Kendini İnşa

8 dk

Küçük bir Avusturya kasabasında doğan Arnold Schwarzenegger, göçmen olarak geldiği ABD'de nasıl ünlü bir film yıldızına, ikona ve politikacıya dönüştü?

Getty Images

Arnold Schwarzenegger, 2004'te Cumhuriyetçilerin ulusal kongresinde ABD'nin kendisi için ne anlama geldiğini anlatıyordu. Avusturya'da doğan, elli yıl önce Yeni Kıta'ya ayak basan ve otuz beş yıl önce de ABD vatandaşlığına hak kazanan Schwarzenegger; ikinci ülkesinin gücünü, biricikliğini övüyordu. Kariyerini, başarısını ve ailesini ABD'ye borçlu olduğunu söylüyordu. Ona göre ABD'li olmak bir ayrıcalıktı. Kaliforniya Valiliği'ni yeni kazanan Schwarzenegger'in bu popülist ve hararetli konuşmasındaki güçlü ABD vurgusu Mandela, Martin Luther King, Berlin Duvarı'nın yıkılışı gibi önemli referanslarla sağlamlaştırılıyordu. Sözden daha etkili olan ve sözü aşan bu imajların kullanılması insan hafızasını ortak değerlerle harekete geçirip ABD ile birleşiyordu. Schwarzenegger'in spor ve sinema dünyasında kurduğu imajların bizlerin hayatlarında yerini alması gibi...

Schwarzenegger, Avusturya'nın güneydoğusunda, Thal kasabasında doğdu. Katolik ve katı bir ailede büyüyen Arnold, babası Gustav'dan şiddet görüyordu. Peder, Nazi partisine üye bir polisti. Askerdeyken İkinci Dünya Savaşı'nda Stalingrad cephesinde yer almıştı. Sert karakterini oğlu üzerinde de gösteriyordu. Büyük oğlu Meinhard'ı kayırıyordu. Hatta bu durum Arnold'ı, biyolojik babasının Gustav olmadığı şüphesine de götürüyordu. Arnold, Avusturya ve Almanya'daki aile yapısını "Orada, o dönem aileler sizi kırmak istiyordu. Her şeyi kabul ettirmek... Yapamazsın dediklerinde, bunun benim için çok uzun sürmeyeceğini biliyordum" diyerek eleştiriyor ve karakterini ortaya koyuyordu. 'Zengin ve başka biri' olmak isteyen Arnold, henüz 10 yaşındayken okulda fotoğraflarını gördüğü ABD'nin hayallerini kurmaya başladı. Sporla, özellikle futbolla ilgilenen Arnold, 14 yaşında spor salonunda vücut geliştirme (body building) ile tanıştı ve herkese mal olan hikâye böyle başladı.

Her kasını mükemmelleştirmeye çalışan Arnold için vücut geliştirme, her şeyin küçük olduğu kasabasından her şeyin büyük olduğu ABD'ye geçiş için biletti. Aslında kazandığı yarışmalarla birlikte geziler başlamıştı. Önce Münih'te sonra bir süre Londra'da yaşadı. Ancak aklındaki biricik hedef ABD'ye gidebilmekti. Ona bunun da kapısını açan, vücut geliştirmenin en önemli yarışmalarından biri olan Mr. Universe'ü kazanmasıydı. Henüz 20 yaşındaydı ve bu unvanı ele geçiren en genç isim olmuştu. 1968'de sporun ona yarattığı fırsatı değerlendirdi, ABD'ye gitti ve bir daha da geri dönmedi.

Spor kariyerinde dört kez Mr. Universe, yedi kez de Mr. Olympia seçilen Arnold'ın bir diğer hedefiyse aktör olmaktı. Heykel gibi vücudu spor kariyerinde onu zirveye taşıdığı gibi, Hollywood'da da kapıları açtı. O vücutla ilk oynadığı filmin 1970 yapımı Hercules in New York olmasına şaşırmamak gerek. Sahne isminin Arnold Strong olmasının şaşırtıcı gelmemesi gibi. Stay Hungry filmiyle 1977'de 'En İyi Başlangıç Yapan Aktör' dalında Altın Küre kazandı. Bununla beraber onu Hollywood'a tanıtan film, kendisinin konu olduğu Pumping Iron'dı.Vücut geliştirme kültürünün simge filmlerinden birine dönüşen 1977 yapımı belgesel, seksenlerde fitness çılgınlığının ateşlenmesinin ana yakıtlarındandı. Arnold bu çılgınlığın ikonuydu. Daha önce de vücut geliştirme şampiyonları olmuştu. Arnold'ı farklı kılan belki de azmi ve inancıydı. Bir gün spor salonunu kapalı bulduğunda camı yumruklamıştı. Vücudunun mükemmelleşmesinden ziyade, o vücudun ulaşmak istedikleri için araç olduğunu biliyordu.

Bir imaj olarak kurduğu vücudu, onu ABD'ye taşıdığı gibi sinema kapılarını da açmıştı. Vücut geliştirmenin ardından sinema ikonu olması da çok vakit almadı. Doğru filmi 1982'de buldu. Conan the Barbarian, aksiyon filmlerinin patladığı seksenlerde Arnold'ı da parlattı. Yıldız statüsünde Sylvester Stallone'nin seviyesine geldi. Hatta kazandığı para olarak onu geçecekti. Conan karakterinde çok az repliği olan Arnold'ın Avusturya aksanı ise dikkat çekiyordu. Ancak bu izleyici için sorun olmadı ve hatta daha sonra imajına kattığı yeni bir figür oldu. Talep edilen bir ses hâline geldi. Arnold'ın az ve öz konuşması da yetiyordu. Conan, sinema tarihine, unutulmaz cümleler armağan etti. Bunun zirvesini 1984'te gördük.

James Cameron'ın yönettiği düşük bütçeli, B-tipi film The Terminator hem sinema tarihinde hem de Arnold'ın kişisel mazisinde dönüm noktası oldu. Fakat olamayabilirdi de... Cameron aslında gelecekten Sarah Conor'ı korumak için gelen Reese karakteri için Arnold'ı düşünüyordu. Ancak daha önce 1973'teki Westworld filminde Yul Brynner'in Gunslinger karakterini izleyen Arnold, T-800'ün Terminator'de nasıl oynaması gerektiğine dair fikirlerini söyleyince rol onun oldu. Sadece 58 kelime konuştuğu filmle sinemanın da simge imajlarından birini yarattı. Arnold, spor dünyasının ardından artık film dünyasında da bir ikondu.

Dilini bile düzgün konuşamadığı ABD'ye gidip vardığı nokta imajın insanların algısında ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Bunu bilerek ya da fark etmeden yapmış olsa da sonrasında bu imajı iyi kullandı. İyi İngilizce konuşabiliyor olmasına rağmen, kendisiyle özdeşleşen Avusturya aksanını yeri gelince devreye sokuyordu. Sınırları, ülkeleri, milletleri manasız kılan bir imajdı bu. Sadece ABD'de değil, Türkiye'de ve dünyanın muhtemelen başka bir ülkesinde de seksenlerde en çok seyredilen üç-beş aktörden biriydi. Ailesinden görmediği onayı ve takdiri tüm dünyadan görmüştü. ABD ona en iyi fırsatları vermiş olabilir, bununla beraber o da yabancısı olduğu bir ülkede bu fırsatları görünümü, arzusu, inadı ve yaratıcılığıyla altına çevirdi.

Sinema ve spor dışında yaptığı yatırımlarla otuzuna varmadan zaten milyonerdi. Commando, Predator, Total Recall ile kült filmlerin parçası olmayı sürdürdü. Aksiyon yıldızıyken Danny de Vito ile Twins'i yaptı ve komediye de girdi. Henüz yirmilerinin başındayken sarf ettiği "Bir film yıldızı olacağım" sözünü tuttu. Bu kadarı da yetmedi. Politikaya girdi.

İlk Conan'ı çektikten bir yıl sonra 1983'te ABD vatandaşlığını alan Arnold, 1986'da John F. Kennedy'nin yeğeni Maria Shriver ile evlendi. Spor ve sinemadan elde ettiği popüler imaj ve tanınırlıkla politik göndermeleri de dinleniyordu. ABD'ye ilk geldiğinde Richard Nixon'ın konuşmasını dinleyip Cumhuriyetçi olan Arnold, "Altmışların demokratları Avusturya'daki sosyalistlere benziyordu. O yüzden Cumhuriyetçi oldum" demişti. Popülaritesi başkanlarla ilişki kurmasını da sağladı. Kendisi gibi film yıldızı olan Ronald Reagan'ın uyuşturucu karşıtı videosunda yer aldı. Onu bir Cumhuriyetçi olarak kamuya açansa George W. Bush'un başkanlık kampanyasına verdiği destekti. Bush, iyi anlaştığı Arnold'ı sık sık yanında istiyor ve Camp David'e de davet ediyordu.

Kennedy ailesine damat gitmesine, politikacılarla ilişkilerine rağmen Arnold'ın 2003'te Kaliforniya Valisi seçilmesi bir başarıydı. Yönetimdeki film yıldızlarına yabancı olmayan Kaliforniya'da seçilmesinde, vergiler ve suça dair tavrının yanında yıldız bir oyuncu olmasının payı da büyüktü. Kaliforniya'da iki dönem valilik yaptı. Hatta sonrası için kendine başkanlığı hedefledi. Ancak valiliğin ardından başkan olan Reagan'ın yolundan yürümesi için bir engel vardı. Avusturya'da doğmuştu. İmajı sınırları aşmış ama ABD anayasasını aşamamıştı. ABD topraklarında doğmayan biri başkanlık yarışına giremiyordu. Politik hayatı bu şekilde noktalandı. Yine de çıkabileceği yere kadar çıkmıştı. LA Weekly'nin yazdığı gibi, en meşhur göçmendi. Bir göçmenden farkı; doğduğu ülkede, ailede yapamamıştı. Babası ve kardeşinin cenazelerine dahi gitmemişti. Belki geç haberi oldu, belki de çocukluğunu düşününce artık çok geçti. Ne olursa olsun, başından beri oraya ait hissetmiyordu. Arnold ait olduğu yeri kendi yarattı.

O yer oradaydı zaten ama bağları kuran Arnold'dı. Adım atmadan da önce ABD'nin değerleri, onun değerleriydi. Gururlu ve onurlu bir ABD vatandaşı oldu. Ülkelerin sınırlarını aşan imajı tüm dünyada yaratsa da ABD'nin kendine sunduklarını benimsedi. Fırsatlar ülkesi, onun için gerçekti. Pekçokları bu fırsatlardan nasibini alamasa da Arnold Yeni Kıta'nın sunduğu şansları değerlendiren bir simge hâline de geldi. 'Amerikan Rüyası'nın vücut bulmuş hâline dönüştü. O da ülkenin ona kattıklarının hakkını verdi. Yazının başında bahsettiğimiz konuşmada söylediği bir başka cümle de bunu onaylıyordu: "Bazıları özgürlüğün sadece bir rüya olduğunu söylüyor. Doğru söylüyorlar, Amerikan Rüyası."

O dönemde politikacı olsa da samimiyetinden şüphe etmek zordu.

Socrates Dergi