Kırmızı Pazartesi

12 dk

Zinedine Zidane, art arda üç Şampiyonlar Ligi kazanarak hiçbir antrenörün başaramadığını başardı. Yine de eleştiriler, övgülerden daha fazlaydı. Peki hiç mi doğru yaptığı bir şey yoktu?

Nisan 2013'te 3-0’ın rövanşında Türk Telekom Stadyumu’na çıkan Real Madrid 11’indeki tek İspanyol futbolcu kaleci Diego Lopez’di. O gece Mourinho’nun takımı, 72. dakikada Drogba’nın golüyle 3-1 geriye düştüğünde basın tribünündeki İspanyol gazetecilerin, turu geçseler bile muhasebesini yapacakları konu belliydi. Raphael Varane’dan Pepe’ye, Sami Khedira’dan Mesut Özil’e, Luka Modric’ten Cristiano Ronaldo’ya, Angel di Maria’dan Gonzalo Higuain’e kadar bütün futbolcular Real Madrid’in seviyesi için tartışılmazdılar ama İspanyollar neredeydi? O gece Casillas, Arbeloa, Albiol, Callejon ve Morata’nın oturduğu Real Madrid kulübesi gün geldi başının çaresine bakmak için valizlerini toplayıp kulübeden ayrıldı ama 'Madridismo'nun ‘İspanyol’ kulübü varlığını sorgulayan gazeteciler sonunda haklı çıktılar.

Luis Figo’yu Barcelona’dan alarak Los Galacticos dönemini başlatan Florentino Perez’in ikinci büyük bombasıydı Zinedine Zidane. O yaz tarihin en pahalı transferi olarak Madrid’in yolunu tutan Fransız 10 numara, ardından gelecek Ronaldo, David Beckham ve Michael Owen ile Perez’in ‘Los Galacticos 1’ posterinde yer aldılar. Real Madrid transferde fırtınalar estiren ama aynı zamanda kadrosunu da öğüten kulüptü. Milli takımdan arkadaşı Claude Makalele’nin satılmasına bir futbolcu olarak ne kadar tepki verebilirdi ki Zinedine Zidane? Ancak Makelele’nin gidişi ve Beckham’ın gelişi hakkında “İkinci kat boyayı çektiler ama motoru söktüler” diyecekti bir zaman sonra. Ruhu, bedeni, beyni ve ayakları 10, forması 5 numara Zidane, sonraları belgesel olarak yayınlanan Villarreal maçıyla Santiago Bernabeu tribünlerine veda ettiğinde 2006 Dünya Kupası’nın başlamasına bir aydan az süre vardı. Olanı herkes biliyor; Materazzi’ye ya da hayata atılmış bir kafa, kaybedilen bir Dünya Kupası ve “Futbolun Bolşoy Balesi’ne cevabı” kartvizitli muhteşem bir kariyer...

Büyük futbolcular için dilemmadır; Roberto Baggio gibi kramponları astıktan sonra spot ışıklarından uzakta sessiz ve huzurlu bir hayat mı süreceksin, yoksa takım elbiseyi giyip çizgi kenarında bir zamanlar yaptıklarını sahadaki oyuncularından isteyecek ve yapamadıklarında delirecek misin? Zinedine Zidane, Real Madrid’de Florentino Perez’in ikinci döneminde kulübün marka yüzü olarak VIP salonlarında boy gösterene kadar birinciyi tercih etmiş gibiydi. Oğulları Real Madrid altyapısında olduğundan ne Marsilya’ya dönmüşler ne de Paris’te yeni bir hayata başlamışlardı. Kökeni Fransa olmayan bir adam ve ailesi için hayatını kazandığı ve mutlu olduğu Madrid en güzel şehirdi. Fransa’nın 2010 Dünya Kupası’nda yaşadığı bozgun sonrasında onu milli takımın başına yakıştıranların da hevesini kursağında bıraktı. Teknik direktörlük yapmaya niyeti yoktu.

Jose Mourinho, Inter ile üçleme yapıp soluğu Madrid’de aldığında ondan takımın içinde ama unvansız olarak yer almasını istedi. Portekizli akıllı adamdı, soyunma odasında saygın bir karakter olan Zidane, sorun olduğunda uzlaştırıcı kimliğiyle çözüm üretebilirdi. Bu da olmadı. Mourinho, Real Madrid’de Casillas ve Sergio Ramos ile kanlı bıçaklı olduğunda kimse Zidane’ın ağabey olarak devreye girdiğini göremedi.

2013 yılında Carlo Ancelotti’nin yardımcılığını yaparkenki o meşhur kareyi bütün futbolseverler hatırlar; işlerin yolunda gitmediği bir maçta saha içine bağıran kendinden geçmiş Zidane‘ı “Çok biliyorsan sen yönet” bakışlarıyla izleyen Carlo Ancelotti. Futbolu bıraktıktan sekiz yıl sonra Real Madrid Castilla’nın başına geçmek ve sorumluluk almak, bir inadın kırıldığı gündü. Haziran 2014’tü ve bir yıl önceki röportajında “Başarısız olmaktan korkuyorum. Bu yüzden teknik adamlığa hazır değilim” diyen Zidane artık korkularıyla yüzleşmeye karar vermişti. Real Madrid Castilla günlerinden bir başarı hikâyesi ya da “Koskoca Zidane altyapıda çalışıyor” cümlesinden fazlası çıkmaz bize, zorlamayalım...

Rafael Benitez, uzun yıllar hayalini kurduğu Real Madrid teknik direktörlüğünde sadece altı ay kalabildi. Madrid derbisinde Casemiro’ya forma verdiği ve korkak futbol oynattığı için hedef tahtası olan İspanyol teknik adamın çalışma prensiplerini beğenmeyen soyunma odası da biletin kesilmesine yardımcıydı. Florentino Perez’in sezon ortasında eli kolu bağlanmışken devreye Barça modeli girdi. Guardiola da Barça B’den A takımın başına geçmişti. Zidane da yapabilir miydi? Bugün geri dönüp bakıldığında Perez’in stratejisi çok net belliydi. Ocak ayında aradığı büyük teknik adamlara ulaşılamıyordu ve Zidane gibi tecrübesiz bir teknik direktörü sezon sonunda kovarsa ne Marca ne de AS gazetesinin ağır ağabeyleri bunun hesabını sormazdı.

Perez’in teknik adam prototipinin dışında biriydi Zidane. Hakemlerle, medyayla, rakiplerle kavga etmeyi sevmeyen, geçmişinde hocalık başarısı olmayan ve taktik şemayla fazla oynamayı sevmeyen bir apranti. Staj bitmişti ve Zidane, o çok iyi bildiği Santiago Bernabeu çimlerine çıktığında onu 10 yıl önce “Sihir için teşekkürler” pankartıyla uğurlayan 80 bin taraftar, liyakatına değil itibarına alkış tuttu. Milano’da ilk Şampiyonlar Kupası’nı kazandırdığında Real Madrid bunu “11” diye okudu. Lig çoktan kopmuştu, Barça gevşeyince de ancak bir puanla ikinci sırada bitirebildiler. Ertesi sezon, Barça’nın 39 maçlık yenilmezlik rekorunu 40 maçla kırdıkları muazzam seri ve Real Madrid müzesine giden 33'üncü şampiyonluk kupası.

Burada sorulması gereken; Zinedine Zidane, Real Madrid’de neyi değiştirdi? Başarı nasıl geldi? Gareth Bale’in sakat olduğu dönemlerde Ronaldo-Benzema ile 4-4-2 oynamak dışında 4-3-3’ten vazgeçmeyen Zidane’ın defans dörtlüsü de değişmedi. İkinci sezonunda France Football, Zidane’ın taktiksel bir devrime imza atmadığını yazarken haklıydı ama aynı zamanda da haksız. Bazen sorun taktik tabelada değil soyunma odasındaki futbolcularda olurdu. Zidane, efsane kartvizitiyle girdiği soyunma odasında ego şişkinliği yaratacak, takımı hazımsızlığa sürükleyecek kim varsa uzlaşmacı kimliğiyle problemleri başlamadan bitirdi.

Geride kalan 2,5 yılda medyaya yansıyan ve onunla geçinemediği iddia edilen iki oyuncu oldu. Mesut’un yerine alınan James Rodriguez’e bu oyun planında yer yoktu. Forma giyemeyen Kolombiyalının mutsuzluğuna 80 milyon Euro’luk maliyetine rağmen son verildi ve kendisi Bayern Münih’e yollandı. Isco, İspanyol medyasının göz bebeği olduğunda Real Madrid ne zaman sahaya Ronaldo-Benzema-Bale üçlüsüyle çıksa yokluğu sorgulanan adamdı. Zidane’ın Casemiro-Modric-Kroos üçlüsünü bozmak için deli olması gerekti. Dahi olmasa bile deli değildi bu adam. Isco bazen üvey evlat bazen evin en sevilen ufak çocuğu oldu. Bir önceki sezon “Arsenal’a gidiyor” manşetlerinin ardından kariyerinin en parlak dönemine imza attı ve Real Madrid’i Şubat-Mayıs arasında sırtladı.

Çok fazla konuşmayı sevmeyen, sesini yükseltmeyen Zidane’ın karşısında sorularla polemik arayan Madrid medyası, kupalar arka arkaya gelmeye başlayınca Fransız’a kol kanat germeye başladı. Juventus ve Liverpool ile oynanan finallerden alınan iki Şampiyonlar Ligi kupasıyla üçlemeyi tamamlayan Zinedine Zidane, beş gün sonra iki yıl daha kontratı olmasına rağmen Real Madrid teknik direktörlüğünden istifa etti.

Eden Hazard’ın transferine Başkan Perez’in “Hayır” dediği ve kaleye de ısrarla David de Gea’yı alacağını söyleyen başkana “Navas ile devam edeceğim” diyen Zidane’ın bir akşam önce masadan “Çok biliyorsanız buyurun siz yönetin” diyerek kalktığını iddia edenler de oldu ama sanki gerçek, Zidane’ın Real Madrid’i çok iyi tanımasında saklıydı...

Real Madrid’deki futbolculuk yıllarında, yarısı sezon sonu gönderilecek korkusuyla yaşayanlarla dolu soyunma odasından ne yapılmaması gerektiğini öğrenerek çıktı Zidane. Onun patronluğunda Real Madrid flaş transferlere imza atmadı; ligin genç yeteneklerine (Ceballos, Asensio, Theo) yöneldiler, altyapıdan oyuncular (Hakimi, Mariano Diaz) A takıma çıkartıldı. Real soyunma odasında özgüvenin yükselmesi kupalar kadar bu politikanın eseridir. Juventus rövanşında elense sezon sonunda 2,5 yıllık muhteşem performansa rağmen kovulacağını bilen Zidane bu kez Başkan Perez’den erken çekti tetiği. Onun kurşunuyla ölmek yerine kendini yaralayıp kenara çekildi.

Teknik adamların kaderi, bir Gabriel Garcia Marquez romanı Kırmızı Pazartesi’deki Santiago Nasar’ın sonu gibidir. Herkes onların bir gün kovulacaklarını -öleceklerini- bilir ama kimse gidip söylemez, hayat öyle devam eder. Geçen sezon ligde fark yediği Barça’dan önümüzdeki sezon da olası bir farkı kaldıramayacak olan Zidane, üç kez arka arkaya kazanıp bir ilke imza attığı Şampiyonlar Ligi’nde de iki maç kaybetse sonunun ne olacağının farkındaydı. 17 yıldır tanıdığı Florentino Perez onun Real Madrid’de kellesini alacağına o, omuzlarda kulüpten gider, gün gelir Santiago Bernabeu’deki 80 bin taraftar kendisine ihtiyaç duyduğunda döner takımın başına geçerdi.

Büyük dağcıları anlatan belgeseller, tırmanış ve zirve görüntüleriyle biter. Zinedine Zidane’ın 2,5 yıllık Real Madrid macerasının başlığı “Zidane’ın yükselişi ve ...” olarak kalacak. Bazıları düşmeyi, bazıları düştüğünde tutulmayı sevmez. Bazıları da düşerse kimin tutacağını bilmez. Bazıları da düştüğünde yeniden nasıl ayağa kalkacağını... Çocukluğu göçmen, yetişkinliği gurbet olan bir adamın en tepedeyken yaşadığı tedirginlik ya da çaresizlik belki de budur...

Socrates Dergi