
Kobe Defteri
18 dk
Kobe Bryant denilince akla gelen yüzlerce öykü, hatıra ve kare var. Karşınızda, 11 kalemden 11 Kobe anısı...
"Gözlerimi kapatıyor ve iyi anılarımı yeniden hatırlıyorum."
2016 sezonunda, Los Angeles Lakers'ın 15 galibiyet, 59 mağlubiyetle NBA'in en alt sıralarına demir attığı dönemde verdiği bir röportajda, Kobe Bryant bu cümleleri kuruyor, akıl sağlığını böyle koruduğunu ifade ediyordu. Sayısız başarısı bulunan, kendini 'Mamba Mantalitesi' ile özdeşleştiren birinin parkedeki bu devasa hayal kırıklığına sessiz kalması düşünülemezdi. Sonuçta Kobe, kariyeri boyunca bir şekilde hep sesini çıkarmıştı. 81 sayılık tarihi performansı, bir maç sonunda faul yapması gereken Jeremy Lin'e tepki gösterip o faulü kendi yapması, bir başka gecede kendisine sataşan bir Dallas Mavericks taraftarına eliyle beş yüzüğü olduğunu hatırlatması, yeri geldiğinde koçu Phil Jackson'la bile savaşa girmesi...
Evet, Kobe hiç susmamıştı. Ve basketbol bittiğinde de kendini başka türlü anlatmaya devam edecek gibiydi. Ta ki 26 Ocak Pazar günü gerçekleşen helikopter kazasında 13 yaşındaki kızı Gianna Bryant'ın içinde bulunduğu sekiz kişilik bir ekiple hayatını kaybedene kadar... Şu anda elinde tuttuğunuz dergiyi okuyan birçok kişinin 'çocukluk kahramanım' diye tanımladığı Lakers efsanesi, bir anda aramızdan ayrılmıştı. Ondan bize geriye kalan arşiv ise epey kabarıktı. Maç görüntüleri, belgeseller, kavgalar, skandallar, motivasyon konuşmaları, unutulmaz şutlar ve asla dinmeyen bir rekabet tutkusu...
İlerleyen sayfalarda Kobe Bryant'ın bir şekilde hayatına dokunduğu birçok insandan 8 ve 24 numaranın hikâyesini okuyacaksınız / Ruhat Akkuş
Üçleme
Basketbolun zirvesinde olduğu yıllarda Kobe Bryant, Michael Jordan'la kıyaslanırken; iki sporcunun kariyer yollarının uzanışındaki farklılığın hep göz ardı edildiğini düşünürdüm. Jordan o seviyedeki bir basketbolcu için belki de ideal yolu yürümüştü; kolej basketbolunun önemini koruduğu bir dönemde ülkenin en prestijli basketbol programlarından birinde, büyük bir basketbol eğitmeninin elinde yoğrulmuş, NBA'e geldiğinde takımı onun etrafında yapılanmaya başlamış, ilk yıllarında takımıyla yaşadığı hayal kırıklıkları tek bir oyuncunun yapabileceklerinin sınırları konusunda gözünü açmış ve onu sonraki yıllara hazırlamıştı. Bryant ise NCAA'e adımını atmadan NBA'e geliyordu, Lakers tarafından draft edildiğinde 18 yaşını doldurmamıştı, oynadığı pozisyonda önünde daha sonra 3 kez All-Star seçilecek Eddie Jones bulunuyordu ve birkaç gün sonra da takımı, ligin en iyi oyuncularından birini transfer edecekti.
Dramatik bir mağduriyet yaşamıyordu elbette ama Kobe bir taraftan kendine çizdiği yolu almaya çalışırken bir yandan Shaquille O'Neal'ın Scottie Pippen'ı olmakla yükümlüydü. Ve 2000-2002 arasındaki üç şampiyonlukta bu rolü neredeyse kusursuz biçimde oynadı. Shaq 99-00 sezonundan itibaren Jordan'dan bile daha dominant bir seviyeye ulaşırken, Kobe dış skorer, dış savunmacı, oyun yönlendirici ve kritik dakikalarda bitirici olarak sürekli gelişim gösteriyordu. 2000 NBA Finali'nde Shaq'ın altı faulle devre dışı kaldığı deplasmandaki dördüncü maçı uzatmada attığı 8 sayıyla kazandırdı ve 2-2'ye gelmek üzere olan seriyi 3-1'e taşıyarak fiilen bitirdi. 2001 play-off'larında 29.4 sayı, 7.3 ribaund, 6.1 asistle oynadı ve Allen Iverson'ın Sixers'ıyla oynanan finallerden önce Portland, Sacramento ve San Antonio'yla karşılaşılan, kâğıt üzerinde daha zor denebilecek serilerin Shaq'ın bile önüne çıkan MVP'siydi belki de. Zamanla öyle bir oyuncuya dönüştü ki Shaq'ın varlığının onu sıkıştırdığı kaba dar gelmeye başladı.
Spor, basketbol ve NBA tarihi kırılma noktalarıyla dolu. Kobe ve Shaq arasında 2002-03 sezonunun başından itibaren derinleşmeye başlayan çekişmenin önü alınabilir miydi, zamanla Shaq'ın Miami'de Wade'e yapacağı gibi sahneyi Kobe'ye bırakacağı bir Lakers kaç şampiyonluk daha kazanabilirdi, bilmek mümkün değil. Aynı şekilde, Kobe Bryant eğer Jordan'a benzer bir yolu izleseydi nasıl bir kariyeri olacağını kestirmek de. Kendi adıma emin olduğum şu: O üç yıl boyunca izlediğimiz, bu ligin gördüğü en iyi ikiliydi. / Orkun Çolakoğlu

Yalnızlığın Başlangıcı
2004 Finali başlarken Lakers'ın favori olduğunu düşünüyordum. Bunun esas nedeni, konferans yarı finallerinde son şampiyon Spurs'ü 2-0 geriden gelip 4-2 yenmeleri ya da konferans finalinde normal sezon lideri Timberwolves'u alt etmeleri değildi. Rakipleri Detroit Pistons, EuroLeague'e rahmet okutan maç sonuçlarıyla Doğu Konferansı'nı şampiyon tamamlamıştı ancak bu süper savunma takımı, Kobe-Shaq ikilisini durdurmak için yeterli görünmüyordu. En azından bana... Pistons, ilk maçı 87-75 aldığında da fikrim aynıydı; bu tıpkı Iverson'ın 2001 Finalinde 76ers'a kazandırdığı deplasman galibiyeti gibi bir istisnaydı ki o seri de 4-1 Lakers üstünlüğüyle bitmişti. Ancak ikinci maçla birlikte görüşlerim değişecekti. Pistons yine muazzam savunma yapmış ve bitime bir dakikadan az süre kala altı sayıı öne geçmişti. Lakers son hücum öncesi üç sayı gerideydi, topu Kobe'ye verdiler, o da skoru eşitledi. Uzatmada Lakers kazanmıştı ama Pistons, gitgide yıkılmaz bir kaya gibi görünmeye başlamıştı.
Şimdinin 'süper takım'larının atası sayılabilecek Lakers, 4-1 kaybetti. Bu sonuç dev bir hayal kırıklığıydı ama Kobe için de kırılma noktasıydı; yolun geri kalanını yalnız yürüyecekti. Shaq ve Payton takımdan ayrıldı, Malone emekli oldu. Kobe dağılan hanedanın ardından koca sarayda tek başına kalmış çaylak bir imparatordu artık.
Tarih bize, böyle durumlar için iki senaryo sunuyordu: Kobe ya bu yükün altında ezilip kaybolacak ya da bu yükü omuzlayıp kahraman olacaktı. Ve bugün, onun yıllara yayılan sınavına şahitlik eden biri olarak diyebileceğim; Kobe'ninki muhtemelen, başından sonuna eşlik edebildiğim en güzel kahramanlık masalıydı. / Onur Erdem
8 & 24
Kobe, NBA parkesine adım attığı günden itibaren spot ışıklarının ve karşılaştırmaların odağındaydı. Kıyaslandığı kişiler ise dönemsel olarak sürekli değişiyordu. Yıllar içinde; Michael Jordan, Allen Iverson, Tracy McGrady, Dwayne Wade, LeBron James şeklinde ilerleyen yıldızlar listesine beklenmedik bir isim daha eklenecekti: Kobe Bryant'ın ta kendisi… 2006-2007 NBA sezonu başlarken, Lakers'ın yıldızının forma numarasını 8'den 24'e değiştirdiği haberi gündemi epeyce meşgul etti. Hatta idolü Jordan'ın 23'üne, 23+1'le gönderme yaptığına dair söylentiler dahi çıkmıştı. İşin aslı, Kobe artık daha olgun bir basketbolcu ve insan olduğuna vurgu yapmak için bu değişikliğe gitmişti. Artık Shaquille O'Neal'ın kanatlarının altında değildi, yaşı ilerliyor ve atletik becerileri nispeten geriliyordu ama yetenekleri birçok açıdan keskinleşmişti. 24, Kobe'nin kendisiyle daha çok özdeşleşen başarıları kazandığı dönemde giydiği numara olacaktı.
Kariyerinin 8 numarayla geçen ilk on senesinde, Kobe tam 16.777 sayı üretti ve bunu yaparken 23.9 sayı ortalaması tutturdu. 24'ü giyerken ise 26.3 ortalamayla 16.866 sayı bulacaktı.
İki istatistik arasında belki dağlar kadar fark yok ancak Kobe'nin iki forma numarasıyla üstlendiği roller arasında ciddi farklar mevcut. İlk döneminde kazanılan üç şampiyonlukta her ne kadar çok önemli işler yapmış olsa da Shaq'ın yardımcı aktörüydü. İkinci dönemde güçlerini Pau Gasol'le birleştirirken liderlik rolünde kendisi vardı. Üstelik ondan şüphe edenler olmasına rağmen yeni rolüne de ustaca bürünecek, 'Shaq'sız' iki şampiyonluk daha kazanacaktı. Bu nedenle, şimdilerde Staples Center'ın tavanında iki tane Kobe Bryant forması asılı. Ve bu nedenle Kobe, tüm o diğer efsanelerin yanında bir de kendi geçmişiyle kıyaslanıyor. Peki sizce hangisi daha iyi; 8 mi yoksa 24 mü? / Aras Yetiş

81 Sayı
Binlerce maçın oynandığı NBA sezonunda yayıncıların ekrana getireceği maçlar aylar öncesinden belirlenir. Eğer şanslı bir yorumcuysanız, normal sezonda birkaç kaliteli maça mikrofon başında eşlik edersiniz. Yayın şanslarımı şöyle bir hatırladığımda aklıma iki örnek geliyor: Biri 2004'teki Pistons-Pacers kavgası, diğeri de Kobe'nin Raptors zaferi.
Kobe'nin o sezonki her maçı bireysel bir isyandı aslında. Her gece, kazanmak adına kaç sayı atılması gerekiyorsa onu atıyordu. 40, 50 gibi skorlara ulaşması haber değeri bile taşımıyordu artık. Toronto maçı da o gecelerden biri gibiydi. Raptors uzun süre önde gitmiş, bir ara farkı 18'e çıkarmıştı. İlk yarı bildiğimiz patlayıcılığını sergileyen Kobe, ikinci yarı öyle bir trans haline geçmişti ki... Dokunduğu altın oluyordu. Fakat olan biteni izlerken "Ben buna benzer bir şeyi zaten gördüm" dedim. Ancak Kobe, bir yerden sonra alışılageldik tüm parametrelerin dışına çıktı. Önce heyecanla, sonra coşkuyla, en son büyük bir takdirle izleyip şok geçirdim. Kelimenin tam anlamıyla uzaylı görmüş gibiydim. Ancak mikrofon başında bir yandan da olanları anlatmam gerekiyordu. Ama kendim anlamadığım bir şeyi başkasına nasıl aktaracaktım ki? O şok halinin ardından anlamlı birkaç cümle kurabilmiştim. "Kobe Bryant bu maçı kazandırdı" onlardan biriydi. Sonuçta, karşımızdaki David Robinson'ın sayı kralı olmak için 71 sayı attığı normal sezon maçı değildi. Black Mamba sezon boyunca çıktığı zirvelerin en akılalmazına yükselmişti ve o maçı da almıştı.
Kobe Bryant'ın ölümünün ardından unutulmaz maçı yeniden izledim. Murat Murathanoğlu'yla birlikte anlattığım o maçı düşünürken hep "Hakkını veremedim" hissiyatını taşırdım. O ânın şokuyla kötü bir yayıncılık yaptığımızı düşünüyordum ama o kadar da başarısız değilmiş. Zaten muhtemelen o yayını izleyen kimsenin bizi dinleyecek hali kalmamış, ekrana kilitlenmişlerdir. Ya da 81'e... / Kaan Kural
Liderlik Okulu
O gün Yiğiter Uluğ ile beraber Eurosport'un Beşiktaş'taki mütevazı anlatım kabinine girerken çok heyecanlıydım. NBA yıldızlarından oluşan ABD Milli Takımı, son dünya şampiyonu İspanya ile 2008 Olimpiyat Oyunları Finali'nde karşı karşıya geliyordu. Kobe, 2004 Atina ve 2006 Japonya facialarından sonra kurulan ve 'Redeem Team' lakaplı takımın lideri konumundaydı. Henüz maçın başında Lakers'tan takım arkadaşı Pau Gasol'e çok sert bir faul yaparak da maçın ve takımının tonunu belirliyordu. Yıllar sonra bir röportajında LeBron da o pozisyonu hiç unutamadığından söz edecekti. Zaten Jason Kidd, LeBron James, Dwyane Wade, Carmelo Anthony, Chris Paul gibi alfa karakterlerden oluşan yıldızlar topluluğunu tarihin en uyumlu ABD Milli Takımı haline getirenin Kobe'nin liderliği olduğu söylenir. Kampta herkesi sabah beşte idman yapmaya teşvik eden bir alfalıktır bu...
İspanya'da ise Gasol Kardeşler, Navarro, Garbajosa gibi isimlerin yanında 17 yaşındaki Ricky Rubio ve 23 yaşındaki Rudy Fernandez finalde takımlarını sürüklüyordu. İkili, o yıl milli takımı da çalıştıran Aito Reneses'in yönetiminde Joventut ile ULEB Kupası'nı kazanmıştı. Bunu en iyi bilen de olimpiyat öncesi rakiplerin maç kasetlerini izleyen ve bunu takım arkadaşlarına da aşılayan Kobe'dir. O Kobe, 3 dakika 10 saniye kala İspanya farkı beşe indirdiğinde, Rudy'i feyk ile tuzağa düşürüp şutu atar. Basketin yanında faulü de alır ve tribünlere o meşhur sus işaretini yapar. Maç başında olduğu gibi sonda da tonu belirleyen odur. Avengers misali takımın oluşumundan sorumlu olan yönetici Jerry Colangelo, Kobe'nin olimpiyat deneyiminde bıraktığı izlenim ile hakkındaki negatif algılardan bazılarını kırdığını söylemişti. Belki de 2009 ve 2010 şampiyonluklarının yolunu açan da bu deneyimiydi. Bu muhteşem basketbol maçını anlatabilmiş olmak ise benim için unutulmaz bir Kobe tecrübesiydi. / Caner Eler

2009 & 2010
NBA izlemeye başladığım yıllar 2000'lerin sonuna dayanıyor. Bu sayfalardaki yazarların birçoğuna nazaran yaşım daha küçük anlayacağınız. Öyle ki Kevin Garnett, LeBron James, Tony Parker ilk kez telaffuzlarını öğrendiğim yabancı isimler arasındaydı. Fakat basketbola ilgimin yeşerdiği dönemde en çok aklıma kazınan oyuncu Kobe Bryant'tı. 2009 ve 2010'daki şampiyonlukların da etkisiyle...
Milyonlarca insan gibi benim için de Kobe başka bir yere sahipti. 2000'den 2002'ye kadar peş peşe üç şampiyonluk kazanmış, 24 yaşında parmağına üç yüzük geçirmişti. Ama Kobe Bryant'sanız bu da yetersizdi. Zira o, koleji, Shaquille O'Neal'ın yanında ikinci adam rolü oynayarak yüzük takmak için pas geçmemişti. Kendini ispat ettiğini düşünmüyordu. Bizzat liderlik ettiği bir takımla şampiyonluk yaşamalıydı. Sonuç olarak Kobe Bryant, Kobe Bryant olarak nasıl kendi mirasını oluşturabileceğini anlamıştı.
2008'de Boston Celtics'e karşı 39 sayılık bir mağlubiyetle biten final serisi Kobe'nin ilk şansını ortadan kaldırsa da yeniden denedi. Pau Gasol'le olan partnerliğiyle önce 2009'da Orlando Magic'i, 2010'da ise unutulmaz bir seri sonunda Celtics'i saf dışı bırakarak peş peşe iki yüzük elde etti. 2010 NBA Final Serisi'nin yedinci maçının ardından "Bu en zoruydu" demişti. Birçoklarımız bunu 2010 şampiyonluğu özelinde bir açıklama olarak görebilir. Muhtemelen de öyledir. Ancak Kobe için esas zor olan Shaq'la olan birlikteliğin ardından kendi mirasını oluşturmaktı.
Bugün YouTube'a giren birçok insan onun adını arattığında, 2009 ve 2010 serüvenlerinden yüzlerce videoyla karşılaşmakta. Sadece finaller değil, başka duraklar da o sıkça karşılaşılan sonuç kutularında: Phoenix, Denver, Orlando... Ve ne mutlu ki, artık hepsini daha rahatça telaffuz edebiliyorum. Kobe sayesinde... / Ruhat Akkuş
Maç Kesiti
2009 NBA Finali ilk maçı devre arası. Kobe, Orlando Magic potasına bıraktığı 18 sayının ardından uzatılan mikrofonlara bir klişeyle yanıt veriyor: "Savunmanın bana verdiği şutları attım." Kobe gerçekten de hep savunmaların ona verdiği şutları attı ve bu süreçte sayısız büyük takımın karşısına çıktı. Jail Blazers lakabını henüz almamış Portland, iki uzunun pasörlüğü üzerinden köşe setleri kurgulayan Sacramento, önce büyük ikilinin, sonra üçlünün sürüklediği Spurs, 2004 Pistons, savunmayı güçlü tarafa yıkan Celtics, Dwight Howard'ın atletizmi etrafına dört şutör dizen Magic, yedi saniyeden az sürede rakip potaya giden Suns, Nowitzki üzerinden modern uzunu yaratan Mavs…
Lakers'ın felsefesi belliydi: Tex Winter'ın üçgen hücumu. Lakers, boyalı alan çevresinin insan seli olduğu bir çağda Shaq'ın üzerinden oynuyordu. Fisher ve Fox gibi rol oyuncuları köşe şutörü olarak alan açıyor, rakip uzunu çıkaran Horry ise tepede duruyordu. Peki Kobe? O, bu dar coğrafyada rakibin zayıf karnını deşiyordu. Perimetrede oynamak için yaratılmış fiziğini post-up becerileriyle donatmıştı. Orlando finalinde karşısında çaylak Lee'yi bulduğunda alçak posta gidiyordu. Karşısına Pietrus ya da Hidayet geçtiğinde ise ayak hareketleri üzerinden şuta kalkıyordu. Kobe, rakip koçları seçim yapmaya zorluyordu. Adelman, çift guard'la oynamak istediği dakikalarda Bibby'nin yanına Bobby Jackson'ı yazıyordu ama Kobe iki kısa guard'ı bulduğu anda potaya gidiyordu. Doug Christie oyuna girdiğinde ise Kings hücumu sıradanlaşıyordu ve Kobe, bu kez orta mesafeye gidiyordu. Çalışmaları, olanaksız şutları olanaklı hale getirmeye dayanıyordu.
Peki ya Shaq? Kobe, Lakers'ın devinin üzerine kapanan savunmaları sadece ikili oyunlarda yakmıyordu. 2000 Portland serisini bitiren meşhur ikili oyunları kadar efektif bir silah da zayıf taraf oyunlarıydı. Shaq'ın üzerine çekilen savunmaları öte tarafta dip çizgiye giden Kobe cezalandırıyordu. Sonuçta Kobe sadece büyük bir yetenek değildi, büyük bir basketbol aklıydı da… Maç kaseti izlemeyi birebir mesai yaptığı Tex Winter'dan öğrenmişti.
En önemlisi de bir gerçeğin farkındaydı. Bazen taktik biterdi ve çarpışmanız gerekirdi. Vücut vücuda… 2002 Sacramento yedinci maçını bugün izlediğinizde olağanüstü bir rekabetin yanında şunu göreceksiniz: Kaçan şutlar, titreyen eller ve 46 saniye kala maçın en kritik hücum ribaunduna atlayarak Divac'a altıncı faulünü aldıran Kobe. İşte bu çabayı herhangi bir koç, ekol ve kaset öğretemez. / İnan Özdemir
Akıl Hocası
Deneyimli gazeteci Jackie MacMullan, 2016 yılında Kobe Bryant ile ilgili kaleme aldığı portrede, Black Mamba'ya yol gösteren efsanelerin birinden söz eder. Hayır, mevzubahis isim, bir basketbolcu değildir. O isim, Michael Jackson'dır. Pop müziğin kralı, ilk önce genç yıldızla bir telefon konuşmasında buluşur. Ardından bu görüşme, bir yemek davetine dönüşür. Michael Jackson, gençliğini gördüğü Lakers yıldızına şöyle der: "Basketbol senin takıntın ve bu konuda farklısın. Farklı olmanın nasıl bir şey olduğunu çok iyi biliyorum." Yemeğin sonunda Jackson, Richard Bach'ın Martı Jonathan Livingston isimli kitabını Kobe'ye hediye eder ve "Konfor alanından çıkmalısın" mesajını verir. Başka mesajları da vardır: "Merak en büyük güçtür. Ufkunu geniş tutmaya, araştırmaya devam et. Sıradan insanlar mükemmellik yolundaki açlığını asla anlamayacaktır."
Kobe Bryant, Michael Jackson'ı bir nevi akıl hocası olarak kabul etti. Tıpkı Jackson'ın onun hayatına yaptığı dokunuşlar gibi o da emekliliğinin ardından pek çok sporcunun sadece bir telefon uzağındaydı. Yalnızca gençlerle iletişim halinde değildi, birçok sporcuyla diyalog kuruyordu. Novak Djokovic, üzücü haberin ertesinde uzatılan mikrofonlara "Kobe en büyük mentorlarımdan biriydi, sakatlığım döneminde ondan zihinsel ve duygusal açıdan çokça yardım aldım" diyordu. Kyrie Irving, Jayson Tatum, Naomi Osaka, Sabrina Ionescu gibi sporcular da kariyer basamaklarını çıkarken onlara yol gösteren en güçlü ışıklardan birinin Mamba Mantalitesi olduğundan söz ediyordu. Kobe, belki de onlara Michael Jackson'dan duyduğu tavsiyelerden birini iletiyordu: Asla sürünün parçası olmayın. / Kaan Demirel
Sakatlık
NBA'in her geçen sezon üzerine biraz daha eğildiği bir konu, iş yükü yönetimi. Çoğu yıldız, kış aylarında artık daha da az maça çıkıyor. Kobe Bryant içinse bu konsept, bir saçmalıktan ibaretti. "O da neyin nesi? Saçmalık... Bir sürü insan güçlükle kazandığı parayla bilet alıp seni izlemeye geliyor. İşiniz, vücudunuzu hazır tutmak." İşin aslı, vücudu tam hazır olmadığında dahi Kobe sahadaydı. Aşil sakatlığı sonrası kullandığı serbest atışlar bir yana dursun, kariyeri boyunca benzer örneklerin sayısı epey fazla. 2000 NBA Final Serisi ikinci maçında Jalen Rose, şuta kalkan Kobe'nin silindirine girip -yıllar sonra Grantland için Kobe'nin yüzüne karşı itiraf ettiği üzere- bilinçli şekilde bileğini burkmuştu. Dördüncü maçta geri dönen Kobe, kariyerinin imza anlarından birini sergiledi. 28 sayıyla seriyi 3-1'e getirip üçlemenin ilk adımını büyük ölçüde tamamladı. Rose'dan asıl intikamını ise 2006'da, üzerinden attığı 81 sayıyla alacaktı.
Kobe Bryant'ı en etkileyici kılan yanlardan biri, her sakatlıktan bir şekilde daha güçlü çıkmayı başarabilmesiydi. Gordon Hayward'ın Boston Celtics formasıyla çıktığı ilk maçta yaşadığı elim sakatlığın ardından Kobe'nin Instagram'da paylaştığı destek mesajında, bu konuya bakışına rastlamak mümkündü: "(...) Ayağa kalkabildiğin, yürüyebildiğin ve koşabildiğin için o kadar müteşekkir olacaksın ki her zamankinden daha sıkı çalışacaksın (...) ve bu süreçten daha iyi bir oyuncu olarak çıkacaksın." Bildiğimiz kariyerini fiilen bitiren aşil sakatlığından da farklı bir şekilde daha iyi çıkmıştı Kobe. Sakatlık sürecinde Truva Savaşı'nın kahramanı Aşil'i takıntı haline getirip, bulabildiği her kaynağı yalayıp yutmuştu. Ve belki de bu sayede, küçük bir kısmına tanıklık edebildiğimiz 'hikâye anlatıcısı' defterinin ilk sayfalarını aralamıştı. / Buğra Balaban
Hikâye Anlatıcılığı
"Çocuklara ilham veren ve aileleri bir araya getiren hikâyeleri anlatan kişi olarak..." Kobe Bryant'ın "Elli yaşında nasıl hatırlanmak istiyorsun?" sorusuna cevabı buydu. 41 yaşında trajik şekilde hayatını kaybettikten sonraysa akıllarda hikâyelerinden çok, elinde basketbol topunun belirgin olduğu anlar var. Ama bu görüntülerin ardına bakarsanız topa sahip olan kişinin yalnızca Kobe değil, 'Black Mamba' karakteri olduğunu görebilirsiniz.
Kobe, obsesif tavırlar sergilediği saha içerisinden emekli oluşunu kaleme aldığı bir şiirle açıklamıştı ama bir şeyleri anlatması için elinde kalem tutmasına ihtiyacı yoktu. İmkânsız şutları mümkün göstermesi, zaten anlattıklarının bir parçasıydı. Basketbol sonrasında 'biriktirdiklerini' gelecek nesillere aktarmak istedi. İlk olarak Detail serisi ile basketbolculara oyunun detaylarını anlattı, çektiği belgesel filmiyle Oscar kazandı. Yetmedi, Paulo Coelho ile bir kitabın taslağını dahi oluşturdu.
Sonrasında mesaisini çocuklara harcadı, podcast'ler kaydetti, kitaplar kaleme aldı. Kendi mitolojik karakteri gibi başka karakterler yarattı, kitap içi evrenler kurdu. Onlara küçük yaşta Mamba'nın mantalitesini aşılamak istiyordu. Yaptığın işe her şeyini vermek, olanaksız şeyleri mümkün kılabilirdi. İçindeki ateşin sönmesini istemiyor, bu isteğin genç nesilde karşılık bulmasını diliyordu. Öyle ki kaleme aldığı kitapta Nova evreninde yaşayan Legacy'nin hayatta kalma şansı, tenisi en iyi şekilde oynamasına bağlıydı…
Sporda her daim sonlar akılda kalır. Kobe Bryant'ın basketbol sahasındaki son cümlesi ve son tweet'i, anlatıcı gücünün birer yansımasıydı. Planlı ama doğal, sade ama akılda kalıcı. Evet, belki saha içinde yaşattığı akılalmaz anılar onu hiçbir zaman hikâye anlatımı ile anımsamamıza yardımcı olmayacaktı. Ancak trajik ölümü, anlattığı öyküleri daha iyi kavramamıza ve onun bir basketbolcudan çok daha fazlası olduğunu hatırlamamıza neden oldu. Ne yazık ki... / Arhan Ata Pilavoğlu

Veda
''Ne diyebilirim ki, Mamba gider'' şeklinde biten o gecenin sabahında çok heyecanlıydım. Los Angeles Lakers ve Kobe Bryant'ı gençlik yıllarımdaki kadar izlemiyor, artık telefon alarmımı Melekler Şehri'ne ayarlamıyordum. Hem Lakers iddialı bir takım olmaktan uzaktı hem de Kobe'nin son dönemi sakatlıklar ve buna bağlı olarak performans düşüklükleriyle geçmişti.
Her şeye rağmen Kobe'nin son maçı için heyecanlıydım çünkü Kobe'yi biraz tanıyan herkes o gece için özel bir şeyler sakladığını tahmin edebilirdi. Tüm bu beklentiyle maça geri sayarken kişisel bir rezalet yaşandı ve uyuyakaldım. En büyük kahramanlarımdan birinin vedasını kaçırmış, uykuya yenilmiştim. Ama o elbette yenilmemişti. Sonrasında tekrar tekrar izlediğim o vedada, Utah Jazz karşısında tüm maçı geride götürmesine karşın bir an bile geri adım atmamıştı. Gözlerindeki kararlılık bir yana, vücudunda artık sona geldiğini gösteren, tüm sezon defalarca ortaya çıkan defolardan eser yoktu. Her topta potaya korkusuzca gidebiliyor, oldukça keskin şekilde şut atıyor, genç takımına harika liderlik ediyordu. Hele o büyülü son üç dakika yok mu? Kobe'nin kariyerinde sayısız kere şahitlik edebildiğimiz o çığrından çıkma hali, rakibe arka arkaya indirilen darbeler... Jack Nicholson, Shaq, Jay-z, Snoop Dogg, eşi Vanessa ve kızları, binlerce Laker... Hepsinin efsunlanmış bu adam tarafından hipnotize edildiği son bir gösteri, son bir meydan okuma.
Lakers efsanesi, tıpkı Toronto'ya 81 attığı maçta olduğu gibi 60 sayı bulduğu bu maçı da geriden gelip kazandırmıştı. Sadece bir şov yoktu ortada, bir galibiyet de vardı. Hayatı boyunca kazanmakla kafayı kırmış bu adamın kaybederek veda etmesi bu filmin tadını kaçırır mıydı, bilinmez ama Kobe ona da müsaade etmedi. Son maçında son bir şölenin kahramanı olurken birkaç yıl sonra 41 yaşında hayata veda edeceğinden habersiz şekilde, 4.1 saniye kala Staples Center'ın ayakta alkışlarıyla kenara gelmişti. Ne diyebilirim ki, Mamba gider. / Erman Yaşar