.jpg?w=3840&fit=max&q=75)
Koca Bir Hayat
9 dk
Azim, kararlılık, güzellik ve başarı... Seabiscuit'in filmlere ve kitaplara konu olan ilham verici mücadelesi bir yüz yıl sonra bile hatırlanmayı hak ediyor.
Akıntının tersi istikametinde gitmeyi hayat yolu kabul etmiş Charles Howard, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde Amerika'nın batı yakasındaki en büyük Buick bayilerinden biri olmayı başardı. Atçılık ve yetiştiricilik onun çocukluk tutkusuydu. 1926 yılında oğlu Frankie’nin vefatı onu derinden etkiledi ve öncesinde aldığı çiftliğe atlar almasını geciktirdi. Nereden başlayacağını düşündü ve önce birlikte çalışacağı antrenöre karar vermesi gerektiğini fark etti. Tecrübeli birine ihtiyacı vardı. 1920'lerin sonunda Amerika'nın ekonomik buhranı atçılık endüstrisine de sirayet ettiğinden çok sayıda antrenör çözümü Meksika'daki hipodromlarda çalışmakta buldu. Tom Smith de bunlardan biriydi. Atın dilinden iyi anlardı, ününü sorunlu atları yola getirmekten kazanmıştı. Atlara fısıldayabildiği için lakabı 'Sessiz Tom'du. Howard, ona doğru atı getirecek kişinin Sessiz Tom olduğuna kanaat getirdi.
Atlar biraz sahiplerine, biraz antrenörlerine benzerler. Sessiz Tom, ilk iş olarak yeni patronuna uygun bir at aramaya koyuldu. Birkaç ay öncesinde Suffolk Downs Hipodromu’nda gördüğü üç yaşındaki atı hatırladı. Seabiscuit, bir antrenörün yanında çalıştığı at sahibine önerebileceği bir at olmaktan çok uzaktı. Bilakis, zorluk görmüş hiç kimse başarısızlığın öncelikli kovulma nedeni olduğu bir işte böyle riske girmeyi göze almazdı. Smith, bir buçuk yıldır neredeyse aralıksız koşturulan bu atın cevherine inandı. Seabiscuit iki yaşlı olarak 35 yarış koşmuş, bunların ilk 17'sini kazanamamıştı. Bir sezonda 35 yarış koşmak ne görülmüş ne de duyulmuş bir şeydi. Sahibi onu tam üç kez sadece 2500 dolar bedelle satış koşusuna yazdı, üç yarışta da kendisine alıcı çıkmadı. Sessiz Tom, Seabiscuit'i gördüğünde at üç buçuk yaşındaydı ve 47. yarışını koşmuştu. Yorgun ve ağrılıydı. Yine de kırılmamış, ayakta kalmış, hatta zaman zaman kazanmıştı. Dirayet, Smith için bir atın 100 kilogram eksiği olmasından, sinir sisteminin bozuk olmasından daha kıymetliydi. Uzun ikna turları sonrası patronundan onayı aldı. "Biraz darbeli diye kocaman bir hayatı çöpe atmazsınız..." sözü hikâyeyi başlattı.
Sessiz Tom, kendine has yöntemlerini hızlıca hayata geçirdi. Seabiscuit'in start makinesinde ortalığı birbirine kattığını, seyislerine zor anlar yaşattığını, ahırında durmadan döndüğünü ve yemine nazlandığını biliyordu. Seabiscuit'in ayaklarını bandaja aldırdı. İdmanlarında daha iyi konsantre olması için ona kapalı gözlük taktı. Ahırını büyüttü. Tüm enerjisini çalan ahırda dönme huyunu engellemek için yanına bir köpek, bir maymun ve bir de sakin at yerleştirdi. Zamanla Seabiscuit insanlar ve ahırdaşları ile sağlıklı ilişkiler kurmaya başladı. Yeni sahibi ve antrenörüne benzedi.
Külkedisi Hikâyesi
Seabiscuit'in hem çok satan bir kitaba hem de çok izlenen bir filme konu olması için hikâyenin geri kalanında uygun bir jokeye ihtiyacı vardı. Ama kimse sinir sistemi sabıkalarla dolu ata binmek istemedi. Smith, vasat kariyerinin daha da vasat bir noktasında olan Red Pollard'ı bir grup seyis ile kavga ederken gördüğünde gözüne kestirdi. Red cesur, sinirli, geçimsiz ve geçmişsizdi. Ailesi ekonomik zorluklar sebebiyle çocuk yaşta onu hipodroma bırakmak durumunda kalmıştı. Tanışmaları sonrası jokey, atı ile kısa zamanda sağlıklı bir ilişki kurdu, ona Pops ismini taktı. Smith ve Pollard'ın ilk hedefi Pops'a düzenli kazanmayı öğretmekti. Bu yüzden ilk zamanlar daha kolay yarışları tercih ettiler. Hızlı birkaç birincilik sonrası Seabiscuit'in daha ciddi yarışlar koşmak üzere Kaliforniya'ya gönderilmesine karar verildi. Batı yakasında kazandığı iki yarış ile 1936 sezonu kapandı.
1937 sezonundaki ilk büyük hedef Santa Anita Handikabı'ydı. Öncesinde kazanılan iki yarış, hikâyenin güzelliği ve at sahibi Howard tarafından her fırsatta ballandırarak anlatılması tüm gözleri Seabiscuit'in üzerine çevirdi. Genellikle yarışın son düzlüğünde geriden gelerek koşan Seabiscuit, son anda ondan da sonra hücum eden Rosemont'a geçildi. Kısa bir süre sonra bu yenilginin esas sebebi olarak jokey Pollard'ın herkesten sakladığı sırrı ortaya çıktı. Evvelce bir kazada tek gözü görme yeteneğini kaybetmiş olduğundan Rosemont'u fark edememişti.
Mağlubiyet, gerçeğin saklanması ile birleşince onunla kader ortaklığı yapan Smith, Pollard'ın işine son vermek istedi. Howard devreye girdi ve bir hayatın sadece biraz darbeli olduğu için çöpe atılamayacağını antrenörüne hatırlattı. Pollard, Seabiscuit'in jokeyi olarak yoluna devam etti.
Kitlelerin Beklediği Rekabet
Santa Anita Handikabı sonrası Seabiscuit kazanmaya devam etti. 1937 sezonunda piste çıktığı 15 yarışın 11 tanesini kazandı. Bunların dördünde pist rekorunu kırdı. Bu başarılar ona 'Yılın Atı' ödülünü getirmeye yetmedi çünkü aynı yıl içinde Triple Crown gerçekleşti. Şampiyon War Admiral beş hafta içinde Kentucky Derby, Preakness Stakes ve Belmont Stakes'i kazanarak yarışçılığın en prestijli mertebesine ulaştı.

1938 de Seabiscuit için güzel başladı. Tek kötü haber bir sabah idmanında başka bir at ile ciddi bir kaza geçiren Pollard'ın jokeylik kariyerinin bitme noktasına gelmesiydi. Çok yerden ve parçalı kırılan bacağı onu tekerlekli sandalyeye mahkûm etti. Bu sırada Charles Howard'ın hedefinde Seabiscuit'in başarısından çok War Admiral vardı. Teke tek bir 'maç yarışı' ile en iyinin belirlenmesine dair olan fikrini işlemeye başladı. Bu yarış basın için de ideal bir etikete sahipti: Doğu'nun aristokrat atçılık kültürünün dev fizikli yenilmez armadası ile Batı'nın yeni filizlenen varlığını temsilen, zorlu ve dolambaçlı yollardan gelmiş ufak tefek yarış atı... Gazetelerde ve radyolarda günaşırı yerini alan ifadeler War Admiral'ın sahibinin başlardaki ilgisizliğini zaman içinde öfke ve müsabık arzulara dönüştürdü.
Tarihi maç yarışının 1 Kasım 1938'de yapılmasına karar verildi. Kazanmanın prestiji o kadar ön plana çıktı ki kazanana sadece 15 bin dolar ikramiye verilmesi iki tarafça da uygun görüldü. Yarışa, Baltimore'daki Pimlico Hipodromu ev sahipliği yapacaktı. Bu da çoğu diğer karar gibi War Admiral cephesince verildi. Pimlico, War Admiral'ın tanıdığı, bir önceki sene Preakness Stakes'i kazandığı yerdi. War Admiral güçlü fiziğin muazzam bir ilk sürat ile kombinasyonuydu. Çoğu maç yarışının kazananı, liderliği ilk alan olduğundan War Admiral oldukça avantajlıydı. Buna ek olarak, War Admiral tarafının yetkilileri atlarının sanki diğer yarışlarda kullanılmıyormuşçasına start makinesinde huysuzluk yaptığını iddia ettiler ve yarışın var olma koşulu olarak ipli start düzenini öne sürdüler. Bu zaten favori olan atlarının neredeyse geçilmesinin imkânsızlığı manasına gelmekteydi. Zaten Seabiscuit'in jokeyi de yoktu, yeni bir jokey ile yarışmak durumundaydı. Smith ve Pollard, bu görevi George Woolf'a verdiler.
Tüm alametler bir istikameti gösterdiğinde paradigmayı değiştirmeden farklı sonuç almak mümkün olmaz. Tom Smith de Seabiscuit'in koşu stratejisini değiştirmek istedi, atın ilk viraja önde girmesi gerektiğine kanaat getirdi. Bu hem rakibini şaşırtacak hem de yarış boyunca tercih ettiği çizgiyi tutturabilmesini sağlayacaktı. Sessiz Tom atının idman şeklini değiştirerek onu Pavlovian bir perspektif ile karanlıkta ve aynı yarıştaki gibi bir zille start vererek çalıştırdı. Yarış boyunca önde olmanın jokeyi Woolf'a da bir faydası vardı. Seabiscuit gözünün içine baktığı bir ata kaybetmeyi reddederdi. Dolayısıyla karşı düzlükte War Admiral yanına geldiğinde atları göz göze getirebilme şansı olabilirdi.
Yarış günü Pimlico’ya 40 bin kişi akın etti. Hipodrom yaklaşık 15 binlik tribüne sahip olduğundan seyircilerin çoğunluğu oval pistin ortasında yer aldı. Tribündekiler ile orta sahadakiler adeta iki farklı takımın taraftarları gibi ayrıldılar. Yarışı başlatan zil çalınıp start ipi kalktığında, ABD Başkanı Franklin D. Roosevelt, İkinci Dünya Savaşı arifesinde hararetli bir bakanlar kurulu toplantısını durdurup radyonun başına kuruldu. Pollard da hasta yatağında radyosuna yapıştı. İstatistikler 40 milyondan fazla dinleyicinin radyolarından yarışı canlı dinlediğini iddia etti.
Smith'in paradigmayı değiştiren yaklaşımları yarışın baştan sona dilediği gibi akmasını sağladı. İp kalktığı anda Seabiscuit zil terbiyesinden habersiz herkesin şaşkınlık dolu bakışları arasında liderliği aldı. Bariyerden yarım kol mesafesinde pistin en hızlı çizgisini tutturdu. Karşı düzlüğün sonlarında Woolf, Red'i dinleyerek War Admiral'ın kendisine yetişmesine müsaade etti. Rakibinin gözünün içine bakan Seabiscuit tekrar ivmelendi ve farkı açarak dört boy önde maç yarışını kazandı. Red yatağından düştü, Smith ağır adımlarla atını karşılamaya gitti.
Dört Ayak
Yapılmayanı yapmak bir tutku işidir. Her ne kadar büyük olursa olsun bir yarış onu ifade etmeye yetmeyebilir. Her daim yeni bir hedef belirir. Maç yarışının sonrasında Seabiscuit'in gündeminde Santa Anita Handikabı vardı. Hazırlıklar tüm hızıyla sürerken Seabiscuit sakatlandı. Sol ön ayak tendonu yırtıldı. Tendon lezyonu, yavaş iyileşen az çekirdekli hücrelerden oluştuğu için at yarışı literatüründeki en çözümsüz sakatlıklardan biridir. Santa Anita koşulamadı, atın yarış hayatı ciddi risk altına girdi. Howard ve Smith atlarının daha fazla hırpalanmaması için onu Howard'ın çiftliğine gönderdiler. Red, günlerinin tamamını 'Pops' ile birlikte geçirmeye başladı, çiftlikte ona da bir oda ayrıldı. Yaklaşık dokuz ay sonra Seabiscuit topallamadan, Pollard ise koltuk değneklerinden kurtulup yürümeye başladı. Jokey ve at için tekrar sahaya dönme umudu belirmeye başlamıştı.
1940 sezonu itibarıyla Seabiscuit bir yarış atı için ileri yaş olarak kabul edilen yedi yaşına girdi. Sahibi, antrenörü ve jokeyi sakatlıkla geçen bir önceki yılı bir tehdit değil, en sonunda Santa Anita'yı kazanmak için bir fırsat olarak gördüler. Red ancak tüm bacağını saran bir atel ile ata biniyordu. Bu sefer hazırlık yarışları daha seyrek koşuldu.
Büyük yarışın günü gelince Santa Anita Hipodromu 70 bin yarış sever tarafından hıncahınç dolduruldu. Yarıştan önce Red şöyle konuştu: "Pops ile ikimizin toplam dört sağlam bacağı var. Yeteceğini düşünüyorum." Nitekim öyle de oldu. Seabiscuit nasıl müsabık bir varlık olduğunu bir kez daha ispat etti ve tarihin en hızlı ikinci iki bin metresini koştu. Ardından hak edilmiş emekliliği geldi.
Seabiscuit altı senede tam 89 koşuya katıldı. Bunların 33'ünü kazandı ve emekli olduğu gün itibarıyla Amerikan yarışçılık tarihinin en çok ikramiye kazanmış atı unvanına sahipti. Tüm bunların ötesinde sahibinin iddiasını, antrenörünün marjinal yöntemlerini, jokeyinin fiziksel defolarını sırtında taşıdı. Tarihin en büyük maç yarışının galibi olarak 'orta saha'nın temsilcisi, hırpalanmış hayatların ilham kaynağı, yenilmeyi reddedenlerin gururu oldu.