"Koç Obradovic'ken 'Favori değiliz' diyemem"

11 dk

Takıma katıldığında Final Four için kilit rol üstleneceğini düşünen kişi sayısı fazla değildi. Nikos Zisis aldırış etmedi. Yunan oyun kurucu, Socrates’e konuştu.

Zeljko Obradovic takımın başına geçtiği ilk günden bu yana, hücumun klasik bir oyun kurucu üzerinden dönmesini istemiyor. Senin gelişinle, topu yönlendirebilen Bjelica, Preldzic ve Bogdanovic gibi oyuncuların rolleri de iyice belirginleşti. Peki, Obradovic senden ne bekliyor bu sistemde?

Bu sistem daha fonksiyonel olmamızı sağlıyor. San Antonio Spurs’e benzer şekilde, hep boş atışları arıyoruz ve topu sürekli paylaşıyoruz. Koçun aklında her zaman ilk denemede şut kullanmamamız gerektiği var. Acele etmemizi istemiyor. Savunmanın dengesini bu şekilde bozuyoruz.

Benim takıma katılımımdan sonra bir set değişikliği olmadı. Özel bir oyun çizilmedi ya da ana planda değişikliğe gitmedik. Takımın başka öncelikleri var. Herkesin rolü belli, ben de ne yapmam gerektiğini biliyorum. Sadece Ricky Hickman’ın sakatlığından sonra biraz daha agresif oynamaya çalışıyorum. Çünkü koç buna ihtiyaç duyduğunu söyledi.

Pozisyon fark etmeksizin, temel görevim takıma dengeyi getirmek. Bu yüzden buradayım. Takımın ana hücum opsiyonlarını devreye sokmam gerekiyor. Hiç kimse “Bana neden top gelmedi?” diye düşünmemeli. Ayrıca bire bir hücum Avrupa basketbolunda başarıyı yakalamak için her geçen gün daha önemli bir faktör hâline geliyor. O yüzden homojen bir kombinasyona ihtiyacınız var

Bir söyleşide, “Yunan Milli Takımı’ndaki arkadaşlarım bana Obradovic’le alakalı hikâyeler anlatıyordu. Onu Türkiye’ye gelmeden önce tanıyordum” dedin. Nasıl hikâyelerdi bunlar?

Bana anlatılan, arkadaşlarımın akşam 5-6 gibi salona gelip, ancak 11-11.30 gibi eve dönebildiğiydi. Çok fazla video izlediklerini, her konunun detayına indiklerini söylüyorlardı. Bunda bir problem de görmüyorum. Şampiyonlukları başka türlü nasıl kazanabilirsiniz ki?

Derbiler, şampiyonluk maçları ve playoff’lar detaylardan oluşur. Bu detayları anlamak için de sadece antrenman yapmanız yeterli olmaz. Koçla beraber vakit geçirmeli, onun izlettiği videoları anlamaya çalışmalı ve bunun üzerine mesai harcamalısınız. Böylelikle sorun yaşamazsınız.

Bir oyun kurucunun Bjelica’ya sahip olması nasıl bir duygu?

Nemanja’nın sahada yapamadığı ne var? Ben bilmiyorum. Şu anda Avrupa’nın en iyi dört numarası Fenerbahçe Ülker kadrosunda. Ona tipik bir skorer diyemezsiniz. Alçak post oyununda savunmacısını potaya kadar iten bir uzun da değil.

Ama boyu 2.10, kendi yarı alanından topu getirebiliyor. Bire bir oyunu kusursuz. Fiziksel açıdan da büyük gelişim kaydetti.

İstatistiklerin epey önemsendiği bir çağda yaşıyoruz. Doğruyu söylemek gerekirse, senin kariyer rakamların da Fenerbahçe taraftarını pek etkilememişti. Oyuncuları rakamlar üzerinden yargılamak ne kadar doğru?

Beni biliyorsunuz. Bir maçta 15 sayı atıp taraftara, “Vay Nikos da ne oyuncuymuş” dedirtmeye çalışan biri değilim. Maçtan sonra skorboarda yalnızca kaç sayıyla kazandığımızı ya da kaybettiğimizi öğrenmek için bakarım. Her zaman buna önem verdim.

Koçun kenardaki hareketlerinden, takımın neye ihtiyacı olduğunu anlayabiliyorum. Bu da aramızdaki iletişimi özel kılıyor. O kazanmaya odaklı, ben de öyleyim. Mesela Olimpiakos’a karşı oynarken, takımın hücumlarının yüzde sekseni Spanoulis üzerinden ya başlıyor, ya da bitiyor. Bunu biliyorum. Koç da benden Vassilis’in hayatını daha zor hâle getirmemi bekliyor. Elimden geleni yapıyorum.

Ama mesela Maccabi deplasmanını ele alalım. Goudelock ve Bogdanovic’e çok fazla yardımın geldiği, baskı altında oynadığımız bir maç. Bana boş alan oluşmamama ihtimali yok. Agresif olmalıydım. Oldum da.

Final Four’daki rakiplere bakıldığında, Fenerbahçe’nin muhtemel başarısı ‘sürpriz’ olarak nitelendirilebilir mi?

Eğer koçunuz Zeljko Obradovic ise bunu söylemeniz mümkün değil. O olmadan Final Four yapsaydık belki bunu diyebilirdiniz. Şu anda takımın başında Obradovic gibi her şeyi kazanmış bir antrenör olduğu için “Fenerbahçe favori” diyenler bile çıkabilir.

Büyük resme baktığımda tabii ki tecrübesiziz. Real Madrid ve CSKA uzun yıllardır buraları oynuyor. Olimpiakos’un diğer tüm takımlardan daha çok kendini kanıtladığını düşünüyorum. Son üç yılın ikisinde kupayı aldılar. Biz, bu oyuncu grubuyla beraber ilk kez Final Four’da yer alacağız. Ve bu aşamada bildiğim tek bir şey var: Önce yarı finali düşünmeliyiz. Kesinlikle bir sonraki aşama aklımızın ucundan dahi geçmemeli.

Real Madrid nasıl alt edilir?

Dış adam savunması çok önemli. Rudy, Llull ve Rodriguez, gerek bireysel gerek diğer oyuncular üzerinden takımın hücumunu sürüklüyor. Koşma özgürlükleri var. Kendi evlerinde oynayacaklar ve bu iyi bir haber değil.

Bir diğer kilit nokta hücum ribaundları olacak. Real uzunları hücum ribaundları için adeta deliriyor. Mümkün olduğunca onları kontrol altında tutmamız gerek.

Pablo Laso’nun takımıyla alakalı en büyük illüzyon savunmaları. Real Madrid’in iyi bir savunma takımı olmadığı düşünülüyor. Bu yanlış. Yaptıkları baskılı savunma ve agresif tutum pas kanallarına yansıyor. Savunmaları, hücumda yaptıkları baskıyla başlıyor. Onlara karşı iyi savunma yaparsanız, koşma şansınız olur. Ama kötü hücum ederseniz, onlar koşacaktır. Bunu da hiçbirimiz istemeyiz.

Pire deplasmanında Vassilis Spanoulis kendinde değildi. Avrupa’nın en iyi oyuncusunu düzen dışına çıkarmanın sırrı ne?

Şu anda Vassilis’i savunmak Avrupa’daki tüm diğer oyunculardan daha zor. Zira onun rakip savunmayı okumak gibi, çok özel bir yeteneği var. Printezis, Mantzaris ve Sloukas’la da yıllardır birlikte oluşu, rahat hareket etmesini sağlıyor.

Hines ve Dorsey gibi oyuncular takımdan gitti ama yerine gelenler de benzer oyun stiline sahip. Spanoulis bunun bilincinde ve yine çok iyi perde yapan uzunların yardımını alıyor. Perde çıkışlarında, direkt potaya kat eden oyuncuların varlığı onun için büyük avantaj.

Vassilis her zaman perdenin tersine gider. Ve eğer o anda yüzde 100 hazır değilseniz zaten her şey bitmiştir. İki opsiyon vardır, Spanoulis ya boş adamı bulur ya da zaten şut atması için gerekli boşluğu oluşturmuştur kendine. Gerçekten onun karşısında olmak çok zor. Yüzde 100 hazır olmalısınız.

Kenan Sipahi Tel Aviv’deki üçüncü maçla alakalı, “Zisis bizi bir araya getirdi. Buraya kadar nasıl geldiğimizi hatırlattı” diye bir açıklama yaptı. O anı biraz anlatabilir misin? Kendini takımın liderlerinden biri olarak görüyor musun?

Hayır. Sorumluluk bana ait değil. Hep beraber kenetlendik. O an Emir, Kenan, Bogdan ve Jan’la birlikteydim. Unutulmaz bir dakikaydı. Maccabi, taraftarı için en azından bir maç kazanmak istiyordu. Bitime 9 saniye kalmıştı ve savunma yapmak zorundaydık. Birbirimize baktık ve “Onlara adım attırmayalım. Bunu yapabiliriz” dedik. Maçın son bölümünde ekstra enerji hissetmek için motivasyon konuşmaları yapmak, ilham vermek işimizin bir parçası.

UNICS’ten seni ayrılmaya ne itti? Fenerbahçe Ülker bonservisin için sadece sembolik bir miktar ödedi. Bu bağlamda Maurizio Gherardini’yle Benetton’da beraber çalışman, süreçte bir faktör oldu mu?

Kazan maalesef Avrupa’da basketbol oynamanın kolay olduğu yerlerden değil. Oradayken “Bu yaz 32 yaşında olacağım, iki yıldır Eurocup’tayım. Bir daha Euroleague’de oynayabilir miyim acaba” diye kendime soruyordum. Onlara teşekkür ediyorum çünkü bu sorunun cevabını bulmamı sağladılar.

Transfer sürecimde önce Gherardini benimle iletişime geçti, ardından koç Obradovic’le konuştum. “Ne gerekiyorsa yapmak istediğimi” söyledim. Ayrıca bu fırsatın bana ne ifade ettiği konusunda UNICS’e baskı yaptım. Nitekim 2 gün içinde transfer tamamlandı. Fenerbahçe’nin sembolik, bu seviyelerde önemi olmayan bir miktar ödeyeceğini de biliyordum.

AEK ve Benetton’da bir ‘ilk beş’ oyuncusuyken, yaptığın CSKA tercihi kariyerini ne yönde etkiledi? Messina’yla ikinci sezonun büyük bir bölümünde forma şansı dahi bulamadın.

CSKA gibi bir takım sizi istediğinde, gidersiniz. Benim gittiğim dönemde üst üste iki yıldır Final Four yapıyorlardı ve birini kazanmışlardı. Benetton’dan takım arkadaşım Marcus Goree’yle beraber, Ettore Messina’nın takımına geçtiğim günden bir kez bile pişmanlık duymadım.

Özellikle gençken elbette daha fazla oynamak, devamlı ‘ilk beş’te yer almak istiyorsunuz. Ben de böyleydim. Ama o an şunu da düşünmüştüm: Bir gün şampiyon olmak için, CSKA benzeri ortamı tecrübe etmem gerekiyordu. Euroleague’i kazanan bir takımın parçası hâline gelmek için ideolojiyi öğrenmek zorundaydım. Top 16 seviyesinde oynayarak bu bağlantıyı kuramazsınız. O yaz beni çok istemişti. Herkes de oraya gideceğimi düşünüyordu. CSKA’yı tercih ettim ve dediğim gibi, yedek kalsam bile, Ettore Messina için oynamaktan hiçbir zaman pişmanlık duymadım. AEK ve Benetton sonrası üst seviyeye çıkmamı sağlamıştı o deneyim.

AEK döneminde de Nikos Hatzis’in gölgesinden kurtulman uzun sürmüştü, değil mi? Dusan Ivkovic ile Fotis Katsikaris ikilisinin bu kadar beklemesinin sebebi neydi?

Koç Katsikaris beni AEK’e getiren kişidir. Dusan Ivkovic’in yardımcısıydı o dönem. Genç oyuncuları takıma katmaya çalışıyorlardı ve ben de o takımın Berk’i ya da Kenan’ıydım.

İlk yılımda, mart ayına kadar hiç oynamadım. Duda’nın her zaman gençlere yardım eden bir antrenör olduğunu biliyordum ama onun gözüne girmem hiç kolay olmadı. Çok çalıştım. AEK yıllarımda Fotis Katsikaris ve Milan Minic’le beraber çalışmaktan başka ne yaptım inanın bilmiyorum. Her gün, her saat, her dakika çalışıyordum. Durmadan, yıllarca devam etti bu tempo. En sonunda şans geldi. Ivkovic için oynamak istiyorsanız, yüzde 100 hazır olmanız yetmez. Yüzde 1000’inizi vermeniz gerekir. Duda, şans vermeye hazırlandığı genç oyuncunun varını yoğunu ortaya koyduğunu bilmeli. Hiç unutmuyorum, AEK’teyken bir gün yanıma geldi ve “Genç adam, eğer üst seviye basketbol oynamak istiyorsan oyun kurucu olman gerek” dedi. Şoka uğramıştım. Çünkü iki numaralı pozisyondaydım ve bir oyun kurucu olmak için her şeye yeniden başlamam gerekiyordu.

Bu röportajı okuyanlar benim gençliğimi muhtemelen hatırlamıyor. Bana altyapı ve genç milli takımlarda ‘bencil’ derlerdi. Düşünebiliyor musunuz? Kenan’la bazen konuştuğumda bunu söylüyorum ve bana inanmıyor. Ama hakikaten öyle diyorlardı. Ben her zaman skor bulmak, sayı atmak için agresif olmaya çalışan bir oyuncuydum. Alt yaş kategorilerinde Avrupa şampiyonu olup, sayı krallığı yaşamam da bu yüzden.

Her iki koçla da çalışmış biri olarak, Andrea Trinchieri’nin “Avrupa’da iki basketbol okulu var. Biri Zeljko Obradovic, öbürü de Ettore Messina” sözüne ne diyorsun? Bu iki okulun arasında ne gibi farklar var?

Bence onların ortak noktası detaylara verdiği önem. Her geçen gün daha ileriye gitmeye, daha iyi duruma gelmeye çalışıyorlar. Obradovic ve Messina’nın takımlarında önemli bir maç sonrası belki ağır yüklemeli antrenman göremeyebilirsiniz. Fazla ağırlık kaldırılmaz ya da koşulmaz. Fiziksel bir rahatlama yaşanabilir. Ama asla zihinsel anlamda rahatlayamazsınız. Buna ikisi de izin vermez. İlk ısınmadan itibaren sizin konsantrasyonunuza dikkat ederler. Eğer konsantre değilseniz, başınız beladadır.

10 ay süren sezonda bu kolay bir şey değil. Biliyorum. Ama şampiyon, kazanan olmak için tek yol bu. Sevin ya da sevmeyin önünüzdeki tek opsiyon bu.

NBA neden olmadı? Bryan Colangelo’nun Raptors GM’liği döneminde yakın arkadaşın Andrea Bargnani’nin draft edilişi senin de ismini ön plana çıkarmıştı.

Toronto dedikodusu doğru değil. Sadece NBA Draft’ına katıldığım ancak seçilemediğim 2005 yılında bir yaz ligi daveti almıştım. Takım Chicago Bulls ve koçu da Scott Skiles’tı. O da işte beni denemek istediklerinden. Ciddi bir teklif yoktu ortada. Oyuncu olarak Avrupa’ya daha uygun bir stilimin olduğuna inanıyorum.

Hâlâ “En büyük özelliğim kendimi diğer herkesten daha iyi tanıyor olmam” diyor musun?

Milli takıma bu kadar erken yaşta gidişim, ülke dışına Benetton’la erken çıkışım önemli adımlardı. İnsanlar her zaman bana “Nikos ne kadar olgunsun. 19-20 yaşında bu kadar olgun olman çok saçma” dediler. Aslında benim için garip değildi. Rol yapmıyordum, ya da başka biri gibi davranmıyordum. Öyleydim sadece. Karakterim buydu.

Kostas Sloukas’ın Galatasaray’a attığı son saniye basketinden sonra attığın tweet ile Oktay Mahmuti’nin reaksiyonunu, AEK-Efes maç sonuna benzetmiştin. O anı yeniden canlandırabilir misin?

2004-05 sezonuydu. Top 16 turu ikinci maçında, Efes Pilsen gibi harika bir takımla karşılaşıyorduk. Kaya Peker’in istemeden attığı dirsekle kenara geldim. Üçüncü çeyreğin 5-6 dakikasını tedavi olarak geçirdim. Burnumda kırık vardı ama yeniden oyuna girdiğimde iki-üç şut soktum ve iyi hissettim. O son saniye basketi ise biraz şansın yardımıyla oldu. Hatzis’ten pası alıp, sahanın sol tarafına doğru yöneldim. Ender Arslan yapılabilecek en iyi savunmayı yaptı. Gidecek fazla bir yerim yoktu. Dengemi kaybettim. “Bari topu elimden çıkarayım” dedim ve basket oldu. Şans. Oyuna girdiğim andan beri maçı kazanabileceğimize inanmıştım ve bu basket de bence o düşüncenin ürünüydü. Bazen fazla inanırsanız, olmayacak şeyler olur.

Zaman zaman hâlâ Bourousis’le bu pozisyonu konuşuruz. O hep “Ben pota altında bekliyordum, top girmese ben değecektim” der. Bence öyle bir şansı ve zamanı yoktu.

Uzun bir kariyeriniz olduğunda, zaten geriye dönüp bakma ihtiyacı hissedersiniz. Böyle kazandığınız ya da kaybettiğiniz birçok maç vardır. Oktay Mahmuti de onlardan birini yaşadı. Sloukas o basketi neredeyse kendi potasının altından attığında vereceği başka bir reaksiyon yoktu. Koç ben olsam ben de aynı şekilde davranırdım.

Dokuz yaşına kadar piyano çaldığın doğru mu? Eğer doğruysa, neden bunu kimse bilmiyor?

Evet, doğru. Şu an çalmıyorum ama. Basketbol yüzünden bıraktım. Yedi yaşında basketbol oynamaya başladığımda hayatımdaki tek aktivitenin bu oyun olmasını istedim.

Yalnız geçen günlerde en küçük oğlumun doğum günü vardı, küçük bir piyano getirmişler. Onu çalarken izliyorum. Hatta büyük oğlum Alexandros da ona öykündü ve şimdi piyano çalmak istiyor. Çılgınca değil mi?

Zisis'in Sağdıcı Spanoulis

Eşim Fani’yle düğünümüzde benim sağdıcımdı. Kendisi aynı zamanda büyük oğlum Alexandros’un da vaftiz babası. Hayatımda çok özel bir yeri var.

“Anderson Varejao’nun attığı dirsek beni hastanelik etmişti. Japonya’dan ayrılarak Selanik’teki bir kliniğe yerleştim. Orada beni ziyarete gelenlerden biri eski sınıf arkadaşım, şimdiki eşim Fani’ydi. Sakatlanmasam muhtemelen yeniden bir araya gelemeyecektik.”

2005 Şampiyonluğuyla Ağabeyini Onurlandırdı

Nikos Zisis, kendisinden dört yaş büyük ağabeyi Danis’i 2003 yılında bir trafik kazasında kaybetti.

“Daha dün gibi hatırlıyorum. Benden dört yaş büyüktü. O dönem AEK kafilesiyle Ancona’da antrenman yapıyordum. Haberi aldığımda sanki dünya ayaklarımın altından kaydı. Danis’i kaybettiğim gün onu nasıl onurlandırabileceğimi düşündüm. Özel bir şey yapmalıydım. Belgrad’da iki yıl sonra Avrupa şampiyonluğunu kazandığımda, zaferimi ona adadım”

Yüzüklerin Efendisi Lâkabı

Nikos Zisis yıldız, genç ve A Milli takımlarda o kadar fazla kupa ve madalya kazandı ki, Yunan oyun kurucuyu ‘Yüzüklerin Efendisi’ diye çağıranlar var.

“Bunu kim buldu bilmiyorum. Muhtemelen biri durup dururken Google’a böyle bir şey yazdı. Eğer benim lakabım Lord of the Rings ise bu kadar kupa kazanan koçların lakabı ne olacak?

Socrates Dergi