Kırmızı Eşofman
11 dk
Spor hayatında yetenekli ve disiplinli, dost çevrelerinde neşeli, hazırcevap, gezgin… Bu topraklardan ve pistlerden bir Ömer Besim Koşalay geçti...
Dolmabahçe'de, artık gün batımına dönen o mutat akşamlardan birinde, saray ahalisinin üzerindeki ağırlığı has ahırlardan yükselen bir çığlık silkeledi. Hicaz kralının oğlu Emir Faysal'ın gönderdiği kır at, Sultan II. Abdülmecit'in elini ısırmıştı. Tahta oturmasının üzerinden daha mevsim geçmemiş taze padişahın ahvali perişandı. Etrafını saranlar arasından en sonunda biri mabeyni hümayun eczanesine gitmeyi akıl etmişti. Eczanede tetanos serumu kalmadığı öğrenilince çevre eczaneler arandı. Nişantaşı'ndaki Merkez Eczanesi'nde bir tane vardı. Peki nasıl getirilecekti?
Kiminin zihni hızlıdır, kiminin bacakları. Sarayın cin fikirli başhekimi Akil Muhtar Bey'in aklına hızlı bacaklarıyla nam salmış genç kâtiplerden biri geldi. Koş, dedi sertabip, ilacı kap, gel.
"Soyundum, atlet kıyafetiyle soluğu eczanede aldım. Eczacı raflarda ilacı ararken telefon çaldı. Vakit kaybolmasın diye telefona baktım.
— Burası Dolmabahçe. Şimdi birisi gelecek, ilacı çabuk getirsin!
— Efendim, bendeniz buradayım. Geliyorum."
İlacı kaptığı gibi Akaretler'den süratle aşağıya inerek saraya ulaşan genç tabibi, Camlı Köşk'ün önünde onlarca insan bekliyordu. Sanki elinde tuttuğu serum değil stafetti ve sanki muvaffakiyetle bitirdiği bir bayrak koşusunun bitiş çizgisinde seyircileri selamlıyordu.
Çok değil, bundan yalnızca iki sene sonra Paris'te Fransız seyircileri selamladı Ömer Besim. Dolmabahçe'nin sır katibi, aynı zamanda Galatasaray'ın yetenekli bir sporcusu ve dahası Paris'teki Türk kafilesinin ümit veren atletlerinden biriydi. 1924 Olimpiyat Oyunları, genç Cumhuriyet'in tüm sporcuları için emsalsiz bir deneyim olacak; Ömer Besim de bu serüvenden nasibini alacaktı. Evine bir madalyayla dönemedi belki ama bavuluna birbirinden güzel anılar ve gelecek kuşaklara aktarılacak önemli bir spor mirası eklemeyi bildi. Ha bir de… Kırmızı bir eşofman!
Yara Kabukları
Paris Olimpiyat Köyü'nde antrenman yapan Amerikalıların yağmurdan sakınmak için üzerlerine geçirdikleri 'acayip kılık' dikkatini çeker Ömer Besim'in. O sırada Türk atletizm takımının başındaki Amerikalı antrenör Chester M. Tobin'e sorar:
— Bu kırmızı tulum da nedir?
— Eşofman. Atletleri soğuktan korur, müsabakadan sonra üşümelerine de mâni olur.
Ömer Besim, Paris caddelerinde arşın arşın dolaşır, aradığını bir türlü bulamaz. En sonunda Tobin aracılığıyla oradaki Amerikalılara on dolar karşılığında siparişini verir. Paris macerasından haftalar sonra stanbul'a bir paket gelir. İçinden bir ömür boyu kendisiyle anılacak alameti; Türk spor tarihine mal olacak o meşhur kırmızı eşofmanı çıkar:
"Eşofmanın paçasında birbirine kilitlenmiş demirler vardı. Şimdi bunun adına fermuar diyorlar. Yukarı çekince paçalar açılıyor, aşağı indirince kilitleniyor. Acayip bir şey… O zaman atletizm meraklıları benden ziyade eşofmanımla meşgul olurlardı. Ne yapalım ki bizim kırmızı eşofman benim koşulardan daha sevimli görünüyordu. Ben de ister istemez bu modanın kurbanı oldum."
Ömer Besim'in ne hikâyeleri bitecek gibidir ne de onu spor belleğimizin aykırı figürlerinden biri kılan alametleri… İyisi mi filmi en başa saralım.
Ömer Besim, 1899 yılında Aksaray'da dünyaya gelir. Kazganisadi Mahallesi, Kadri Bey Sokak, 12 numara. Annesi beyaz, babası siyah tenlidir. Bundandır ki Burhan Felek ünlü atleti 'sütlü çikolata' sözüyle tanımlar. Devşirme atletlerle ilgili yazılarda ismi sıkça anılsa da devşirme değil; has İstanbul evladıdır. Üstelik altı yaşına kadar değil koşmak, iki adım bile üst üste atamaz. Kemik hastalığından olduğu tahmin edilir. Ömer'in babası, oğlunun kazandığı ilk birincilikten sonra şöyle latife edecektir: "Her çocuk gibi vaktinde yürüseydin acaba ne olacaktın?"
Yazdığı güreş kitaplarıyla da bilinen eğitimci gazeteci Sami Karayel, bu çikolata çocuğun ilk spor hocasıdır. Sporun her türlüsünü kendisine sevdiren de Karayel olur. "Muallim Sami haftada bir gün bizi Kağıthane'ye götürür, izcilik yapar, uçsuz bucaksız Kağıthane çayırında koşar, yuvarlanır dururduk. İçimde spora karşı tatlı bir his uyandı. Sami hocanın gözüne girmek için karşısında keklik gibi sıçrar dururduk."
Güreş, futbol ve en sonunda atletizm… 52 kiloda İstanbul şampiyonu da oldu, Vefa ve Galatasaray takımlarında futbol da oynadı. Uzun koşularla başladığı atletizm kariyerinde 29 defa Türkiye rekoru kıracaktı. 800 metrede iki dakika duvarını aşan ilk atlet oydu. 1927 yılında 1500 metre Türkiye rekorunu 4 dakika 16 saniye ile yenileyen de…
800 ve 1500 metrede palazlanan genç atlet, Paris'in ardından bir sonraki olimpiyat oyunlarına da katılıyordu. Türk spor otoriteleri, Amsterdam'da da Ömer'den çok umutluydu. Üstelik eleme yarışına iyi başlamış, tüm stadyumu alkışlarla çınlatacak bir tempoyla başa geçmeyi başarmıştı. Ömer'in sitayişle bahsedilen bir koşu stili vardı. Fuleleri öyle etkiliydi ki; Burhan Felek'e elli yıl sonra bile "Bir daha öylesini görmedim" dedirtecek türdendi.
Yarış boyunca yalnızca İngiliz atlet Douglas Lowe, Ömer'in ensesine nefesini dayamış, diğer iki atlet ise tempolarını Besim'e göre ayarlamaya mecbur kalmıştı. Sonra ne olduysa bizim çikolata çocuk, iç koridorun birinci kulvarının iç çizgisi içinde bir anda çayıra devrildi. Kimse ne olup bittiğini anlamamıştı. Lowe'un yanlışlıkla Ömer'in ayağına bastığı sonradan ortaya çıktı. Yarası hâlâ kanamaktaydı. Türk heyetinin yaptığı protestonun reddedilmesi ise Ömer Besim için tam bir hayal kırıklığı olacaktı. Olimpiyat sona erdi, yurda dönüldü ve nihayet Ömer'in ayağı iyileşti. İyileşti iyileşmesine de ilkin hangi yara kapanmalıydı? Duygusal bir adamdı Ömer Besim. Ayağından dökülen yara kabuklarını bir kibrit kutusunda senelerce saklayacaktı. 1930'ların ortalarına değin koşmaya devam etse de bir daha olimpiyatlara katılmadı.
Artık bundan sonra Ömer'in hayatında, sporun yanında bir de gazetecilik vardı. Cumhuriyet spor servisinin güçlü kalemi, imzasını Koşalay soyadıyla atmaya başlayacaktı.
"Sene 1925 Ankara. Galatasaray, Muhafız alayı atletizm maçı. Müsabakadan sonra verilen ziyafette Paşa bana dedi ki:
— Bu kadar senelik erkânı harbim, senin koşularında çok heyecan duydum. Mecliste Besim Atalay var. Sana da Besim Koşalay diyelim.
— Paşam koşuyu bırakırsam Besim Duralay desen olur mu, dedim ve gülüştük."
Ömer’in Kronometresi
Ömer spor hayatında yetenekli ve disiplinli; dost çevrelerinde ise neşeli, hazırcevap, gezgin ve rint meşrep bir adam olarak bilinirdi. Tütün almak için İngiltere'ye gidecek kadar piposuna düşkün, hazır Londra'da iken Kral Kupası'nı seyretmeden dönmeyecek denli keyif ehliydi.
Eski takım arkadaşı Cemal Venç'e göre Ömer, İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesi için gece gündüz dua ediyordu: "Çünkü birinci dublesini Berlin'de, ikinci dublesini Paris'te içip Londra'da sızmayı" iple çekiyordu. Peki sporla yatıp kalktığı hayatının ilk 35 senesinde ağzına içki koymayan adam, şimdi neden akşamcılığıyla nam salıyordu?
Daha önce söylemiştik: Ömer Besim'in gönül yaraları zor iyileşiyordu. Faal sporu bıraktıktan beş sene sonra ilk defa bir kadına âşık oldu, fakat onunla evlenemedi. Yakın dostu Neriman Tekil'e göre, Ömer Besim kederini yenmek için kendini içkiye vermişti. İlk gönül darbesinden üç sene sonra Sarıyer'deki bir içki aleminde balıkçının biri, kızını ünlü sporcuya vermek istemiş, o da reddedememişti. Sarışın güzeli, hayat dolu bu kadın, Ömer Besim'i alkolün pençesinden kurtaramayınca isyan bayrağını çekecek, karı koca düştükleri bu ihtilaftan çıkmayı beceremeyeceklerdi.
Burhan Felek 800 metrede stil ve taktik kurmuş, olağanüstü yetenekli bu adamın, "hayatının en çiçekli zamanlarında hissi bir felaketin kovalamasından kurtulamadığını" söyleyecekti. Ömer o meşum sevdadan sonra, "Hayat yarışını kazanmak ümitsizliğine rağmen pisti terk etmemek için" yaşamaya devam etmişti.
Ömer Besim'in kronometresi 11 Kasım 1956 günü durdu. İsfendiyar Açıksöz'ün Beşiktaş filelerini havalandırdığı galibiyet golünden dakikalar sonra… Aksaray'daki evlerinde annesi ve kız kardeşi ile radyodan dinlediği Galatasaray maçının ardından kalbine yenik düştü Ömer Besim… Hayatının son günlerinde anılarını bir kitapta toplama gayreti içindeydi. Yayımlayabilseydi ismi belliydi: Kırmızı Eşofman - Derbeder Notlar.
Spor basınının efsanelerinden Necmi Tanyolaç, Ömer'i kaybetmenin acısını ona özgü bir muzip hatıra eşliğinde okurlarıyla paylaşıyordu:
"Biz gazeteciler onu gördüğümüz zaman hazır ol vaziyetine geçer ve askerce bir selam verirdik: Merhaba Kep. Bu, Türk atletizmine liderlik etmiş, ömrünü atletizme vermiş bir adamın, Ömer Besim'in çok sevdiği bir hitap şekliydi. Zaten bu selam şekline bizi ısındıran da kendisiydi. Kaptan yerine kep… Küçücük yapısının üzerinden fırlayan bir çeviklikle sağ elini havaya kaldırır ve meşhur selamını verirdi. Askerce bir selamdı bu. Çünkü Ömer Besim hayatı boyunca disiplinin, sporu yükseltecek tek vasıta olduğu fikrini müdafaa etmişti. (…) Kep için çok büyük bir aşk geçirdi, o aşka dayanamayıp bu renkli dünyayı terk etti gitti denildi. Doğru muydu, değil miydi? Ama en büyük aşkı atletizm sporuna duyduğu muhakkaktı."
Cumhuriyet gazetesi, Ömer Besim Koşalay'ın ölümünden hemen sonra Türkiye'nin en uzun soluklu müsabakalarından birini; Kırmızı Eşofman Kros Yarışları'nı düzenlemeye başladı. Birinciyi bekleyen ödül, gümüş bir kupayla beraber, bir de kırmızı eşofmandı!
Öldüğü gün onu Kozlu mezarlığına bırakıp dönen tüm dostları yağmur nedeniyle sırılsıklam olmak üzereydi. İçlerinden Neriman Tekin yanındakilere şöyle seslendi: "Ömer hepimize kros yaptırıyor, hadi koşun bakalım!"