
Kirli Dosyalar
12 dk
Başta oyun vardı, devamında profesyonellik, para ve giderek daha çok para. Bir süredir vergi kaçırmalar, davalar ve usulsüzlükler karşımıza sıkça çıkar oldu. Konumuz Football Leaks, ana odağımız ise Türkiye…
Football Leaks belgeleri, çıkan yeni dalgayla futbol gündemine bomba gibi düştü, demek isterdik, fakat diyemiyoruz. Peki gündemden uzakta neler oluyor? Odağımıza Türkiye'yi aldık ve işin finansal tarafını spor araştırmacısı İsmail Şayan'a, hukuki tarafını ise spor hukukçusu Emir Güney'e sorduk. İlk söz, uzun yıllardır futbolun finansal tarafıyla yakından ilgilenen Şayan'da. Yaklaşık iki buçuk saatin ardından "Neyse, bunlar anlatmakla bitmez" sözleriyle son bulan görüşmemizin ana hatlarına bakıyoruz…
Futbol dünyasında gizli kapaklı bir sürü iş dönüyor. Biz bunları bilmiyoruz ve daha fazlasını öğrenmek istiyoruz. Bir şeylerin olması gerektiği gibi olmadığını görebiliyoruz ama elimizde bir veri yok, "Bu, böyledir" diyemiyoruz. Football Leaks, ilk çıktığı 2015 yılından bu yana bize bu işin bilmediğimiz taraflarıyla ilgili birtakım veriler sunmaya başladı. Özellikle menajer-kulüp ilişkilerindeki gariplikleri görmüş olduk. Menajerlerin, bazı kulüpler üzerinde ne kadar büyük bir gücü olduğunu, o kulüpleri nasıl cendereye aldığını fark ettik.
Son çıkan dalgada daha da fazlasını gördük. Birincisi, Avrupa Süper Ligi hususunda ne kadar ileri gidildiğini ve buna kulüpler dışında birilerinin de önayak olmaya çalıştığını görmüş olduk. Çünkü ABD'den gelen bir para var ortada ve kulüp başına 500 milyon dolar gibi bir parayı garanti ediyor. İkinci olarak, PSG ve City hikâyesi var. Maddi meselelerin dışında PSG altyapısındaki ırk ayrımı ve Manchester City'nin Afrikalı gençlere futbol öğretme projesinde başka hesapların olduğu ortaya çıktı. Üçüncüsü de menajerler konusunun devam etmesi. Özellikle Monaco'nun Jorge Mendes'e yaptığı ödeme tüm dünyada ses getirdi. Kylian Mbappe transferinde Mendes ne PSG ne Monaco ne de Mbappe adına görevli fakat 7 milyon euro'ya yakın bir para alıyor. İşin derinine indiğinde de şunu görüyorsun, bu para adama sadece fiyatı yükseltmesi için ödenmiş. Gazetelere haber yaptırılmış falan…
Türkiye de bu menajerler konusuyla girdi işin içine. Aslında çok da yeni bir şey değil, dikkatli bakanların zaten fark etmiş olduğu bir durum. Beşiktaş'ın Yıldırım Demirören döneminde yaptığı bazı transferlerde bir fon kullanılmıştı. Öyle bir anlaşma yapılmış ki bu işte fonun para kaybetme ihtimali yok. Hatta kâr etmeden işi bitirme ihtimali yok! Fon, kendini çok güzel garantiye almış. Zaten fonun genel çalışma mantığı bu, diğer ülkelerde de böyle çalışıyorlar. Ama tabii Türkiye'de öyle anlaşmalara imza atmışlar ki zaman zaman kendilerinin bile şaşırdığını, bu anlaşmaları yapan kişilere övgü amaçlı "Sihirbaz" diye hitap ettiklerini gördük.
Bu durumu nasıl çözeriz? Kişileri tek tek düzeltemeyeceğimize göre bir kural getirip bunu uygulayarak. Şu çok net; kulüpler bu işe meyilli olmasa bunlar ortaya çıkmaz. Böyle durumlar en baştan doğmaz. Dolayısıyla düzeltmenin daha net ve doğru sonuç vereceği yapı, kulüpler tarafı. Ama Türkiye'de biz kulüpleri hiç denetlemediğimiz için bu tür örnekleri çok görüyoruz. Şu anda bir de özellikle büyükler para harcayamıyorlar, harcayabilseler çok daha fazlası çıkar.
Evet, pek gündeme gelmiyor. Bilmiyorum artık bu biraz karamsarlıktan mı, yazıp tartışmaya açsak ne olacak gibisinden bir bakış açısı mı var, umursamamaktan mı, yoksa "Bunlar çok güçlü adamlar, arkalarında siyasetin de desteği var, bunun üstüne gidersek başımıza iş açarız" gibi bir endişe mi var… Onu çok bilemiyorum, bir şey de diyemem. Ama o dönem bu işlere giren kulüp başkanlarının kendilerine maddi kazanç elde ettiğine dair bir şey var mı derseniz belgelerde, yok. Ne var? Alınan anormal riskler ve bu riskler tutmayınca zarar gören bir kulüp var. Sorumluluk sahibi biri bu yollara girer miydi? Zannetmiyorum.
Galatasaray'ın eski başkanı Dursun Özbek, kendini savunurken "Finansal Fair Play (FFP) futbola kara para girmesin, şike olmasın diye var" demişti. UEFA'yı böyle saçma sapan bir konumlandırmamız var bizim. UEFA mali polis falan değil, kara para peşinde de koşamaz, öyle bir yetkisi de yok zaten. Bizim bir kere bunu anlamamız lazım. FIFA ve UEFA'nın yetkilerini aşan durumlar her zaman olacaktır. Mesela Manchester City ve PSG'ye bu paraların devlet bağlantılı olarak geldiği çok net. Bu adamların aynı zamanda kendi ülkelerinde çok ciddi siyasi ağırlığı var. Diğer yandan PSG aleyhine bir kamuoyu baskısı oluşmaya başladı, UEFA'nın bu konunun altından nasıl kalkacağını hiç öngöremiyorum. Ancak Manchester City cephesinde iş epey ciddileşti. Çünkü onlar, Abu Dhabi'den gelen parayı farklı göstermek için birtakım oyunlara girmişler. Yani direkt olarak dolandırıcılık gibi ele alınabilecek bir şey yapmışlar; geçmişte Kızılyıldız'ın ve Beşiktaş'ın yapıp ceza aldığı gibi UEFA'yı yanıltmaya çalışmışlar. PSG ise yalana dolana hiç girmemiş, saklamamış bu parayı. City ve PSG arasındaki temel fark bu. City hakkında bir soruşturma açıldı ve bu yolun sonu Şampiyonlar Ligi'nden atılmalarına kadar gidebilir. Böyle bir ihtimal var şu anda.

"Galatasaray'ın eski başkanı Dursun Özbek, kendini savunurken "Finansal Fair Play (FFP) futbola kara para girmesin, şike olmasın diye var" demişti. UEFA'yı böyle saçma sapan bir konumlandırmamız var bizim." -İsmail Şayan
Sadece FFP değil, bu tarz düzenlemelerin hepsi her zaman statükoya yardımcı olur. FFP'nin de büyük kulüplerin lehine işleyeceği aşikârdı. Uzun vadede büyüklerin büyük, küçüklerin küçük kalmasını kolaylaştıran bir düzenlemeydi FFP. Real Madrid, geliri yüksek olduğu için her zaman para harcamaya devam edebilecek ancak daha alt seviyedeki takımlar, büyümek için gereken belirli yatırımları yapamayacaktı. PSG'nin problemi de esasen burada çıktı çünkü onlar en büyükler arasında olmak istiyordu. Bunun sonunda da işte Football Leaks'te gördüğümüz meseleler ortaya çıktı. Diğer yandan PSG gibi kulüpler de "Bir insanın kendi işine yatırım yapmasına nasıl ve neden engel oluyorsunuz?" itirazını yükseltiyor. Bu iş mahkemeye giderse ne çıkar, orası da tartışmalı bir konu. Çünkü siz, hiçbir sanayiciye "Bu fabrikaya yatırım yapma" diyemezsiniz. Ama diğer yandan sporda rekabetin sağlıklılığını da korumak gerekiyor. FFP olmasa belki Messi'yi Manchester City formasıyla izliyorduk 4-5 yıldır. Adamların önünde başka hiçbir engel yok ki? Muazzam bir servet var ortada ve hiç gözünü kırpmadan bir kısmını buraya aktarabilirler.
UEFA'nın City veya PSG'yi korumaya çalıştığını düşünmüyorum. City'nin organizasyona katılmaması da UEFA için para kaybetmek anlamına gelmiyor. City gitmezse United gidiyor yani, ne olacak? Biz direkt mazlum edebiyatıyla yaklaşıyoruz konuya, onları kolluyorlar bizi cezalandırıyorlar diyoruz. Böyle bir şey yok. 2014'te iki takıma da 60'ar milyon euro ceza kestiler. O yıl, Galatasaray'a verilen ceza 200 bin euro'ydu. 60 milyon euro çok ciddi bir miktar. "Adamlarda çok para var, bu para onlar için ne ki?" de diyemeyiz çünkü bu ceza, daha sonraki değerlendirmeleri de etkiliyor. Bunun dışında kayıtlı oyuncu ve maaş sınırlamaları da koydular. Bizim ilk seferinde tanışmadığımız maddelerin hepsi 2014'te bu kulüplere uygulandı. Mesela UEFA’nın en hassas olduğu konulardan ikisi, kulüplerin vergi borcu ya da oyunculara karşı borcu olmaması. Türkiye’de vergi borçları devlet tarafından siliniyor, oyunculara da baskı yapılıp "Alacağım yoktur" kâğıdı imzalatılıyor. Bunları kimse bilmiyor, görmüyor mu sanıyoruz? Geçenlerde İngiliz bir gazeteci arkadaşımla birlikteydim, bana "Sence de UEFA, Türk kulüplerine karşı biraz fazla toleranslı davranmıyor mu?" diye sordu, orada da böyle bir bakış açısı var. Onu da geçiyorum; UEFA'nın City ve PSG'ye biraz fazla yumuşak davrandığını kabul etsek dahi, biz kendimizi düzeltmek için ne yaptık?
O kadar sakat, o kadar günlük, o kadar yaşayamayacak bir bakış açımız var ki. Ve sonunda yaşayamıyoruz da yani. Doğru düzgün bir kriter ve o kriteri gelip uygulayacak güç olsa, şu ligde iki-üç tane takım kalır geriye. Birkaç yıl boyunca üst üste ceza alırlar, ondan sonra da hepsi gider. İronik ama üç büyükler aleyhine çok büyük bir haksızlık var bir taraftan bakınca. Bu adamlar düzenli olarak Avrupa kupalarına gidiyorlar ve bu yüzden UEFA denetimindeler. Öbürlerinin hiçbir şekilde denetimi yok. Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş oyuncu alamıyor; diğerleri alıyor. Baksana kadrolarına, forvet alamadılar. Eskiden olsa Cengiz Ünder bile Roma'da falan değildi, bir tanesi 15 milyonu bastırıp almıştı. Çünkü bizde en iyi başkan, kulübü en iyi yöneten başkan değil, en iyi transferi yapan başkan.
Trabzonspor'un, en azından geçen seneye kadar, en çok güvendiği şey, "Devlet benim batmama müsaade edemez" idi. Evet, diğerlerinin de bu tarz güvenceler hissettiği doğru ancak en çılgın durumdaki takım Trabzonspor olduğu için onun üzerinden örneklendiriyorum. Trabzonspor'un mali yapısındaki bir kulüp, dünyanın herhangi bir yerinde şimdiye çoktan kapanmış ya da en dibe gönderilmişti. Transferi geçtim, son birkaç yılda, kazandığından daha fazlasını sadece maaş olarak ödedi Trabzonspor. 2013 yılında, kulüplerin oyuncularına verdiği ücretlere dair bir grafik hazırlıyordum. Trabzon'u yayınlayamadım çünkü ekrana sığmıyordu. O sene tam 67 futbolcuya maaş ödüyordu takım! Şunu da söyleyeyim, Galatasaray'da da 49 oyuncu vardı aynı sene. Galatasaray'ın rakibi, Fenerbahçe, 24 kişiye para veriyordu sadece. Düşünsene, Galatasaray’ın elinde fazladan 25 tane oyuncu var. 25 kişiye boşu boşuna para ödüyor. Tam da o dönemde Galatasaray çıkıp oyuncu ücretleriyle ilgili açıklama yapınca herkes oyuncuları hedef aldı, kimse "Siz 49 futbolcuyla ne yapıyorsunuz?" diye sormadı.
Transferde yurt dışına harcanan parada ikinci sıradayız. Bizim beş katımız para kazanan ülkelerden daha fazla para harcıyoruz. Dönüşü olmayan paradan bahsediyorum. Kazandığımız paranın dörtte birini böyle dışarı saçıyoruz. En çok harcayan İngiltere'de bu oran yüzde 10-11; Almanya'da, İspanya'da falan yüzde 5 civarında. Hiç harcamamamız gereken bir parayı çılgınca harcıyoruz ve bu, on seneden fazla süredir böyle devam ediyor. Bu süre zarfında biz ne ürettik? Neredeyse hiçbir şey. Şimdi de geldi UEFA, kaldırdı yumruğu, artık harcayamıyoruz.
Peki ya işin hukuki boyutu? Bu konu için de Kadir Has Üniversitesi Öğretim Görevlisi, Spor Hukukçusu Emir Güney'le bir araya geliyoruz. Biz soruyoruz, Güney cevaplıyor; bu uçsuz bucaksız konunun ana başlıklarını da şu şekilde toparlıyoruz…
2015 yılında kendisine John takma ismini veren bir Portekizli, Football Leaks belgelerini yayınlamaya başladığı zaman, işin iki ayağı vardı. Biri FFP, diğeri menajerlik ilişkileri. Türkiye de gerek algı gerekse de somut veriler olarak her iki konuda da olumsuz açıdan ilk akla gelen ülkelerden biri.
İnsanlarda FFP'nin 2010 yılında başladığı algısı var ancak sistem 2004'te başladı. 2004-2010 arası bir geçiş dönemiydi; UEFA bütün takımlara "Ayağınızı denk alın, şunları şunları yapacağım" demişti. Hatta 2010 tarihi verilmesine rağmen esas büyük cezaları ve belli başlı yaptırımları 2013'e kadar uygulamadı bile, böyle bir ek süre de tanıdı. 2014-15 sezonu sonunda, sistemin yürürlükte olduğu on yıllık zaman dilimi hakkında bir rapor yayınlandı. UEFA FFP Direktörü Andrea Traverso, bu raporla ilgili sunumunda şunları söylüyordu: "Analize göre bu on yılda Avrupa'daki kulüplerin toplam borçlarının ve zararlarının azaldığını görüyoruz, bütün ülkelerin toplamı bazında. Hatta ülkelere tek tek baktığımızda da aynı azalma karşımıza çıkıyor. Borcu artış gösteren tek ülke, Türkiye." UEFA'nın üzerimize oynadığı, bize fazla yaptırım uyguladığı falan yok yani.

Paris Saint-Germanin Kulübü Başkanı Nasser Al-Khelaifi
İşin menajerlik boyutunda ise özellikle Jorge Mendes'in Ahmet Bulut'la kişisel ilişkileri üzerinden ve kulüp olarak da Beşiktaş üzerinden yaptığı birçok transfer var. Bunları önceden de biliyorduk ve "Menajerlik ve futbol dünyası zaten böyle" diyerek çok da önemsemiyorduk. Fakat bir noktada bunun artık menajerlik ilişkilerinden çıkıp, kulüplerin neredeyse söz hakkının dahi kalmadığı bir sisteme evrildiğini gördük. Türkiye'yi en çok etkileyecek kısımlardan biri bu.
2014 yılına kadar menajerlik merkezî bir yapıda, FIFA bünyesindeydi. Menajerlik lisansı, FIFA'nın yetkilendirdiği ülke federasyonları üzerinden veriliyordu. Özellikle Portekizli menajerlerin ve menajerlik lisansı olmadan bu işe girip komisyon alan kişilerin futbol sektöründeki parayı futbolun dışına çıkarma nosyonu çok arttığı için FIFA burada bir değişikliğe gitti. Bir nevi "Bu işi ben kontrol edemem, ben Zürih'te bir derneğim ve sporun yönetiminden sorumluyum. Bu artık ticari ilişkilere ve ceza hukukunun kapsamına giriyor" dedi. Sonrasında da her federasyona kendi menajerlik yapısını kurma şartı getirdi. Ancak bu defa da menajerlerin kim olduğunun kontrolü tamamen bağımsızlaştı. Mesela şu anda Türkiye'de menajerlik lisansı almanın şartları federasyona gidip başvuru yapmak, 10 bin TL'lik yıllık ücreti ödemek ve bir komisyondan ticari olarak temiz raporu almaktan ibaret.
Transferlerdeki usulsüzlüklerin başrolünde vergi kaçakçılığı var. Mesela oyuncu senelik 3,5 milyon euro alıyor olsun, bunun 2 milyon euro'su kayıtlarda oyuncu ücreti olarak geçiyor. Oyuncu, bu 2 milyon euro'luk kazanç üzerinden vergi ediyor. Kalan meblağ ise oyuncunun imaj haklarını temsil eden hayali bir şirkete aktarılıyor. Anlaşmanın bu ikinci bölümü, ticari vergi kapsamına girdiği için çok daha düşük bir vergi yükü gerektiriyor. Virgin Adaları'nda bu vergi hiç yok. Şirket orada kuruluyor, o para kesintisiz olarak oyuncunun cebine giriyor. Ancak yasalar gereği, oyuncunun coğrafi olarak parayı kazandığı yere bağlılığı var. Bu sayede Messi, Ronaldo gibi oyuncular hakkında davalar açıldı biliyorsunuz. Bunun Türkiye ayağında, futbolcular üzerinden pek bir şey duymadık.
Türkiye'de özellikle üst seviyedeki kulüplerin başkanlarının bu işe kişisel olarak maddi çıkar elde etmek için girdiklerini düşünmüyorum. Avrupa çapında da yayabiliriz bu argümanı. Amaçları imaj oluşturmak. Hep aynı örnek verilir; Fenerbahçe başkanı olmasa Aziz Yıldırım'ı kim tanıyacaktı? Dayısı çok zengin deniyor, NATO müteahhidi deniyor ama medyatik değildi. Bu kişilerin medya önüne çıkabilmesinin birkaç yolu var. Ya dedikodu medyası üzerinden çıkacaklar -ki bunun riskli bir tarafı var- ya da sporu da kapsayan eğlence sektörüne el atacaklar. Özellikle de kitlelerin takip ettiği İstanbul takımlarının başkanı olduğunuz zaman, hatta eski başkan bile olsanız, isminiz biliniyor, haberlerde adınız geçiyor. Yani burada amaç para değil, en azından direkt olarak değil. Football Leaks'te bahsi geçen transferlerde de böyle bir durum yok. Daha düşük ölçekli kulüplerde transferlerden başkanların, hatta teknik direktörlerin komisyon aldığına yönelik iddialar ise her zaman çıkıyor ki bunların bazılarının yargıya da intikal ettiği oluyor. Bunu da futbol dünyasının 'istenmeyen çocukları' olan menajerler üzerinden yürütüyorlar çünkü para en hızlı bu şekilde el değiştiriyor.
O basın toplantısını canlı izlemiştim. Yıldırım Demirören, transferlerini "Fonu kullanıyoruz, Beşiktaş'ın kasasından 1 TL çıkmıyor" diye gururla anlatıyordu ki bu doğru, yalan değil. Ancak oyuncunun sonraki transferinden verilecek yüksek yüzdeler vardı ve daha önemlisi fonun devreye girdiği futbolcuların haklarının ciddi bir kısmının, bazen tamamının üçüncü parti bir firmaya verildiğini görüyorduk. Bu üçüncü partiler ise hâliyle futbolcuların kariyerini düşünmüyorlardı. Üçüncü partilerin kuruluş amacı fon üreterek zengin olmak ve bunu da futbolcuların devamlı satılmasıyla yapabiliyorlardı. Üstelik bu anlaşmalar yapılırken, her ihtimale karşı işlerini garantiye alıyorlar, oyuncunun satış dışı bir şekilde, örneğin sözleşmesinin bitmesiyle kulüpten ayrılması hâlinde transfer ücretini kulüpten alıyorlardı. En sonunda FIFA, 2015 yılında bu tür ortaklıkları yasakladı. Ancak Football Leaks ile birlikte görüyoruz ki fonlar artık oyuncular üzerinden olmasa da kulüpler üzerinden yine hareket alanı bulabiliyor. Fon sahipli kulüpler var.

"Üçüncü partilerin kuruluş amacı fon üreterek zengin olmak ve bunu da futbolcuların devamlı satılmasıyla yapabiliyorlardı." -Emir Güney
Football Leaks'in Türkiye'deki en büyük yankısı, yankılanmıyor olması! Ana akım medyanın sahiplerine baktığımızda zaten o grupların ya siyasi güce ya da sportif güce sahip olduklarını görüyoruz. O medya bize gelişmeleri anlatmıyor. Dolayısıyla Football Leaks denince insanların aklına gelen ilk şeylerden biri, medyanın bunu yazmaması oluyor. Beşiktaş'ın başındayken kulübü zarara uğrattığı bilinen ve şimdi belgeleriyle de ortaya çıkan birinin belki ceza alması gerekirken Beşiktaş'tan sonra Türk futbolunun başına gelmiş olmasının garipliği konuşulamıyor. Şimdi de o federasyonun lisanssız menajerlerin yaptıkları transfer sözleşmelerini göz ardı ettiğini görüyoruz. Bu türden transferlere TFF'nin lisans vermemesi gerekiyor ancak kulüplerin baskısı bunu engelliyor. Buradaki usulsüzlük bir yana, hakkıyla çalışan menajerlere de böylece büyük bir darbe vurulmuş oluyor.
Ne yapılabilir? Aslında yeni bir keşfe gerek yok. Lisanssız menajerlerin kayıt altına alınması, bu işlemlerin web sitesinde açıklanan dosyaya eklenerek kamuoyuna duyurulması yeterli ki zaten talimatlarda bu yer alıyor. Yani talimatlar uygulansa zaten sorun çıkmayacak. Bütün bunlar göz göre göre oluyor. Dolayısıyla ben bundan sonraki süreçte de Football Leaks ile ilgili ne federasyon bünyesinde ne de ulusal mahkemelerde bir dava açılacağını düşünmüyorum. Medya bunları yazmadıkça bir kamuoyu oluşmuyor, kamuoyu oluşmayınca da bir baskı unsuru ortaya çıkmıyor. Mesela bu belgelerin yayınlandığı Black Sea isimli internet sitesi TFF'den görüş istiyor, TFF dikkate bile almıyor. Konu orada bitiyor.
Kulüpler dernek statüsünde olduğu, yöneticilerin şahsi sorumlulukları olmadığı için, yapılan yanlış anlaşmaların hukuki olarak bir yaptırımı yok. Eğer konuşulduğu gibi Kulüpler Birliği üzerinden şirketleşme yoluna gidilir ve kulüpler Ticaret Kanunu tarafından denetlenirse, bugünkü yöneticilerin bu kulüpleri yönetmek için bu kadar hevesli olup olmayacağını göreceğiz. Bu insanların kendi şirketlerinde verdikleri kararlara da bir bakabilsek keşke. Büyük ihtimalle futboldaki gibi cesur kararlar veremiyorlardır. "Alalım da sonra bakarız" diye düşünmüyorlardır. Gerçek anlamda şirketleşme, belki kulüplerin şu anki dernek statüsünden kaynaklanan hantallığın atılıp bazı süreçlerin hızlanmasını beraberinde getirecektir ancak şu anki anlayışla sürdürülebilir bir şirket yapısı kurmak imkânsız görünüyor. En basitinden bu yıl euro kuru ikiye katlandığında kulüplerin borçları da aynı oranda arttı. Nasıl ki birçok büyük şirket iflas açıkladı, dernek olmasalar aynısı kulüplere de olurdu. Şu anda kulüplerin toplam borçlarının, toplam sermayelerinin üzerine çıktığı söyleniyor. Bu ne demek? "Tamam kardeşim biz kapatıp gidiyoruz, her şeyi de satıyoruz" desen bile o borçları ödeyemiyorsun. Bu inanılmaz bir şey. Bu bir spor olduğu için, devlet de bunu bir noktada göz ardı ettiği için bir şekilde ilerleyebilen bir yapı, yoksa mümkün değil.