Klasik
12 dk
Avrupa futbolunun nostalji kokulu sayfalarında 10 numaraların yeri başkadır. Onlardan biriyle, Hansi Müller'le konuştuk...
Disiplinli, sert, konsantre, taktik bilgisi iyi, enerjik... Alman bir futbolcuyu överken bu sıfatlar kullanılır. Güney Amerikalı ya da Hollandalılar 'zarif' kelimesinin haklarını almıştır sanki. Ama baktığınızda futbol tarihinin en zarif oyuncularından biri olan Franz Beckenbauer'i Almanlar sunmuştur sahneye. Onun kadar olmasa da birlikte top koşturduğu Wolfgang Overath ya da Günter Netzer de izleyene "Vay be!" dedirtecek işler yapar... Ama kabul etmek gerek bu stilde çok az Alman futbolcu görürüz. Görülenler de akılda kalır. Bernd Schuster, Pierre Littbarski, Thomas Haessler, Mehmet Scholl... Bunlardan biri de Hansi Müller olabilirdi. Ama o, 'akılda kalma' hususunda şanssızlıklar yaşadı.
1970'lerin ikinci yarısında ligin dişli takımlarından biri olan Stuttgart'ın demirbaşlarından olan Müller, 1980 Avrupa Şampiyonası'nda sükse yapan milli takımında iyi bir turnuva geçirdi. Çekoslovakya maçındaki harika asistiyle turnuvaya başladı ve kupayı kazanan Almanya'da Bernd Schuster ile birlikte turnuvanın en dikkat çeken isimlerinden biri oldu. Fakat sonrası diğerleri gibi olmadı. Önce sakatlıklar, sonra sorunlu İtalya macerası... Sol ayağı ve frikikleriyle az da olsa hatırlanan Hansi Müller'den o günleri dinleme zamanı...
1976-1977'de Stuttgart, İkinci Lig'den Bundesliga'ya çıktı. Sonra oradaki ilk yılında ilk dörde girmeyi başardı. Ertesi sene de lig ikincisi oldu. Takımın üst seviyeye hemen adapte olmasının sebebi neydi?
Bizi inanılmaz iyi motive eden, özellikle yedek oyunculara değer veren, onları hiçbir zaman küstürmeyen ve daima hazır tutan mükemmel bir teknik direktörümüz vardı; Jürgen Sundermann. Ayrıca genç ve tecrübeli oyuncuların çok iyi harmanlandığı, çok ayarında bir kadroya sahiptik. Bizi başarılı yapan buydu.
1978 Dünya Kupası'ndan sonra Helmut Schön, Almanya Milli Takımı'ndan ayrıldı ve yerine yardımcısı Jupp Derwall geldi. Sizin de milli takım kariyeriniz o dönemlerde başladı. Derwall ile belirli bir değişim olmuş muydu?
Arjantin'de oynadığımız Dünya Kupası büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlandı ve tecrübeli oyuncularımızın çoğu milli takımı bıraktı. Bu kan değişimi, takıma iyi geldi. Tıpkı Stuttgart'taki gibi bir takımımız oldu; orta yaşlı oyuncularımızın tecrübesine gençlerin dinamizmi eklendi.
Bir oyuncusunun gözünden, nasıl bir teknik direktördü Derwall?
Oyuncularına çok yakın, onlarla sıcak ilişkiler kuran bir teknik direktördü. Oyuncularını rahat ve özgür bırakıyordu. Takımına olan bu güveni de her zaman kendisine başarı olarak geri döndü. Mesela milli takımda 23 maçlık bir yenilmezlik serimiz olmuştu onunla.
O serinin içinde 1980 Avrupa Şampiyonası da var. Genç bir kadroydunuz ama aynı zamanda turnuvanın açık ara en iyi takımı…
Sahada çok farklı karaktere sahip oyuncular vardı; her biri de kendi takımlarının lider oyuncularıydı. Ayrıca çok ofansif bir oyun anlayışına sahiptik ve bu kesinlikle doğru bir stratejiydi. Sonucunu da aldık.
Aynı yıl Guerin Sportivo dergisinin Avrupa'daki en iyi genç oyunculara verdiği Bravo Ödülü'nü kazanmıştınız. Bu ödül, bir sorumluluk yüklemiş miydi?
O dönem için tabii ki şahane bir ödüldü. Bu unvanı hak etmek, özellikle uluslararası alanda iyi bir performans sergilemek adına beni motive eden unsurdu.
Almanya Milli Takımı, 1980 Avrupa Şampiyonası'nda büyük sempati toplamıştı. Ama 1982 Dünya Kupası'nda şimşekleri üzerine çekti. Bunun sizce tek sebebi, Avusturya maçında yaşanan olaylar mıydı?
Gerçekten de tek sebebi o maçtı. Böyle bir şey asla yaşanmamalıydı, biz de bunu çok sonraları anladık. FIFA da bu sebeple kural değişikliğine gitti zaten; o günden sonra gruplarda son maçlar aynı saatte oynanmaya başladı.
Bir de Toni Schumacher'in Fransa maçında Patrick Battiston'a yaptığı hareket var. Saha kenarındaydınız. Ne hissetmiştiniz?
Vahşi bir hareketti ve Toni o pozisyonda gereksiz, aşırı bir reaksiyon gösterdi. Sonrasında çok üzüldüğünü de biliyorum. O çok duygusal bir insan, her zaman kazanmak ister ama asla kötü niyetli değildir.
Dünya Kupası'ndan sonra İtalya'ya gittiniz. Inter'e transferiniz nasıl gelişti? Inter gibi zor bir kulübü neden seçtiniz?
Inter, kesinlikle üst düzey bir adresti. Orada esasen her şeyden önce iki senede yaşadığım üç ağır sakatlıktan dolayı çok zorlandım. Dolayısıyla Inter kulübünün yapısıyla bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum; bu durumda nerede olursam olayım benim için kolay olmayacaktı.
Saygı
Ottmar Hitzfeld, Joachim Löw gibi futbolculuk kariyerleri sınırlı ancak daha sonra teknik direktör olarak büyük başarılar yaşayacak isimlerle aynı takımda oynadınız. Onların futbola bakışında farklı bir nokta gördüğünüz olmuş muydu hiç? Geldikleri nokta sizin için şaşırtıcı oldu mu?
İkisiyle de Stuttgart'ta birlikte oynadım. Onlar iyi futbolcu olmaktan öte çok büyük takım oyuncularıydılar. Buna ek olarak tevazularını hiç yitirmediler, ayakları hep yere sağlam bastı. Onlar için insanlara değer vermek ve saygı daima ön plandaydı. İkisi de çok sağlam, çok güvenilir insanlar ve bu yüzden başarılılar.
Alman futbolu da sistemlerle çok iç içedir, İtalyan futbolu da… Size göre farklılıklar ve benzerlikler nelerdi?
İtalyanlar, ikili mücadelelerde çok sinsiler. Yabancı bir oyuncu olarak bununla başa çıkmayı, bunun üstesinden gelmeyi öğrenmeniz gerekiyor. Sistem ise bunun yanında ikinci planda kalıyor.
Inter'de birlikte oynadığınız Giuseppe Bergomi, kulüp tarihinin önemli kaptanlarından biri. Etkisi hâlâ devam ediyor. Onun liderlik özellikleriyle ilgili neler söylersiniz?
'Zio' (İtalyanca, amca) inanılmaz hızlıydı ve ikili mücadelelerdeki gücü muazzamdı. Bu özellikleri, onu üst düzey bir oyuncu yapıyordu. Eh, 18 yaşında dünya şampiyonu olmak da bu yolda muazzam bir avantaj sağlamış tabii ki.
Alman Milli Takımı ile son maçınıza 1983'te çıkıyorsunuz. O yıldan sonra ne oldu da milli takımdan uzak kaldınız?
Uli Stielike haricinde yurtdışında oynayan tek oyuncu bendim, dizimle ilgili problem yaşıyordum ve Alman medyası da o dönem beni çok eleştiriyordu…
Peki Inter'den Como'ya transferiniz de bu sakatlıkların sonucunda mıydı?
Başta belki evet ancak Como'ya geçişim sonradan çok önemli bir deneyime dönüştü benim için. Düşme hattında mücadele ettiğim ilk ve tek sezondu. Orada bambaşka şeylerin önem kazandığını gördüm: Tutku, hırs, özveri, ikili mücadele azmi…
Daha sonra Avusturya'ya, Tirol takımına transfer oldunuz. Stuttgart'tan sonra en uzun kaldığınız kulüptü. Bu ortam sizi rahatlatmış mıydı?
Sözüm ona, kariyerim için bir düşüştü. Geriye dönüp baktığımda ise açıkçası olağanüstü güzel, harika bir zaman görüyorum. Çok başarılı bir dönemdi.
Ernst Happel ile yollarınız da burada kesişti ve kariyerinizin ilk lig şampiyonluğunu Tirol'le yaşadınız. Sigara tiryakisi, işkolik ve antrenmanları çok sıkı bir antrenör olarak tanınır Happel; bu hiç sorun yaratıyor muydu?
Happel büyük bir karakter, karizmatik bir liderdi. Varlığı dahi saygı uyandırıyordu diyebilirim. Özellikle lider oyuncularla kapışırdı. Ben de bu yüzden kendisiyle defalarca kez sorun yaşadım. Ama her şeyin sonunda önemli olan bir tek şey kalıyor; o da başarı. Biz çok başarılıydık.
Futbolu bıraktıktan bir süre sonra Stuttgart Kulübü'nde görev aldınız. Almanya'da bu bir çeşit gelenek gibi sanki. Kulübün eski yıldızları, daha sonra yönetim koltuğuna geçiyor. Bunun avantajları ve dezavantajları neler?
Zorluğu, işin ekonomik tarafı; daha doğrusu rakamlarla, bilançoyla uğraşmak. Ama profesyonel futbolcu olarak edindiğin tecrübeden yararlanabiliyor olman ve futbol dünyasında kurduğun ilişkiler ağı büyük bir avantaj elbette.
İlyas
Stuttgart'ta beraber oynadığınız İlyas Tüfekçi ile ilgili neler söylersiniz? 1980'lerin Mesut Özil'i olabilir miydi?
İlyas harika bir insandı; her daim neşeli ve çok komikti. Bunun yanı sıra gerçekten çok teknik bir oyuncuydu ama kısa boyu nedeniyle Almanya'da golcü olarak hiçbir zaman gerçek bir çıkış yaşayamadı.
Almanya, yetmişli yıllarda çok zarif futbolcular çıkardı. Fakat seksenlerden itibaren makineleşmekle suçlandı. Mesela eskiden 10 numaralı forma Netzer ya da Overath gibi teknik isimlerdeyken bir anda Matthaeus gibi fiziksel meziyetleri üstün bir oyuncuya geçti. Bu değişimin arkasında ne vardı?
Çok basit. Sadece, futbol bu yönde gelişti. Daha hızlı, daha agresif ve daha dinamik bir oyuna dönüştü. Klasik 10 numara diye bildiğimiz profilin futbolda artık olmamasının sebebi de bu.
Alman Milli Takımı uzun yıllar ustaçırak ilişkisi sonucu yaşanan nöbet değişimleri ile antrenörünü buldu. Fakat Derwall'in 1984'te ayrılmasından sonra başa gelen Franz Beckenbauer, bu âdeti bozdu. Evet, 1990 Dünya Kupası kazanıldı ama sonra duraklama devri başladı. O düzenin bozulması, altyapının eski verimini kaybetmesine mi neden oldu sizce?
Belki de. Ancak sonrasında Alman Futbol Federasyonu bu şekilde devam edemeyeceğini anladı. 2000 yılında oynanan ve hayal kırıklığıyla sonuçlanan Avrupa Şampiyonası sonrası, günü kurtarmak yerine altyapıya yönelerek yetenekli bir nesil yetiştirmeye ağırlık verdiler.
İşte bu hamle, ivmenin yönünü değiştirdi ve her şeyin iyiye gitmesini sağladı. Alman futbolu bu değişimden kalıcı bir yarar sağladı ve bunun etkisi bugün hâlâ devam ediyor.