Kısaca Kopa
12 dk
Raymond Kopaczewski, madende çalışan küçük bir çocuktu. Kaçış yolu olarak futbolu seçti ve Kopa ismiyle tüm dünyanın saygısını kazandı.
İkinci Dünya Savaşı dönemi... Noeux-les-Mines’deki stadyum, Fransa’nın büyük bölümü gibi Alman işgali altındaydı. Futbol meraklısı Nazi askerleri, boş vakitlerini stadyumda yaptıkları maçlarla geçiriyordu. Sıradan bir maç daha başlamıştı... Hedefi bulmayan bir şut kalenin yanında dışarı çıktığında, kısa boylu bir çocuk topu aldı ve arkadaşlarının hayranı olduğu hızını kullanarak stadyumdan uzaklaşmaya başladı. Raymond Kopaczewski, ilk gerçek futbol topuna böyle sahip olmuştu...
Raymond için futbol, tartışılmaz bir kaçıştı. Kuzey Fransa’ya yerleşen çoğu Polonyalı gibi onun ailesi de madencilikle uğraşıyordu. Bu kendilerinin seçimi değildi. Yerin 612 metre altındaki iş alanı, para kazanabilecekleri tek yoldu. Raymond da küçük yaşına ve minyon fiziğine rağmen babası ve kardeşleri gibi madene iniyor, taşıma işlerini yapıyordu. Yer altındaki mesailerinin birinde kaza geçirip tek parmağını kaybettiğinde, kurtuluşunun yalnızca futbolda olduğunun farkına vardı. Şansı, 1949’da dönecekti. Angers antrenörü Camille Cottin, Noeux-les-Mines’in amatör takımında oynayan 18 yaşındaki Polonya kökenli genci takımına aldı. Cottin’in antrenmanlarında Raymond Kopaczewski, daha ‘Fransız’ durduğu için “Kopa” diye çağrılıyordu. Raymond Kopa efsanesi böyle başlamıştı...
“Angers ne isterse istesin, Kopa denen bu çocuğu almalıyız.” Fransa’nın en iyi takımlarından Stade de Reims’in antrenörü Albert Batteux, 1951’de Angers ile oynadıkları idman maçından sonra, yöneticisi Henri Germain’e bunları söylemişti. Germain, Angers kulübü ile görüştü ve anlaştı. Fakat ortada beklenmeyen bir sorun vardı. Genç Kopa, ücret ödenmediği takdirde Reims’in antrenmanlarına dahi çıkmayacağını söylüyordu. Germain, 20 yaşında bir çocuğa pabuç bırakmak niyetinde değildi. Araya giren antrenör Batteux, yöneticisiyle görüştü ve “Çocuğun belli ki idealleri var. Verdiğin paraya pişman olmayacaksın” vaadiyle ikna etti.
Germain, 1953’te başkan olduğunda, iki sene önce ödediği paradan hiç pişman değildi. 1953’te Milan’ı yenip Şampiyon Kulüpler Kupası’ndan önceki prestijli Avrupa futbolu turnuvalarından Latin Kupası’nı kazanmışlar, Fransa Ligi’ni şampiyon tamamlamışlardı. Kopa, Batteux’nun Fransız futboluna yerleştirmeye çalıştığı pas oyununun merkezindeydi. Yıldızı için “Teorilerimi gerçeğe dönüştüren futbolcu” diyen Batteux, rakiplerine de tavsiyede bulunuyordu: “Bizi durdurmak için Kopa’yı oyun dışına çıkarmak istiyorlar. Onu nasıl durdurabilirler ki? Rüzgârı tutmaya çalışmak gibi bir şey bu.”
1952’de Fransa Milli Takımı’na yükselen Kopa, üç sene sonra ise Santiago Barnabeu’nun radarına takıldı. Çoğu Barcelona ve Real Madrid’li oyunculardan oluşan İspanya Milli Takımı, 1954 Dünya Kupası Elemeleri’ndeki Türkiye şoku sonrasında ilk maçına, 17 Mart 1955’te Fransa karşısında çıkıyordu. Chamartin Stadı’ndaki maç öncesinde, Fransa’nın eski antrenörü, dönemin L’Equipe editörü Gabriel Hanot, takımın yeni antrenörü Albert Batteux’yu ‘yüreklendirmek’ için şunları söylüyordu: “Dört farklı bir mağlubiyet normal, galibiyet ise imkânsız.” Maç başladı ve 11. dakikada Hanot’nun öngördüğü gibi İspanya golü buldu. Ama Kopa, ilk yarının sonlarına doğru eşitliği getiren golü attı. Batteux, maçı değiştiren hamleyi, devre arasına saklamıştı. Kopa’yı sağ açıktan ortaya çekti ve ikinci 45 dakika için takımını sahaya gönderdi.
“Milli takım kariyerimdeki en iyi maçtı.” Kopa, ikinci yarıdaki futbolunu böyle hatırlayacaktı. İspanya savunmasını 45 dakika boyunca zor duruma düşürdü ve Jean Vincent’in golünde asisti yaptı. Fransa 2-1’le Hanot’yu şaşırtırken Daily Mail yazarı Desmond Hackett maçla ilgili şunları yazıyordu: “O öğleden sonra tüm zamanların en iyi futbolcusunu izledim. Adı, Kopa’ydı. Futbolun Napolyon’u...” 1.69’luk yıldızın parlayışına şahit olan 125 bin futbolseverden biri de Chamartin Stadı’na bir süre sonra kendi adını verecek olan Real Madrid Başkanı Santiago Barnabeu’ydu. Transfer işlerini antrenörlerine bırakmayı pek de sevmeyen başkan, listesine Kopa’yı eklemişti bile...
Bu arada Gabriel Hanot, futbolla ilgili görüşlerinde hep de yanılmamıştı. L’Equipe’teki yazılarında sürekli ortaya attığı ve kulüpler düzeyinde uluslararası büyük bir Avrupa turnuvasını öngören düşüncesi UEFA tarafından kabul görmüş ve 1955’in sonbaharında, Şampiyonlar Ligi’nin temeli atılmıştı. Avrupa Kupası adıyla başlayan turnuvanın Haziran ayındaki finalinde sahadaki takımlardan biri, Batteux’nun çalıştırdığı, Kopa’nın yıldızı olduğu Stade de Reims’ti. Rakip ise Barnabeu’nun Real Madrid’i... Son 25 dakikasına 3-2 önde girdiği maçı, 4-3 kaybeden Reims, zaferin kıyısından dönse de gücünü kanıtlamıştı. Kopa için yeni bir maceraya atılma zamanı gelmişti...
O sene iyiden iyiye sivrilen hücumcunun kapısını iki büyük kulüp çalacaktı. Milan yöneticileri, Kopa’nın eşi Christiane Bourrigault ile Gare de l’Est’te buluştu ve uzun süre Milano’nun muhteşem bir şehir olduğunu anlattılar. İtalyanlara göre bir erkeği ikna etmenin yolu, eşinden geçiyordu. Transfer uzmanı Madrid Başkanı Santiago Barnabeu ise randevusunu Raymond Kopa’dan almıştı ve bu hareket, Fransız yıldızı etkilemek için yeterliydi. Barnabeu, İspanya’ya döndüğünde “Yeni bir futbolcu mu buldunuz?” sorusunu soran gazetecilere şu cevabı verdi: “Dünyanın en iyisini hem de!” Raymond Kopa, 1956 yazında Real Madrid’e 52 milyon frank karşılığında transfer olduğunda Fransa’da ufak çaplı bir isyan yaşanıyordu. Para karşılığında kulübünü ‘sattığını’ düşünenler de vardı, Avrupa Kupası finalinden önce anlaştığını öne sürenler de... Kopa’nın bu kızgın çoğunluğa verdiği cevap, maden günlerinden kalma olacaktı: “Bu parayı nerede kazanabilirim? Ailemi ve geleceğimi düşünmek zorundayım. Her zaman bir yıldız olarak yaşamayacağım.”
Madrid taraftarının yakıştırdığı isimle ‘Kopita’ için Real günleri çok da huzurlu başlamadı. Yıldızlaştığı bölgenin Madrid’deki sahibi Alfredo Di Stefano’ydu. Bu nedenle sağ açıkta oynatıldı ve sürekli topla az buluştuğundan yakındı: “Bana sağ kanatta durmamı söylediler. Maç içinde topun bana gelmesini beklemem gerekiyordu. Çok az topla buluşuyordum ve aldığımda da çalım atarak kendimi göstermeye çalışıyordum. Ama ben Stanley Matthews değildim.” Hiçbir zaman dile getirilmese de Alfredo Di Stefano ile uzun süreli bir ego savaşı yaşadı. Kopa’ya göre Di Stefano, onun gerçek pozisyonunda oynatılmasını istemiyordu. Fakat ‘Sarı Ok’ Di Stefano’ya da hakkını vermeyi ihmal etmeyecekti: “O, Real Madrid demekti, bense dişlinin bir parçasıydım. Di Stefano’nun topla yaptığı işleri ve takımı yönetmesini izleyerek daha iyi bir futbolcu oldum.”
Değişim, 1958’deki Dünya Kupası’nda net olarak görülecekti. Fransız basını, milli takımlarının İsveç’e tatil için gideceğini yazıyordu. Onlara göre Maviler, üç grup maçından sonra Paris uçağına binecekti. Bu inancı taşıyanlar arasında futbolcular da vardı. Öyle ki bavullarının içine oltalarını dahi atmışlardı. “Fransa’dan sadece üç gazeteci gelmişti. Bizimle antrenman yapıyorlar ya da geziyorlardı. Hiç turnuvayla ilgili değillerdi.” Bir ay sonra Dünya Kupası tarihine geçecek Just Fontiane, ‘inanç kıtlığını’ böyle hatırlıyordu. Fakat turnuva başladığında, Kopa’nın ‘Di Stefano etkisi’ ile olgunlaşan liderliği izleyenleri büyüleyecekti. Roger MacDonald, 1967’de World Soccer’a yazdığı Kopa portresinde, farkı şu sözlerle kâğıda aktarmıştı: “Reims günlerinde, tüm ipleri elinde bulunduran bir kukla oynatıcısıydı. Madrid’e gittikten sonra ise takım arkadaşlarıyla paylaşmayı öğrendi.”
Alfredo Di Stefano, Santiago Bernabeu ve Raymond Kopa
Polonya asıllı Kopa, anneden İspanyol Fontaine ve İtalyan göçmeni Roger Piantoni’nin yıldızlaştığı Fransa, gol gösterisi sunduğu maçlarla yarı finale kadar yükselmişti. Yarı finalde, karşılarında Brezilya vardı. 1-0 geriye düştüler, Kopa-Fontaine işbirliğiyle beraberliği yakaladılar. O turnuvada Brezilya’ya gol atabilen ilk takım olmanın moraliyle tempoyu arttırdılar ama 35. dakikada sakatlanan kaptanları Robert Janquet, tüm planları bozdu. Oyuncu değiştirme kuralı henüz futbol sahalarına inmemişti ve Fransa, 55 dakikasını 10 kişi oynadığı maçı 5-2 kaybetti. Son şampiyon Federal Almanya’yı 6-3 yenerek üçüncü olan Fransa, ülke futbol tarihinin uzun yıllar sürecek en büyük başarısını kazanmıştı. 13 gollü Just Fontaine hâlâ kırılamayan ‘rekor krallığına’ ulaşırken, Kopa da 1958 yılının Ballon d’Or ödülü sahibi unvanıyla Avrupa futbolunun zirvesine kurulacaktı.
1958, Real Madrid kariyeri adına en iyi senesi değildi. Barnabeu, o sene ses getiren transferlerine yenisini ekliyor ve ‘göbekli’ Ferenc Puskas’ı Madrid’e getiriyordu. Kopa, gölgesinde kalacağı bir takım arkadaşı daha kazanmıştı. O sezon sonunda Real Madrid’den ayrıldığında, üç sene üst üste Avrupa şampiyonluğu zaferi yaşamıştı ama futbol adına çok huzurlu değildi. Yine de son senesinde yaşadığı bir olay, yıllar sonra Madrid kariyeri ile ilgili tebessümle hatırlayacağı anlardan biri olmuştu: “Madrid’de oynadığım üç yıl boyunca kendi sahamızda bir kez yenildik. O da Atletico Madrid karşısındaydı. Maçtan sonra Santiago Barnabeu, pazartesi günü bizimle yemek yiyeceğini söyledi. Yemeğe geldi, konuşmak için ayağa kalktı ve ‘Eğer bu tekrarlanırsa hepinizi gönderirim!’ dedi.” Durum tekrarlanmadı ama Kopa, sezon sonunda Fransa’ya döndü...
Raymond Kopa, ‘ağası’ olduğu Reims’e kavuştu ve iki Fransa şampiyonluğu kazandı. Sahadaki performansı kadar söyledikleriyle de ön plana çıktı. 1963’te France Dimanche’a verdiği röportajda, “Futbolcular, fikirleri sorulmadan alınıp satılan tek bireydir. Tıpkı orta çağdaki köleler gibi” demeci, altı ay men cezası almasına neden oldu. 1967’de futbolu bıraktığında, Fransızların yetiştirdiği en büyük uluslararası oyuncu olduğu tartışmasız bir gerçekti.
Kopa, futbolun içinde kalan tekaütlerden olmadı. Yakın arkadaşı Etienne Smulevici ile 1985 yılında Paris Dakar Rallisi’ne katıldığında, Fransızlar onun yerini dolduran bir diğer göçmen Michel Platini ile mest oluyordu. Futbol yaşamı sonrasında devam ettiği iş adamlığı serüvenini ise Cezayir asıllı Zinedine Zidane’ın hüküm sürdüğü 1990’larda sonlandıracaktı.
Raymond Kopaczewski, 3 Mart 2017’de, ‘Kopa’nın doğum yeri’ Angers’te hayata veda etti. Vefatından kısa süre önce So Foot’ta yayımlanan söyleşisinde, “Platini ve Zidane’la yan yana konmak nasıl bir duygu?” sorusuna “Mutlu olmalılar” karşılığını veren Raymond Kopa, büyük bir futbolcu olmasını maden günlerine bağlıyor ve “Oradan kaçışım için başka yolum yoktu” diyordu. Almanlardan çaldığı topu da unutmamıştı: “Bir bakıma direnişe katkıda bulunmuştuk.”