştuk.
Kısa kulvarda 2018 yılında elde ettiği dünya beşinciliği, Emre Sakcı'yı aşina olduğu uluslararası sahnede iyice bilinir hale getirdi. Glasgow'da, 2019 Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası'nda kazandığı gümüş madalya, daha da büyük başarıların habercisiydi. Arkasından Uluslararası Yüzme Ligi'ndeki (ISL) kısa kulvar 50 metre kurbağalama zaferi geldi. Biz de bütün bunların üzerine, Fenerbahçe Spor Kulübü'nün milli yüzücüsünü Budapeşte'de yakaladık. Hayır, acar gazetecilik yapıp oteline gizli yollardan sızmadık, uzaktan keyifli bir sohbet yaptık…
Yüzme, pandemiden en fazla etkilenen sporlardan biri. ISL organizasyonuna uzanan süreci biraz anlatır mısın?
Çok zor bir süreç yaşadık karantinada. Öncesinde yarıştaydık, milli takım seçmeleri vardı. Salgının Türkiye'ye sıçradığı haberi orada açıklandı bize. Sonra üç ay kadar suya giremedik. Evdeki antrenmanlarla artık ne kadar oluyorsa o şekilde devam ettik. Ama elbette ne zaman suya dönebileceğiz, nasıl olacak diye federasyonla ve bakanlıkla dirsek temasındaydık. Haziran'ı buldu suya girmemiz. Hemen sonra Temmuz gibi bana ISL'den teklif geldi. Onu değerlendirdik hocam Türker Oktay'la birlikte. O zamandan bu yana Uluslarası Yüzme Ligi için çalışıyoruz. Bu seneye özel, ISL'i de altı hafta aynı yerde süren bir organizasyon olarak düşünmüşler. Bu da bizim ekmeğimize yağ sürdü. Bu olumsuz şartlar içinde ISL'e katılmanın çok hayırlı olduğunu düşünüyorum.
Sosyal medyada kendilerine küçük havuz kuranları, bahçesine şişme havuz alanları gördük bu süreçte. Suya girememek nasıl bir duyguydu?
Bizi çok ciddi etkiledi. Su tamamen yerçekimsiz bir ortam. Bambaşka bir dünya. Öyle ki su hissi dediğimiz şey bir-iki günde kaybolabiliyor. Hatta şöyle anlatayım: Biz haftada altı gün antrenman yapıyoruz, pazar günleri idman yok, dinleniyoruz. Türker Abi, cumartesi antrenmanını sabaha değil de akşama koyuyor ki o akşamdan pazartesi gününe kadar ara su hissimiz daha az kaybolsun. Biz böyle saatlerin peşinde koşarken üç ay suya girememek çok kötü oldu.
Buna rağmen çok formda döndüğünü görüyoruz. Geçen seneki Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası başarından sonra hiç hız kesmemiş gibisin. Nasıl başardın?
Açıkçası yaptığım ekstra bir şey yok. Bu içten gelen bir durum. Sporcu bilinci, spor aşkı diyebiliriz. En başta yüzmek istememle alakalı bence. İtici güç benim için bu. Avrupa Kısa Kulvar Yüzme Şampiyonası'ndan sonra başka bir boyuta geçmiştim, olimpiyat vardı artık önümde. O iptal oldu, ondan sonra da yönümüzü buraya çevirdik. Hiç hedefimi yitirmedim.
Sözü geçmişken, ISL'deki yapıyı daha detaylı anlatabilir misin?
Evet, dışarıdan biraz karmaşık görünüyor. Ben anneme bile anlatamadım, birkaç günümü aldı açıklayabilmek. (Gülüyor.) Geçen yıl şöyleydi: Sekiz takım vardı, dört takımı alıp hafta sonu iki gün yarışa sokuyorlardı. Normalde sekiz gün olan yarışları iki güne sıkıştırıyorlardı. Konsantre bir yarış programı vardı. Bu dörtlü, iki yarış yüzüp puanlarını alıyordu. Her yarıştan bir, iki, üç, dört olarak puanlar alınıyordu. Finalde de kazanan şampiyon oluyordu. Bu sene daha farklı. Seyahat edemediğimiz için bizi Macaristan'da 'bubble'a kapattılar. Tüm müsabakalar burada Duna Arena'da yapılıyor, sıkı bir denetim var.
Budapeşte'de kazandığın 50 metre kurbalağama yarışında kadro çok genişti. Böyle bir sonuç bekliyor muydun?
Açıkçası formdaydım, hocamla birlikte rakipleri incelemiştik ve başarının gelebileceğini biraz öngörüyorduk. Bu yıl ISL'in ikincisi yapılıyor, ben ilk kez katılıyorum. İnanılmaz keyifli bir organizasyon. Tahmin ettiğimden çok başka bir ortam buldum. Zor geçeceğini düşünüyorduk zaten ama bu kadar keyifli olacağı aklıma gelmemişti. Olimpiyatın 900 yüzücü kotası varken burada kota 300 kişi. Ne kadar çetin bir yarış olduğunu buradan anlayabilirsiniz. Olimpiyatta bir de ülke kotası oluyor. Tabii ki her ülkeden sporcu gelmesi çok önemli ama kalite de düşebiliyor. ISL profesyonel bir lig olduğu için en elit yüzücüler katılıyor.
Yarış sonrası Adam Peaty ya da diğer rakiplerinle aranda bir sohbet geçti mi?
Pandemi gereği sıkı kurallar var, o yüzden sürekli sohbet etmek çok mümkün değil. Arka tarafta hepimiz maske takmak zorundayız, temas yok. Sadece en son, yarışa girecekken maskeyi çıkarabiliyoruz. Yarış sonrası dolaşırken de yine maske takmak zorunlu. Bu kurallara uymazsan cezalar var, takımın eksi puan alabiliyor. Fakat bütün bunlara rağmen sonuçta diğer yüzücülerle irtibat halindeyiz. Sadece yarıştan sonra değil, önce de konuştuk. Geyik muhabbetleri, başarı dilekleri, akabinde tebrikler…. Adam Peaty de akşam mesaj attı, tebrik etti ve biraz konuştuk.
Biraz geriye sararsak, kurbağalamaya geçiş nasıl oldu? Aslında bu dala göre boyun uzun kalıyor bildiğim kadarıyla.
Türker Abi beni transfer ettiğinde ana hedefi yirmili yaşlarımda zirveye çıkmam ve otuzlu yaşlarımda da bu performansı devam ettirebilmem üzerineydi. Sakatlanmadığım sürece uzun yıllar performansımı geliştirebilmem üzerine konuştuğumuzu hatırlıyorum. Ama kurbağa tekniğine geçiş, pek de planlı bir şekilde ilerlemedi. Bir buçuk, iki sene önce oldu. Öncesinde de arkadaşlarım kurbağa yüzemezken ben yüzebiliyordum ama saf kurbağacı değildim. İki yılda kurbağa yarışlarına gire gire baktım ki yüzebiliyorum. Bir gün bir baktım ki Türkiye rekorunu kırmışım. Gördük ki arkası geliyor, üzerine gittik. Boyum dezavantaj olsa da kısa kulvarda su altıyla götürdüğüm için avantaj da oluyor…
Kısa kulvarla, 50 metrelik uzun kulvar performansında boyun ve su altı tekniğin nasıl farklar yaratıyor?
Kısa kulvarda avantajım su altı. Ama dönüşte de bir o kadar dezavantaj çünkü toparlanmam çok yavaş gerçekleşiyor. Fiziğime göre çeviğim ve boyumu kullanabiliyorum, bu bir kabiliyet ama ne kadar iyi kullansam da 1.80 boyundaki birinden hızlı yapamam bunu. O yüzden orada eksim var. Uzun kulvarda yüzdemi biraz geliştirip hızlandırıyorum. Kollarımla daha fazla su topluyorum ama bu da küçülürken daha büyük alan kaplamama yol açıyor, direnci artırıyor ve dezavantaj yaratıyor. Yani her avantaj bir dezavantajı da getiriyor.
Kurbağa en fazla detay isteyen teknik. Benim bacaklarım da çok uzun. 50 metrede artık yüzerken hafif bellerini kullanarak kolla yüzüyor sporcular. Normalde kurbağa tekniği yüzde 60 ayak yüzde 40 kollarla yüzülür. Ama özellikle 50 metrede bütün yük şu an kollara binmiş vaziyette dünyada. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum ama ayaklarım çok büyük, kolu hızlı atarken ayaklarım yetişemiyor. Ayak kapanmadan da kolu çekemiyorum. Yine bir direnç oluyor. Bu da paradoksa sokuyor bizi açıkçası. İzmir'de de kışın çalışabileceğimiz 50 metrelik bir havuzumuz yok maalesef. Ama bir yandan da İzmir'den ayrılmak istemiyorum, burada rahatım. 2013'te Bob Bowman'ın davetine de gitmek istememiştim. İzmir'de antrenörümle mutluyum.
Farklı bir yaklaşıma sahipsin. Bu zihinsel ve duygusal yapın nasıl oluştu?
Bu yola girerken tek amacım bu işten keyif almaktı. Beni motive eden tek şey buydu. Hâlâ öyle. Zaten bence olimpik branşlar keyif almadan yapılacak işler değil. Antrenmanlar artık öyle seviyelere çıkıyor ki çok güçlü bir mental yapı gerekiyor. Ve ayrıca, ciddi maddi getirisi olan sporların içinde değiliz. Bir basketbolcu ya da futbolcu kadar kazanamıyoruz. Yani ben kendi kendime yetmek zorundayım.

"İki yılda yarışlarda baktım ki kurbağa yüzebiliyorum. Bir gün baktım Türkiye rekorunu kırmışım!"
Ülkemizde hâlâ yüzme deyince akla ilk deniz gelir, yüzme için yeterli nitelikte havuz, okul entegrasyonu ve iyi eğitmenler gerekliliği unutulur. Peki sen havuzu ve iyi eğitmeni nasıl buldun küçükken?
Üç yaşında geçirdiğim boğulma tehlikesinden sonra beni yüzme kursuna gönderdiler. Sonra İzmir'de Ege Üniversitesi'ndeki havuzda yüzmeye devam ettim. Annem bir yerden duyup Aylin Çeçen Aksu'ya götürmüştü beni. Aylin Abla da çok ilgilenmiş, fiziğime ve esnekliğime istinaden "Bu çocuk yüksek atlama veya uzun atlama da yapabilir" demişti. Hocamla, yani Türker Abi'yle de çok eski arkadaşlar. Ona söylüyor "Böyle bir çocuk var" diye. Benim haberim yok. Sonra Türker Abi'yle annemler görüşmeye başlıyor. Ben Fenerbahçe'ye transfer olana kadar, bir-iki yıl geçiyor orada. Sonra Türker Abi'yle 2010 yılında başlayan bir maceramız var.
Hatta Aylin Abla ilk başta şöyle bir şey demiş annemlere: "Eğer bir olimpiyat hedefiniz yoksa hiç zaman harcamayın çünkü bu çocukta o potansiyel var. Ya tam anlamıyla bu işe girin ya da şimdi vazgeçin." Bizimkiler konuşmuşlar, bakmışlar bende de istek var… Çünkü o yaşlarda bana sürekli şunu soruyorlardı: "Yüzmek istiyor musun? Ne kadar istiyorsun? Ne yapmak istiyorsun?" Okul da çok parlak değildi. Türker Abi'yle maceramız başladıktan sonra yüzmeye döndüm. Hayatımda başka bir şey olmadı. Hocamın sistematik antrenmanlarıyla, vites artıra artıra, ileri yaşlara yönelik idmanlarla bu günlere geldik. Bunlar daha başlangıç. Ben arabanın marşına daha yeni bastım. Yola henüz çıkmadım diyebilirim. Bu noktada federasyonun ve Fenerbahçe'nin desteği çok önemli. Psikolojik danışmanım ve ayrıca kondisyoner ekibimiz var. Spor hekimi Aylin Çeçen Aksu ile sürekli irtibat halindeyiz.
İzmir'de Türker Oktay'ın çalıştırdığı yirmi kişilik bir grubumuz var. On yedisi milli sporcu. Geleceği parlak, elit bir grup. Türkiye yüzmede çok başarılı olabilir aslında. ABD'de iki buçuk, üç milyondan fazla lisanslı yüzücü var. Türkiye'de ise bu sayı 20-25 bin civarında. Mesela şimdi Budapeşte'deyiz. Ben buradan bir buçuk kilometre kadar havuza yürüyorum. Havuza yürürken de köprüyü geçiyorum. Köprü hariç kısımda altı-yedi spor salonu var. En az beş-altı da yüzme havuzu var. Bizim kaldığımız ada sadece sporcular için ayrılmış bir ada. İzmir'de ise dört-beş havuz var. Onlar da elli metrelik değiller.
Türkiye'deki altyapı ve okul sistemi kopuk kopuk. Bir röportajında "Okuldan çok yüzmeye odaklandık" demişsin. O karar süreci nasıl yaşandı?
Bu seviyeye gelmemde ailemin ve hocamın emekleri çok. Annem bana şu soruyu sordu: "Emre, yüzme mi okul mu?" Ben yüzmeyi seçtim. Bir yere kadar şöyle bir misyonum vardı aslında: "Türkiye'de okulla yüzmenin yürütülebileceğini göstermek istiyorum." Ama girdiğim üniversite bana hiçbir kolaylık sağlamadı. Okula devamlılığa zorladı ve ben de antrenman programım sebebiyle bunu başaramadım. Sonra bu misyonumdan vazgeçmek zorunda kaldım. Olimpiyat sonrası tekrar sınava girip başka bir üniversitede şansımı deneyeceğim.
Bu başarı sonrası, fiziğinden ötürü, herkes seni Phelps'e benzetti ama Türker Hoca "Usain Bolt'a daha çok benziyor" yorumunu yaptı. Ne demek istiyor?
Ben gerçekten bu işten çok büyük keyif alıyorum, o nedenle. Üç yaşında suya girdim, 2005 yılında lisansım çıktı, o günden beri suyun içindeyim. Hayatta yüzme dışında bir şey bilmiyorum. O yüzden yüzmekten çok mutluyum. Ben mühendis olarak bir proje çizmedim, televizyonda bir program sunmadım, onları bilemem ama yüzmeye hazırım. 21 yıldır bunun için, olimpiyat için çalışıyorum. Korkmuyorum, endişelenmiyorum. Çünkü çalıştım ve hak ettim. Ne mutlu bana ki bunun meyvesini de yiyorum. Bu da bir lütuf esasında. Havuz kendimi en iyi hissettiğim yer. Kendimi orada ifade edebiliyorum. Yüzme sayesinde varım ve ona minnet borcumu hiçbir zaman ödeyemem. O yüzden kendime hep şöyle diyorum: Sürekli gül, pozitif bak ve o sahneye çıktığında mutlu ol. Su benim arkadaşım, su benim sevgilim…
Eve git, yemek ye, yat… Lise bitince, üniversiteye de vakit ayıramayınca, hayatımda ev ve antrenman kaldı. 2017, evde dizi izleyerek geçti. O dönem ruhumun acıkmaya başladığını fark ettim, kendimi geliştirmeliydim. Yani boş şeyler artık bana tat vermiyordu. Tamam, ben yüzerek, belli bir ideal uğruna bir şeyler yapıyorum ama dışarda da kendimi beslemem gerekiyordu. Onun açlığını yaşadım. Sonra bu açlığı kapatmak için çaba harcamaya başladım. Hâlâ da tam olarak kapatmış değilim.
Olimpiyat ertelendi. Bu erteleme senin planlarında nasıl bir farklılık yarattı?
Bana göre en büyük artım, her şekilde kendimi motive edebilmem. Olumlu ve olumsuz şeylerle… Olumsuz gelişmelerden çok motive bir şekilde çıkabiliyorum. ISL'de çok güzel yüzdüm, bu da beni motive edebiliyor. Örneğin şu an daha da bilenmiş durumdayım. İyi bir şey yapınca o iyi şeyi daha çok yapmak istiyorum. Kötü bir şey olunca da bunu bir meydan okuma olarak görüyorum.
İyi şeylerden bahsettik, öyle de kapatalım. Geçen yıl Glasgow'da elde ettiğin tarihi Avrupa ikinciliği… Derya Büyükuncu'dan bu yana, 19 yıldır böyle bir madalya gelmemişti.
Ben uluslararası sahnede olduğumu biliyorum ama insanlar, Avrupa'daki yüzücüler bunu çok bilmiyordu. Orada biraz kendimi diğerlerine de gösterdim. Sonra olimpiyat ertelendi ama ne mutlu ki ISL'e geldik. Motivasyon kaybetmedik aksine daha da bilendik. Hoş, buraya gelirken de bir düşüş yaşadım aslında. Sonuçta bizim antrenman metodumuz yüklenme üzerine. O antrenmanı yükledikçe vücut yoruluyor ve düşüyor.
Sonra taper (Zirve noktası) yapıyor. Biz beş-altı ayda bir zirve yaparız. Glasgow'da son zirvemi yaptım, sonra olimpiyattan önce nisan ayında bir tane daha yapacaktık. Ondan sonra vücudu yükleyerek tekrar yukarı çıkacaktık. Pandemi girdi, ben sadece vücudu yüklediğimle kaldım, zirveyi yaşayamadım. Evlere gittik, bir hafta sonra döneriz diye düşünüyorduk. İki hafta oldu, üç hafta oldu, haberler kötüye gidiyor… Üç ay giremedik suya. Sonra bir daha başladık. Özlemişiz zaten. ISL geldi ve programa tekrar başladık. Ama yine düşüşteyim. Bu düşüş dokuz ay sürdü. Dokuz ay boyunca zorlandım. Yine de çok iyi götürdüm bence. Bir-iki yıl önce olsa daha kötü geçerdi bu dönem. Çünkü psikolojik olarak henüz bu kadar olgunlaşmamıştım. Türker Abi'yle konuşurken de "Tamam, böyle olacağını biliyorum ama biraz da iyi yüzmem lazım çünkü çok özledim" diyordum. Bu açıdan da Budapeşte'deki başarı çok doğru zamanda geldi...