
Kırk Yıl
15 dk
Kariyeri boyunca yenilgileri üzerine konuşan Joop Zoetemelk, aslında 1980'de Fransa Turu'nu kazanmıştı. Hollandalı efsaneyle buluştuk ve evet, biz de yenilgilerden başladık.
Fransa Turu da kaybedenlerin tarihidir. Daha önce Socrates için röportaj yaptığım, yarım asırlık bisiklet spikeri Daniel Mangeas, Raymond Poulidor-Jacques Anquetil rekabeti üzerinden bu durumu şöyle özetlemişti: "Fransızlar kaybedenleri sever. Poulidor'u sıradışı şekilde popüler yapan da çoğu zaman kaybetmesiydi. Ama tek sebep bu değildi. Anquetil hep daha mesafeli, soğuk dururdu; Poulidor ise sıcakkanlıydı. Anquetil ukala değildi, sadece çekingendi. Poulidor daha çok köylülerin sevgisini kazanmıştı, Fransa'nın kırsalı kendisini onunla özdeşleştirmişti. En nihayetinde, bisiklet kırsal bir spordur."
İki tekerin tarihinde Poulidor gibi 'ebedi ikinci' lakabını alan bir isim daha var: Joop Zoetemelk. 1980 Fransa Turu'nun şampiyonu, bu yıl birçok anmanın merkezinde olacak. Hollandalının kariyeri boyunca kazandığı yarışlar kadar ikinci oldukları da hatırlandı. Zira Zoetemelk, Fransa Turu'nu tam altı kez ikinci bitirdi. Ve hiçbir zaman da sıcakkanlı olmadı. O hem kaybetmiş hem de çekingen davranmıştı.
Emekli olduktan sonra bir süre bisikletin içinde kalan, uzun yıllardır da Fransa kırsalında yaşayan Zoetemelk'u aradığımda tepkisi netti: "Ne sormak istiyorsun?" Ertesi gün röportaj için numarasını tuşladığımda merak konusu aynıydı: "Ne konuşacağız?" Hiçbir zaman başarılarını ve başarısızlıklarını büyük mesele yapmayan, kahraman olduğu ülkesinde bile mütevazı tavırlarıyla dikkat çeken Zoetemelk, aslında kolayca talebimi kabul etmişti. Sadece merak ediyordu. Geçmişten bahsetmek istediğimi duyunca mutlu oldu. Sonra nostaljik bir tur attık. Fransa'dan önce Bursa-Eskişehir'e bile uğradık.
Bay Zoetemelk, kariyerinizden bahsetmeyi sevmediğinizi söyleyen gazeteciler var. Haklılar mı?
Hayır tabii ki geçmişten bahsetmeyi çok severim. Neden sevmeyeyim ki? Yaşamımın büyük bölümünü sevdiğim bir mesleği yaparak geçirdim ve o meslekte de fena sonuçlar almadım. O yüzden geçmişten bahsetmeyi severim.
O zaman başlayalım. Fransa Turu'nda tam 16 kez mücadele ettiniz. Bisikletin en büyük yarışıyla aranızdaki ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?
Tour de France, hayatımın yarışı. Hem de ilk günden beri… En başta rüştümü ispat ettiğim yer 1969'daki Tour de l'Avenir'di. 1970'de profesyonel oldum ve ilk kez Fransa Turu'na katıldım. Le Tour, 1980'lerin sonuna kadar hayatımın ayrılmaz bir parçası oldu.
Ve aslında o serüven içinde ülkenizin farklı bir geleneğini de temsil ettiniz. Hollanda'dan klasikçi çıkmasına alışığız ama siz Hollandalı tırmanışçı geleneğinin öncülerindensiniz.
Evet, coğrafi olarak Hollanda'nın çok tırmanışçı çıkarmaması normal. Ben de bisikletçi olarak dağlarla temasımı ilk kez Hollanda dışına çıkınca yakalamıştım. Burada sizi de ilgilendirecek bir dönüm noktası var hayatımın. 1967'de yurtdışına ilk kez çıktığımda Cumhurbaşkanlığı Türkiye Bisiklet Turu'na katılmıştım. Dağlarla tanışmak dediğimde kastettiğim oydu. Tırmanışçılık serüvenimin başında Türkiye vardı. Orada potansiyelimi gördüm ve bir de etap kazandım. (Zoetemelk, Bursa-Eskişehir arasındaki sekizinci etapta galip gelmişti.)
Türkiye, hayatımda hep güzel bir hatıra olarak kaldı. Bugünden bakınca etap detaylarını, geçtiğimiz yerleri çok iyi hatırlamıyorum ama yarışmak için yurtdışına çıkmak heyecan vericiydi. Havalimanı, uçak, kazandığım etap… O deneyimden bir parça hep benimle birlikte kaldı.
İlk Fransa Turu deneyiminiz de inanılmazdı. 1970'te daha yeni profesyonel olmuşken, Fransa Turu'nu Eddy Merckx'in arkasından ikinci bitirdiniz.
O dönemlerde Tour de l'Avenir, amatör bisikletçiler için büyük bir eşikti. Profesyonel olmadan önceki son duraktı, özellikle de genel klasman adayları için büyük bir testti. Orada kendimi göstermiştim, ertesi sene profesyonel olunca da Fransa Turu'na katıldım. Flandria-Mars'ta yarışıyordum; Roger De Vlaeminck, Eric Leman gibi bisikletçilerin olduğu güçlü bir takım… Sonunda, ilk denememde ikinci oldum. Eh, bu da epey normaldi. Tarihin en büyük bisikletçisine yenilmiştim.
Flandria-Mars'ta Briek Schotte ile çalışmıştınız. Herkes onun gerçek bir Flaman olduğundan söz eder. Sert, yağmurda çamurda asla şikâyet etmeyen bir bisikletçi. Patron olarak nasıldı?
Özel bir adamdı. Ama o dönemin bisikletçidirektör ilişkisini bugünküyle karıştırmamak gerekir. Kulağımızda kulaklıklar yoktu, yarış sırasında sürekli bize bilgi ve emir veren takım arabalarına sahip değildik. Elbette Briek bize planı anlatırdı, "Arkadaşlar şöyle, şöyle yapacaksınız" derdi. Ama devamında iş size kalırdı. Parkurla baş başa kalırdınız.
1970, Eddy Merckx'in ikinci Fransa Turu zaferiydi. Onunla savaşmak nasıldı?
Ben Eddy Merckx'le savaşmadım çünkü Eddy Merckx başka bir seviyedeydi, bizden farklı bir evrendeydi. Ortalama bile olduğunu söyleyebileceğimiz herhangi bir alanı yoktu. Düz etaplar, zamana karşı yarışları, zirve finişleri, inişler… Her alanda mükemmeldi. O yüzden Merckx'in arkasından ikinci olmaktan hiçbir zaman gocunmadım.
O dönem Merckx'e rakip olmak isteyen çok yıldız vardı. Mesela Luis Ocana, köpeğinin adını Merckx koyacak kadar takıntılıydı. Siz de Fransa Turu tarihinin en dramatik etabında, 1971 Col de Mente inişinde, Ocana'nın kaza yaptığı ânın bir parçasıydınız.
O sezon Ocana formunun zirvesindeydi. Zaten olağanüstü bir tırmanışçı olduğunu herkes bilirdi, dağlarda geçilmesi zordu. Le Tour'un ilk bölümünde Orcieres-Merlette etabında müthiş fark yaratmıştı, sarı mayoyu sekiz dakikanın üstünde bir farkla omuzlarına geçirmişti. Benzersiz bir hegemonya kurmuştu Merckx'e karşı. Hikâyenin gerisini biliyorsunuz. Col de Mente inişinde Merckx'in atağına yanıt vermeye çalışırken düştü ve sarı mayoyu kaybetti.
Yetmişli yıllar boyunca Fransa Turu'nu tam beş kez ikinci bitirdiniz, 1980'deki zaferinize kadar size de, tıpkı Raymond Poulidor gibi, 'ebedi ikinci' diyenler vardı. Bundan rahatsız olur muydunuz?
Hayır, bunu sorun etmezdim. İkinci yılımda, 1971 Fransa Turu'nda da ikinci olmuştum. Esas kariyerimi değiştiren olaylardan biri 1974'te yaşandı, Midi Libre'de ciddi bir kaza yaptım, bir arabaya çarptım. Çok şanssız bir dönemdi zira zirveye yeniden yaklaşmak birkaç senemi almıştı. Daha da şanssız bir tarafını söyleyeyim, kazanın fiziksel etkilerinden ayrı olarak zamanlaması da can sıkıcıydı. Zira Merckx kariyerinin sonuna gelmişti ve yetmişlerin ortasında benim için büyük bir kapı açılmıştı. Fransa Turu özelinde talihim değişebilirdi. Ama sakatlandım ve toparlanmaya, tekrar zirveye dönmeye çalışırken bu sefer de Bernard Hinault çıkageldi. Merckx'ten kaçmaya çalışırken başka bir istisnai yetenekle karşı karşıya kalmıştım.
Evet, başka dönemlerin iki büyük yıldızı ama Merckx ile Hinault'yu kıyaslayabilir misiniz? Kim daha güçlüydü?
İkisi de inanılmaz bisikletçiler, ne söylenebilir ki? Baktığınızda yetenek olarak çok farkları var mı? Emin değilim. Eddy'nin farkı daha çok zihinsel taraftaydı. Eddy her şeyi kazanmak, herkese hükmetmek isterdi. Lakabının 'Yamyam' olması her şeyi açıklıyor zaten. Klasikler, büyük turlar, haftalık yarışlar… Fark etmezdi onun için. Hinault'nun da özgeçmişinde çok çeşitli zaferler var. Fransa Turu dışında da yarışlar kazandı, klasikler aldı, İtalya ve İspanya Turu'nda birincilikleri var. Ama o tabağa bakıp "Şunu ve şunu istiyorum" diyen seçici bir insandı. Merckx ise şöyleydi: "Şunu, şunu, şunu, şunu, şunu, şunu ve şunu istiyorum."
Karakter olarak nasıllardı? Kendi dönemlerinde ikisinin de pelotonun patronu olduğu söylenir, bu açıdan benzeşirler miydi?
Yarış stilleri karakterlerine yansımıştı. Eddy'nin her şeyi kazanmak isteyen hâli karakterinde de ücut bulmuştu. Bernard ise daha ihtiyatlı biriydi, daha içine kapanıktı, daha sakindi. Sınırlarını iyi çizerdi. Sezon başında hedeflerini net bir şekilde belirlerdi. Mesela 1981'de kazandığı Paris-Roubaix... Her şeyi istemezdi ama istediği şeyleri almakta da çok becerikliydi.

Sonunda, 1980'de Fransa Turu'nu kazandınız. Tam kırk sene önce… Onca ikincilikten sonra neler hissettiniz?
Bütün düşlerimin gerçekleştiği seneydi. Hayatım boyunca Fransa Turu'nu kazanmak istemiştim ve 1980 sezonu öncesi kendi adıma kritik bir hamle yaparak takım değiştirmiştim, TI–Raleigh'e geçmiştim. Orada çok önemli tırmanışçılar vardı ama benim için daha da önemlisi, TI–Raleigh'in zamana karşıdaki çalışmalarıydı. Zira dönemin Fransa Turu parkurlarında bireysel zamana karşı ve takım zamana karşı etapları bolca bulunurdu. Ben zaten o alanda iyiydim, 1968 Olimpiyat Oyunları'nda Hollanda ile birlikte takım zamana karşı yarışında altın madalya elde etmiştim. O yüzden TI–Raleigh'e geçmem doğru bir hamle oldu. Ânında uyum yakaladık.
Yetmişlerin sonundaki birçok Fransa Turu'nda Hinault'nun arkasında kalmıştım ama 1980'de şansım yaver gitti. Onun için şanssızlık, benim için büyük fırsattı zira Hinault, sakatlığı nedeniyle yarışı yarıda bırakmıştı. Ben de hayatım boyunca beklediğim fırsatı yakaladım. Böylece kariyerim tamamlanmıştı, Fransa Turu şampiyonu olmuştum.
O seneki takımınızı şimdiki Team Jumbo-Visma ile kıyaslayanlar var...
Gerçekten harika bir ekipti. Hem benim için çalışmışlardı hem de takımdaki herkesin özgürlüğü vardı. O senenin etap galiplerine hiç baktınız mı? Takım zamana karşıyı aldık, Jan Raas etabını aldı, Gerrie Knetemann etabını aldı, Bert Oosterbosch etabını aldı, sonra Jan Raas bir daha kazandı, en sonda da ben bireysel zamana karşı etabını aldım. Çok istisnai bir takımdık, Paris'te en tepede olmamıza şaşırmamalı...
Fransa Turu'nu kazandığınızda 33 yaşındaydınız, yol bisikleti dünya şampiyonu olduğunuzda ise 38... Nasıl bu kadar uzun seneler boyunca zinde kaldınız?
Çok basit bir cevabı var bu sorunun. Bisikleti hep çok sevdim. Mesleğimi hep çok sevdim. Karda kışta sabah erken kalkmak, kış günlerinde pedal çevirmek hiçbir zaman sorun değildi benim için. Hep severek kapıdan dışarı çıktım. Ayrıca fiziksel olarak toparlanma konusunda hep rahattım. Yani büyük turlarda, etaplar arasında, iyi bir şekilde dinlenir ve gücümü geri kazanırdım. Her zaman iyi uyurdum, bu da muhtemelen toparlanmama yardım ederdi. 1985 Yol Bisikleti Dünya Şampiyonası'na gelirsek… Harika bir ekibimiz vardı Hollanda olarak. Kaçış grubuna iki üyemizi yollamıştık ve taktiğimiz tıkır tıkır işlemişti. O yaşta gökkuşağı mayoyu kazanmak da unutulmazdı, bir başka eksiği tamamlamıştım.
Şampiyonluk kazandığınız o ekipte takım arkadaşlarınızdan biri de Adri van der Poel'du. Oğlu Mathieu, bugünlerde bisikleti kasıp kavuruyor. Nasıl buluyorsunuz onu?
Her şeyi yapabilen yeteneklerden Mathieu van der Poel. Cyclo-cross, dağ bisikleti, yol… Her alanda maharetini kanıtladı yirmili yaşlarının ortasına gelmeden. Bu sezona çok iyi başlamadı Fotoğraf belki ama kısa sürede yeteneğini göstereceğine eminim. Zaten genetik anlamda donatılmış birinden söz ediyoruz. Annesi, efsane Raymond Poulidor'un kızı. Babası Adri. Şampiyon geni kolay kolay bulunabilecek bir şey değildir. O yüzden bekleyin, kısa sürede zirveye çıkacak.
'Yeni Merckx' olarak görülen Remco Evenepoel hakkındaki fikirleriniz neler?
Büyük bir yetenek olduğuna katılıyorum. Şu anda ondan konuşmak üzücü çünkü Lombardiya Turu'nda yaptığı kaza sonrası sezonu bitti, umarım çabucak sağlığına kavuşur. Katıldığı hemen her yarışı kazandı şimdiye dek, çoğu haftalık turlar olsa da… Ama genetik anlamda bir başka süper atletle karşı karşıyayız. Nasıl toparlanacak, nasıl geri dönecek, bunlar kritik…
2020 Fransa Turu'na nasıl bakıyorsunuz? Jumbo-Visma, Hollanda'yı yeniden bisikletin zirvesine taşıyabilir mi?
Şimdiye kadar gösterdikleriyle evet: Team Jumbo-Visma, Fransa Turu'nu kazanabilir. Fakat Criterium du Dauphine onlar adına çok şanssız geçti; Kruijswijk düştü, Roglic sakatlandı. Bir de bu seneki Fransa Turu öncesi tahmin yapmak zor, çok az yarış koşuldu. Ama neticede, Roglic'in daha önce İspanya Turu kazandığını gördük. Tom Dumoulin'in kariyerinde ise İtalya Turu zaferi var. Yani, yapabilirler.
Peki o klasik soruyu sorayım. Altmışlarda yarıştınız, yetmişlerde yarıştınız, seksenlerde yarıştınız. Günümüz bisikletiyle sizin döneminiz arasındaki en büyük fark neydi?
En klasik cevabı vereyim: Özgürlük. Biz peloton içinde daha özgürdük. Kulağımızda takım arabasından gelen emirler yoktu, önümüzde sürekli göz attığımız teknolojik ölçüm cihazları bulunmuyordu. Bir başımızaydık. Şimdi takımlara büyük sorumluluk düşüyor. Her şey takımların istekleri üzerinden yürüyor. Oysa benim dönemime baksanıza. Merckx. Ocana. Poulidor. Ben. Çoğu zaman bir başımızdaydık. Yarışları yöneten takımlar değildi, bireylerdi. Bisiklet çok değişti, en çok da bu anlamda...
O değişimin bir yanı da coğrafi genişleme. Kolombiyalı yetenekler, siz pelotondayken kendilerini göstermeye başlamışlardı ve geçen sene tarihlerindeki ilk Fransa Turu şampiyonluğunu Egan Bernal'le kazandılar.
Şimdilerde Kolombiyalı yetenekler, büyük takımlara transfer oluyorlar, harika yönetilen organizasyonların parçası oluyorlar. 1980'lerde ilk kez Avrupa pelotonunda göründüklerinde işler biraz daha farklıydı. Lucho Herrera'dan Egan Bernal'e bir çizgi çekersek her şeyin ne kadar değiştiğini daha iyi görebiliriz.
Geri dönüp bakınca kariyerinizin en mutlu ânı hangisiydi? Cevabı kolay muhtemelen ama...
Tartışmasız, Fransa Turu. Üzerinden kırk yıl geçti ama bugün bile, sizin gibi birçok insan, bana 1980 Fransa Turu'nu soruyor. Böyle bir zafer hayat boyu peşinizden gelir. Hiç unutmazsınız.
Eğer bir de Jumbo-Visma, sarı mayoyu sırtına geçirirse adınız bol bol anılacak. Bütün bu ilgiden mutlu musunuz?
Kim bundan mutsuz olur ki? Demiştim, kariyerimden konuşmaktan hoşlanmadığım yönündeki algı yanlış. Geçmişten bahsetmeyi severim. Özellikle de Fransa Turu'ndan… Çünkü o sayede hiç unutulmadım.
Not: Cyclist Türkiye'den sevgili Erman Öner'e yardımlarından ötürü çok teşekkür ederim.
