Kırmızı Şeytanlar

10 dk

Belçika son dönemin en popüler milli takımlarından. Herkes onları konuşuyor. Belçikalı gazeteci Frank van Laeken’ın da söyleyecekleri var.

Belçika, Avrupa Futbol Şampiyonası’nın izlenmeye değer takımlarından biri. Kırmızı Şeytanlar, şampiyonanın favorilerinden değil; Almanya, İspanya ve ev sahibi Fransa’yı geçmek muhtemelen Belçika’nın boyunu aşar. Diğer yandan, çeyrek finale çıkmaları kesin gibi, yarı finali görmeleri de kimseyi şaşırtmaz.

Şunu unutmayalım ki Belçika, daha iki ay önce FIFA/Coca-Cola Dünya Sıralaması’nın zirvesindeydi; bugün de Arjantin’in ardında, ikinci basamakta. Bu da Kırmızı Şeytanlar’ın sıralamada Avrupa Şampiyonası’ndaki tüm rakiplerinden önde olduğu anlamına geliyor. Almanya’dan iki, İspanya’dan üç, Portekiz’den altı basamak öndeler. Gerçi FIFA sıralamasının belirlenme biçiminin ziyadesiyle tartışıldığını ve milli takımların gerçek güçlerinin göstergesi olmadığını da hesaba katmak gerekir.

Yine de Belçika bu sıralamada daha önce hiç bu kadar öne çıkmamıştı. Kırmızı Şeytanlar, dünya sıralamasının yapılmaya başlandığı 1993’ten bu yana ortalama 32. basamaktaydılar. 2007 Haziran’ında ise 71. basamağa gerileyerek dibe vurmuşlardı. Bu söylediğim sadece dokuz yıl, yani bir futbol jenerasyonu önceydi. O dönem Vincent Kompany takımdaydı; Eden Hazard, Kevin De Bruyne ve Thibaut Courtois ise henüz ümit vadeden genç yeteneklerdi.

Kırmızı Şeytanlar, daha önce hiçbir zaman kendi ülkelerinde bu kadar popüler olmamışlardı. İster dünya sıralamasının ilk 10’undan bir takıma, ister San Marino’ya karşı oynasınlar, fark etmiyor; Kral Baudouin Stadyumu’nun biletleri birkaç dakikada tükeniyor. Kırmızı Şeytanlar artık çok gündemde, çok başarılı bir pazarlama ürünü. Yani ekilenlerin biçilme vakti geldi.

Güzel Bir Tarih

11 milyon nüfuslu bir ülke için Belçika, futbol tarihinde epey iyi iş çıkardı. Futbol milli takımı, (Antwerp’teki) 1920 Olimpiyat Oyunları’nda altın madalya kazandı. 20 Dünya Kupası’nın 12’sine katıldı. Bunlar kayda değer şeyler. Sadece en üst düzey takımlar bundan fazlasını başarabildi. Bir kıyaslama yaparsak: İspanya 15 Dünya Kupası’nda yer aldı, Fransa ve İngiltere ise 14’er. Buna karşılık Kırmızı Şeytanlar, Avrupa Şampiyonası’na bu kadar sık gidemedi: 14 şampiyonadan sadece dördünde varlardı ki 2000’de Hollanda ile birlikte ev sahibi oldukları için şampiyonaya doğrudan katılma hakkı kazanmışlardı. (Son grup maçında Türkiye’nin 2-0’lık kolay bir galibiyet aldığını hatırlıyor olabilirsiniz...)

Belçikalı futbolseverlerin kolektif hafızasındaki en büyük başarı, Meksika 1986’da Diego Maradona’lı Arjantin’e karşı oynanan yarı finalin ardından gelen dördüncülük. Aslında Belçika, 1980 İtalya’da daha iyiydi. Güçlü (Batı) Almanya’ya Avrupa Şampiyonası’nın finalinde yenilmişti. O şampiyona ve asıl onun öncesindeki istikrarsız dönem hakkında, Geert De Vriese ile birlikte De Grote Duivels (Büyük Şeytanlar) adlı kitabı yazdık. Bu kitap, neredeyse kazanan kaybedenler üzerinedir.

1986’daki şampiyonanın ilk turunda Belçikalılar iyi oynayamadı, Sovyetler Birliği’yle karşılaştıkları eleme turu maçının ilk yarısında ise tamamıyla ezildiler (ama şaşırtıcı bir biçimde uzatmalar sonunda galip geldiler). Sadece sekiz takımın mücadele verdiği 1980’de, genel olarak iyi bir şampiyona geçirdiler. O günlerde grup aşamasının en iyi takımı olmak muazzam bir başarıydı çünkü sadece grup birincileri finallere katılabiliyordu. Bugün durum farklı; Fransa’da 24 takım yarışıyor. Artık elemeleri geçmek değil, geçmemek için elinizden gelenin en iyisini yapmanız lazım...

Şans ve Tesadüf

Peki Kırmızı Şeytanlar’ın sıralamadaki yerini nasıl açıklamalı? Almanya, Brezilya, İspanya, Arjantin, İngiltere ve Fransa gibi daha büyük futbol ülkeleri için bir açıklama yapılabilir: geniş nüfus, futbol kültürü... Çoğu turnuvada varlık göstermeleri normal. Belçika’nın durumu ise farklı. 11 milyonluk nüfus o kadar da yüksek sayılmaz, Belçika liginin Avrupa futbolunda küçük bir rolü var, altyapı azar azar gelişiyor ama uluslararası ölçekte hâlâ gerilerde ve Belçikalılar, mesela komşuları Hollanda’ya kıyasla pek fetih kafasında değiller. Kaybetmemek, kazanmaya çalışmaktan hâlâ daha önemli. Belçikalılar ebediyen zayıf olan taraflar.

Akla gelen ilk açıklama, tam bir şans ve tesadüf olabilir. Bu ülke; Thibaut Courtois, Vincent Kompany, Kevin De Bruyne ve Eden Hazard gibi isimler Belçika pasaportuna sahip olduğu için şanslı. Bu oyuncuların aynı nesle ait olmaları da tesadüf. Zorlu futbol dünyasında kendilerine yol açacak kadar yetenek ve sebat sahibi olmaları ise süzme şans. 21. yüzyılın başında iki Belçikalı kadın tenisçinin, Henin ve Clijsters’ın dünya sıralamasının zirvesinde yer alması da aynı biçimde sıra dışıydı. Ama son dört yılda elde edilen iyi sonuçları sadece şans ve tesadüf ile açıklayamayız.

Bugünkü başarıya katkıda bulunan bir diğer etmen, bir ‘altın jenerasyon’un ortaya çıkmasıydı. Gerçi şunu da hesaba katmak gerekir ki Belçika önemli bir şampiyonada kendisinden daha güçlü bir rakibe karşı tek maç kazanabilmiş değil.

Tohumlar, 2008’de Pekin’de düzenlenen olimpiyat oyunlarında atılmıştı. Belçika yarı finale yükselmiş, bronz madalyayı kıl payı kaçırmıştı. Ama bu başarıyı bile doğru bir çerçevede değerlendirmek gerekir. Pekin’de oynayan futbolculardan sadece Kompany, Vermaelen, Vertonghen, Fellaini ve Dembele Euro 2016 kadrosuna seçilebildi (ne yazık ki Kompany sakat) ve Kompany ile Fellaini oradaki altı maçtan sadece birinde oynamışlardı. Yine de şurası kesin; milli takımda eskisinden daha fazla genç yetenek kendine forma şansı bulabiliyor.

Teşekkürler Jean-Marc Bosman

Şimdi, Belçika’nın başarısı konusundaki üçüncü ve ilk bakışta biraz tuhaf bir açıklamaya geliyoruz: Aralık 1995’teki Bosman Kararı. Avrupa Adalet Divanı, bu hukuki düzenleme ile uluslararası futbol dünyasını temelden sarsmıştı; sözleşmesi biten futbolcular artık kulüplerinin malı olmayacaktı, kulüplerde yabancı futbolcu sınırlaması uygulanmayacaktı. Böylece transfer sayısı katlandı. Genç yetenekler, Bosman Kararı’ndan öncesine kıyasla ilk kulüplerini çok daha erken terk etmeye başladı. Sonuçta, 18. doğum günlerine kadar berbat sahalarda standardın altında, hevessiz antrenörlerle çalışıp profesyonel bir ortamdan yoksun kalmak zorunda değillerdi. Yurt dışına çıktılar. Hoş karşılanacakları ve diğer yetenekli altyapı oyuncularıyla yarışabilecekleri yerlere gittiler.

Bosman Kararı, yıllar süren bir adli çekişmenin meşru bir sonucuydu ama sonunda futbol çok daha ticari bir işe dönüştü, alışılmadık miktarda para ortada dolaşmaya başladı, zengin Ruslarda ve Araplarda birden Avrupa kulüplerine büyük yatırım yapma isteği peyda oldu, Belçika’dakiler gibi küçük kulüpler ve küçük liglerin taraftarları her sezon birtakım yeni yüzlere adapte olmak zorunda kaldı ve bu sırada mücadelenin seviyesi düşmeye devam etti. Çelişkili gibi gelebilir ama Belçika birinci liginin, yani Jupiler Lig’in düşüşe geçmesi aslında milli takım için iyi oldu. Euro 2016’ya seçilen 23 futbolcudan en az 10’u Belçika liginde bir saniye bile oynamadı. Çok küçük yaşta -çoğu Hollanda ve Fransa’daki- yabancı takımlara transfer olmuşlar, ünlü kulüplerde futbol eğitimi almanın tadını çıkarmışlar ve profesyonelliğe Hollanda, Fransa, İtalya ya da İskoçya’nın birinci liglerinde adım atmışlardı. Sakatlık olmazsa bu futbolculardan altısı -takımın yarıdan fazlasışampiyonadaki ilk maçlarında İtalya’ya karşı oynayacaklar: defans oyuncuları Alderweireld, Denayer ve Vertonghen, defansif orta saha oyuncusu Nainggolan ve hücuma dönük orta saha oyuncuları Carrasco ve Hazard.

1986’da ise Dünya Kupası’na giden 22 futbolcudan 20’si kendi ülkelerinin liginde oynuyordu. Sadece Jean-Marie Pfaff (Bayern Münih) ve Eric Gerets (PSV Eindhoven) ‘yabancıydı’. Başlıca kaynak, yedi oyuncu gönderen Anderlecht’ti. Bugünün ilk 11’indeki oyunculardan birini bile Jupiler Pro League’de her hafta görmek mümkün değil. Fransa’ya seçilen futbolculardan sadece üçü Belçika liginde sürekli oynuyor ve tek işlevleri yedek kulübesini boş bırakmamak olacak. Bu, Belçika kulüp futbolu adına gerçekten kötü bir durum ama milli takım adına olağanüstü bir şey. Çünkü Kırmızı Şeytanlar her hafta dünyanın en iyi futbolcularıyla aşık atabiliyor. Belçika futbol tarihinin en başarılı takımı olan Anderlecht, bu kez Kırmızı Şeytanlar’a oyuncu göndermedi. Daha yeni şampiyonluğunu ilan eden Club Brugge’den ise sadece bir oyuncu var.

Çok Kültürlülüğün Zaferi

Dördüncü ve belki de en önemli etmen, Belçika ekibinin ‘renkli’ kompozisyonu. Çok kültürlü toplumun olumlu etkilerine Belçika Milli Takımı’ndan daha iyi bir örnek olamaz. Meksika 1986’da tek devşirme oyuncu vardı: aslen İtalyan olan Enzo Scifo. Tüm takım beyaz futbolculardan oluşuyordu. Bugünkü takım ise toplumu çok daha iyi yansıtıyor; oyuncuların kökeni sadece Belçika’ya değil, Kongo’ya, Fas’a ve benzerlerine uzanıyor. Sakatlık yüzünden Euro 2016’yı kaçıracak olsa da bu neslin en büyük sembolü de Kongo kökenli defans oyuncusu Vincent Kompany. Takımda altı Kongolu (Batshuayi, Benteke, Boyata, Denayer, Jordan ve Romelu Lukaku kardeşler), bir Faslı (Fellaini), bir Martinikli (Witsel), bir Malili (Dembele), bir Endonezyalı (Nainggolan), bir Portekiz kökenli İspanyol (Ferreira Carrasco), bir Kenyalı (Origi) ve 11 ‘safkan’ Belçikalı var.

1998 Dünya Kupası ve 2000 Avrupa Şampiyonası’nda zafere ulaşan Fransa Milli Takımı’na da Cezayirli Zidane, Ganalı Desailly, Senegalli Vieira ve Antillerden Thuram ile Henry liderlik ediyordu. İki yıl önce Dünya Kupası’nı kazanan Alman ‘mannschaft’ı ise sırtını Ganalı Jerome Boateng, Türkiyeli Mesut, Tunuslu Khedira ve Polonyalı Klose ile Podolski’ye dayıyordu.

Bugün sadece aşırı milliyetçiler kan ve toprak bağına değer atfetmeyi sürdürüyor, sıradan futbol taraftarı ise takımında çeşitli ırkların bir araya gelmesini umursamıyor. Sadece, takımının kazanmasını istiyor. Burada doğup büyümüş olmasa da, ten rengi farklı olsa da ülkesi için formasını ıslatmasını istiyor. Bizi gururlandırmasını istiyor.

Bu jenerasyon için Euro 2016, önemli bir şampiyona ama asıl hedef, iki yıl sonraki Dünya Kupası. O zamana kadar Courtois, De Bruyne ve Hazard’ın futbolları olgunlaşacak, Kompany ise umuyoruz ki en üst düzeyde bir kez daha boy gösterebilecek. Bu oyuncuların yıllardır Avrupa’nın en iyi liglerinde oynamaları, asıl işte o zaman meyvesini verecek.

Çeviri: Orkun Yeşim

Socrates Dergi